HATİCE HANIM (BABAANNEM)
Babaannem 1900 İstanbul Anadolu Kavağı doğumlu. İstanbul işgali
sırasında maalesef babasını kayıp ediyor ve annesi ağır depresyona giriyor.
Erken olgunlaşmak zorunda kalan bir genç kadın Hatice. Kız kardeşi ile
yapayalnız kalıyor hayatta. O dönemde evlilik bir çözüm olarak görülüyor.
Evleniyor iki kız kardeş de sıra ile. Hayatları boyunca birbirlerine yakın
oturuyorlar. Dedem subay ve Salacak ‘ta 1949 yılında eski yangından kalan bir
araziyi alıp bir buçuk dönümlük bostanı olan dört katlı müstakil bir ev yapıyor.
Bizzat kendisi çalışıyor inşaatında binanın. Muhteşem yer mozaikleri vardı evin
girişinde halen hatırlıyorum. Son derece kullanışlı özenli bir mimari yapı idi.
Çiçeklik olan üst bahçe ve meyvelik sebzelik olan alt bahçemiz vardı. İnanın
bana sadece kırmızı et süt ve ekmek alırdık dışardan. Çeşit çeşit dutlar, armutlar, incirler, vişne, fındık, kiraz…Her türlü sebze ve meyvemiz vardı…Öbek öbek
naneler, ebegümeciler, labadalar…Hatta tavuk ördek ve kazlarımız vardı. Evden hiç
çöp çıktığını hatırlamıyorum desem yeridir. Tüm organik atıkları hayvanlar
tüketiyordu. Ya da bugün adına kompost dediğimiz
doğal gübre için babam bahçeye gömerdi
tüm mutfak artıklarını. Bugünün dünyasında çöp dediğimiz şey çoğunlukla ambalaj
malzemesi. Eskiden ambalajlı tüketim çok azdı ve bahçeli evlerde tarlalarda
gömülürdü mutfak artıkları.
Çiçeklik olan üst bahçede beyaz mor leylak ağaçları da vardı. ‘’Katmerli Leylak’’derdi babaannem. Dolu dolu çiçeklerden oluşan mis gibi kokan vazolar olurdu evin her köşesinde. Mevsime göre güller, leylaklar, filbahriler, pembe şakayıklar ve hatta manolya. Dayanamaz koklardım manolyaları ve kahverengine dönüşürdü çiçekleri. Pek narindir manolyalar bilirsiniz. O zamanlar bahçeli idi evler ve bol çeşit çiçek olduğundan, çiçek ihtiyacımızı kendi bahçelerimizden karşılardık. Düğün nişan harici çiçekçiden çiçek aldığımızı hatırlamam çocukluğumda.
Doğduğum ev böyle bir yerdi işte. Bizim çatı arası dediğimiz, sihirli bir de çatı katı vardı. Kiremitli çatının tam altındaki boşluk bir alan . Kendimle baş başa
kalmak istediğimde saklandığım bir yerdi bu alan. Oraya çıkar gün batımlarını
seyretmeye bayılırdım. Manzara da Dolmabahçe’den Marmara açıklarına kadar tüm
İstanbul silueti idi. Gün batımlarını seyredip şarkılar mırıldanmayı pek
severdim. Yaz akşamları gün tam batmadan başımı geriye atar, önce
gökyüzüne sonra da yavaş yavaş başımı indirerek ufka bakardım. Başımı indirirken koyu
lacivertten açık mavi sarı mor yeşil tüm gökkuşağı renklerini görmekten pek keyif
alırdım. Şimdiler de bile oynuyorum bu oyunu. İyi geliyor!
Babaannemin dairesinde merdiven altındaki boşlukta bir de kiler vardı. Toz şeker, pirinç, türlü
baklagiller hepsi toptan alınır kilerde depolanırdı. Kiler toz şeker ve beyaz
kalıp sabun kokardı buram buram . Kapısı
açılınca etrafa yayılırdı o koku. Uzaktan bile kokuyu alır, kapının açıldığını
anlardınız.
Gençlik yıllarında pek yokluk çektiğinden günlük yaptığı
masrafları minik defterine not düşme alışkanlığı vardı babaannemin. Ev
ekonomisinde son derece başarılı idi ve bunda masrafları kayıt altına almasının
etkili olduğunu düşünüyorum. Maarif Takvimini pek severdi. Yapmasa bile
tarifleri okurdu mutlaka her gün.
Çatı arasında kurutulurdu sucuklar, çirozlar. Bahçeden çıkan
meyvelerle reçeller yapılırdı. Tarhana salça, yaprak, salamura yapılırdı her yaz
evimizde. Babaannem bir de lakerda
kurmayı çok severdi. Hala gözümün önünde süpürge çöpü ile balığın ortasındaki
kılçığın içini boşaltışı. Çatı arası tüm ev üretimlerinin depo alanı idi.
Düşünüyorum da
bunların çoğunu şahsen yapmadım. Salça, turşu ve reçel hariç. Fakat hadi yap dense onca sene yaptığım gözlemlerimin ışığında yapabilirim gibi
geliyor. Çocuklarımızın eğitim öğretiminde bence eksik olan bu . Yaşama dair
gözlem yapabilecekleri alanları yok ya da eksik. Asıl gözlem ve deneyim alanına ihtiyaç duyuyorlar. Zihinsel öğrenilen bilgi de kalıcı olmuyor.
O kadar çok yaşanmışlık var ki babaannem ile. Çok iyi bir
aşçı idi babaannem. Ekmek kadayıfı,
uskumru dolması, zeytinyağlı patlıcan dolması gibi bir çok lezzeti hayata
geçirirdi mutfağında. Ben ancak kendimin uygulayabildiği hayatıma alabildiğim
tariflerden bir kaçını sizlerle
paylaşıyorum. Üniversite ikinci sınıfta iken seksen altı yaşında kaybettik babaannemi. Beni
‘’Saraylım.’’ diye severdi. Çok güçlü bir kadındı. Işık içinde olsun yeri…
Zeytinyağlı
Yumurta
Çok sevdiğimiz bir kahvaltılık daha. Aslında acıktığınızda
atıştırmalık dahi olur. Kolaylıkla
hazırlayacağınız bir lezzet.
Malzemeler : Rafadan Yumurta,Zeytinyağ,Limon,tuz,karabiber
Açlığınıza göre iki
veya üç rafadan yumurta kasenin
içine çıkartılır. Üzerinde zeytinyağı gezdirilir. Limon, tuz karabiber eklenir. Limon birkaç damla
olmalı fazlası pek ekşi oluyor. Çatalla çırpılır. İri taneli seviyorum ben.
Kızartılmış ekmek ya da sıcak ekmek ile pek lezzetli bir kahvaltılık oluyor.
İsteyen çay kaşığı ucu ile zerdeçal ekleyebilir. Zerdeçalı
olabilecek her yere eklemekten keyif alıyorum demiştimJ
Babaanne Çorbası
Bu çorbaya bu ismi çocuklarımla birlikte verdik. İletişimde ortak dil önemli. Sevdikleri bu
çorbayı daha kolay isteyebilsinler diye bu ismi verdik birlikte.
Malzemeler : Kırmızı Mercimek,Pirinç, Tercihen tavuk ya da
kemik suyu, Olgun domates Rendesi (ya da yazdan
hazırlanan sulu salça),Maydanoz
Mercimek, domates rendesi ve pirinç sade suda ya da et suyunda
kaynatılır. Tuz ilave edilir. Kıvamlı bir çorba olunca altı kapatılır.
Doğranmış maydanoz ilave edilir. Limon ile servis edilir.
Mercimeksiz haline de anneanne çorbası diyoruz. Yaz aylarında
pek sevdiğimiz bir çorbadır kendisi.
Kesme Çorba
Bu çorbaya Erzincan çorbası denilir bizim ailede. Büyük dedem
yani babamın babası Erzincan’ lı imiş. Orta eğitim için İstanbul’a gelip
askeriyeye girdikten sonra yaşamı İstanbul’da geçmiş. Kazım Dedem pek damağına
düşkünmüş. Rakıyı da pek severmiş. Rus Harbi, Balkan Harbi ve Kurtuluş
Savaşı’nda savaşmış cephelerde. Boğaz Kumandanı olarak Albay rütbesi ile emekli
olmuş. Deli Kazım derlermiş ona. Kendi vicdanı ve iradesine itaat eden bir
şahsiyetmiş. Paşalığına bir hafta kala ‘’Ne yapalım buraya kadarmış’ diyerek
içine sinmeyen bir emri red ederek, paşalık rütbesini yakabilen bir adam o. İstiklal
(Özgürlük) Madalyası var büyük dedemin ki bütün aile gurur duyuyoruz böyle bir
atamız olduğundan.
İşte aile çorbamızın tarifi. Bu arada küçük oğlumun en favori çorbasıdır bu çorba. Bıraksanız koca
tencereyi silip süpürür.
Malzemeler : 1 adet İri Soğan,250 gr Kıyma,Un,500 gr Yoğurt,Tereyağ,Tuz,Nane,Kırmızı
,Biber
İri bir soğan ince ince doğranıp yağda kavrulur. Biz her yemeği
zeytinyağı ile yapıyoruz. Siz kendi tercihinize göre bir yağ kullanabilirsiniz.
Su ekleyerek bu kavrulmuş soğanı yumuşatıp kaynatıyoruz. Kaynamaya başlayınca ,
kıyma ve un ile yoğurup minik top haline getirdiğimiz kıyma köfteciklerini ekliyoruz. Daha sonra yine un, su, tuz ile
yoğurup hazırladığımız hamuru açıp, şerit halinde keserek oluşturduğumuz
erişteleri ilave ediyoruz. İyice pişince köfte ve erişteler, bir kenarda
çırptığımız yoğurdu ekliyoruz. Bol yoğurtlu bir çorba bu. Sonra tereyağında kızdırdığımız
naneyi üzerinde gezdiriyoruz. Daha hafif
olsun derseniz sadece nane ilave edebilirsiniz. Ben tereyağlı halini daha
lezzetli buluyorum. İsteğe göre kırmızı biber de ilave edilebilir nane ile
birlikte.
Paskalya Çöreği
Anılarım bu kitaptaki tarifleri belirliyor gerçekten.
Çocukluğumu hatırladığımda paskalya
çöreği kokuları da geliyor aklıma. Babaannemin paskalya çöreği pek meşhurdu.
Pastanedeki paskalya çöreklerinden bile çok lezzetli olurdu. O zaman evler
sobalı idi. Hamur şekil verilip tepsiye yerleştirildikten sonra, kabarması için
sobanın yakınına bırakılırdı tepsiler. Kocaman kabarırdı paskalya çörekleri ve
evimizdeki fırına verilirdi. Fırın demişken çocukluğumda mahallemizde simitçi
fırını vardı. İnsanlar börek çöreklerini tepsi ile fırına götürürdü. Şimdi
anlıyorum ki her evde fırın yoktu o vakitler. Bizim evde babaannemin özel bir
ocaklı fırını vardı. Ah o ocaklı fırına ne çok sahip olmak isterdim şimdi.
Taşkömüründen çıkarılan gaza havagazı denirdi. O fırın havagazı ile çalışırdı.
Ne lezetli börekler cızbız köfteler poğaçalar yapılırdı anlatamam.
İşte tarif.
Malzemeler : 1 Kg un, 500 gr katı yağ, 200 gr su, 50 gr yaş bira mayası (kuru
olursa 18 gr) , 1 çay kaşığı toz şeker, 3 çay kaşığı tuz, 4 yumurta, 1çorba
kaşığı mahlep
Maya şeker ve su karıştırılıp yarım saat dinlenmeye bırakılıp,
köpürmesi bekleniyor. Un ile çalışılacak yere un eleniyor ve ortası açılıyor.
Köpüren maya, yumurta ve yağ ekleniyor. Tuz ve mahlep eklenip karıştırılıyor.
Hamur haline getiriliyor. Üzerine örtü örtülüp yaklaşık bir saat sıcak bir
yerde kabartmaya bırakılıyor. Sonra tepsi yağlanıyor. Yumurta büyüklüğünde üç
parça rulo haline getirilip saç örgüsü şekli veriliyor. Üzerine yumurta sarısı
sürülüp, çörek otu ve susam serpiliyor. Tekrar sıcakta dinlendirilip hamur
kabartılıyor. 200 derece önceden ısıtılmış fırında pişirilir.
Ev de mis gibi kokar. Ben ılık seviyorum paskalya çöreğini,
yanında soğuk süt ya da taze demli çay ile
servis edebilirsiniz.
Geçmişe bir yolculuk yaptırdınız. Teşekkürler
YanıtlaSil