VE SABİHA HANIM (ANNEM)
Anneme teşekkür ediyorum
bu tarifleri evimizde
uyguladığı ve bana da
uygulatarak varlığıma kazandırdığı için.
Müthiş becerikli pratik zekalı bir kadındır annem. Aşçılığı dillere destandır.
Eğitimli hem de. Pasta börek eğitimi dahi almış kız enstitüsünden. Midye dolmadan tutun en havalı pasta çöreğe kadar her
şey gelir elinden. Dediğine göre asıl öğretmeni babaannemmiş.
Midye dolma demişken aklıma kendi mideye dolma hikayem
geldi. Sanırım on üç ya da on dört yaşındaydım. Daha bile küçük olabilirim hatta. O zamanlar midye dolma evlerde yapılırdı. Hem
de midye denizden çıkartılırdı. Babamın beş metrelik ahşap içten takma motorlu bir
balıkçı teknesi vardı. Yazın hafta sonları o tekne ile Boğaz’da bir aşağı bir
yukarı ve genellikle Kızkulesi civarı balık tutar, denize girerdik. Elimizde su
bidonları, evde hazırlanan peynirli dere otlu minik pideler, beyaz ekmek içine
beyaz peynirli domatesli sandviçler, çeşit çeşit meyveler ve kuruyemişler ki
çoğu bizim bahçeden olurdu. Sabahtan koyulurduk yola. Babam tekne ile Salacak
sahiline gelirdi. Çok küçükken tekne Salacak’ta ki barınakta dururdu. Sonra
Harem’e çekmişti babam tekneyi. Bizi Salacak’tan alır açılırdık. Erkek kardeşim
Kazım onun miçosu idi. Çok imrenirdim ona.
Annem de denizi çok sever ve o da babam ile birlikte dalıp midye çıkartırdı. Anne ve babamın bolca midye çıkardığı bir gün midye dolması yapılması planlanmıştı. Midyeler , denizden çıktığı gibi üstelik. Temizlenmesi gerek üzerindeki yosun ya da sert kalıntılardan . Ve annem hastalandı. Çok nadir hasta olurdu annem ve o sefer ateşi bile çıkmıştı. Midyelere de acil müdahale gerek. Annem bana midyeleri nasıl temizleyeceğimi tarif etti ve aldım elime bulaşık telini başladım temizlemeye. Sonra zeytinyağlı dolma içini tarif etti. Onu da becerdim. E sıra midyeleri doldurmaya gelmişti. Aklım bir türlü midyenin nasıl kapatılacağını anlamamıştı. Anneme ‘’İple mi bağlayacağım bunları ?‘’ diye sormuşum. O da ‘’Biraz geriye doğru açarsan midyeyi rahat kapatırsın. ‘’demiş. Ve böylece midyeleri doldurup tencereyi ocağa oturtmuştum. Bir güzel olmuştu ki midye dolmam ! Annem ne zaman benim becerikliliğime dem vurmak istese hep o anımızı anlatır. Aramızdaki gizli bir sır gibi keyif veriyor bu anı bana.
Ve annemin yengesinden bir tarif ile devam ediyorum.
Papaz Yahnisi
(soğanlı köfte yahnisi)
Malzemeler : Kuru soğan,Kıyma,Kimyon,tuz,karabiber,Zeytinyağ
Soğanlar uzun uzun salataya doğranır gibi söğüş şeklinde doğranır.
Zeytinyağında altın renginden kahve rengine dönene kadar kavurulur. Soğanlar
kenara alınır. Kıymaya kimyon, tuz, karabiber eklenerek yoğurulur. Küçük
köfte topları yapılır . İri üzüm tanesi
büyüklüğü diyebilirim. Soğanların kavurulduğu yağa köfteler eklenir ve çevire
çevire kavurulur. Sonra soğanlar eklenir birlikte bir süre kısık ateşte
kavrulurlar. Bu yemekte hiç su yok. Sıcak servis edilir.
Babam teknesini 1980 yılında sattı. Bazı sağlık sorunları olmuştu. 13 yaşındaydım. Ve o zamana
kadar geceleri de balığa çıkardı babam arkadaşları ile. Lüfer avlarlardı.
Işıldak isimli bir aydınlatma aparatı vardı. Işığa gelirmiş lüferler. Ve bazen
süprizli balıklar getirirdi eve. Kırlangıç bunlardan biri idi. Düşünsenize Boğaz’dan koca
koca kırlangıç veya iskorpit balıkları çıkardı. O zaman balık çorbası ve balık
salatası olarak menümüz belli olurdu.
Evlerde ‘Bugün ne
pişirmeli ?’’ sorusu en sıkça duyulan sorudur malum. Oysa o zamanlar bahçeden ya
da denizden ne çıkarsa ona göre şekillenirdi o günün menüsü. Bir nevi doğa karar
verirdi ne yiyeceğimize. Zihnin müdahalesi yerine, doğal akışta doğa ile uyumlu
beslendiğimizi düşünüyorum bir vakitler. Düşünsenize her şey mevsiminde
tüketiliyor zorunlu olarak. Ve en taze halinde tüketiyorsunuz. İhtiyacınız
kadarını alıyorsunuz. Bostan bahçe çok büyüktü ve bizim tek başımıza tüketmemiz
mümkün değildi. Sebze ve meyveyi komşularımızla paylaşırdık. Ne bolluk bereket
zenginlik vardı bir vakitler!
Özellikle metropollerde her mahallede iki üç dönüm bostan
olsa o mahallenin bir çok ihtiyacı karşılanır inanın. Çok da kolay aslında bunu
hayata geçirmek. Biliyorum çok yer yok. Belki de mahalle parkları bir
zamanların aile çiftlikleri gibi yeniden kurgulanır. Mahalledeki çocukların
ortak bahçesi olur o bahçe.
Milli Emlak olarak tanımlanan belediyeye ait atıl arazileri
bostana çevirmek mümkün. Doğup büyüdüğüm dört nesildir yaşadığımız mahallemde
muhtarımız İmrahor Bostanı’ nı hayata geçirdi örneğin. Organik değil elbette
ürünler ve fakat mahallemize değer kattı o bostan inanın. Sanırım kırka yakın
aile her yıl çekilişle yer alabiliyor üstelik. Bize de çıktı ufak bir yer ve
babam eski bilgi ve deneyimi ile domates, çilek, biber, salatalık bir çok sebzeyi
ekti yetiştirdi. Üstelik yediden yetmişe insanların buluşup sohbet edebildiği
bir alan oluşmuş oldu mahallemizde.
Zeytinyağlı
Enginar
Bu tarifi de annem
babaannemden öğrenmiş. Ve o da kendi mutfağına katmış. Annem kayınvalidesi ile
yaşamış, bir nevi onu annesi bilmiş.
İlişkileri gerçekten de anne kız ilişkisi gibi idi. Hiç kavga tartışma bilmem.
Ya da babam çok iyi yönetirdi bu ilişkiyi. Annem ev ekonomisine dair yemek
pişirmeye dair bir çok şeyi kayınvalidesinden öğrendiğini söylemişti bir
keresinde. Babaannem öldüğünde en az babam kadar o da çok sarsılmıştı.
Burada paylaşacağım tarife dışarıda hiç rastlamadım. Doğrusu bezelyeli
havuçlu tariften çok daha lezzetli geliyor bana. Belki çocukluğuma dair güzel
anıları hatırlattığı içindir . Kim
bilir ? Ve evet annemin mutfağına babaannemin mutfağından giren enginar tarifi.
Malzemeler : Enginar, Taze Yeşil Soğan, Taze İç Bakla,
Dereotu,Tuz,Şeker,Zeytinyağ,Un
Tencereye enginarları dizdikten sonra üzerine taze yeşil soğan küçük küçük doğruyoruz
ve taze iç baklaları ilave ediyoruz. Tuz ,
zeytinyağı ve bir fiske şeker ekleyip,
yarım çorba kaşığı kadar un serpilerek nerede ise hiç su koymadan, çok az su
ile kısık ateşte pişiriyoruz. Zeytinyağı biraz bolca tutmanızı öneririm. Annem
her zeytinyağlı yemeğine bir fiske toz şeker ekler. Ben pek kullanmıyorum toz
şekeri zeytinyağlılarımda. Şekerin yerini yerine göre havuç, portakal, mandalina, kuru üzüm ya da kuru
erik gibi doğal malzemelerle dolduruyorum. Fakat bu tarif için annemin tarifini paylaşıyorum. Yemeği ocaktan almadan birkaç dakika önce de bir tutam taze dereotu doğranıp soğuk
servis ediyoruz.
Kırlangıç Balık Çorbası
Malzemeler : Kırlangıç Balığı,Patates,havuç,kereviz,sarımsak,Süt,yumurta,limon
Balığı suda haşlayıp etlerini ayıklayıp bir kenara alıyoruz.
Soğan ve sarımsak az yağda kavrulur. Sonra içine balık suyu ve didiklenmiş
şekilde balık eti eklenir. Havuç, patates ve kereviz parçacıkları eklenir.
Sebzeler pişince süt, yumurta ve un ile terbiye edilir çorba. Taze kıyılmış
maydanoz ile servis edilir.
Balık ve deniz ürünlerine taze kişnişi ben çok yakıştırıyorum.
Alternatif olarak taze kişniş ile servis edebilirsiniz çorbayı.
Tekne balık derken çocukluğumun palamut akınları geldi
aklıma. Geceleri Boğaz ışıl ışıl olurdu balıkçılardan. İzlemeye değer bir
görsel şölendi bu. Bizim evin çatısına çıkardım gizliden ben de. Ve
bacanın üstüne yatar yıldızları seyrederdim. Sonra Marmara’ da balıkçıların göz kırpan ışıklarına bakardım.
Sanki gökyüzü inmiş olurdu yeryüzüne. Ya da yeryüzü kanatlanıp uçardı bir
zamanlar gökyüzüne. Sohbet ederdi dertleşirdi
gökyüzü yeryüzü ile o gecelerde. Annem babam duysa kilit vururlardı muhtemelen
çatı kapısına o başka. Rüya gibi bir çocukluk yaşadık bizler. Gerçekten çok
şanslıydık
Paskalya zamanı annem yiyecek boyaları ile yumurtaları
boyardı. Tokuşturma oyunu oynardık kardeşimle soğuduğunda yumurtalar. Önce
yumurtası kırılan oyunu kaybederdi. Çocuklarım olduğunda yumurtaları haşlayıp
zehirsiz sulu boyalar ile yumurta boyamaca oyunu oynadık her Nisan ayında.
Üzerine desenler çizerdik kendimizce. Tokuşturma oyunu olmaz ise olmazımızdı
elbette.
Çocukluk dönemime ait bir anı da kendimi halsiz hasta hissettiğimde
annem portakal suyu sıkar yanına da tazecik bol susamlı simit verirdi. İlgi ve
özenin lezzet hali. Taze simit ve portakal suyunun hala üzerimde güçlü bir
etkisi vardır.
Söğüş Dil
Çok lezzetli ve düşünüldüğünün aksine ,aslında bir o kadarda
kolaylıkla hazırlanan bir lezzettir söğüş dil. Taze taze hemen eve gelince pişirilir dil,
bekletilmez. Dili düdüklü içine yerleştirmeden önce, üstünde bıçak ile birkaç
delik açılır ki dil soğuduğunda dilin dışındaki sertleşmiş kabuksu kısım kolaylıkla
soyulsun. Annemin tarifine göre düdüklüde dil tek başına pişirilir. Ek malzeme
ilave edilmez. Pişmiş dil, sert kısmı soyulduktan sonra kalıplanmak üzere camdan bir kaba (daire şeklinde bir bor cam
gibi) daire şeklinde yerleştirilir. Dil
bu cam kap içine ancak sığmalıdır. Fazla yer olmamalıdır kapta. Ve kabın üstüne
de ağırlık yerleştirilir. Dil soğuduktan
sonra, cam kap buzdolabına alınıyor. Dil iyice soğuduktan sonra, kalıptan kek çıkartır gibi ters çevrilerek çıkartılıp, ince dilimler halinde söğüş olarak
dilimleniyor. Bu şekilde dil kalıba konulup soğutulunca , çok daha kolay ve
düzgünce ince dilimler halinde söğüşlenebiliyor. Annem dilin suyundan da beyaz
pirinçli pilav yapar. Söğüş dil
dilimleri, bu pilav üstünde servis edilir. Dil üstüne kuru kekik serpebilirsiniz
arzunuza göre.
Söğüş dil ile soğuk sandviç ya da kaşar peynirli tost da
yapabilirsiniz. Ben dilli sandviç ya da tostu sade olarak seviyorum. Arzu eden hardal ya da
kendi ağız tadına göre farklı soslar da ilave edebilir.
Görsel / İnce Çizgi Amatör Balıkçılık
xxxx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder