UZAK DİYARLAR YENİ ANILAR YENİ TARİFLER
Hindistan
Hindistan bireysel yolculuğumda oldukça önemli bir yer
tutuyor. Sayısız kere ziyaret ettiğim, yaklaşık bir sene kadar da yaşadığım ülke
Hindistan.
Renklerin ve baharatların ve de ışığın ülkesi.
İlk ziyaretim 1995 yılında olmuştu. 28 yaşındaydım.
İstanbul’dan yedi kadın bir yoga semineri için Yeni Delhi’ye uçmuştuk. Binlerce insanın geldiği bir kamp yerinde konaklayacaktık. Çocukluğumdan kamping tatillerine pek aşina olduğumdan daha bir hazırlıklı idim ranzalı ve tavanında örümcek ağları olan genel anlamda pek de temiz olmayan kamp alanına.
Ellerimizdeki şık bavullarımızı çekerek bu salaş binalara
giriş yapan görüntümüzü ve özellikle de ipek gecelik sabahlık getirmiş olan
arkadaşımızı düşündükçe kocaman gülümsüyorum hala. Çok titiz bir Alman
arkadaşımız vardı aramızda. Fotoğraf karesine öyle bir yüz ifadesi yakalanmıştı
ki İstanbul dönüşünde anlatacak ne büyük bir macera içinde olduğumuz ile ilgili
göz kırpıyor gibiydi bize o fotoğraf. Sevgili Julia ile halen görüşüyoruz.
Çok başına buyruk kadınlardık. Bize ''Aman yanınızda yerel birileri
olmadan alışveriş yapmayın. Geç saatlerde sokakta kalmayın.'' demişlerdi Hintli
dostlarımız. Dinleyen mi var?
Kamp dışında yemek yemiyorduk. Kendi başımıza birkaç kez
restorana girip kendimizce bir şeyler ısmarladık. Ne mümkün yemek yemek.
İnanılmaz acı gelmişti bize yemekler. İnanın bir hafta boyunca nan denen yerel ekmek ve kola ile yaşamıştık. Cesaret edip sokak satıcılarından
aldığımız mangolarla da kendimize
ziyafet çekmiştik bir keresinde. İlk deneyimimizdi malum ve henüz bilmiyorduk
zenginliğini Hint Mutfağının.
Bu seyahat ile ilgili hatırladığım en komik anım, Agra‘da Tac Mahal ‘i ziyaret edip, çarşı pazar dolaşıp saçı başı
dağıtıp -ki bu arada yerel halk gibi giyiniyorduk – hepimizin elleri ayakları kir pas içinde dinlenmek üzere Sheraton oteline, ellerimizde naylon poşetlerle girip, direkt
tuvalete gidişimizdir. Hala gözümün önünde capcanlı o beş kadının görüntüsü. Bitkin halde tuvalete
girip elimizi yüzümüzü yıkayıp saçı başı toparlamaya çalışmıştık. Hatta
bazılarımız o tozlu kirli paslı suratına basmıştı makyajı. Gülmekten
yıkılıyorduk halimize . Biz çıkınca tuvaletten, görevliler temizlik için
girmişti tuvalete. Biliyorum çok da şık değil belki bu davranışımız, fakat
komiktik işte. Siz düşünün yani halimizi. Aman Tanrım ne gündü! Sakin sakin
lobi de oturup portakal suyu ısmarlamış döviz falan bozmuştuk bir de. Tırnaklarımızın
içlerinden saç diplerimize kadar toz içindeydik. Ne macera!
Tac Mahal demişken. Bir İngiliz Lordu olan Edward Lear ‘’
Dünyada insanlar ikiye ayrılır : Tac Mahal’i görenler ve görmeyenler.’’ demiş. Ben de görenler tarafında olmuştum bu şekilde.
Tac Mahal aslında bir anıt mezar. Babür şahı
Cihan’ın eşi Mümtaz Mahal ‘in ölümünden sonra onun anısına yaptırdığı muazzam
bir anıt mezar. Mümtaz Mahal ismini, eşi ona vermiş. ‘’Dünyanın kraliçesi’’
anlamına geliyormuş. Asıl adı Ercümend Banu Begüm. Tam yirmi iki sene sürmüş inşaatı
Tac Mahal’in. Bir çok rivayet var mimarı ile ilgili. Eşinin ölümünden sonra
ağır bir yas dönemi geçirmiş Şah Cihan. Kızının desteği ile yasından çıkıp bu
muhteşem anıtı hediye etmiş tüm insanlığa.
Hindistan’ın önemli nehirlerinden biri olan Yamuna Nehri
kıyısında kuruludur Tac Mahal. Tam karşısında da Pink Palace olarak aklımda kalmış bir sarayı da ziyaret
etmiştik. Rehberimiz bize Şah Cihan’ın bu sarayda oturup uzun uzun Tac Mahal’i
seyrettiğini anlatmıştı. Sanki eşini biricik aşkını izliyormuş gibi. Hep bağını
koruyormuş gibi. Onun aşkını özlemini yasını hissetmiştik en derinlerimizde. O gün sarayın balkonundan Tac Mahal’e bakarken
yemyeşil bir papağan sürüsü önümüzden uçuk tropik ağaçların arasında
kaybolmuştu. İlk kez doğada canlı papağan görmüştüm . Müthiş heyecanlanmıştım. Şimdilerde İstanbul’da görmek yeşil papağanları o
duyguları canlandırıyor içimde. İyi hissediyorum.
O seyahatte bir de güzel dolandırıldık. Öyle böyle değil
ama. Tüm sorumluluk bizim elbette. Yine Hintli dostlarımızı dinlemeyip tek
başımıza alışverişe gitmiştik günlerden bir gün. Bir arkadaşımız değerli
taşlardan kumaştan anladığını iddia ediyordu. Bazı arkadaşlar değerli taşlı
bileziklere ilgi duymuştu. Bir dükkana girmiştik. Aman aman nasıl ilgi vardı anlatamam. Taşlardan anladığını söyleyen arkadaş gözüne özel aleti
yaklaştırarak incelemiş ve çok beğenmişti taşları. Her bilezik 300 USD idi.
Benim ilgimi çekmemişti Allahtan. İki arkadaş almıştı bu bileziklerden. Dışarı
sevinçle çıktıktan beş dakika sonra aynı bilezikleri sokakta 5 USD ye satılırken
görmüştük. Acemi turistlerin tüm
dünyadaki kaderidir bu.
Başka bir arkadaş evine koltukları için kaplama kumaş almak istemişti.
Metrelerce kumaş almıştı. Sonra İstanbul ‘a gelince bunun elbiselik kumaş
olduğu ortaya çıkmıştı. Ne mi yapmıştı arkadaşımız? Her birimize ikişer üçer
metre kumaş vermişti ve hepimiz elbise
diktirmiştik kendimize. Birlikte dışarı çıkarken dikkat ediyorduk bir örnek
kumaştan elbiselerimizle buluşmamaya.
Bu ilk seyahatimden sonra yaklaşık bir sene Hindistan’da
yaşamak üzere 1999 depreminden bir hafta
sonra çıktım yola yeniden.
Mumbai ‘ye vardığımda hava inanılmaz nemli ve sıcaktı. Aşram’da bir hafta geçirdim, evinde bir ay
konuk olacağımız yerel ailenin evine gitmeden önce. Ve aşramda kaldığım o bir
hafta sürekli uyudum. Gözümü açıp bir
şeyler atıştırıp su tuvalet ihtiyacımı giderip, hemen yine uykuya
dalıyordum. Gözlerimi açamıyor bir türlü
ayılamıyordum. Sonradan anladım ne olduğunu bana. O kadar yorgun düşmüştü ki
zihnim ve de stres yüklü idim ki o bir hafta gergin yaya dönmüş sistemim bir
anda boşalmıştı. Yeni yaşama ayak uydurmak için bir nevi içsel mola almıştım.
Bazen hayat çok yorduğunda , kendimizi ipin ucunu kaçırmış
hissettiğimizde durup bir mola almak çok iyi geliyor gerçekten. Tüm kaos toz
toprak duruluyor ve yeni yollar beliriyor önümüzde. Akışta olmak bu olsa gerek.
Hani su akar yolunu bulur derler ya. Bizim varlığımızın su gibi olması sanırım
burada anlatılmak istenen.
Akışta olmak sözünün aslı, ‘Akışkan ol’ olmalı sanki.
Takılmadan yapışmadan tutunmadan yola devam edebilmek. Hafiflikle huzurla içten
gelen bir neşe ile. Ve kesinlikle merakla!
Ve aşramdan ayrılıp bir ay kadar süre ile yanlarında
konaklayacağımız Desai ailesinin evine vardık.
Ev derken bir oda bir salon toplamda belki otuz metrekarelik bir
evden bahsediyorum. Bir oda ve bir salon
ile minik bir balkondan oluşuyordu özetle ev. Minik banyo ve mutfak bir
de. Yıllar önce mimar bir arkadaş ile
insanların bu kadar dar alanda yaşayamayacağı iddiası dahilinde tartıştığımızı hatırladım
o eve vardığımızda. Fiziksel mekan ve ortamın insanın mutluluğu huzuru doyumu
için çok da önemli olmadığını anladım o vakit. Arkadaşım haklıymış meğer!
Beni müthiş bir sürpriz bekliyordu. Desai ailesinin oğlu
Prasad kolej eğitimini yeni bitirmişti
ve şeflik eğitimi almıştı. Düşünebiliyor musunuz?
Tam da o sıralar okulunu yeni bitirdiğinden, iş arayışı içindeydi ve genellikle evde
oluyordu. Çok iyi İngilizce
bildiğinden bana sizlerle birazdan paylaşacağım tarifleri bizzat uygulamalı
olarak paylaştı.
Prasad ismi de çok anlamlı bir
isimdir . Tanrılara sunulan yiyecek anlamına geliyor. İnsanın isminin onun
dharması, yolu ile ilgili olduğunu
düşündürmüştü bu keşif bana.
Parasad’ı kardeşim gibi sevdim.
Kalben ona şükran doluyum. O olmasa Hindistan deneyimim o kadar renkli, keyifli ve dönüştürücü olmazdı sanırım. Kesinlikle
de bu kadar lezzetli olmazdı…Bir nevi odağımı ayarladı benim sanki. Ki Hindistan’da yaşadığım sürece her gün
pişirdiğim yemeklerin tarifini ve listesini tutmuştum. Ve bu kitabı yazmak için
ihtiyaç duyacağım bir çok tarifi ya da gözlemlerimi , o dönemde aldığım
notlarla derlemiş olduğumu fark ettim.
Prasad’a yürekten teşekkür
ediyorum gerçekten.
Prasad gibi aile dostlarım
komşularım bir çok değerli insana da ayrıca minnettarım. Özellikle her yaştan
kadınlara…Muhteşem hikayeleri bilgileri deneyimleri ve yemek tarifleri ile Hindistan maceramı
zenginleştirdiler. Minik minik hepsinden bahsetmek istiyorum sıra ile.
Prasad’ın tarifleri ile
başlayacağım. Prasad’dan onlarca tarif aldım. En çok yaptığım ve de sevdiğim
birkaç tarifi sizlerle paylaşacağım burada. Görece kolay olan tarifler bunlar
bir de.
İşte ilk
tariflerim…
Prasad Pilavı
Malzemeler : Haşlanmış pirinç, Zencefil Sarımsak Acı sivri
biber, Beyaz Lahana, Yeşil soğan, Karabiber Tarçın Kimyon Yumurta Soya sosu
isteğe göre Tavuk ya da Kırmızı et Tuz Sıvı Yağ
Zencefil sarımsak yeşil sivri
biber ve sıvı yağ tavaya eklenip karıştırılıyor. Sonra incecik doğranmış beyaz lahana
eklenip kavruluyor. Bolca soya sosu eklenip yumurta kırılıyor. İyice çırpılıyor
yumurta. Haşlanmış pirinç ve yeşil soğan yaprakları ilave edilip karıştırılıyor.
Biraz daha soya sos eklenebilir. Karabiber tarçın kimyon ekleniyor. Arzunuza
göre bu şekilde servis edebilir ya da tavuk eti veya kırmızı et ilave
edebilirsiniz. Ben sadesini tercih ediyorum.
Bu pilavın adına Prasad pilavı dedim.
O kadar çok pilav tarifi vardı ki defterimde. Ayırt edici olması için
kişiselleştirdim yemek tariflerini , özellikle Hindistan’da.
Yumurtalı Burji
Hint Menemeni Burji
Bu ismi de ben
verdim. Menemene benzettim ilk yediğimde. Biraz daha baharatlısı elbette.
Yağı tavaya koyup kızdırıyoruz. İçine bir çay kaşığı kadar
siyah hardal tohumu ilave ediyoruz. Hafif kokusu çıkınca içine doğranmış acı
sivri biber ekliyoruz. Acı sevmezseniz tatlı sivri biber de olabilir. Sonra küp
şeklinde doğranmış kuru soğan ilave edip altın rengini alana kadar kavuruyoruz.
Bu sırada çeyrek çay kaşığı kadar zerdeçal ekliyoruz. Daha sonra da küp
şeklinde doğranmış minik domatesi ekliyoruz. Domates olgun sulu olursa daha
lezzetli oluyor. Domates püresi de iş görür. Ve yumurtayı içine kırıp
karıştırıyoruz. Kaç kişilik
hazırladığınıza göre yumurta ve malzeme ayarını siz yapabilirsiniz. Dört kişilik
bir tarif için ben üç yumurta kırıp malzemeyi çok tutarım genelde.
İster biraz sulu ister daha pişmiş yapabilirisiniz. Sıcak
sıcak üzerine doğranmış taze kişniş serperek servis ediyoruz. Bayılıyorum bu
lezzete ve ayda birkaç kez hazırlıyorum.
Curry Yaprakları
Batatya Che Bhaci
(Baharatlı Patates Sote)
Malzemeler : Patates
Soğan Domates Kimyon tohumu Hardal tohumu Curry yaprakları Taze kişniş Taze zencefil Sarımsak Tuz Sıvı yağ
Bizim evde adı ‘’korkut’’ olan bir yemek vardır. Hiç bir şey
olmaz ise söğüş soğan doğranır ve zeytinyağında kavrulur. Daha sonra içine haşlanmış patatesler doğranır tuz
karabiber ile sotelenir (tercihe göre başka baharatlarda eklenebilir) ve sıcak
sıcak servis edilirdi. Yarı annem Fatma Hanım Teyze bu yemeğe bir de salça
eklerdi. Bol zeytinyağlı ve soğanlı (ki bayağı karamelize olurdu soğan) pek lezzetli
ve doyurucu bir yemek olur. Sadenin doğallığı ve güzelliği vardır bu yemekte.
İşte o yemeğe çok benzettim bu yemeği. Patatesler haşlanıp
küp küp doğranıyor yine. Dört kişilik bir servis için üç iri patates uygun olur. Ve iri iki kuru soğan
küp doğranıp kenarda bekletiliyor. Derin bir tava ya da wok tavaya sıvı yağ
konuluyor . Yağ kızınca sırası ile 1 çay kaşığı kimyon tohumu, 1/2 çay kaşığı siyah hardal tohumu eklenip,
tohumların rayihası , kokusu çıkınca yine sırası ile doğranmış sarımsak, acı
sivri biber tercihe göre 1 cm büyüklükte
kesilmiş taze zencefil, ve en sonunda yarım
çay kaşığı zerdeçal ekleniyor. Birkaç kez yağda çevirdikten sonra soğanlar
eklenip altın sarısı olana kadar kavruluyor. Daha sonra da kenarda bekleyen
doğranış patatesler ekleniyor. Patatesler ezilmeden birkaç kez çevrilip
hafiften patateslerin yağın içindeki lezzeti içine alması sağlanıyor. Tuz ilave
ediliyor bu sırada. Ocağın altı kapatılıp tavanın üstü örtülüyor ve iki dakika bekletiliyor. Sıcak sıcak üzerine doğranmış
taze kişniş yaprakları serpiliyor. Ve limon sıkılarak servis ediliyor.
Bu tarifi Türkiye’deki malzemelerle yapabilirsiniz. Orijinal
tarifte zerdeçaldan önce Curry Leaves (Curry yaprakları) isimli bir ağacın yaprağı ekleniyor . Üç dört
yaprak. Biraz acımtırak lezzeti var. Defne gibi değil. Curry lezzeti veriyor
yemeğe. Zaten zerdeçal da curry yaprakları gibi tam bir anti oksidan anti bakterial
malzeme.
Türkiye ‘de bulunmadığından Hindistan seyahatlerimde mutlaka bavula
büyük bir dal atıp getiririm. Ve yaprakları naylon poşet içine koyup derin
dondurucuya atarım. Bu şekilde tazecik kalıyor yapraklar ve uzun süre yemeklerde kullanabiliyorum.
Curry tozu ile aynı şey değil. Curry yaprakları Ayurveda’da
kullanılan binlerce yıllık geçmişi olan bir bitkisel malzeme. Şeker ve
kolestorlü de düzenlediği söyleniyor. Fide getireceğim bir sonraki sefere. Belki
Türkiye’de yetiştirebiliriz bu sağlık kaynağını. Neden olmasın?
Baijan Da Bharata
Baijan Da Bharata
(Baharatlı Patlıcan Sote)
Malzemeler : Patlıcan Soğan Domates Kimyon tohumu Hardal
tohumu Kişniş tozu Taze kişniş Taze Zencefil
Sarımsak Tuz Sıvı yağ
İri iki adet patlıcan közlenir. Közlenmiş patlıcanlar
soyulur ve ezilir. Bir yan da bir adet iri kuru soğan domates sarımsak taze
kişniş zencefil doğranır. Yağ ısıtılarak sırasıyla 1 çay kaşığı kimyon ve ½ çay
kaşığı hardal tohumları eklenir. 1 cm büyüklüğünde zencefil , iki ya da üç orta büyüklükte diş sarımsak ve soğan
eklenerek altın sarısı olacak şekilde kavrulur. Doğranmış bir adet iri olgun sulu domates ½ çay kaşığı kişniş
tozu, bir çay kaşığı ucu kadar zerdeçal eklenir. Sonra ezilmiş patlıcanlar
eklenerek çevrilir. İki üç dakika pişirilerek üzerine doğranmış taze kişniş ile sıcak sıcak servis edilir.
Biraz yukarıdaki yemeğe benzese de bana göre bambaşka
lezzetler ortaya çıkıyor. Hint mutfağından öğrendiğim bir bilgelik bu. Çoklu
baharatlar belirli bir uyum ve denge içinde kullanılıyor. Biri biraz fazla olsa
bambaşka bir lezzet ortaya çıkabiliyor. Sihirli bir uyum ve denge işin sırrı.
Yaşam da öyle değil mi?
Görseller / healthline - mystoryfood - senbildiye
xxx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder