26 Ocak 2012 Perşembe

Acı Reçete

Geçtiğimiz Pazartesi(23 Ocak 2012) Fazıl Say'ın bir köşe yazısı vardı Cumhuriyet gazetesinde.

5 yaşında iken hocası sorarmış. "Bugün ne gördün? Okulda ? Sokakta? Oyunda ? Anlat piyano ile..." diye.

                                                  

İşte ben de tam o gün Kadıköy 'deki bir semt polikliniğine gittim.

Kuyrukta bekledikten sonra dahiliye Dr 'u için numara aldım ve üst kata çıktım.

Bir de ne göreyim? Onlarca insan (en az 60-70 kişi) kapıda bekliyor. Sadece tek bir dahiliye Dr'u varmış.

Camlar kapalı havasız bir ortam. Çoğunluk yaşlı...Hatta ayakta duramıyacak kadar yaşlı ve hasta olan insanlar da vardı.

O an düşündüm. Nüfusun çoğunluğu genç ve/veya çalışan kesim olduğundan ya daha az hasta oluyorlar ya da özel hastanelere gidiyorlardı. Daha şanslıları, çalıştıkları şirketlerinin özel sağlık sigortasından yararlanıyordu...

Devlet desteğinden en çok yararlanma ihtiyacında olanlar yaşlı ve emeklilerin işte kuyruklarda geçiyordu kalan ömürleri!

Sonra bir ortopedist uzman Dr sadece tahlil yazdıracak varsa bana gelsin dedi. Ben de o grup içindekilerden biri olarak 15-20 dakika içinde istediğim tahlili yazdırabildim.

Ortopedist Dr geçenlerde bir TV programı izlediğini ve orada "çözüm odaklı " olmak üzere bir söyleşi dinlediğini ve bir nevi ondan esinlenerek bu yaklaşımı gösterdiğini paylaştı benimle.

Ben de ilgisi ve hassasiyeti için teşekkür ettim kendisine onca insan adına.

TV gerçekten muazzam bir araç. Yanlış olan kötü olan TV değil! Kullanım amacı. Nasıl kullanıldığı asıl önemli olan yani. Topyekün dünyayı çok hızlı bir şekilde değiştirebilecek bir güç halbuki TV. Ancak sadece ve sadece insanların "uyurgezerliğini" besliyor şu anda tüm dünyada.

Sonra tahlil için tekrar uzun bir kuyruğa girdim. Yaşlılar bastonları ile ayakta durmaya çalışıyorlardı ve bizim gibi vatandaşlar dışında onlara hizmet eden kimsecikler yoktu.

İşte o anda belirdi Rabia Bebek.

Babasının kucağında uyuklayan 4 yaşındaki kız bebek. Vücudunda ve sol bacağında sanırım çelik korse gibi bir metal içinde olan bir yavrucuk.

Yanlarında elinde tıbbı evraklar bulunan bir de kadın vardı. Kadın bebeğin doğuştan bazı rahatsızlıkları olduğunu anlatıyor ve destek istiyordu.

Bir kaç rahatsızlığı vardı Rabia bebeğin ve sadece özel mama ile beslenebiliyordu. Mama parası için destek istiyorlardı.

Bir kaç kez ameliyat olmuştu minicik bedeni Rabia bebeğin.

Poliklinik içinde sahte bir duruma izin vermeyeceklerini düşünüyorum. Yani muhtemelen gerçekten bebecik rahatsızdı ve devletin yardımı yetmiyordu işte.

Bebeğin ismini sordum. Sağ elini tuttum okşadım ve gözlerine baktım.

"Çok güzelsin ve seni seviyorum " dedim.

Gözleri çok uzaklardaydı sanki. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu minicik yüreği ile. Hak etmiyordu bunu ne Rabia Bebek ne de babacığı.

O anda gözlerimden yaşlar boşandı.

Hiç bir şey çözülmemişti işte sağlık ile ilgili.

Saygıya özene ilgiye şefkate ihtiyaç duyan yaşlılarımız çok madur durumda olan bebelerimizin insanlarımızın durumu idi benim o gün sokakta gördüğüm...Hepimiz sırça köşklerimizin içinde yaşamı bir şekilde paylaştığımız insanların gerçeklerinden çok uzaklarda hayatlar sürüyorduk.

Utandım kendi duruşumdan! Kendi sessizliğimden, her şey yolunda oyunundaki rolümden...

İnsanlarımız artık sadece 1-2 dakika doktorun yüzünü görmeyi ve eline bir reçete tutuşturulmasını sağlık hizmetine ulaşmak/kavuşmak olarak algılıyordu.

Aslında bu durumdan ne Hipokrat yemini etmiş etik değerlere sahip doktorlarımız ne de onlardan şifa almaya çalışan vatandaş memnundu.

Herkes de durumun farkındaydı aslında...

Kendimizi kandırmaya bir güzel devam ediyoruz işte hep birlikte. Çok iyi bildiğimiz bir şey ya bu bizim toplum olarak!

Yazısını "Bugün ne gördün sokakta ? Anlat..." diye bitirmişti Fazıl Say.

Ben anlattım işte gördüklerimi...Çaresizlik, umutsuzluk , öfke , tükenmişlik, yorgunluk...

Peki siz en son ne zaman gerçekten sokaktaydınız ?

Ve de gerçekten ne gördünüz duydunuz sokakta ?

Sevgiler

Kahkaha Üzerine

Şu sıralar okuduğum bir kitap var.Adı "Kalahari Öğretisi"...

Afrika'daki çöl insanlarının kadim bilgilerinin paylaşıldığı bir kitap.

2009 yılında açıklanan bir araştırmaya göre yeryüzünde yaşayan tüm insanların genetik kökeninin bu çöldeki insanlara uzandığı belirtiliyor kitapta.

Yani bizim atalarımız genetik olarak Kalahari çöl insanları.


Onların insana, yaşama , varoluşa dair düşünce duygu ve duruşları bizlere derin mesajlar veriyor. İnsan olma yolculuğunda nerede olduğumuz ve olmadığımız hakkında!

Beni en çok etkileyen mesajlardan biri de kahkahanın gerçek ruhaniyetin gereklerinden biri olduğu idi.

Yani kahkaha attıkça ruhumuzla evrenin ruhu ile varoluş ile "uyumlanıyor"duk...

Bir araştırmaya göre çocuklar günde 400 yetişkinler ise 15 kez kahkaha atıyormuş.

Osho'nun da benzeri bir yaklaşımı var aşağıdaki gibi...

Gülerken SEN hakiki sensin..
Üzüntülüyken orijinal yüzünü
Toplumun senden beklediği
SAHTE bir kimlikle KAPLIYORSUN.
Hiç kimse SENiN
Sokaklarda DANS etmeye,
Başlayacak kadar çok MUTLU olmanı istemez.
Hiç kimse senin KALPTEN bir şekilde
KAHKAHA atmanı istemez,
Aksi taktirde
Komşular duvara VURMAYA başlayacaktır,
MUTLULUKTAN rahatsız olurlar çünkü…
Mutsuz insanlar,
MUTSUZ olmayan hiç kimseye tahammül EDEMEZLER.

Nedensiz mutlu olacağımız , kahkahalar atacağımız bol bol günlerimiz olması dileğimle...

Sevgiler

Benim "Sevgi Çiçeğim"

OSHO 'nun "Sevgi Ender Açan Bir Çiçektir" yazısından esinlenerek Çeşme Altınkum sahilinde oldukça serin denize girdikten sonra , ıssız kumsalda muhteşem bir gün batımı eşliğinde çizdiğim bir resim...


"Sevgi Denizindeki SevgiÇiçeği" adı resmin. Tarih Ekim 2008 ...Gerçekten büyülü bir deniz bu benim için.

Türkiye'nin tüm kumsallarını görmedim ama gördüklerimin arasında beni en çok etkileyen kumsal burası.

Ege Denizi'nin içinde tamamen bakir bir kumsal. Sazlardan ve ahşaptan yapılmış bir kaç mini cafe var sadece.

Kendinizi olabildiğince doğa ile iç içe ve özgür hissettiğiniz bir yer.

Kumsalda özgürce koşmanın ne kadar keyifli ve eğlenceli bir şey olduğunu tekrar hatırladım burada.

Umarım uzun yıllar bu şekilde kalır!

OSHO'nun yazısını da aşağıda paylaşıyorum...

Sevgi nadiren açan bir çiçektir. Sadece arada bir gerçekleşir. Milyonlarca insan sevgili oldukları yanlış inancına kapılmıştır ancak bu yalnızca onların inancı.
Sevgi nadiren açan bir çiçektir. Arada bir olur. Nadirdir çünkü ancak korkun olmadığında gerçekleşebilir, daha önce değil. Yani sevgi ancak derin ruhsallığa sahip , "dindar" birinin başına gelebilir. Seks herkes için mümkündür. Tanışıklık herkes için mümkündür. Sevgi değil.
Korkmadığın zaman saklayacak bir şeyin yoktur;ancak o zaman bütün sınırları kaldırıp açık bir insan olabilirsin. Ancak o zaman bir başka insanı kendi gönlünün derinliklerine ulaşması için davet edebilirsin. Ve unutma ; eğer birinin gönlünün derinliklerine girmesine izin verirsen, o biri de senin kendi gönlünün derinliklerine girmesine izin verecektir. GÜVEN yaratılmıştır. Sen korkmadığın zaman diğeri de korkusuz olur.
Senin sevginde her zaman korku vardı. Koca karısından korkar, kadın kocasından korkar. Sevgililer sürekli korkar. O zaman yaşanan sevgi olmaz. Yaşananlar sadece birbirine dayanan iki korku dolu insanın arasında yapılmış olan bir düzenlemedir. Kavga sömürü manipülasyon kontrol hükmetmek sahiplenmek vardır ama bu sevgi değildir.
Eğer sevginin oluşmasına izin verirsen duaya ihtiyaç kalmaz meditasyona ihtiyaç kalmaz herhangi bir kiliseye ya da tapınağa ihtiyaç kalmaz. Eğer sevebiliyorsan Tanrı'yı tamamen "unutabilirsin". Çünkü sevgi sayesinde herşeyi yaşamış olacaksın, meditasyonu, duayı, Tanrı'yı. İsa "Sevgi Tanrı'dır" derken bunu kastediyordu.
Ancak sevgi zordur. Korkunun geride bırakılması gerekir. İşin garip tarafı da bu; kaybedecek hiçbir şeyin olmamasına rağmen bu kadar korkuyor olman.
Hiç kimse sana karşı değil. Birinin sana karşı olduğunu hissetsen bile , o bile sana karşı değil. Çünkü herkes kendisiyle ilgilenmektedir, seninle değil. Korkacak bir şey yok. Cesaret...

Sevgiler

Rahim Küsmesi

Geçen hafta oğlumun sınıfından iki anne çocukları ile sabah kahvesine gelmişti bana.

Sohbet sırasında rahim küsmesi diye bir konu açıldı.

Anadolu 'da böyle bir inanç varmış...Yaşlı kadınların anlattığını söylüyorlar.




İlk çocuk sonrası dahi görülen bir şeymiş bu.

Doğum kontrol uygulanınca rahim küser hamile kalamazmış kadın bir süreliğine.

Yani var olma fonksiyonu elinden alınınca bir nevi red edermiş görevini...

Bayağı etkilendim. Sonra bir soru takıldı aklıma.

Acaba başka organlarımız da küsebilir miydi bize?

Çok tıbbı bilgim olmamakla birlikte en kritik organımız olarak kalp aklıma geldi hemen.

Hani rahim küsünce olsa olsa bir süreliğine hamile kalamıyorduk.

Mazallah kalbin bir an bile küsmesi yaşamımızı kaybetmemiz demekti.

Peki kalp neden ve nasıl küserdi?

Var olma fonsiyonu nasıl elinden alınabilirdi? Var olma fonksiyonu sadece kan pompalamak mıydı?

Bazıları kalbe ruhun evi diyorlar. Sevginin ve ışığın evi.

Asıl var olma fonksiyonunun sevmek olduğu söyleniyor.

Acaba sevmeyi unutsak , red etsek , kabul etmesek , yok saysak , korksak kalp küser miydi?

Zaten kalpbimizde var olan sevgiyi ifade edemesek, gösteremesek hatta sevgiden kaçsak kalp küser miydi?

Sevgi ile ilgili kendimizi kandırsak yalanlar söylesek yine küser miydi kalp?

Ruha öze aykırı davranış ve sözlerimizden dolayı da kalp küser miydi?

Aşırı materyal maddeci mantıklı olsak kalp küser miydi?

Acaba kalp krizi denen olay bir kalp küsmesi halimiydi?

Sorular sorular...

Herkesin kendine göre yanıtı olduğuna inanıyorum.

Kalbimi küstürmemek için nasıl davranmalı, düşünmeli ve yaşamalıyım diye sormalı her insan kendine belkide.

Öyle ya da böyle kalp küstürülmeye gelmiyor.

Belki de kalbimizle barış yapma zamanı gelmiştir...

Kim bilir?

Sevgiler

19 Ocak 2012 Perşembe

Oyuncakçı Amca

Okullar yarın ara yıl tatiline giriyor. Bugün küçük oğlum elinde bir kağıtla geldi eve. Birinci sınıfa gidiyor evimize yakın bir devlet okulunda.

Sınıfta yarın aşağıdaki şiiri okuyacaklar ve her bölümü başka bir çocuk seslendirecekmiş...

Şiirin orijinali Abdülkadir Bulut'a aitmiş. Son kısımı öğretmenleri eklemiş mesajın altını çizmek için sanırım.



OYUNCAKÇI AMCA

Oyuncakçı amca
Ne çok oyuncakların var
Top,tüfek,tabanca...
Gövdem titriyor onlara bakınca!

Ne olursun oyuncakçı amca
Bundan böyle bizlere,
Oyuncak tüfekler yerine,
Ak yelkenli bir gemi
Bir de uçurtmalar getir
Unutma emi?

Sonra oyuncakçı amca
Senden aldığım tüfekleri
Bozarak onlardan kuş yaptım
Bana kızmadın değil mi?

Kızar mıyım evladım sizin yaptıklarınıza
Çok önceden ben yapmalıydım,sağolun.


Adeta çocuklar artık yalvarıyor oyuncakçı amcalarına annelerine babalarına büyüklerine...

Bize top tüfek tabanca yerine gemiler uçurtmalar toplar bebekler alın diyorlar.

Hiç birimizin hakkı yok bu masum sevgi dolu yürekleri karartmaya. Onlar yarının umudu. Yeni dünyanın ışıkları...

Daha önceki bir yazımda da bu konuya dikkat çekmeye çalışmıştım. Hep birlikte ancak hareket edebilirsek çocuklarımızı kurtarabiliriz şiddet canavarının dişlerinden.

Çok canlar yitip gitti yaşadığımız coğrafyada. Ölümü sever olduk kutsal yaşam pınarını yudumlamak yerine.

Toprak doydu kana !

Çocuklarla ilgili tüm sivil toplum örgütlerini harekete geçmeye çağırıyorum buradan. Okullar belediyeler tüm devlet kurumlarına da sesleniyorum aynı şekilde.

Anneler babalar dedeler nineler bu masum yüreklerin yakarışını duyalım artık !

Çocuklarımız ki onlar aslında Hayat'ın oğulları ve kızlarıdırlar.

Şair Halil Cibran'ın çok sevdiğim şiirlerinden birini burada paylaşıyorum .

ÇOCUKLAR

Sizin diye bildiğiniz evlatlar gerçekte sizin değildirler,
Onlar kendilerini özleyen Hayat'ın oğulları ve kızlarıdırlar,
Sizler aracılığıyla dünyaya gelmişlerdir ama sizden değildirler,
Sizlerin yanındadırlar ama sizlerin malı değildirler,
Onlara sevginizi verebilirsiniz ama düşüncelerinizi asla,
Çünkü onların kendi düşünceleri vardır,
Onların bedenlerini barındırabilirsiniz ama Ruhlarını asla,
Çünkü onların Ruhları geleceğin sarayında oturur,
Ve sizler düşlerinizde bile orayı ziyaret edemezsiniz,
Kendinizi onlara benzetmeye çalışabilirsiniz,
Ama onları kendinize benzetmeye çalışmayın hiç ,
Çünkü Hayat ne geriye gider ne de geçmişle ilgilenir,
Sizler,evlatların birer canlı ok gibi fırlatıldıkları yaylarsınız,
Yayı gerenin elinde seve seve bükülün,
Çünkü oku atan O güç ,uzaklaşan okları sevdiği kadar,
Elindeki sağlam yayı da sever ....


Oğlumun okuduğu okulun tüm duyarlı öğretmenlerine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

Yalnız olmadığımı ve aynı duyarlılığa sahip bireyler olarak birlikte birşeyleri değişebileceğimizi bilmek, su serpiyor şu ana yüreğime.

Haydi bu ara yılı tatiline "silahsızlanarak" girsin çocuklarımız!

Sevgiler