İlk İngiltere
Maceram
İlk yurtdışı
seyahatimdi. Uçakta masayı kontrol edemeyip üzerime çay dökmüştüm. 1990 yılı
Eylül ayı idi. İngilizce eğitimimi daha üst bir seviyeye çıkartmak ve yaşamın
içinde, yabancı dilimi pratik etmek amacındaydım. Yaklaşık dört ay kursa gidip
ve de çeşitli işlerde çalıştım. İşler dediğim de Camden Town ‘da sokakta kilim
sattım. American Burger isimli bir burgercide kasiyer olarak çalıştım. Ve
oldukça yaşlı varlıklı bir kadına destek verdim, ilgilendim. Hatta
Malezya’lı bir ailenin küçük oğlunu okuldan alıp eve getirmek şeklinde bir işim
dahi oldu. Beş Pound alıyordum günlük. Bakmayın iyi paraydı bu.
Nerede ise iki öğün yemek parası idi o zamanlar. Harika bir kadın
idi Mrs. Singh. Bana destek olmak için yarattığını düşünüyorum bu okuldan
oğlunu alma işini. ‘’Her zaman soframda senin için bir tabak var.’’
derdi. Muhteşem baharatlı sebzeler tavuklar yapardı. Sade haşlanmış pirinç
yanında servis ederdi bu lezzet şölenlerini. Sanırım ilk
Uzakdoğu/Hint baharatları ile tanışmam bu şekilde oldu. Pek sevdim
bu lezzetleri . Bu lezzetleri sevecenlik ilgi ve şefkatle kodladım sanırım
kendime. Belki de ondandır bu lezzetleri tekrar tekrar farklı formlarda
yaşamıma alışım.
İşte İngiltere
ile ilk buluşmamızda derlediğim lezzetler…
Bilirsiniz
belki eskiden gazete kağıdında verilirdi kızarmış mezgit ve patates kızartması
. Özelliği üzerine sirke serpilmesindeydi. Çok ucuz ve lezzetli bir gıda idi.
Çok severdim bu lezzeti. O zamandan beri zaman zaman sirke serperim patates
kızartmalarıma. Ve en son ziyaretim 2016 yılında oldu sevgili Londra’ma. Artık
gazete kağıdında verilmiyor fish & chips. Malum mürekkep olayı.
Düz beyaz kağıtlarda da olsa benzeri lezzetleri tatmak beni ta o yıllara
götürdü. Belki de tekrar tekrar aynı yerlere aynı insanlara dönüşümüz o zamanki
benlik parçalarımızla konuşmak buluşmak içindir?
Evet, dünya
lezzetlerine açılışım ,Çin, Hint, Thai mutfaklarını deneyimlemem Londra’da oldu
diyebilirim...
Londra’lı
Biber Dolma
Ve en
keyifli hikayelerimden biri de kilim sattığım köşenin karşısındaki Elephant
Head isimli bir pub ile ilgilidir. Türk patronlarımın arkadaşı idi
pub sahibi. İrlandalı bir girişimdi idi ve o da kendini gurbette
hissettiğinden benim patronlarımla özel bir dostlukları vardı. O bölgede de bir
çok Türk çalışıyordu dükkanlarda.
Ve home sick
olup evi çok özlediğim bir gün patronum Cuma günleri pub da etli biber dolması
çıktığını söyledi. Yanında bol patates kızartması ile . French Fries derler
ya. Bira dahil toplam iki buçuk pound idi koca tabak yemek. Nasıl
sevindim anlatamam size? Meğer benim patronlar öğretmiş. Her Cuma şenlik gibi
idi. Kim bilir belki bu nedenledir etli biber dolmaya olan düşkünlüğüm?
Yalnızlığımı paylaştığım gurbet hasretini dindirdiğimim bir lezzet.
Çok
şaşırdığımı hatırlıyorum tek muz ya da bir salkım üzüm
şeklindeki alışverişlere. Bostanlı bir evde büyümüş biri olarak
düşünebiliyor musunuz şaşkınlığımı? Ne çok taze ve bol sebze meyvemiz olduğunu
düşünerek şükrettiğimi hatırlıyorum o zamanlar.
Aslında o
dönemlerde İngiltere’ye yerleşme arzusu ile gitmiştim. Tekrar dönme niyetim
yoktu. Fakat Körfez Savaşı, Londra’daki işleri de etkilemişti.
Kursum bitmiş elimdeki para da çalışmama rağmen suyunu çekmişti. Son yüz Pound
ile eve dönüş bileti aldığımı hatırlıyorum. Ve size bir sır vereyim mi?
Fırından taze çıkmış beyaz ekmek içine beyaz peynir domates sandviçi lezzetini
çok ama çok özlemiştim. Bu sandviç hazırlayıp yediğimde o özlem duygusunu
hatırlıyorum yine. Onsuz bir yaşam düşünülemezdi benim için. Hele bir de
Kızkulesi’ne karşı o sandviçi yediğinizi düşünürseniz.
Ve
fakat hayat bana güzel süprizler hazırlamakla meşgulmüş meğer o
sıralar. Meğer İngiltere bana gelmek üzereymiş…Hayatın kendine göre müthiş bir
örüntüsü döngüsü var. Hiçbir şey tesadüf değil ve mutlaka iyiliğimize yönelik
bir nedeni var. Bazen resmin tamamını göremiyoruz sadece.
Neşeli Kuru
Fasulyeler
Evet herkes
bilir pastırmalı kuru fasulye yemeğini. Biliyorum ne var bunda
diyeceksiniz. Fakat ne diyebilirim ki yirmili yaşlarımın ortasına
kadar hiç tatmamıştım bu lezzeti. O nedenle anılarımda özel bir yeri var bu
lezzetin. İlkler hep özeldir ya.
Kurumsal
hayattaki ilk yöneticim Mahmut Bey şirket çalışanlarını evine davet etmişti bir
akşam yemeğe. Benim için bir ilkti bu da. Arkadaşlarımın dışında bir iş
arkadaşımın ve bu durumda da müdürümün evine yemeğe davetli olmak. Çok hoş bir
akşam olduğunu ve herkesin neşeli kahkahalarını hatırlıyorum. Özellikle de
Mahmut Bey’in kahkahalarını…Şaka yapmayı pek sever Mahmut Bey ve
hala bazı şakaları aklıma geldikçe gülümserim.
Kabataş sahilde
minik bir evi vardı Mahmut Bey’in. Neşeli paylaşımcı çok çalışkan donanımlı
disiplinli biridir. Mesleğimi sevmem ve başarı ile yoluma devam etmemde
çok emeği ve desteği olmuştur.
Ve sıra
pastırmalı kuru fasulyede! İnanır mısınız hala tadı damağımda. Koyu kıvamlı
yoğun pastırma tadı vardı yemeğin. Sıcaklığı da ayrıca lezzeti destekliyordu.
Turşularda hiç daha önce tatmadığım bir lezzette idi. Hayatıma dokunmuş lezzet
anlarından biri olarak burada yerini aldı pastırmalı kuru fasulye. Bu kitabı
yazma kararı verip hemen her gün bir insanı yeri ya da lezzeti yazmaya
başladığımda unutmuş olduğum bir çok lezzet anı tek tek su yüzüne çıktı
zihnimde.
Hoşuma
gitti bu güzel anılarla yeniden temas etmek. Ne demiştik yiyecekler anılardır.
Anılarımız da duygularımızın saklandığı hazinelerimiz.
Yollarımız
nasıl mı kesişmişti Mahmut Bey ile ? İngiltere dönüşü hiç de öyle iş arayışına
girmemişken bir arkadaşımın arkadaşı çalıştığı İngiliz
sigorta şirketi olan Commercial Union Sigorta’da Risk Yönetim
departmanına mühendis arandığını iletmişti. Ben de gayet rahat bir eda ile
kafamda Londra’dan aldığım siyah havalı şapkam ve mini siyah eteğimle gitmiştim
iş görüşmesine. Elbette öncesinde arayıp ofisi kendim ile ilgili bilgi
paylaşmıştım ‘’Dört ay İngiltere’de dil eğitimi aldım makine mühendisiyim.’’
şeklinde. Hemen görüşmeye çağrılmıştım. Meğer dört yıl Londra ’da yaşamış
mühendis olarak not almış görüştüğüm kişi. Elbette hemen düzelttim bu hatayı ve
karşılıklı üç görüşme sonrası işe kabul edildim. Yazılı CV ’lerin aslında
çok da bir şey ifade etmediğine yüz yüze insanlarla görüşmenin çok daha
önemli olduğuna inanmışımdır hep.
Çok
sonraları anladım ki hayat ufak dokunuşlarla bizi bir yerlere yönlendiriyor. Ve
bu kesinlikle bizim en yüksek iyiliğimiz için doğru bir yönlendirme oluyor. Çok
sevdim mesleğimi gerçekten. İyi ki yanlış not almış o çalışanı firmanın. Kim
bilir belki de çağrılmazdım görüşmeye bile? Mesleğimin ilk dönemlerinde
motivasyonum yeni yerler görmek yeni insanlar tanımak oldu. Yılda iki yüz
civarı ziyaretim oluyordu yurt içinde. Ta o ilk yıllardan bu yana tanıştığım
bazı müşteri ve meslektaşlarım ile halen iletişimimiz dostluğumuz devam
ediyor. Çok iyi hissettiriyor bu bana. İş güç para pul kariyer dışında insani
bağ dostluk kurabilmiş olmak ne güzel. İnsan ve anı biriktirmek yaşamda…
Üst
yöneticim de İngiliz bir sigortacı idi. Maalesef işe girdikten kısa süre sonra,
vahim bir suikast sonucu kendisini kayıp etmiştik.. Hala ilk
görüşmemizdeki esprileri, gülüşü ve elinden düşürmediği sigarası aklımdadır.
Sektöre girişimi onaylayan insandır Andrew Blake. İmzalı onay
mektubunu da halen saklarım. Burada onu da anmak istedim. Sevgili
Andrew, ışık içinde ol!
Görsel / Daily Record
xxx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder