İlk okul yıllarındaydım sanırım... Başlarında... Salacak sahilinin sırtlarındaydı doğduğum ev. Muhteşem bir deniz manzaramız vardı. O zaman tüm evler nerede ise müstakil bahçeli evlerdi. Apartmanlar yeni yeni yükseliyordu çevremizde. Bizim de kocaman bir bahçemiz vardı...Yazları sadece kavun ve karpuz satın alırdık...Tüm sebze meyve gereksinimimizi karşılayabiliyorduk bahçemizden...Bir de çiçek bahçemiz vardı her bahar benim "bahara" a hazırladığım. Benim için kutsal bir ritüeldi bu sanki...Bütün bir gün tek tek her ağaca ve çiçeğe dokunmak, konuşmak...
Bahçemizin ilerisinde bir de boş arazi vardı. Topraktan yaklaşık 500-600 m2 bir alan...Tüm mahalle çocukları orada oyunlar oynardık. Orası bizim "buluşma" mekanımızdı...Bizimdi o alan !
Bir gün oyuna çıktığımızda şok olduk. Oyun alanımıza dozer sokulmuş ve koca koca delikler açtırılmıştı. Birisi bizim orada oynamamızı istemiyordu. Belki gürültü yapıyorduk, toz oluyordu bilemiyorum. Arazinin yanında bir gecekondu vardı. Hatırladığım orada oturanların bu işi yaptığı şeklinde...Çok zaman önce elbette bu, tam hatırlayamayabilirim!
İşte ne oldu ise o zaman oldu. Nasıl organize olduk, kim bu oyunu önerdi bilmiyorum. Sadece hatırladığım , toprak yığının başına bir kaç çocuğun geçtiği diğerlerinin de ellerine torba leğen ne varsa eline alıp oyuna katıldığı idi. Eline torbasını alan , toprak yığınının başındaki "manav" rolünü üstlenmiş çocuklara geliyor ve " Bana 3 kg patates" , "Bana 5 kg domates" diyor, torbasını dolduruyor ve gidip kocaman deliklere boşaltıyordu. Gözünüzde canlandırabiliyor musunuz?
Tüm gün akşama kadar kan ter içinde çalıştık ve evet tüm delikleri toprakla doldurduk.
Oyun alanımızı geri kazanmıştık. Bu benim ilk "çevreci eylemimdi" diyebilirim... Ebevenylerimizin haberi ve desteği olmadan bunu biz başarmıştık. Belki de ilk takım çalışması deneyimimdi ayrıca bu...Bu nedenledir belki takım ruhununa birliğine inancım...Hatırladıkça hepimiz adına gurur duyuyorum. Evet kendimizi güçlü ve yeterli hissetmiştik. Kimse bizi bizim irademizi varlığımızı ezip geçememişti...Bu arazi sonra çocuklar için bir oyun parkına dönüştürüldü. Şimdiki adı parkın Oymasaray Parkı...Parktan geçen hafta çektiğim kaç fotoğrafı paylaşmak istiyorum bu yazımda sizlerle. Cıvıl cıvıl çocuk kaynıyor park...Benim oğullarım da çok seviyor bu parkı...Anneannelerini ziyarete gittiklerinde mutlaka bir çıkıp oynuyorlar...
OYMASARAY PARKI ŞİMDİLERDE
Enteresan olan yaklaşık 35 sene sonra bu park istimlak edilmek istendi. Bölgedeki bir okul arazisinin "başka bir amaçla" kullanılması sözkonusu idi ve bizim parkımızın arazisine okul yapılacaktı. Tüm mahalleli festival , şenlik havasında bir araya geldi ve protesto etti bu yaklaşımı. Ben yine oradaydım! Mahalle arkadaşlarım da...Hukuki olarak sahiplenmeye çalışıyoruz parkımızı halihazırda...
99 depreminde tüm mahalleli bu parkta buluşmuştuk. Korku içinde birbirimize sarılmış ağlamıştık. 29 Ekim'leri bir şenlik havasında kutlamış şarkı söyleyip dans etmiş sucuklu ekmek yemiştik çoluk çocuk...
Bu park tüm mahalle için bir buluşma sosyalleşme paylaşma platformu idi...Belki de yok edilmek istenen bu diye düşünmeden edemiyorum...
İşte anımı ve deneyimimi paylaşmak istediğim bir yazı düşünüyordum ki sevdiğim bir dost beni arayarak Kuzguncuk Bostanı ile ilgili bir yazı yazmamı önerdi.
Hikaye tamamlanıyordu yine...
Geçen Pazar günü bir etkinlik yapıldı Kuzguncuk'ta. Bir arkadaşım ve onun çocuğu ile çoluk çocuk gittik etkinliğe...
Malesef bostanı parmaklıklar arkasında görebildik. 5 gün önce "kilitlenmiş, kapatılmış" bostan...Yine aynı yaklaşım iş başında anlaşılan...
İLYA'NIN BOSTANI TUTUKLU
Şahsen çok üzüldüm. Bir kaç sene önce oğullarımla ve arkadaşlarımla keyifli anlar geçirmiştik orada...Sürekli orada yaşayan Kuzguncuklular ve çocukları aileleri için ne anlama geldiğini o bostanın çok iyi anlıyor ve hissediyorum...Sanki değerli bir aile üyenizin kaybı gibi bu...Üstelik zorla sizden alınıyor kopartılıyor...
OLAN BİTENİN KARİKATÜR HALİ
Beni en çok etkileyen çocukların aktif olarak eyleme katılmış olmasıydı...Kimi pankart boyuyor kimi eski oyuncaklarını satıyordu...Hatta bir ara minik Funda'yı hayal ettim, elinde fırça boyuyordu o da pankartı...
Kızılderili bir atasözünün dediği gibi " Biz dünyayı atalarımızdan miras almadık , onu çocuklarımızdan emanet aldık"...Bu sözün üzerine derin derin düşünmeliyiz...
ÇOCUKLAR BİZİM ÇOCUKLARIMIZ
Evet asıl mülkün sahibi olanlar işe el koymuştu...Malum ebeveynlerin çok önemli işleri vardı...Onları gördüğüm an yüreğime su serpildi...Evet bostanın bir şansı var gerçekten...Çünki çocuklar sahaya inmişti...Tüm varlıkları ile kendilerinin olanın korunması için oradaydılar...
Ben tüm evrenin yaradılışın enerji formunda birbiri ile bağlantıda olduğuna inanan biriyim. Bana göre ağaçlar, hayvanlar, denizler, dünya , yıldızlar , varsa uzaylılar herşey ama herşey birbiri ile bağlantılı ve birlik ve bütünlük hepsinin varlığı ile gerçekleşebiliyor...Özetle en uzaktaki yıldızla aynı yaştayız ve tüm var olanla "kardeşiz"...Ağaçlar, hayvanlar , yıldızlar kardeşimiz...Komşularımız , iş arkadaşlarımız...Herşey...
Yani mahallemizdeki ağaçlarla farkında olalım olmayalım hepimizin bir bağı var. Sevgi evreninin bir parçası onlar da...Tıpkı bizim olduğumuz gibi...Bizi sadece ve sadece seviyorlar...Sevgileri ile iyileştiriyorlar besliyorlar...Yakınınızda yetişen sebze ve meyvelerin bile sizin için en faydalı olacak şekilde topraktan mineral aldığını düşünüyorum...Bu çerçevede özel tarımcılık teknikleri bile olduğunu okumuştum...
Yaratılmış olan herşey de ince bir zeka uyum ve potansiyel var...Bir tohumu ağzınıza koyup bir süre bekletip ektiğinizde toprağa , sizin tükürüğünüzden elde ettiği verilerle sizin için neyin gerekli olduğunu bilip ona göre kendini geliştirip yetiştiştirebilecek incelikte bir bilince sahip minicik bir tohumcuk...
Kuraldışı Yayıncılık'tan çıkan Çınlayan Sedir kitap serisini mutlaka okumanızı öneririm...Nasıl bir evrende yaşadığımız ve kim olduğumuzla ilgili kadim bilgiler paylaşılıyor ...Sibirya'nın ıssız Tayga ormanlarında yaşayan bilge bir kadın paylaşıyor bizimle evrenin yaradılışın sırlarını bu kitapta...Gerçekten yaşıyor mu Anastasya yoksa hayal mi bilemiyorum? Bildiğim tek şey anlattığı paylaştığı herşeyi tüm hücrelerimde hissettiğim ve doğruladığım...
Minicik bir tohumcuk ulu bir çınar ağacına dönüşebilecek potansiyele bilgiye ve donanıma sahip...
Onlar sadece "bitki" ya da "hayvan" değiller...Avatar filminde bir replik vardı hatırlarsanız...Neytiri , " Jake, Eywa seni duydu" demişti ...Hani tüm canlılar gezegenlerini istilacılardan korumak üzere Na'vi lere yardım etmişlerdi...Birbirleri ile iletişebilmiş ve bir olabilmişlerdi...Bunun üzerine cidden düşünmeliyiz bence...
Bulunduğunuz bölgedeki ağaçların amaç her ne olursa olsun yörede yaşayan insanların onay ve izni olmaksızın "katledilmesi" aslında özellikle o bölgedeki insanların ve genel anlamda hepimizin "birlik ve bütünlüğünü" bozuyor...Enerji ağında kocaman bir delik oluşuyor diyelim...Hani uzayda da var ya kara delikler...
Şunu da yazmadan duramıyacağım...Çocukluğumdan bu yana gözlemlediğim davranışları yorumlarsam, malesef biz Türklerin birer ağaç düşmanı olduğumuzu görüyorum...Fabrika ayarımız , kodlarımız ciddi bozulmuş sanki...
Yirmi yıl kadar önce Söğütlüçeşme'ye bir otobüs durağı yapmak için 5-6 dev söğüt kesilmişti. Belediye'ye başvurunca bizi yalancılıkla suçlamışlardı. Yani yokmuş öyle ağaçlar...
Daha geçenlerde Üsküdar sahilinde manzaraları açılsın diye bazı restaurantların koca meşe ağaçları kesilmiş.
Ormanları yakan, ağaçları kesen, var olan bostanları AVM ya da lüks plaza yapmaya çalışan, çekirgeler gibi tüketen ve yok eden bir tarafımız olduğunu kabul edebilirsek ancak dönüştürebiliriz bu davranışımızı...Evet bu hepimizin için de var...Dışarıdaki insanları göstermeyelim artık...
Hep kendimizin dışındakilerini suçlamak çözüm değil. Her ne oluyorsa çevremizde ve dünyamızda , bizim bir parçamız bunu onayladığı için oluyor...İçimizdeki hırs, açgözlülük, tatminsizlik, öfke , yok edicilik her ne ise bunu bulup dönüştürebilirsek toplu olarak bu çılgınlıktan kurtulabiliriz diye düşünüyorum...
Evet modern insanın içindeki boşluk ve anlamsızlık her geçen gün artıyor. Çünki ortak enerji alanımızda her gün yüzlerce binlerce "kara delikler" açmayı çok iyi beceriyoruz dünya genelinde...
Düşünce ve davranışlarımız dünya platformunda realiteye dönüşüyor...Bunu herkes söylüyor yazıyor çiziyor...Sufiler den kuantumculara şifacılardan ataistlere kadar...Farklı dillerde aynı şeyleri söylüyoruz birbirimizi duymadan anlamadan...Buna da belki direniyor bir tarafımız...
Buna devam ettiğimiz sürece insanoğlunun içinde huzur ve anlama ulaşması bana göre çok zor...
Artık birbirimizi duymanın anlamanın yani BİR olmanın zamanı gelmiştir...
Bir de asil ve temsil konusunu işlemek istiyorum burada...Bir davada temsil edilen mi yoksa temsil eden mi "asil" yani söz sahibi olarak kabul görür...Yani belediye hükümet meclis gibi kurumlar temsil eden , halk ise temsil edilendir. Bu bakış açısı ile halk "asil" yani söz sahibi olandır.
Şimdi yerel halkın iradesi dışında temsilcilerin yaptığı eylemler ne kadar hukuken meşrudur sormak istiyorum...Hukukçularımızın uluslararası hukuk ve insan hakları çerçevesinde konuyu incelemesini ve yorum getirmesini istiyorum.
Bugüne kadar halk olarak önümüze hep diretmeler zorlamalar getirildi...Melisin malısınlar...Bireysel yaşamdan toplumsal yaşama kadar bu böyle...
Artık yaşamımızın ve yaşam alanımızın kapsadığı, yaşam alanımızı paylaştığımız tüm canlıların yaşamlarının sorumluluğunu alma vakti gelmedi mi sizce? Daha neler olmasını bekliyoruz?
YAŞAM HAKKI HEMEN ŞİMDİ!
Sevgilerimle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder