Evet tek tanrılı dinlerin kadının evcilleştirilmesinde önemli bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorum. Topyekun örgütlü sistematik bu evcilleştirme metodlarının en güçlüsü tek tanrılı dinler!
Brigitte Bardot filminden esinlenerek verdim yazının ismini...Ve Tanrı Kadını Yarattı'yı hatırlamışsınızdır!
İroni yapmak istedim bir anlamda kendimce...Önce yarattı sonra da evcilleştirdi anlamında.
Sırası ile önce bitkiler , hayvanlar ve kadın evcilleştirildi malum.
Hayvanlardan Tanrılara-Saphiens isimli bir kitap var şu sıralarda raflarda. İnsan türünün kısa bir tarihi olarak özetleyebiliriz. Koyunların nasıl evcilleştirildiği bölüm oldukça ilgimi çekti.
En agresif , insan kontrolüne en çok direnç gösteren, çok ince huysuz, sürüden ayrılıp başını alıp gitmeye kalkanlar, ilk önce kesilirlermiş. Her nesille birlikte koyunlar daha şişman daha itaatkar ve daha az meraklı hale gelmişler. Tanıdık geliyor mu kulağa?
Kadınlar da ise evcilleştirme, onların değerlilik kodları ile oynanılarak yapıldı bana göre. Tek tanrılı dinler, toplum ve aile bu oyunun başrol oyuncuları halen.
Bir nevi "değerlilik ağı" atıldı vahşi kadının üzerine. Amaç kadının istenildiği gibi davranmasının sağlanması idi. Yani kendi doğasını, varoluşunu özetle kendini unutması ve hatta red etmesi idi istenen. Kadının değerlilik algısı bin bir şekilde tamamen dış referanslı kılındı ve kadın böylece evcilleştirildi. Onaylanmamak kabul edilmemek red edilmek ölüm gibi bir şeydi.
Özellikle ikili ilişkilerde yoğun şekilde görüyoruz bu sahte dış referanslı değerlilik algısını. Eğer kadın evlenirse değerli evlilik dışı ilişkisi var ise değersiz.Eğer birlikte olduğu erkek paralı ise değerli az parası var ise değersiz. Erkek genç ve yakışıklı ise değerli yaşlı ve çekici değil ise değersiz. Zaten evlilik programlarına bakarsanız ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız.
Özetle kadının bedeni aklı duyguları ve ruhunun ihtiyacının ne olduğu ya da ne hissettiği yok sayıldı. Yani kadın yok sayıldı. Kadının adı değil kendisi yok edildi en başta. Böylece kadının kendisi dışındaki şeylere durumlara insanlara göre değerlilik algısı yaratılmış oldu.Ve kadın kendini değerli hissetmek adına ona kurulan bu tuzağa düştü. İç referansını yitirdi dış referans bağımlısı oldu. Ondan istenildiği gibi davranmaya başladı. Bu şekilde de tas tamam kendini red etmiş oldu. İlişkide olduğu erkeğin ona ne hissettirdiğine kendisini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu alana sahip olup olmadığına ilişki içinde beslenip beslenmediğine gelişip gelişmediğine ilerleyip ilerlemediğine hiç ama hiç bunlara bakmaz oldu.
Birlikteliğin performansı veya değerliliği, evlilik programlarında olduğu gibi emekli maaşına, eve arabaya gezip tozmaya, takılan yüzüğün büyüklüğüne endekslendi. Çok merak ediyorum bu programlarda evlenen insanların ilişkilerinin ne halde olduğunu?
Neyse konumuza dönelim!
Toplum kadının onun evlenip tek eşli olmasını, o tek adamdan çocuk doğurmasını, mümkün ise evde oturup ev işi yapmasını özetle varolan sistemin devamlılığı için kurulan koca hapishaneye gardiyan olmasını istedi. Kadın o hapishaneye kendini yerleştirdi kapıda da yine kendisi nöbet tuttu. O hem tutuklu hem gardiyan oldu. Kendi hapishanelerinden çıkmak isteyen kadınlara da acımasızca gardiyan yüzünü gösterdi sanki kendisi de tutuklu değilmiş gibi. O vahşi kadın sonsuza kadar o hapishane de kalmalıydı. Kimseler onu görmemeliydi. O kadın utanılacak bir varlıktı.
Çünki,
O eğlenmeyi hareketi seviyordu
Meraklıydı
Bedeninin her zerresini seviyordu
Dans etmeyi şarkı söylemeyi seviyordu
Sevişmeyi seviyordu
Doğada dağlarda ormanda denizlerde olmayı seviyordu
Rüzgarı arkasına alıp deliler gibi koşmayı seviyordu
Canı istediğinde durup soluklanıp beslenmeyi seviyordu
Neşe ile çoşku ile kahkahalar atmayı seviyordu
Tüm canlılarla uyum içinde barış içinde varolmayı seviyordu
Yaşamının merkezinde sadece ve sadece kendi ihtiyaçları ve duyguları vardı
Tüm bu dış referanslı değerlilik algısı vahşi kadına geçirilen bir yular. O tıpkı vahşi bir at vahşi bir kurt gibi...
Korkuyorlar kadının özgür olmasından...
Neden mi?
Tüm dünya değişir de ondan!
Nemalandıkları kokuşmuş sistem bir tüy gibi yıkılır gider kadın bu yuları çekip atarsa.
Şimdi insan türünün yeryüzünde var olmaya devam etmesini azruluyorsak ve de evrensel değerlerle donanmış yeni bir dünya hayal ediyorsak mutlaka kadınların onlardan çalınan değerlilik duygularının ve onurlarının ivedilikle kendilerine iade edilmesi gerekmektedir.
Yarın çok geç olacaktır!
Vahşi kadın ve vahşi erkeğin içten samimi uyum içinde dürüstçe buluşması yeryüzüne barışı getirecektir.
Sevgili Marilyn Monroe'nun dediği gibi "Bir kadına doğru ayakkabıları verirseniz dünyayı bile fethedebilir."
Artık yularları çıkartma, doğru ayakkabıları giyme ve aşk ile dans etme zamanıdır...
Sevgiyle
Brigitte Bardot filminden esinlenerek verdim yazının ismini...Ve Tanrı Kadını Yarattı'yı hatırlamışsınızdır!
İroni yapmak istedim bir anlamda kendimce...Önce yarattı sonra da evcilleştirdi anlamında.
Sırası ile önce bitkiler , hayvanlar ve kadın evcilleştirildi malum.
Hayvanlardan Tanrılara-Saphiens isimli bir kitap var şu sıralarda raflarda. İnsan türünün kısa bir tarihi olarak özetleyebiliriz. Koyunların nasıl evcilleştirildiği bölüm oldukça ilgimi çekti.
En agresif , insan kontrolüne en çok direnç gösteren, çok ince huysuz, sürüden ayrılıp başını alıp gitmeye kalkanlar, ilk önce kesilirlermiş. Her nesille birlikte koyunlar daha şişman daha itaatkar ve daha az meraklı hale gelmişler. Tanıdık geliyor mu kulağa?
Kadınlar da ise evcilleştirme, onların değerlilik kodları ile oynanılarak yapıldı bana göre. Tek tanrılı dinler, toplum ve aile bu oyunun başrol oyuncuları halen.
Bir nevi "değerlilik ağı" atıldı vahşi kadının üzerine. Amaç kadının istenildiği gibi davranmasının sağlanması idi. Yani kendi doğasını, varoluşunu özetle kendini unutması ve hatta red etmesi idi istenen. Kadının değerlilik algısı bin bir şekilde tamamen dış referanslı kılındı ve kadın böylece evcilleştirildi. Onaylanmamak kabul edilmemek red edilmek ölüm gibi bir şeydi.
Özellikle ikili ilişkilerde yoğun şekilde görüyoruz bu sahte dış referanslı değerlilik algısını. Eğer kadın evlenirse değerli evlilik dışı ilişkisi var ise değersiz.Eğer birlikte olduğu erkek paralı ise değerli az parası var ise değersiz. Erkek genç ve yakışıklı ise değerli yaşlı ve çekici değil ise değersiz. Zaten evlilik programlarına bakarsanız ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız.
Özetle kadının bedeni aklı duyguları ve ruhunun ihtiyacının ne olduğu ya da ne hissettiği yok sayıldı. Yani kadın yok sayıldı. Kadının adı değil kendisi yok edildi en başta. Böylece kadının kendisi dışındaki şeylere durumlara insanlara göre değerlilik algısı yaratılmış oldu.Ve kadın kendini değerli hissetmek adına ona kurulan bu tuzağa düştü. İç referansını yitirdi dış referans bağımlısı oldu. Ondan istenildiği gibi davranmaya başladı. Bu şekilde de tas tamam kendini red etmiş oldu. İlişkide olduğu erkeğin ona ne hissettirdiğine kendisini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu alana sahip olup olmadığına ilişki içinde beslenip beslenmediğine gelişip gelişmediğine ilerleyip ilerlemediğine hiç ama hiç bunlara bakmaz oldu.
Birlikteliğin performansı veya değerliliği, evlilik programlarında olduğu gibi emekli maaşına, eve arabaya gezip tozmaya, takılan yüzüğün büyüklüğüne endekslendi. Çok merak ediyorum bu programlarda evlenen insanların ilişkilerinin ne halde olduğunu?
Neyse konumuza dönelim!
Toplum kadının onun evlenip tek eşli olmasını, o tek adamdan çocuk doğurmasını, mümkün ise evde oturup ev işi yapmasını özetle varolan sistemin devamlılığı için kurulan koca hapishaneye gardiyan olmasını istedi. Kadın o hapishaneye kendini yerleştirdi kapıda da yine kendisi nöbet tuttu. O hem tutuklu hem gardiyan oldu. Kendi hapishanelerinden çıkmak isteyen kadınlara da acımasızca gardiyan yüzünü gösterdi sanki kendisi de tutuklu değilmiş gibi. O vahşi kadın sonsuza kadar o hapishane de kalmalıydı. Kimseler onu görmemeliydi. O kadın utanılacak bir varlıktı.
Çünki,
O eğlenmeyi hareketi seviyordu
Meraklıydı
Bedeninin her zerresini seviyordu
Dans etmeyi şarkı söylemeyi seviyordu
Sevişmeyi seviyordu
Doğada dağlarda ormanda denizlerde olmayı seviyordu
Rüzgarı arkasına alıp deliler gibi koşmayı seviyordu
Canı istediğinde durup soluklanıp beslenmeyi seviyordu
Neşe ile çoşku ile kahkahalar atmayı seviyordu
Tüm canlılarla uyum içinde barış içinde varolmayı seviyordu
Yaşamının merkezinde sadece ve sadece kendi ihtiyaçları ve duyguları vardı
Tüm bu dış referanslı değerlilik algısı vahşi kadına geçirilen bir yular. O tıpkı vahşi bir at vahşi bir kurt gibi...
Korkuyorlar kadının özgür olmasından...
Neden mi?
Tüm dünya değişir de ondan!
Nemalandıkları kokuşmuş sistem bir tüy gibi yıkılır gider kadın bu yuları çekip atarsa.
Şimdi insan türünün yeryüzünde var olmaya devam etmesini azruluyorsak ve de evrensel değerlerle donanmış yeni bir dünya hayal ediyorsak mutlaka kadınların onlardan çalınan değerlilik duygularının ve onurlarının ivedilikle kendilerine iade edilmesi gerekmektedir.
Yarın çok geç olacaktır!
Vahşi kadın ve vahşi erkeğin içten samimi uyum içinde dürüstçe buluşması yeryüzüne barışı getirecektir.
Sevgili Marilyn Monroe'nun dediği gibi "Bir kadına doğru ayakkabıları verirseniz dünyayı bile fethedebilir."
Artık yularları çıkartma, doğru ayakkabıları giyme ve aşk ile dans etme zamanıdır...
Sevgiyle