Kardeşimin yüzlerce filmden oluşan bir film koleksiyonu var. Zaman zaman ailecek çoluk çocuk dede anneanne hep birlikte "ev sineması" yapıyoruz...Bilirsiniz!
Işıkları söndürüp patlamış mısırları alıyoruz elimize...
Çiş su abur cubur molası dahi yapıyoruz!
Bu evsel etkinliklerimizden birinde Eddie Murphy'nin " A Thousand Words" isimli filmini izledik...
"1000 Sözcük" olarak çevirdim filmin adını.
Pek eğlenceli bir filmdi...Ve ancak derin bir mesaj da içeriyordu...Vav dedim!
Yeni bir bakış açısı yakalamıştım ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.
Özetle mesaj şu idi;
Yaşamımızda bizi inciten, acıtan, hatta nefret ettiğimiz ve affedemediğimiz biri var ise, biz bir şekilde onu affetmiyerek o kişinin enerjisinin, kişiliğinin bizim kişiliğimizin bir parçası olmasına neden oluyoruz.
Affetmediğimiz herşey ya da herkes bizim parçamız oluyor bir anlamda! Nasıl ama?
Büyük öğretmen "yaşam" öyle yaşam deneyimleri kurguluyor ki bizler için, tam da o kişinin kişiliğinin nefret ettiğimiz, affetmediğimiz tarafını kendi kişiliğimizde sergileyeceğimiz deneyimler içinde buluveriyoruz kendimizi işte. Nefret ettiğimiz var gücümüzle suçlayıp yargıladığımız affetmediğimiz kişi oluveriyoruz bir anlamda...Kendimizle yüzleşip önce kendimizi ve dolayısıyla o kişiyi affetmedikçe ve dolayısıyla gerçek özgürlüğe ulaşmadıkça , yaşam ağırlaştıra ağırlaştıra getiriyor benzeri oyunları / kurguları yaşamımıza...
Dışarıdakini affedebilmenin anahtarı da içimizde! Kendimizi affedebildiğimiz zaman ancak dışarıdakini de affedebiliyoruz .
Herşey herkes bir ve yargıladığımız suçladığımız affetmediğimiz herşey ve herkes olabiliriz! Ve de asıl gerçek bu! İnsanız zira...
Ancak ve ancak o nefret ettiğimiz affetmediğimiz kişi olduğumuzu gördüğümüz ve de kabul ettiğimiz noktada kendimize ve dolayısıyla o kişiye karşı daha az yargılayıcı kabul edici ve sevgi ile yaklaşabiliyoruz.
Kimsenin kimseyle derdi yok aslında! Herkes kendiyle ilgili...Dışarıda kimse yok...Tüm yaşadığımız deneyimler bizim kendimizle olan deyenimimiz.
Asıl bakılması anlaşılması gereken kişinin davranışlarındaki "niyeti"dir. Doğru olan niyete göre bir yorum yapmaktır. Herkes kendi paradigmalarına algı gözlüklerine göre algılıyor diğerinin davranışlarını...İşte kendimizi ve diğerini affettiğimiz noktada bu sanal gözlükleri çıkartıyoruz...Kendimizin ve diğerinin gerçeğini görüyoruz...
Sadece ve sadece affettiğimiz zaman ancak özgürleşebiliyoruz .... Geçmişimizden, o kişilerin varlığından ve onların kişiliğimizdeki etkilerinden...Kendimizi affettiğimizde de kendimizden! Kendimiz zannettiğimiz yanılsamamızdan özgürleşebiliyoruz...Ancak o zaman gerçek özümüz ortaya çıkabiliyor ve gerçekten "kendimiz" olabiliyoruz!
Ancak o zaman kendi yolumuzda yürüyebiliyor, kendimizi gerçekleştirebiliyoruz!
Ha bir de daha çok dinlemek ile ilgili bir mesajı vardı filmin. Oldukça anlamlıydı burası da benim için.
Dışarıyı dinlediğimiz zaman gerçekten yaşamın içine giriyoruz...Daha çok katılabiliyoruz yaşama. O zaman gerçekten dokunabiliyoruz yaşamımızdaki insanlara! Daha yakın , samimi ve içten ilişkiler kurabiliyoruz...Ve daha çok öğreniyor , gelişiyoruz...
Geçtiğimiz yıllarda bir günlük "konuşma orucu" tutmuştum...Onu hatırladım! Hem iç seslerinizi hem de dışarıdaki sesleri daha iyi algılamak için bire bir bu yöntem...İnsanların size yaklaşımını izlemek ise çok farklı bir deneyimdi gerçekten. Zaman zaman düşünmüşümdür konuşma orucunu daha uzun süreli tekrarlamayı...
Yaşamın anlattıklarını o zaman daha iyi duyarız belki de...
Özetle çok keyifli bir film gerçekten!
Şimdiden iyi seyirler...
Sevgiler
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder