ANNE YARIM FATMA HANIM TEYZE
Ona nasıl hitap ettiğime dikkat edin lütfen. Fatma Hanım
Teyze…Bizim çocukluğumuzda Hanım ya da Bey takısı da söylenirdi. Ahmet Bey
Amcalar Nihal Hanım Teyzelerimiz vardı bizim. Fatma Hanım Teyze tam bir
Cumhuriyet kadını idi. Nasıl mı?
Adana’nın Kozan ilçesinin Feke kasabasında doğmuş kendisi. Kozan’ lıyım derdi sohbetlerinde hep. Hatırladığım kadarı ile din hocası imiş babası. Okuma yazmayı nerede ise çocukları liseli üniversiteli olduğunda öğrenmişti. İkinci eşi ve ilk evlilikten olan çocukları ile göç etmişti İstanbul’a. Bizim mahallemize otururlardı. Kanka çocukluk arkadaşım Neşe’nin annesi idi Fatma Hanım Teyze. İkinci eşini, arkadaşım Neşe sekiz yaşında iken kaybetmişti. Mahallemizdeki bakkal amcamızdı o. Çok üzülmüştük. Fatma Hanım Teyze hemen işin başına geçip çocuklarının rızkını kazanmaya devam etmişti. Kendi memleketinden yorgan çeyizlik getirir satardı. Düşünüyorum da belki de mücadeleci ruhumu ondan almış olabilirim.
Tüm çocukluğum ya bahçede ya da Fatma Hanım Teyze’nin evinde
geçti diyebilirim. Sabah evden çıkar ya bahçede oynar ya da onlara gider akşam
olunca eve dönerdim. Mesai gibi! Hem kendi çocuklarına kol kanat oldu Fatma Hanım Teyze hem de bizlere annelik yarenlik etti. O evi hep cıvıl cıvıl, canlı, neşeli bir ortam olarak hatırlıyorum. İnsan
dolar taşardı. Yedirir içirirdi herkesi Fatma Hanım Teyze. Sonraları Çiçekçi
tarafına taşındığında Çarşamba günü kurulan semt pazarında, her hafta pazarcılara tencere tencere yemek
çıkarttığını duymuştum.
İnsan ağırlamayı, yaşamla mücadele etmeyi, yılmamayı, vermeyi, sevmeyi, gülmeyi ne çok şeyi öğrenmişim ondan. Hatta öz annem dahi söyler. Fatma
Hanım Teyze’nin ona da annelik yaptığını. Bazı insanların böylesi kocaman bir
kalbi oluyor. Ne büyük şans benim için, onun çocukluğumun önemli bir figürü
olması.
Neşe ile de kan kardeşiyiz bu arada. Parmağımızı kesip
kanlarımızı birbirine karıştırmıştık. Tanrım bugün bunu çocuğum yapsa ne
yapardım bilemiyorum. O kadar saf temiz ve korkusuz bir yerdi dünya bir
zamanlar.
Adana mutfağı
denilince tahmin ettiğiniz gibi muhteşem lezzetlerle tanıştırmıştı bizi Fatma
Hanım Teyze. Çok özel yemekler ve tarifler bunlar. Haşlama içli köftesinin
tadını hiçbir yerde bulamadım desem yalan olmaz.
Ben onun kısırını pek severdim. Ve hayatıma alabildiğim bir
lezzet oldu. Evime misafir geleceği zaman ya da çocukların bir etkinliğine
katılacağım zaman ‘’Kısır benden.’’ Dediğimde herkes bilir bu kısırın Fatma
Hanım Teyze’min kısırı olduğunu.
2019 yılı Şubat’ın da bu diyardan göçtü kendisi. Anne
kaybının ne demek olabileceğini anladım o gün.
Malzemeler : Kısırlık ince bulgur,İri Kuru soğan,Domates/Biber
salça,Kimyon Nane Kekik Tuz,Bol Maydanoz,Taze limon suyu,Kornişon Turşu
Kuru soğanı ince şekilde doğruyoruz. Bol soğan lezzeti arttırıyor
malum. Ben zeytinyağı kullanıyorum. Bol yağda pembeleşene kadar kavuruyoruz
soğanları. Sonra içine salça ilave edilerek birkaç kez fokurdayacak kadar pişiriyoruz.
Soğan ve salça miktarı sizin ağız
tadınıza göre ayarlayabilirsiniz. Ben 2/3 çorba kaşığı kadar salça ekliyorum.
Domates ağırlıklı. İsteyen az miktarda biber salçası da ekleyebilir. Sonra 1.5
bardak su eleyip kaynamasını bekliyoruz. Bu sırada tuzunu da
ekleyebilirsiniz. Kaynadıktan sonra
ocağı kapatıp 2 su bardağı ince bulguru bu sosun içine döküyoruz. Tahta bir
kaşıkla karıştırıp demlenmesi için ağzını kapatıyoruz tencerenin. Bir kenarda
ince maydanoz ve turşuyu kıyıyoruz. 15/20 dakika sonra limon suyu ekliyoruz. Ben
ekşi sevdiğimden iki limon sıkıyorum.
Kimyon, nane; kekik ilave ediyorum. Sıcak sıcak servis edilince pek
lezzetli oluyor gerçekten. Toplam yarım saat içinde hazır olan sağlıklı lezzetli
bir yemektir. Çocuklar da çok sever.
Zaman zaman hafta sonları canımız çekince üşenmeden hazırlarız.
Işık içinde ol Fatma Hanım Teyze’ cim…
Lem’i Öğretmenin
Işıl ışıl gözleri ve de kahkahaları hala aklımda Lemi
öğretmenimin. Ortaokulda Fen Bilgisi öğretmenimdi. Çok ama çok özel bir insandı.
Bize derslerin yanı sıra yaşamı , insanı anlatırdı. ’’ Kıyafetleriniz eski
olabilir, ancak temiz ve ütülü olmalı’’ derdi mesela. Şimdi anlıyorum öz saygıyı bize öğrettiğini. Köy Enstitüsü mezunu bir
öğretmendi. Altı kız çocuğu vardı ve çocuklarla müthiş iletişime sahipti. Kendi
çocukları da hayrandı babalarına. Biri bizim yaşımızda sınıf arkadaşımızdı.
Lem’i öğretmenin anlattığı bir anısını
paylaşmak istiyorum. İlk atandığında bir
köye öğretmen olmuş. Bir gün köylü Lemi öğretmeni ve yeni gelin eşini yemeğe
davet etmiş. Hani Tarık Dursun K Taş
Çorbası hikaye kitabı vardır ya, aynen taşları suda kaynatıp sunmuşlar
konuklarına köylüler. Çadır tarzı bir yerde yaşıyorlarmış. O fakirliklerine
rağmen konuklarını ellerinden geldiğince ağırlamak isteyen insanlardan
bahsediyorum. Öğretmenim de karşıdakileri incitmemek için birkaç kaşık almış
çorbadan. ‘’Kıyır kıyır taş parçacıkları geldi ağzımıza.’’ dediğini
hatırlıyorum. Beni çok etkileyen hikayelerinden biridir bu Lemi öğretmenimin. Ben çok konuşurdum soru
sorardım. Bademcik ameliyatı olunca bir süre konuşmamam gerekmişti. Muzip yüzü
ile ‘’Allah bizi gördü en sonunda’’ demişti. Kızınca da sıkı kızardı ama. Fakat
kimseyi incitmezdi. Onun iyi kalbini ve niyetini hep bilirdik. Bahar aylarında
dersleri hep parklarda bahçelerde gerçek gözlemlerle yaptırırdı. Şimdilerde orman okul, doğada okul kavramları ile
tanıştıkça ne büyük bir vizyon sahibi öğretmen olduğunu anlıyorum.
Bir gün öğle yemeğine evlerine gitmiştim lise döneminde
sanırım. Hep ziyaret ederdi öğrencileri onu. Ailesinin hemen hemen tüm fertleri
orada idi. Koca bir tencere kuru fasulye geldi. Fakat benim için bir yenilik
vardı. Yanlış hatırlamıyorsam salam ya da sucuk vardı içinde. Pek bir lezzetli
ve değişik gelmişti bana bu tat. Ve sanırım o zaman bilinenin alışılanın
dışında bir dünya olabileceğini düşündüm içimden. Ufacık dokunuşları yaşamın
bambaşka pencereler açıyor çocukların
gençlerin içsel dünyalarında gerçekten.
Ruhu ışık içinde olsun…Her nerede ise birlikte olduğu
varlıklar çok şanslı!
Portakal Reçelli
Düşler
Uzak bir akrabamızın Boğaz’da
deniz kenarındaki yalısına gittiğimizi hatırlıyorum bir yaz sabahı kahvaltısına. Hayatımda ilk kez portakal reçeli ile
karşılaşmıştım o gün. Bizim evde daha çok çilek, vişne, kayısı, ayva ve gül
reçeli pişirilirdi. Bazen de incir
reçeli. Çilek hariç tüm meyveler bizim bahçenin ürünleri olurdu. Annem gül
toplamaya yollardı beni gül reçeli yapacağı zaman. Yediveren gülü mis gibi
kokardı . Ve bu işi pek severdim doğrusu. Ve o
gün bambaşka bir reçel ile karşılaşmıştım. Portakal reçeli! Kızarmış ekmek dilimleri üstüne mis gibi
tereyağı ve evde pişirilmiş portakal reçeli ile, bildiğim dünya son bulmuş ve yeni bir kapı açılmıştı içimde yeni dünyalara dair. Merak
duygumu beslemişti bu deneyim. Nasıl pişirildiğini merak edip tarif bile
sorduğumu hatırlıyorum. Sanırım on dört on beş yaşlarındaydım.
Ve portakal reçeli tanında tamamlıyorum bu bölümü...
Görsel / mudanya.gen.tr
xxxx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder