28 Haziran 2016 Salı

Dişil ve Erilin Dansı

Dişil ve eril arasındaki etkileşimi  ya da dansı anlatan bir görsel belirdi geçenlerde zihnimde.

Dişil enerjiyi  çoşkulu akan bir nehir gibi eril enerjiyi de bu nehire alan tutan bir nehir yatağı gibi hayal ettim.Bu tamamen metaforik bir anlatım. Zira gerçekte coğrafi bir karşılığı olmayabilir.

Bu paylaşımdaki amacım dişil ve erilin birbirlerinin yaşamlarında ne kadar önemli fonksiyonları olduğunu görsel manada daha net ifade edebilmek.




Bana göre aslında her kadının içinde çoşku ile akan bir nehir ya da nehirin potansiyeli var. Kadın dişiliği ile ne kadar barışık ise bu nehir o kadar çoşku ile güldür güldür akıyor. Ve aynen nehir gibi neşe ile  akıyor yaşamın içinde. Fakat yetiştiği ortam aile toplum tabular çoğu kadının içindeki bu çoşkulu nehirin kaynağının dibine kocaman bir taş olarak çörekleniyor. Ülkemizdeki kadının durumu ağırlıklı olarak bu.  Ve kadın gerçek potansiyeli yerine cılız akan bir nehire dönüşüyor. Dişil enerjisi düşüyor sönümleniyor. Tıpkı cılız akan bir nehir gibi...Elbette kadın kendi içindeki yüzleşmeyi çalışmayı yaparak dişil enerjisinin önündeki bu taşı kaldırıp yeniden aşkla şifa ile neşe ile çoşku ile akabilir...Kesinlikle bu mümkün. Fakat çok ciddi bir içsel çalışma emek ve zaman gerekiyor.

Eril enerjinin  ise nehire alan tutan nehir yatağı olarak , dişil enerjinin   kendi sınırlarını ve dolayısıyla kendini keşif etmesinde, okyanusa yolculuğunun  sürdürülebilir olmasında ona rehberlik eden bir misyonu olduğunu düşünüyorum.Nehir ancak kendi potansiyeline denk bir nehir yatağında kendini ifade edebilir,amacını misyonunu ve hatta yolculuğunu tamamlayabilir, gerçekleştirebilir.

Eğer nehir yatağı nehirin çoşkusunu karşılayabilecek onun ihtiyaç duyduğu alanı verebilecek derinlikte ve genişlikte değil ise , nehir sele dönüşür. Tüm alana yayılır, dağılır. Yıkar döker ortalığı. Bir nevi kayıp olur ve yolculuğunu tamamlayamaz.

Tam tersi eğer nehir yatağı içinden akan nehirden çok daha derin ve geniş ise bu sefer de onun potansiyeli heba olur. Kendini bilemez. Bütünleyemez.Hatta kendini gerçekleştiremez.

Dişil ve erilin uyumlu dansı tıpkı birbirine denk nehir ve  nehir yatağının ilişkisine benziyor sanki.

Herbirinin  diğeri için var olduğu.

Herbirinin diğerine kendini keşif etmesi için alan tuttuğu.

Herbirinin diğerinin kendini gerçekleştirmesine vesile olduğu.

Aşkın tanımı bu olsa gerek diye düşündüm bir an.

Siz ne hissettiniz merak ediyorum?

Sevgiyle









26 Haziran 2016 Pazar

Kalbin Devrimi

İlgimi çeken etkileyici bir yazıyı paylaşıyorum aşağıda. Ve de bendeki yansımalarını elimden geldiğince...

Uzun bir yazı ona göre hazırlıklı olun derim!
Deneyimlerden damıtılmış ve kalpten gelen sözcüklerin gerçekten dönüştürücü bir sihir etkisi var insanların üzerinde. Farkındalık yaratan ...İçimizdeki kapıları açan...Ruh üfleyen...Sadece buluşmak ve de  orada olmak yeterli sanki! 



 Aşağıdaki yazı bana yaşamım boyunca özgür olmak , içsel özgürlük, aklın ve kalbin özgürlüğü  gibi konulara odaklandığımı, motivasyonumu ve beslenmemi bu temalardan aldığımı  hatırlattı tekrar . Hatta mesleğimi seçmemde yeni yerler görmek yeni insanlarla tanımak şeklinde özetliyebileceğim  motivasyonumun bile temelinde bu özgürlük arayışının olduğunu anladım. 
Dünyanın ta öbür uçlarına gitmelerim, bir yaşam deneyimden diğer yaşam deneyimine cesaretle atlamalarım, nefsimi terbiye etmek için sabahlara kadar uykusuz kalmalarım, dil terbiyesi için oruç tutmalarım ya da günlerce sessiz kalışlarım, dizlerim ağrıyana kadar meditasyon yapışlarım, bireysel gelişim atölyelerinden enerji çalışmalarından birinden diğerine koşmalarım...
Yola çıkarken Hermann Hesse'nin Sidartha kitabından da özellikle ilham aldığımı da itiraf etmeliyim ayrıcana...Hala da yola devam ediyorum!

Biliyorum çoğunuza yakın geldi bu yazdıklarım. Belli ki siz de arayış içinde bir ruhsunuz.
Peki aradığımız ne idi sahi?
Kendi adıma kalbimin özgürleşmesi... 

Ve fakat burada kalbin özgürleşmesi kavramını irdeleme ihtiyacı duyuyorum.  Gurum bir konuşmasında  kalp ile zihnimiz  arasında bir bağ olduğundan ve de günümüz insanının en büyük dramlardan birinin kalbimizin  kontrolünün zihnimiz tarafından   ele geçirildiğinden bahsettiğini hatılıyorum. Bu yaklaşımı bir çok ezoterik uygulamadan bilirsiniz.




Zihinin de katmanları ve parçaları var elbette. Fakat genel anlamda geçmiş kayıtları tutan yani bir anlamda geçmişin esiri ve de şartlanmalar olarak tanımlayabileceğimiz bize yüklenen her türlü kural tabu kodlamayı barındıran bir "öze ait olmayan kayıt ortamı"diyebiliriz. Zihin haritamız, sınırlarımız, algı gözlüklerimiz özetle kaderimiz! 

Tüm sonradan giydiğimiz kimliklerimiz de zihnin ürünü aslında. Din dıl ırk politik görüş cinsel tercih yaşamı nasıl yaşamamız gerektiğine dair fikirler yaptırımlar kurallar...Hepsi ama hepsi insanın bütünselliğini bölmeye yarayan , insanlığı parçalayan kavramlar ve de elbette zihnin ürünü...

"Ben" dediğimiz tüm bu sonradan giydirilen kavramlar,  davranış modellerimiz algılama şekillerimiz hepsi zihnimizin ya da egomuzun parçaları. Ve egomuzun da tek amacı var  ki o da bildiği düzeni devam ettirmek...Güvenlik alanında kalmak...Korunma stratejileri ve buna uygun yaşam deneyimleri yaratmak...İnanın öyle yaşam deneyimleri insanlar getirebiliyor ki egonuz karşınıza ona daha çok teslim olup inanmanız için, aklınız durur. Hele de zeki ve iradesi yüksek bir insansanız işiniz daha da zor.

İşte egoyu ya da zihni kalbi saran katı bir kabuk gibi hayal ediyorum ben. Sert yaşam deneyimleri bu katı  kabuğu kırıp yumuşak sevgi nezaket anlayış dolu olan kalbi ortaya çıkartmaya çalışıyor sanki. Olduğumuz özü...Ruhu!

İçsel özgürlük ya da duygusal özgürlük bu kabuğun kırılıp dağılması sonucu zihnimizden / sanal olan kendimizden özgürleşmek ile gerçekleşebilir ve ancak o zaman kalbimiz özgür olabilir. Geçmişten ve şartlanmalardan özgürleşebildiğimiz ölçüde kalbimiz özgür olabilecek...
Aşağıdaki yazı ile anlıyorum ki bu özgürleşme arzusu ya da tutkusu bizim yola devam edebilmemizi ve/veya içimizdeki rehber ile temas edebilmemizi ve/veya egomuzun oyunlarına karşı uyanık kalmamızı  sağlayan bir özel hediye bize.
Bir nevi deniz fenerimiz ya da kutup yıldızımız!
Kalp özgürleşince  ne mi oluyor?

Ayrılık bitiyor...Korku bitiyor...Yaşamımızdaki her parça yerli yerine oturuyor.Bütünlüğümüzü kucaklıyabiliyoruz.

 Ve de kıyımıza gelen  insanlar da bu alandan etkileniyor ve zihinlerinden özgürleşip kalpleri açılıyor...Kendilerinden özgürleşiyorlar!
Kalpleri açılınca oldukları özü ruhu yeryüzüne indirebiliyorlar.Kalp açılıp özgürleşince ancak kendimiz olabiliyoruz.Kendimizi gerçekleştiriyoruz!
Tüm toplumsal kurallar tabular  din  politik ekonomik sistemler  zihnimizi besleyen güçlendiren ve insanları  buluşturmamak özgürleştirmemek birleştirmemek  için kurgulanmış katı sistemler.Tıpkı kalplerimizin çevresindeki kabuklar gibi!
Açık kalple birbirimizle buluşursak ancak özgür oluruz...Sevgi ve birlik olur!
O zaman yeryüzünde zihnin yarattığı tüm "sistemler" yıkılır!
Sanayi devrimi bilişim devrimi bilinç devrimi derken sıra kalbin devriminde sanırım...Ve bu her birimizin içinde gerçekleşmeli...
Kim bilir tüm dünya da kaos olarak gördüğümüz olayların amacı sadece ve sadece kalbin devrimi için bizlere alan tutmaktır?
Ancak kalbin devrimi yeryüzünü cennete dönüştürebilir.

Bunu biliyorum ve inanıyorum.

Sevgiyle

ÖZGÜRLEŞME ARZUSU
1. Çok yoğun derecede Özgürleşme arzusunu uyandırmak,
özgürleşmek için atılacak en önemli ilk adımdır.
2. Çok yoğun Özgürleşme arzusu (3 – 7):
Mutlak Gerçek’i doğrudan deneyimlemek için
çok yoğun arzu.
Hüznü sona erdirme ve sonsuz-sevgi-sevinci deneyimlemek için
çok yoğun arzu.
Öz’ünüzde gerçekten ne ya da kim olduğunuzu
deneyimlemek ve gerçek Öz’ünüz olarak sonsuza dek yaşamak için
çok yoğun arzu.
Tüm illüzyondan ve aldatmacadan kurtulmak,
illüzyon ile aldatmacanın kaynağı olan egodan özgürleşmek için
çok yoğun arzu.
İnsana özgü kabustan uyanmak için
çok yoğun arzu.
Çok yoğun Özgürleşme arzusu,
tüm gerçek ruhsallığın temelidir.
Özgür olup olmayacağınızı belirleyecek tüm faktörler içinde
özgürleşme arzunuzun yoğunluğu
ya da azlığı en önemli faktördür.
Özgürleşme arzunuzu en etkili şekilde arttırmak için ne gerekiyorsa yapmalısınız.
Ruhsal öğretiler birbirine denk değildir.
Sadece bazı öğretiler, gerekli güçlü anahtarlara sahiptir.
Özgürleşme arzunuzu arttıracak en etkili ilk adım, güçlü bir anahtardır.
Özgürlüğe giden yolda karşınızda belirecek tüm engeller,
Özgürlük için çok az arzu duymanızdan kaynaklanır.
Özgürlük arzunuzdaki en ufak bir artış bile
yararlı olur.
Özgürlük arzunuzun yoğunluğu artarken
ego çok daha az engel yaratır.
Özgürlük arzunuz çok yoğun olduğunda, Özgürlük arzunuz geçici yollara sapmanızı istemez.
Özgürlük arzunuz çok yoğun olduğunda, ilk kez
Özgürlük için neyin gerekli olduğunu, neyin gerekli olmadığını görebilirsiniz.
Özgürlük arzunuz güçsüzse, ego korunma stratejilerini görmenizi engeller.
Özgürlük arzunuz daha güçlüyse, egonun korunma stratejilerini görmeye başlayabilirsiniz.
Özgürleşme arzusu daha da güçlü olduğunda,
Özgürlük arzusunun kendisi Özgürleşme yolunda aradığınız yanıtlarda, Doğrudan Yol öğretilerinde, engellere çözümler bulmakta, uygulama motivasyonunda,
vs.de başarılı olmanız için ihtiyacınız olan her şeyi verecektir.
Özgürlük arzusunu uyandırmadan önce,
egonun varlığını sürdürebilmek için
ruhsal öğretileri nasıl seçtiğini görebileceksiniz.
Özgürleşme arzusu çok daha yoğun olduğunda
egonun tüm korunma stratejilerini görebilirsiniz.
Özgürleşmek için çok yoğun arzu uyandığında,
öncesinde egonun korunma stratejilerini nasıl gö­remediğinize şaşıracaksınız.
Çok yoğun Özgürleşme arzusu uyandığında,
egonun Doğrudan Deneyim Yol’u öğretilerini bile
nasıl çarpıttığını görebileceksiniz.
Çok yoğun Özgürleşme arzusu uyandığında,
geçmişteki her ruhsal öğretiyi egonun nasıl çarpıttığını
ve bazı ruhsal öğretilerin egonun varlığını koruma
amacıyla ego tarafından nasıl yaratıldığını görebileceksiniz.
Çok yoğun Özgürleşme arzusu uyandığında,
geçmişteki hemen hemen tüm ruhsal ve kurumsallaş­mış dini öğretilerin
egoya hizmet eden çarpıtmalar ve
geçici yollar olduğunu görebileceksiniz.
Çok yoğun Özgürleşme arzusu uyandığında,
egonun önceden ne kadar az şey gösterdiğine şaşıracaksınız.
Çok yoğun Özgürleşme arzusu uyandığında,
egonun dikkatinizi tuzağa düşürmek için yarattığı sonsuz kavramlar labirentini görebileceksiniz.
Özgürleşme arzusu çok daha yoğunlaştığında,
ego daha fazla korunma stratejisi yaratmayacak.
Mutlak Gerçek’i doğrudan deneyimlemek için
çok yoğun arzu içsel Öğretmen’inize rehberlik edecektir.
Hakikat için çok yoğun arzu, Sonsuz Yaşam’ı
doğrudan deneyimlemeniz için size rehberlik edecektir.
Anahtar, Mutlak Gerçek’i doğrudan deneyimleme arzusunun yoğunluğudur.
Hakikat arzusunu arttırmak en önemli ilk adımdır.
Özgürlük arzunuzu arttırmak önemlidir.
Özgürlük arzunuzu arttırmadan,
uyanmayla ilgili tüm girişimleriniz
Sonsuz Deneyim’i oluşturmakta başarısız olacaktır.
Özgürlük arzunuzu arttırmadan,
ego tüm ruhsal çalışmalarınızı çarpıtacaktır -bu kitabı okurken bile.
Özgürlük arzunuzu arttırmadan,
ego asla Gerçek’i görmenizi istemeyecektir.
Kendine karşı dürüst olmak da
diğer büyük anahtardır.
Kendine karşı dürüst olmak,
Özgürlük arayı­şında her açıdan yardım edecektir.
Kendine karşı dürüst olmak,
Özgürlük arzunuzu arttırmanıza yardımcı olacaktır.
Jarel Elyunal Shiner

16 Haziran 2016 Perşembe

İnsan Mozaği Şirketler ve Ülke Barışı

Düşünüyorum da profesyonel mesleğimi yaptığım tüm şirketlerde güzel deneyimlerim oldu ve çok güzel insanlarla tanıştım. 25 yılı aşkın bir süreden bahsediyorum ve o zamanlardan  bu zamana hayatımda devam eden dostluklarımın varlığı da beni ayrıca mutlu ediyor.

Ve fakat bir şirket var ki buradaki yazıma konuk olacak!

Şirketin adı AON...

Eski Kelt dilinde bir,birlik,bütünlük anlamına geliyor Aon. İngilizce  bir anlamına gelen  one Aon'dan türemiş. Şirketin kurucuları  uzun yıllar önce Britanya'dan yeni dünyaya göç etmişler. 120 ülkede 72.000 çalışanı olan, lider risk yönetimi ve sigorta&reasürans brokeri olan bir firma Aon.

Bu şirkettin Türkiye ofisinde  yaklaşık 10 yıl çeşitli görevlerde çalıştım ve tüm bu süre zarfında aynı CEO  ile çalışma şansım oldu. Çok değerli bir genel müdürüm de vardı ve onu da burada anmak isterim. Ve  her zaman varlıklarından keyif ve ilham aldığım  arkadaşlarım dostlarımı da...

Velhasıl bu şirkette  Anadolu toprağının tüm renklerini görebilirdiniz. Sanki bir insan mozaği diyebilirim. Ne kadar şanslı olduğumu şimdi daha iyi anlıyorum...



Türk,Kürt,Laz,Ermeni,Rum,Ortodoks ve Katolik Hristiyan,Alevi ve Sunni,Yahudi, Müslüman (oruç tutup namaz kılanı da dahil) , ateist , deist...Tam bir insan mozaği idi gerçekten. Cuma günleri öğle aralarında da meditasyon atölyesi açıyordum isteyenlere bir de ben.

Düşünün siz artık renkliliği!

Ve inanın müthiş bir ekip ve takım ruhu ile çalışırdık. Bilmezdik bile kim kimdir?  Konusu bile geçmezdi kimlik detaylarımızın.  Biz aynı takımın çok değerli parçaları idik ve tek amacımız şirketin en yüksek menfaatine olacak şekilde davranmaktı. Özel günlerimizi kutlardık o başka.

Ortak şirket menfaati için orada olduğumuzu hepimiz CEO 'muz dahil bilir ve hiç bir şeyi kişisel almaz açık görüşle tüm düşünceleri paylaşırdık.

Yeni taşınılacak ofisin yeri hatta boyasının rengi bile tüm çalışanlara yönelik anket ile görüş alınarak değerlendirilirdi.

Anlayacağınız ülkenin durumundan çok daha demokratik yönetilirdi bu şirket.

Elbette anlaşamayıp öfkelendiğimiz söylendiğimiz anlar da olmuştur.  Hatta bir keresinde şahsen çok istediğim bir ihaleye girmememi istediğinde  CEO' mun kapısını  çarpıp çıktığımı hatırlıyorum.
Fakat insani etik değerleri çizgileri asla ihlal etmezdik. Bir menekşe bir kol düğmesi ile ertesi gün gönül alırdık.

Saygı ve güven duyulan insanlar ancak potansiyellerini gerçekleştirebilir. Ve ben kendi adıma bana hep inandıkları, güvendikleri ve saygı duydukları  için  yöneticilerime  teşekkür borçluyum.

Ha o ihaleye girdik ve de kazandık bu arada!...

Ve inanıyorum ki CEO'ların  veya benzeri lider misyonu fonksiyonu olan kişilerin bireysel kimliği, bütünselliği şirketi veya ülkeyi de bire bir etkiliyor.

Lider ne kadar kendi içinde barışı tesis etmiş, benlik parçaları ile bütünselliğini sağlamış ise yansıttığı realite de tam bir bütünsellik içeriyor.

Mozaik tamamlanıyor! Takım olunuyor...

 Atatürk  geçmiş tarihimizden çok iyi bir örnek bu olguya...

Düşünüyorum da birey olabilmiş böylesi liderlerin varolduğu şirketler ülke ve dünya barışına da hizmet edebilirler. Bir nevi kelebek etkisi diyebiliriz. Ya da barış tohumları gibi...

Ülkemizin içinden geçtiği bu dönemde tüm şirket yönetimlerine çok ama çok büyük sorumluluklar düşmekte olduğuna inanıyorum.

Ötekileştirmeye karşı daha çok eşit fırsat temini, adil ve evrensel değerler çerçevesinde yapılandırılan IK politikaları çok çok önemli.

Firma isimlerinin de insan isimleri gibi firmaların  karakterini belirlediğini düşünüyorum.Ve hatta firmalarda çalışanlar ile firma arasında da enerjik ruhsal bir etkileşim bağ olduğuna...

Çalıştığım bu firmanın benim meslek hayatımda yeri özeldir ve kendi bütünselliğimin tesisinde de çok büyük katkıları olduğunu düşünüyorum.

Bu vesile ile tüm eski yöneticilerime ve en başta sevgili CEO'ma sevgilerimi gönderiyorum...

İyi ki varsınız ve iyi ki sizlerle tanıştım, çalıştım!

Teşekkür ederim...

Sevgiyle







Kozmik Evlilik

Bu yazıyı Facebook'ta gördüm ve daha çok insana ulaşabilmek için aynen burada paylaşıyorum...Görselleri bile aynı bıraktım.
                         
 Son derece güçlü  bir yazı...
"Gerçek eşiniz çoktan belirlendi, ve gerçekleşecekler sırasına koyuldu. Bu, zaten şu anda bilmediğiniz bir bağlılık, sizin tarafınızdan realiteye koyulmuş bir olay. Kozmos ve iç güdüleriniz, hisleriniz bunu biliyor. Daha önce pek çok hayatta partner oldunuz, aslında “yeni” bir şey yok, zaten daha önce bin kere evlenmişsiniz gibi… Diğer taraf, evrimi tamamlamak için, neyi konuşup, neyi konuşmayacağını, ne zaman susacağını biliyor.
Her zaman birbirinize geri döneceksiniz veya bir şekilde karşılaşıp duracaksınız, çünkü devasa bir manyetik sizi birbirinize çekiyor.  Avatar’ da dedikleri gibi “ Seni görüyorum”. Bu kelimeler “Seni Seviyorum” dan daha fazlası. “ Ruhunu gördüm” arkasında çok fazla boyutlar barındırıyor.
Ruhunu, onu barındıran bütün yönleriyle seviyorum. Her şeyi, yani bütün halini. – Bu işte “ Seni Görüyorum” demek.
Birçok insan artık geleneksel evliliği çekici bulmuyor. Kalbimizde hissetmediğimiz sahte heyecanlar duyuyoruz. Bir kurum için, bir kontrata imza atıyoruz, materyalizmi, kutsallığının önüne geçmiş bir seremoniye bir sürü para ödüyoruz.
 GEÇMİŞTEN GELEN İLİŞKİLER
Her şeyin bir vakti ve yeri var. Bir başkasının hislerini değiştiremezsiniz. Veya ortada bozuk bir şeyler varsa ve diğer taraf bunun için savaşmıyorsa, hiçbir şeyi değiştiremezsiniz. Tango  iki kişi ile yapılır..
Bu sevenlerin dansıdır…
Kendi dünyalarını çekip çevirecek güce sahip olmayanlar (kendilerine bağımlı olmayalar) asla size kendilerini adayamazlar. Eski ilişkilerinizin yolculuğunda, kim olmanız gerektiğini, parlamak, çiçek açmak, kendi güçlü dünyanızda ayakta durmak ve zorluklara meydan okumak için neye ihtiyaç duyduğunuzu öğrendiğiniz.
Karakterinizin ve egonuzun çeşitli özelliklerini öğrendiniz. Nasıl güçlü bir insan olacağınızı ve gerçeklik üzerine kurulmuş bir bağlılıkta yolladığınız titreşimlerle, gelecekteki partnerinizi nasıl güçlü ve dayanlıklı yapabileceğinizi öğrendiniz. İşte bu, karşı tarafı zayıf değil güçlendiren bir sevginin şekli.
 YANSIMANIZ- KENDİNLE KARŞILAŞMA
Kendi ruhuna sadık, başından beri ayaklarının üzerinde duran, kendi acılarını çözümleyen, kendini iyileştiren ve bu durumların hepsinden çıkmak için gereken gücü bulan birini bulduğunuz zaman… İşte anca onlar, size kendini vadedebilir.
Kalbinden gelen bağlantıyı koparmamış, kendini seven bir eş bulduğunuz zaman, artık korku bazlı ilişkiler yaşamayacaksınız.
Mesela, partneriniz bir odada yirmi tane güzel insanla beraber olabilir, veya dünyayı siz yokken gezebilirler. Onun binlerce arkadaşı olmasına gönül rahatlığıyla izin verebilirsiniz, ve içinizde sadece “ huzur ve güven” hissi olur, çünkü bağlılığın kalpten geldiğini bilirsiniz.
Bu kutsal bir bağ. İkinizde dingin ve sakinsiniz- bu KORKU bazlı bir ilişki değil. Kendi yolculuğunuza çıkabilirsiniz, kendi yolunuza gidebilirsiniz, ama yine de… Sevdiğinizin yolunun sizinkine yakın olduğunu bilirsiniz. Bu noktada arkanıza yaslanın ve nefes alın. Partnerinizle huzurunuz  olduğunda, bunun ona güvenebildiğiniz için olduğunu bilirsiniz. Ve kendinize güvenebileceğinizi bilirsiniz.
 GERÇEK BİR KALP BAĞI OLMAYAN EVLİLİKLER
Bir çok geleneksel evlilik “ boşanmayla” sonuçlanıyor, çünkü gerçek bir kalp bağına dayanmıyor. Gerçek bir ruh yolculuğuna dayanmıyor. Onlar daha çok sosyal standartlar gibi dış faktörlere dayanıyor. Para, güvence ve biri için kendini bir tamamlanmış gibi hissettiren şeyler insanların evliliğe aceleyle atlamasını sağlıyor.
Bu birini yeterince sevmiyorken, kendini adadığın, onu gerçekten sevdiğini ispatlama oyunu gibi bir şey değil mi?
Neden kendi sevgimizin gerçek olduğuna dair ispat ararız? Bu bakan herkese karşı çok bariz bir şekilde ortada olmalı.
Çoğu insan kendini sevme  ve sınırlarının içinde nasıl güvende hissedeceğiyle ilgili sıkıntılar yaşar. Kendine kulak verip, dikkat edebildiğin zaman, sevgi ve tamamlanma gibi ruhuna iyi gelen şeylerle ruhunu beslediğin zaman: Sevgiyi dışarıda bulmana gerek kalmaz. O her zaman  içinde yaşıyor olacaktır.
 KARANLIK, SEVGİNİN IŞIĞINDA ÇÖZÜLÜR
Kalbin enerjisi, aslında zihninkinden daha güçlüdür. Ama biz hak ettiği krediyi ona çok nadiren veririz.
Kozmik bir evlilikte, kalbin derinliklerinde gizlenen bütün karanlık yerler ve “görülmemişler”, sevginin ışığında ortaya çıkacaktır. Karanlık, “sevginin” yüksekliklerinde her zaman zayıflayacaktır. Sevgi en güçlü titreşimdir. Karanlık ise ondan daha düşük bir titreşimdir.

Eğer biri sizi gerçekten severse, neleri değiştirebildiğinizi size göstermek için, bütün görülemeyen yüzeyleri meydana çıkacaktır. Sadece nefes alın, yürüyün, şarkı söyleyin dans edin, ağlayın ve “olmasına” izin verin. Korkularınızı ve güvensizliklerinizi yargılamayın.
Gerçekten “Teşekkürler” ve “Seni görüyorum” diyebildiğiniz zaman, içimizdeki gerçek transformasyonu tamamlayabilmişiz demektir.  Sevdiğinizin, bu acının sebebi olduğunu düşünmeyin. Olaya farklı bakın. Sevdiğiniz, sizi kendinizin bütün yönlerini görebileceğiniz aynayı tutuyor ve kendinizi iyileştirmenizi istiyor. Bazen bakmak istemeyiz, ama büyümenin tek yolu bu.


Kaynak: Spirit Science

4 Haziran 2016 Cumartesi

Aşkın Simyası

Geçenlerde bir paylaşımda gözüme çarptı.

Birine sevdiğimizi hissettirdiğimizde ya da söylediğimizde  o kişinin gözünde değerimiz düşermiş...Kesinlikle içime iyi gelmedi bu söylem.

Ve başladım düşünmeye...

Sevgi ile ilgili ne kadar çok yanlış inançlarımız olduğunu bir kez daha gördüm.



Yukarıdaki gibi sevdiğimizi söylersem değerim düşerden tutun seversem kaybederime ya da sevdiğimi belli edersem güçsüzleşirime kadar bir çok sevgi ile ilgisi olmayan inanç kalıbımız var. 

Bu dünyada yanlış anlaşılan kavramların başında geliyor sevgi sanırım. Kalp , aşk ve cinsellik de malesef aynı kaderi paylaşıyor sanki...

Biz insanlar kalbi etten bir organ ve sevgiyi de bir duygu olarak algılamışız. Eski dünyanın fiziği böyle buyuruyor malum. Aşk kimyasal bir çekim cinsellikte üremek en iyi hali ile stres atmak keyif almak için bir eğlence aracı olmuş.

Oysa Kuantum fiziği herşey enerjidir diyor. Titreşim ve frekanstan bahsediyor. Evrenin bir ucundaki hareket ta öbür ucunda bir sonuca vesile olur diyor. Bir nevi  herşeyin BİR olduğunu anlatıyor...Kalp beynimizden onlarca kat daha yüksek  magnetik bir enerji alanı olarak tanımlanıyor. Ve de sevginin bir duygu değil bir frekans ya da enerji olduğu aktarılıyor. Hatta bilinç titreşim ise sevginin de bir bilinç seviyesi olduğunu söyleyenlerde var.

Peki sevgi enerji, yani bir frekans/bilinç  ise ve de kalp buna uyumlanan bir nevi frekans ayarlayıcı bir enerjitik yapı/mekanizma  ise nasıl olur da biri diğerine onu sevdiğini söylediğinde diğerinin gözünde değeri düşebilir ? Ya da sevgi bağı ile bağ kurduğumuz birini gerçekten kaybedebilir miyiz? Ya da birini seversek güçsüzleşmemiz olası mıdır? Teknik anlamda fiziksel olarak mümkün müdür gerçekten tüm bunlar?

Kesinlikle hayır! 

İki açık kalp birbirine uyumlu aynı frekansla titreştiğinde sevgi oluyor. Yani sevgi titreşimine sevgi enerji alanına uyumlanıyor kalpleri. Ve böylesi bir enerji alanı oluşunca yukarıda aktardığım inançların bu alana ait olmadığını görüyoruz. 

Bu sevgi titreşim alanına ait olmayan inançları egomuz yaratıyor. Virüslü zihinlerimiz üretiyor bu inançları. Korku, yetersizlik ve değersizlik duyguları,kaygı,endişe,sahiplenme ,rekabet ,güvensizlik gibi duygular ortam hazırlıyor bu inançlara.

Özetle ilişkiye kalpleri yerine egoları ile giren iki insan virüslü zihinleri ile yarattıkları sevgiye ait olmayan inançlar ile ciddi çatışma yaşıyor. Ego bir çeşit kabuk. Ve egolarımızla ilişkilendiğimizde kabuklar canımızı acıtıyor.İnciniyor kırılıyoruz. Sonra da faturayı sevgiye kesiyoruz. Tekrar tekrar aynı plak çalıp duruyor sonra da. Zihnimizle ilişkiye giriyor ve de yaşatmaya çalışıyoruz ki olmuyor.

Kalp bir organın ötesinde gerçek bir enerji alanı. Kalp tüm zırhlarını kalkanlarını çıkarıp açıldığında ancak bir kadın fiziksel boyutu dışında erkeğini tüm boyutları ile içine alabiliyor. Vajinası tüm aurası oluyor kadının. Genişliyor varlığı! 

Ve aynı şekilde erkek de kalp açıklığı ile ilişkiye girdiğinde kadını ile onun en uzak yerlerine ulaşabiliyor, fetih ediyor kadınını. Ve ancak o zaman en derinden kabulu hissedebiliyor.  

Özetle kalp iki ruhun iki varlığın birbiri ile uyumlanarak sevgi bilincine frekanslarını uyumlayabilmelerini sağlayan enerjik bir alan...Fetüs iken ilk gelişen organimız ve söylenen o ki 4 haftalık iken ruhumuz gelip kalbimize yerleşiyor. Kalp bir anlamda ruhun evi. Ve kalbimizi açtığımızda evimizi açıyoruz. Sevgiliyi evimize davet ediyoruz...

Ve cinsel edinim  kalp açıklığı ile yaşandığında bilincin evrimine hizmet ediyor. Hani fizikte rezonans kanunu vardır. Aynı iki frekans yan yana gelince daha yüksek bir frekans aralığına çıkabiliyorlar. Yani kalp açıklığı ile ilişkiye giren iki insanın bilinçlerinin titreşimi artıyor. Cinsel edinim sırasında DNA transferi bile olduğunu anlatan çalışmalar makalaler var. 

Şemsi Tebrizi 'nin dediği gibi aşkın simyası gerçekleşiyor bir nevi!

"Her hakiki aşk, umulmadık dönüşümlere yol açar. Aşk bir milad demektir. Şayet aşktan önce ve aşktan sonra aynı insan olarak kalmışsak, yeterince sevmemişiz demektir. Birini seviyorsan, onun için yapabileceğin en anlamlı şey değişmektir!    " 

Aşkın , dişil ve erilin sevgi ile birleşmesinin  dünyaya barış getireceğine  tüm kalbim ile inanıyorum...

Erenlerin aşk olsun dedikleri de bu olsa gerek!

Sevgiyle,
















3 Haziran 2016 Cuma

Peter Pan Sendromu

Peter Pan'i bilirsiniz. Hani büyümeyi red eden , hiç büyümeyen hep çocuk kalan ve de  Var Olmayan Ülke'de yaşayan yaramaz çocuk!




İnsan psişesine yönelik önemli bir metafor olduğunu düşünüyorum  bu masalın.

Şu "içimizdeki çocuk" kavramına  karşılık geliyor üstelik.

Onlarca yıldır hep bu içimizdeki çocuğu yaşatmak onu hep çocuk tutmak üzerine bir çok yazı okuduk ve hatta uygulama yaptık.

Fakat burada ince bir ayar olduğunu düşünüyorum.

Bir kaç psikiyatrik yayında okuduğum üzere geçenlerde  Engin Geçtan'ın  İnsan Olmak isimli kitabını okurken yine karşıma çıktı bu konu.

Bu arada müthiş bir kitap! Okumalı okutmalı dediklerinden...Geçtan insan olma ikilemini şöyle açıklıyor.

 "Çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir. İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar."


Kendinimi derinden tanımak  ve çevremizde olup biteni daha iyi algılayabilmek üzere çok değerli bir kitap  gerçekten. Kesin öneririm!



İçimizdeki çocuk da aslında bir benlik parçamız. Ve biz onu olduğu gibi korumaya çalışırken,  tüm benlik parçalarımızın birbiri ile bütünleşmesi sonucu yetişkin bir birey olabilmemiz ile ilgili süreçte kendimizi sabote ettiğimizi anlıyorum.

Hele bu çocuk bir de travma yaşamış bir çocuk ise ve biz içimizdeki çocuğu koruyacağız diye bu yaralı benliği sonsuza kadar farkında olmadan canlı tutuyor ve travmanın da iyileşmesine engel oluyor olabiliriz.

Anladığım o ki içimizdeki çocuğu yaşatmak olarak bahsi geçen o çocuk benliğimizi, tıpkı  Peter Pan gibi yaşatmak değil, yetişkin bir birey olarak çocuklara özgü bazı duygu ve davranışları koruyabilmek, yaşatabilmek,sürdürebilmek.

Çocuklar bilgedir. Onlar zaten bilir. Özleri ile bizlere göre daha derinden bağlıdırlar. Saf ve masumdurlar. Ön yargıları , şartlanmaları yoktur. Her an yeni bir andır onlar için. Geçmişe tutunmazlar ve gelecek kaygıları da yoktur. Sevgi ile paylaşırlar. Oldukları gibidirler. Tüm duygularını tüm güçleri ile ifade ederler. Bir an deli kahkahalar atıp diğer bir an ölecekmiş gibi çığlık çığlığa ağlıyabilirler. Her ne yapıyorlarsa gerçekten istedikleri için sadece merak ve eğlenmek için yaparlar. Neşe doludurlar. Çoşkuludurlar. Oyuncudurlar. Muzip ve mizah doludurlar.Hayat onlar için kocaman bir oyun alanıdır.

Özetle capcanlı yaşam ile birlikte akarlar. Aile toplum din kültür tarafından virüs kapmış zihinleri yerine, yaşamı kalpleri ile yaşarlar. Hep kabuldedirler. Olanı olduğu gibi kabul eder kendilerini nasıl hissettiklerine odaklıdırlar. Yargılamaz suçlamaz eleştirmezler...İçgüdüsel olarak iyi hissettikleri şeyleri yapmaya meyillidirler.

Tıpkı doğadaki tüm diğer canlılar gibidirler. Doğal insan halidir bu.

Bunları yazınca  aslında ne kadar da tam ve bütün olarak dünyaya geldiğimizi ve dış etkenler ile nasıl da kendimize yabancılaştırıldığımızı bir kez daha idrak ettim.

İşte böylesine  bir ruh halini varoluş biçimini koruyabildiğimiz sürece asıl içimizdeki çocuk ile bütünleşebiliriz.

Yoksa benlik parçası olarak o parçayı yaşatmak değil asıl anlatılan. Aksi halde yetişkin bedeninde küçük çocuklar olarak dolaşırız toplumun içinde. Kendine yabancı , mutsuz ve de kendine  karşı öncelikli görevi olan "iyi yaşama sorumluluğu" nu taşıyamayan kişiler oluruz. Bu tanım ile de kitapta tanıştım!

Özetle neşe ve  çoşku duyguları  rehberimiz olmalı diye düşünüyorum.Ancak o zaman kalbimizin götürdüğü yere gidebileceğiz.

Kim bilir belki de var olan bir ülkedir bu sefer yolumuzda olan?

Sevgiyle,