Hindistan deneyimi sanırım benim bireysel milatlarımdan biri oldu. Bu bölüme bu nedenle Hindistan sonrası tarifler ismini verdim.
ÇINLAYAN SEDİR
Bu bir kitap serisidir. 2008 yılında yollarımız Kuraldışı ‘ndaki
bireysel gelişim atölyelerinde kesişti. Kitabın yayınevi aynı zamanda Kuraldışı
Yayınevi. Yemek tarifi değil burada paylaşacağım. Fakat bedenimizin bilgeliği
ve beslenmemiz üzerine küçük bir not düşmek istedim.
Sedir Ağaçları
Kitabın yazarı Viladimir Megre. Sibiryalı bir girişimci
yazar. Dört kitaptan oluşuyor bu seri. Sibirya’da yaşayan bir sedir türünün adı
imiş Çınlayan Sedir. İnsan sağlığına yararları antik çağlardan beri bilinen, ilaç
ve kozmetik sanayinde kullanılan Sedir ağacının,
stres azaltıcı etkisinden antiseptik hatta saç dökülmesini önleyici etkisine
kadar bir çok şifalı etkileri biliniyor.
Söylenen o ki kozmik enerjiyi tüm yaşamı boyunca kendine
çeken Sibiryalı Çınlayan Sedir, belirli olgunluğa doygunluğa gelince ses çıkartıp çınlayamaya başlarmış. Bu sesi
duyan çevre sakinleri ağacın kesim vaktinin geldiğini anlar, ağacı minik
parçalara böler, şifa için dağıtırlarmış. Bu ağacın minik parçalarını üzerinde
taşıyan insanlarda olumlu duygu durumları gözlemlenirmiş.
Hayal ile gerçek arasında bir yerde duran gizemli bir kitap
Çınlayan Sedir. Kitabın ana kahramanı Sibirya Ormanlarında yaşayan şaman bir
kadın olan, Anastasya. Müthiş bilge bir
kadın o . Kitabın yazarı da Sibirya coğrafyasında bir iş gezisinde Anastasya
ile tanıştığını anlatıyor. Kitap bu ikilinin sohbetleri dostlukları ilişkileri üzerine kurgulanmış. Kitapta beni
etkileyen iki bölümü paylaşmak istiyorum.
Bir yerde bitkilerin zekasına gönderme yapıyor Anastasya.
Tohumu ekmeden ağzımızda ıslatıp bir süre bekletip ekimi yaparsak, o tohumun
bizim ihtiyacımız olan vitamini topraktan alarak bize en uygun şekilde kendini
yetiştiriyor olacağını anlatıyor. Müthiş değil mi? Tam bir araştırma deney
konusu. Belki de aile çiftliklerinde üretilen meyve ve sebzelerin sırrı burada
yatıyordur. Tanıdıkları insanların ihtiyaçlarına göre ürün vererek bitkiler, aile çiftliğindeki insanların bütünsel sağlığını korumalarına destek veriyorlardır. Ağaçların birbiri ve mantarlarla ilişkisini düşününce, insanlar ile bitkiler arasında da böyleis bir etkileşimin olması muhtemel geliyor bana. Her geçen gün bitkilerin zekasına ve birbirleri ile işbirliği
içinde yaşama becerisine dair muhteşem
bilgiler keşif ediliyor. Ben de neden olmasın diyorum?
Paylaşmak istediğim diğer bölümde ise ikili bir gün ormanda
dolaşırken bir deney yapıyorlar. Bir çok topladığı yemişi meyveyi yerde sergiliyor
Anastasya ve Viladimir’e soruyor hangisine doğru yemek üzere çekim
hissettiğini. Viladimir yanıt verdikten sonra da anlatıyor. Bir çok gıda arasında canımızın çekildiği
bir gıda varsa, bunun bedenin vücudumuzun o gıdadaki vitamin minerale ihtiyaç
duyduğu için özellikle o gıdaya çekildiğimizi ifade ediyor. Burada beslenmemizi
zihnimiz ile planlamak yerine , bedenimizin bilgeliği ile güçlü bağlar kurarak akışta, doğa ile kendimiz ile uyumlu olarak yaşamanın
önemini vurguluyor bana göre Anastasya. Ve biyoçeşitliliğin zenginliğinin
sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu da bir anlamda. Şu anda tek tip
patates tüketiyoruz. Oysaki onlarca çeşit patatesin yetişmesi ve bizim o andaki
çekilimimize göre tüketim yapıyor olmamız, bütünsel olarak sağlık durumumuzu
daha destekleyici olabilir. Aş erme dediğimiz fenomen ile benzerlik şaşırtmıyor
beni.
Sonuçta bedenimiz milyonlarca yıldır yeryüzünde hayatta
kalma becerisi sergilemiş atalarımızın bilgeliğini barındırıyor. Bu bilgelik
ile yeniden temas edebilmemiz gerçekten çok önemli.
Tüketim çılgınlığının ve hastalıkların temelinde yatan
nedenlerden biri de bu bilgelik ile bağımızın kopmuş olması ya da zayıflaması
bence.
Aile çiftliklerinde ya da bahçelerinde iklimlerle uyumlu, atalık tohumlarla,
zehirsiz sebze meyve üretiminin,yeryüzündeki yaşamın sürdürülebilirliği için yaşamsal
bir önemi olduğunu düşünüyorum.
Ölmeden önce okunacak kitaplar listesinde yerini almış Çınlayan Sedir.
MON CHER PARİS
İlk Paris seyahatimi 2008 yılının Eylül ayının ilk
günlerinde yaptım. Çalıştığım
uluslararası firmanın bölgesel bir eğitim toplantısı idi katıldığım. Üç günlük bir Paris deneyimi. Eğitimcinin eğitimi
idi programın adı. Orada öğrendiklerimi ülkemde iş arkadaşlarımla paylaşmam
isteniyordu. Mesleğimle ilgili eğitsel çalışmaları hep sevmiş ve gönüllü
olmuşumdur.
Amerika ‘lı bir akademisyen olan George eğitmenimizdi. Çok başarılı bir eğitim programı olmuştu. Deep Dive isimli bir modülü global firma bünyesinde hayata geçiriyordu George. Neşeli ve son derece entelektüel bir akademisyendi. Eyfel Kulesi ’nin ( Tour Eiffel ) karşısındaki bir Parizyen kafede ilk kez Croque Madam ‘ı George ile keşif etmiştim. Uzun sohbet ve şarap eşliğinde elbette! Hala iletişimdeyiz ve yaşamımızın kıyısından geçmiş insanlarla iletişimde olmak gerçekten iyi hissettiriyor.
Hayatımın özel anılarından biridir gerçekten de Paris deneyimi. Programa katılan tek kadın yönetici bendim. Eğitmenimiz ve diğer yönetici arkadaşlar ile yedi erkek ve tek kadın Louvre Müzesi’nin yakınında bir restorana gitmiştik hep birlikte. Ben üzerimde kırmızı bir elbise ayağımda siyah şık sandaletlerim ve elimde yine süslü siyah bir portföyüm ile gerçekten pek alımlı idim. O gecenin yıldızı olmuştum ve bol kahkahalı keyifli bir akşamdı gerçekten.
Son gün program sabahtan bitince ve benim uçağım akşama
doğru olunca soluğu Paris sokaklarında aldım ben de. Üzerimde çiçekli elbisem
açık topuklu taba renkli ayakkabılarım ile
Şanzelize (Champ-Elysees ) civarında dolanıp durmuştum pırıl pırıl bir
günde.
Sonra hayatımda ilk kez deneyimleyeceğim bir deneyim için
ana cadde üzerindeki bir restorana girmiştim. Evet , istiridye yiyecektim. Kendime
kocaman bir istiridye tabağı ve beyaz şarap söylemiştim.
Harika bir gündü ve kendimi çok iyi hissediyordum.
İstiridyenin o hafif serin kaygan buram buram deniz kokan
taze ferahlatıcı iç gıcıklayıcı lezzeti ile tanıştığım o an , kalbim puf etti
ve açıldı. Gerçekten sanki o sesi duydum içimde.
Kırk bir yaşındaydım ve böylesi bir deneyimi ilk kez yaşıyordum. Ama o gün kalbim puf edince ne olmuş olabileceğini çok analiz ettim araştırdım sonradan.
Evet kalbim açılmıştı. Bu kavramı hepimiz biliyoruz. Fakat
ben bunu fiilen yaşadım o gün. Psikolojik olarak çoğumuz kapalı olarak yaşıyoruz.
Sadece fiziksel ve zihinsel varlığımızla
işe gidip geliyoruz, evlenip çoluk çocuk sahibi oluyoruz. Hatta bir kez bile
varlığı açılmadan yaşayıp ölenlerimiz de pek çok.
David Deida’nın Mavi Gerçek kitabını 2019 yılında okuyana
kadar tam anlamamıştım bana ne olduğunu. Evet , o gün kalbim varlığım açılmıştı
ve görülmüştüm.
Kalbimiz açılırsa ancak görülebiliyoruz. Fiziksel görünürlükten
bahsetmiyorum burada. Tüm özümüzü ruhumuzu duygu dünyamızı olduğumuz kişiyi
görülür kılıyordu kalp açıklığı.
Yaşamımın çok büyük
bir kısmını görülmekten korkarak kapalı bir şekilde yaşamıştım. Hayatıma almak
istediğim her şey sadece ve sadece görülebilir olduğum zaman hayatıma
girebilirdi oysaki. Kişi ancak görülür olmayı kabul edip kendini açar ise ışık
saçar. Işığı görülür. Dharmasını, misyonunu hayata geçirebilir. Olmak istediği
ya da olduğu kişiyi yeryüzüne indirebilir. Yaşamak istediği hayatı yaşayabilir ve hatta kendini
gerçekleştirebilir. Gerçek bu kadar sade
aslında.
On yılımı almıştı nerede ise bu deneyimin şifresini çözmem.
Şimdilerde canımı sıkan beni üzen korkutan yani olumsuz bir durum ile
karşılaşıp kapanmaya meyil ettiğimi fark ettiğim an, hemen açık kalmaya derin nefesler almaya
odaklanıyorum. Hani stres olunca nefesimiz soluk almamız sınırlanır ya işte bu
kapandığımız anlamına geliyor. Bunu gözlemlediğiniz an derin nefesler alıp
kendinizi açmayı hatırlatabilirsiniz kendinize. Bu son derece derin bir
uygulama. Bilinçli bir eylem.
Evet Paris’teki bu
deneyimi ‘Kalbim nefes aldı.’ diye not
düşmüşüm günlüğüme. Sanki onca sene nefesini tutmuştu kalbim ve nefes
alabilmişti o gün.
Düşünüyorum da gıda olarak tanımladığımız ve yediğimiz
içtiğimiz her şey aslında sadece fiziksel bedenimize değil ruhsal bedenimize en
derin psişemize dahi dokunuyor. Buradaki sihir kendini tam, bütün , iyi , tatminkar hissettirebilmekte sanırım. Varlık
o iyi hissetme anında kendini açabiliyor. Well being ya da iyilik hali denilen bu hal olsa gerek.
Beş temel duyumuz ile yeni bir yiyeceği lezzeti tatmak yeni bir nöron ağı yaratıyor kanımca beynimizde. Ve
yeni bir beyine sahip oluyoruz. Yani yeni bir insan oluyoruz. Benim için ise bu istiridye öncesi ve sonrası olarak gerçekleşti
diyebilirim. Dev bir milat oldu benim için bu deneyim diyebilirim.
Şu anda bu satırları yazarken içime bir merak doldu. Kim bilir
başka ne değişik lezzetler daha tadacağım ve bunların benim varlığıma nasıl sihirli
dokunuşları olacak? Olduğum kişiyi başka bir kişiye dönüştürecek olan lezzetleri
deneyimlemek için sabırsızlanıyorum. Yeni benlerim ile buluşmak için…
Hep yeni lezzetlere meraklı ve istekli idim ve fakat şimdi
daha bir iştahım arttı yaşama dair sanki...
Görseller / Cokiiya.com- Do it in Paris
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder