17 Mart 2012 Cumartesi

Çocuklarıma Bırakacağım Miras

Bir kaç senedir kafamı kurcalıyor bu konu.

Büyük oğlum 12 küçük oğlum ise 7 yaşında oluyor bu sene.

İki erkek yetiştirmeye çalışıyorum kendimce...

Üstelik hem anne hem babalık yapmak gibi bir sorumluluğu da üstlenmiş bulunuyorum . Gerçekten boşanmış bile olsalar çocuklarının sorumluluğunu paylaşıyor olması anne ve babaların bam başka bir durum. Benim durumum ise ciddi sorumluluk yüklüyor insana.

Bu nedenle ebeveyn olmanın sorumluluğunu ve de önceliğimi sorguluyorum hep...

Hani bazı sözler vardır bilirsiniz.

"İnsan olarak doğulmuyor insan olunuyor " ya da

" İnsanın anavatanı çocukluğudur" gibilerinden..

Hatta bu yazıyı yazmaya başladığım gün "Kendi Kutup Yıldızını Bul" isimli kitabı karıştırırken kitapçıda aşağıdaki sözü ile karşılaştım Shakespeare'in

"Hiçbir miras doğruluk kadar zengin değildir."


Bu arada benim Hintli gurum Shakspeare'in aydınlanmış bir ruh olduğunu söylerdi. Sözlerine bakıyorum da sanki Kuantum fiziğini , çekim yasaını ve diğer tüm evrensel yasaları bilirmişcesine bilgece sözleri var onun da bir çok aydınlanmış ruh gibi...

İşte yaşam tam da iletmek istediğim ve de ihtiyaç duyduğum mesajı karşıma çıkartmıştı...

Epey bir düşünmeliyiz ebeveyn olarak bu sözler üzerine.

Bir de geçen gün Oscar kazanan İran yapımı AYRILIK filmini izledim. Çok çarpıcı idi dürüstlük seviyeleri o insanların. Herşeye rağmen , bir babanın kendisinin hapise girme riskine karşı , kızının dürüstlük ve adalet algısına saygı duyduğu ve ona zarar vermemek için sustuğu bir bölüm vardı ki işte asıl sorumluluğumuzun bu olduğuna karar verdim ebevenyler olarak. Bu filmi izlemenizi öneririm.




Çocuklarımıza, dünyaya ve yaşama karşı sorumluluğumuz bu bizim. Erdemli bireyler yetiştirmek...

Evet ben çocuklarımın mutlu , kendileri ile barışık , kendilerini olduğu gibi kabul edip seven , dünyaya ve üzerindeki tüm canlılara saygı ve sevgi duyan , vicdan sahibi , erdemli , ne olursa olsun yaşamlarında doğruluğu düsürtlüğü düstur edinmiş BİREYLER olarak yetişmesini istiyorum.

Evrim devam ediyor.Bilincin evrimi , asıl olan dönüştüren geliştiren.

Ne yaptığımız değil kim olduğumuz asıl olan.

Ben tüm imkanlarımla hem kendim hem de çocuklarım için işte bu kim olduğumuzun altını doldurmaya, vakti geldiğinde bu güzel eğlenceli diyardan göçerken yanımızda götürebileceğimiz "şeylere" yatırım yapmaya çalışıyorum. Hem zaman hem para anlamında...

Bir kum tanesi kadar maddi bir şeyi götüremezken , özgürleşmiş bir yürek , doğruluk erdemi ile taçlandırılmış bir bilinç ve daha bir çok güzelliği varlığımıza katabilmeyi becerdiğimiz yanımızda götürebileceğiz ancak.

Mutlu bir çocukluk sunabilmek çocuklarımıza bunun ilk adımı belki de.

Yirmi yıl önce çevre konuları ile dalga geçerdi insanlar...Şimdi ilk gündem maddelerimiz içinde küresel ısınma. Felaket senaryoları heryerde. On veya yirmi yıl sonra dünyayı ve insanlığı nelerin beklediğini tahmin bile edemiyoruz.

Bir de bir organizmanın yaşam alanı tükendiği ve yaşamı tehdit altına girdiğinde şiddetli bir şekilde çoğalma/üremeye odaklandığını öğrendim geçen gün. Buna bağlı olarak da insanoğlunun bu inanılmaz şekilde çoğalmasının bir şekilde yok olma tehdidini algılamış olması ile ilgisi olup olamıyacağını düşünmeden de edemedim.

Özetle savaş, küresel ısınma, kıtlık, hastalık, yaşam alanlarının ve doğal dengenin yok olması...Kapımızda bizi bekleyen tehditler olabilir gerçekten bunlar...Belki çocuklarımızı çok zor günler bekliyor. Belki insanlık bir varoluş krizi yaşayacak...

Tekrar derin derin düşünmeliyiz...Önceliğimiz ne olmalı ve de gerçek sorumluluğumuz ne diye?

Doğadan koparılmış yabanıl bitkiler ya da vahşi hayvanlar gibi çocuklarımız. Apartman dairelerinde toprağa dokunmadan çimlerde yuvarlanmadan horozların tavukların peşinden koşmadan ağaçlardan kendi elleri ile meyve kopartmadan yaşanan bir çocukluk sunmuşuz onlara. Kendi özünden uzaklaştırılmışlar koparılmışlar.

Sistemin oyununa gelmişiz. Unutmuşuz asıl hedefimizi...Özel okullar servisler sabahın beşlerinde kalkıp ağır şehir trafiğinde okula gitmeler dershaneler sınavlar...Girmişiz bilinçsizce bu çarkın içine.

Ben şahsen çocuk olsam nefret ederdim böyle bir yaşamdan...Öfke ile dolardım ebeveynlerime ve dünyaya karşı. Benim özgürlüğümü sınırlayan şarkı söyleyip dans etmemi oyun oynamamı engelleyen herşeyi düşman olarak görürdüm...

Peki nedir asıl olarak çocuklarımıza sunmamız gereken ve de bırakacağımız miras?

Temiz hava ve gıdaya ulaşabilmek , doğa ile iç içe olmak, önceliklerinde oyun ve eğlencenin olması sunabileceğimiz en muhteşem imkanlar...Miras olarak aktarabileceğimiz ise kendi değerlerimiz. Doğruluğumuz, dürüstlüğümüz, vicdanlı duruşumuz... Yani erdemlerimiz...Gerçek bir insan olabilmek çocuklarımıza sunabileceğimiz mükemmel rol modeli.

Yaşamın ne getireceğini tahmin edebilmek mümkün değil ,kabul edelim. Ancak bundan on yıl sonra bir oğlum 22 ve diğeri de 17 yaşında iki genç erkek olacaklar.

Mutlu bir çocukluk yaşamış erdemli bireyler olabilmeleri benim öncelikli hedefim. Gerçek insan olabilmeleri!

Dünyaya insanlığa ne olur bilemem ama o yaşta bile yanlarında götürecekleri çok şeyleri olacağına inanıyorum bu yaklaşımla.

Bir de şunu hatırlayalım. Yaşam dediğimiz evrim dediğimiz şeyler içi boş sözcükler değil. İnce bir zekaya sahip canlı , kendi iradesi olan bir enerji akışı...Yaşam da tıpkı bizler gibi seçimler yapan, kendi iradesi olan, kendi hedefleri olan bir varlık...

Sizce yaşam bir seçim yapmak durumunda kalsa en erdemli en sevgide ve onun hedeflerini en çok destekleyen , onu besleyen varlığımı seçer yoksa bunun tam tersi mi ?

Ben içsel olarak o güne kendimizi de çocuklarımızı da hazırlamalıyız diyorum. Gerçek insan olmak hedefimiz olmalı.

Ne yaptığımız değil kim olduğumuza bakacak yaşam...İnanın ki bu böyle!

Sınavlarda kaçıncı olduğumuzun hangi okullardan diploma aldığımızın hangi şirketlerde hangi imkanlarda ve ünvanlarda çalıştığımızın inanın hiçbir önemi olmayacak o gün. Bu dünyadaki duruşumuz ve ne kadar insan olabilmeyi becerebildiğimiz bizim geleceğimizi belirleyecek olan.

Üstelik yaşamın bize sundukları da ne yaptığımızla ilgili değil. Kim olduğumuzla ilgili...Ne veriyorsak yaşama onu geri iletiyor bize yaşam sadece. Yaşamımızdaki herşeyden biz sorumluyuz. İşte diğer bir mirasım da bu çocuklarıma aktaracak olduğum. Yaşamlarının kahramanı olduklarını bilmeleri...Şikayet ve mazeretten yani kurban rolünden kendini acımaktan özgürleşmiş yüreklere sahip olabilmeleri...İşte o zaman yaşam onları onlarda yaşamı seçecekler...Birlikte akabilecekler.

Kim olduğumda çok büyük payları var anne ve babamın. Ve de kendileri bu şekilde yaşama karşı sorumluluklarını yerine getirmiş oldular bir anlamda. Bana aktardıkları mirasları ile bunu sağladılar. Gayet mütevazi bir ebeveyne sahibim. Babam vergi dairesinden emekli memur ve annem de hala ev kadını... Ev kadınları asla emekli olamıyor biliyorsunuz...Ancak bana bıraktıkları mirasları ile bugün ben çok zengin bir insan oldum...Yaşamımdaki tüm güzelliklerde onların da çok ciddi payı var.

Bana doğruluk ve dürüstlüğü miras bırakan ve her zaman sevgi ile yanımda olan anne ve babama , erkek kardeşime ve tüm aileme teşekkür ediyorum buradan.

İyi ki varsınız ve iyi ki bu aileye doğmuşum !

Okuyucuya özelnotum var...Eğer bugün kendinizi doğru , dürüst , yaşama ve insana saygılı , tüm canlılara karşı sevgi dolu ,bütünü düşünen bir insan olarak tanımlıyorsanız, anne babanızla her ne yaşamış olursanız olun ya da hatta hiç yaşamamış , bilinki onlar size çok değerli bırakmış. Onları onurlandırın bu mirasları için. Ha hala hayatınızda zorluklar sıkıntılar var ise iyi haber şu ki , bu sadece ve sadece sizinle ilgili...Engellerinizi korkularınızı bıraktığınızda yaşam da size layık olduğunuz hak ettiğiniz ve de ona yansıtığınız ışığınızın kat be katını yaşamınıza getirecektir. Sadece kendi yolunuzdan çekin kendinizi...Hepsi bu işte? Ne kadar kolay değil mi?

Sevgilerimle

4 Mart 2012 Pazar

Bir Cenaze, Bir Baba ve Bir Oğul

Geçtiğimiz günlerde bir arkadaşımın babası vefat etti.

Arkadaşımla ortak başka bir arkadaşımı arayıp gelip gelemiyeceğini sordum cenazeye. Bana üç yıldır babası vefat eden arkadaşımızla görüşmediklerini ve yinede aradığını ancak telefonla ona ulaşamayınca da taziye mesajı attığını iletti ortak arkadaşımız.



Nedenini merak ettim ve de sordum...

Ortak arkadaşımız eşinden boşanmıştı ve bir çocuğu vardı boşandığı eşinden. İşte babası vefat eden arkadaşım çok "kızmış" ona ve görüşmüyorlarmış o zamandan bu zamana.

Nasıl yani dediğinizi duyuyorum...Ben de şaşırdım ve de düşündüm epey üzerine bunun.

Malesef hepimizin fark etmeden yaşadığı gibi , bilinçaltının etkisinde "uyku" halindeydi işte benim sevgili arkadaşım da. Kendi geçmişini yansıtıyordu ortak arkadaşımızla bugünkü ilişkisine . Nötrleşememiş olumsuz duygular anda olamayan zihinle birleşince, geçmişin gölgeleri bugün içinde bulunduğumuz ilişkilere zarar veriyor, tüketiyordu onları malesef. Hem de hiç ama hiç farkında olmadan olup bitiyordu herşey!

Kendi annesi babası boşandığında küçük bir çocuk olarak çok acı çekmiş ve yalnızlık hissetmiş arkadaşım. Ve de ortak arkadaşımızın çocuğunun da benzeri bir deneyimi yaşayacağı inancı ve kaygısı ile ortak arkadaşımıza kızmış hatta onu yaşamından çıkartmıştı arkadaşım. Acı ve yalnızlık deneyimi kendisinin seçimi idi halbuki. Ortak arkadaşımızın çocuğunun seçimi ve deneyimi onunki gibi olmıyabilirdi üstelik.

Kendi çocukluğundaki ifade edemediği kızgınlığı yansıtıyordu ortak arkadaşımıza sanırım. Babasına duyduğu kızgınlığı oldukça yakın olan arkadaşına yansıtıyordu bugün. İçindeki çocuk acı içindeydi hala ve bu olumsuz duyguyu nötrleyemediğinden dolayı da bir "dostluk" sona ermişti. Kendimizin ya da anne babamızın deneyimleri aracılığı ile yaşama insanlara kadın ve erkeklere dair önyargı gözlüklerine sahip oluyoruz. Etrafımıza bu gözlüklerle bakınca da zaten inandıklarımızı görüyor ve de beklentilerimizi yansıttıklarımızı deneyimliyoruz. Sosyolojide buna "kendini gerçekleştiren kehanet" deniyor.

Sağlıklı iletişim ve ilişkiler için işte bu önyargı gözlüklerimizi çıkartmamız gerekiyor. Geçmişin gölgelerinden özgürleşmek bir anlamda... Ve de her bireyin kendi özgür iradesi ile farklı seçimler yapabileceğini kabul etmek...Bu da onları öncelikli olarak BİREY olarak görebilmekten geçiyor elbette. Çocuklarımızı da bizden ayrı farklı kendilerine ait düşünce duygu ve inançları olan, kendi doğruları seçimleri ve kararları olan bireyler olarak görebilmek çok önemli burada. Onların kendi yolları var zaten. Biz bir şey öğretmiyoruz onlara. Sadece kendi yollarını bulmalarında rehberlik edebiliriz , bizlere ihtiyaç duyduklarında da yanlarında olabiliriz.

İşin daha enteresan yanı ölen baba dünyaya mal olmuş bir kimlikti. Uzun yıllar yurt dışında yaşamıştı. Kendi yaşam misyonunu kendini gerçekleştirmiş bir insandı. Hani Maslow piramidinin en son tepe ucuna ulaşabilmiş bir birey. Bilincinin ışığını yeryüzüne indirebilmiş bir varlık.

Ama acı çeken bir çocuk yüreği idi işte. O ne anlardı ki misyondan kendini gerçekleştirmekten...O da kendisine göre kesinlikle haklı idi. Sorun çocukluktaki duygusal acının iyileşmiyerek, yetişkin ilişkilerine bugüne yansıyarak mevcut ilişkilere zarar veriyor olmasındaydı sadece.

Sonra aklıma Pocahontas çizgi filmi geldi. Hani kızılderili bir prensesle İngiliz askerin aşk hikayesinin işlendiği çizgi film. Orada İngiliz askerin bir sözünü hatırladım. " Benim tek sorumluluğum yüreğime karşı" demişti İngiliz asker tüm gücü ünvanı parayı bırakıp Pocahontas'la onun ülkesine yelken açarken. İçindeki vahşi (en doğal ve saf) dişiye , bilge kadına dokunmak isteyen tüm kadınlara bu çizgi filmin iki CD'lik setini izlemesini öneririm bu arada...

Aslında hepimizin tek sorumluluğu yüreğimize karşı olan sorumluluğumuz değil mi? Kendimiz olabilmek, kendimizi gerçekleştirmek, yüreğimizin rehberliğinde yaşamak...

Ancak sanırım özellikle bunu yapabilen insanları katı şekilde yargılıyoruz. Toplumsal kimliklere göre şekillenmiş belirli davranış kalıplarına uymamız bekleniyor. Vefat eden insan , yüreğine karşı sorumluluğunu önceliğine alan biri idi bence . Yaşamının hakkını vermişti. Binlerce insanın yaşamına dokunabilmişti. Mutlaka kendince kendisine göre sevmişti oğlunu da...Bütün insanlığı seven bir yürek elbetteki oğlunu da derinden seviyordu.

Kendi acılarımızın hatalarımızın sorumluluklarını başkalarına atıp "kurban rolünü" pek bir güzel oynamayı ne de iyi beceriyoruz hani değil mi? Oysaki yaşadığı deneyimde o küçük çocuğun da bireysel seçiminin katkısı vardı elbette. O acıyı ve yalnızlığı seçmişti.

Bilirsiniz babası alkolik olan bir Prof ' a sormuşlar. "Nasıl Prof olabildiniz böyle bir babanız varken? " diye. Cevabı " Başka seçeneğim yoktu" olmuş. Aynı soruyu alkolik kardeşine sormuşlar bu sefer. O da
" Başka seçeneğim yoktu " demiş. Aynı cevabı vermişler yani. Aynı duruma farklı tepki veren iki insan.

Özetle yaşamımızda hepimiz bir çok yanlış seçimler yapmış ve yanlış kararlar almış olabiliriz. Belki de bize ve bize göre sevdiklerimize acı veren sonuçları oldu bu seçim ve kararlarımızın. Kısaca pek çok hata yapmış olabiliriz!

Ancak yaşamımızdaki insanların bizim bu seçimlerimiz nedeni ile yaşadıkları her ne ise bunun onların da seçimi olduğunu hatırlamalıyız. Bunu eğer görüp kabul edebilirsek ancak geçmişimizle barışıp suçluluk duygusundan özgürleşebiliriz ve de yeniye doğru cesaretle adım atabiliriz. Bırakalım onların seçimlerinin sorumluluklarını da taşımayı artık. İnanın onların büyümesine , yaşamlarının ve ilişkilerinin sorumluluğunu almasına yardımcı olmuyoruz onların sorumluklarını bizzat biz taşıyarak. Bu sadece çocukları içermiyor. Hala büyüyememiş yaşamının ve ilişkilerinin sorumluluğunu alamayan koca koca insanları da içeriyor üstelik. Bırakalım büyüsün yaşamımızdaki insanlar!

Her birey sadece ve sadece kendi yüreğine karşı sorumlu!

Guru'mun yıllar önce bizimle paylaştığı bir yaklaşımı aktarmak istiyorum burada. Malum bir çok rollerimiz var yaşam içinde. Evlat, anne baba, çalışan , vatandaş , kardeş olarak...İşte bu rollerin gereğini yerine getirmeliyiz elbette ve ancak bu rolleri kimlik olarak alıp giymemeliyiz üzerimize. Yani bağımlılık olmamalı bu rollerle aramızda. Rolün kendisi biz olmamalıyız. Bir mesafe özgür alan boşluk olmalı aramızda. Aksi halde hem kendimize hem de yaşamımızdaki insanlara onların varoluşuna ve misyonlarına zarar veririz.

Zira bu roller sanal kimliklerimiz. Gerçek kimliğimizle ilgisi yok. Hepsi illüzyon bir anlamda ve zamanla değişkenlik gösterebiliyorlar. Asıl kimliğimiz zaman ve mekandan özgür her yerde her zaman var olan, sonsuzdan sonsuza uzanan en içsel benliğimiz, özümüz , ruhumuz...O yakılamaz su da boğulamaz...Hiçbir şekilde incitileyemeyen yanımız...İncinen acı çeken yanımız egomuz...

İşte ben kimim sorusunun yanıtı daha çok ruhsal özümüze doğru ise varlık hem kendisi hem de yaşamındaki insanlar için daha özgür ve özgürlükçü bir duruş sergileyebiliyor. Bir özgürlük alanı oluşuyor varlığınızın içinde ve de dışında.

Ancak doğru yanlış iyi kötü de yok yaşamın akışında. Bireyin seçimi ve deneyimi var sadece. Arkadaşım küçük bir çocukken acı ve yalnızlığı seçmişti. Bu onun bilincinin gelişimi evrilimi için belki de ihtiyaç duyduğu bir deneyim di...Asıl odaklanmamız gereken bugünümüzü geçmişin gölgelerinden arındırarak yaşamı kucaklayabilmekti.

Geçmişin gölgelerinden özgürleştiğimiz ışıl ışıl bir yaşam diliyorum !

Sevgiler

3 Mart 2012 Cumartesi

Gözleri Açık Sevmek

Jorge Bucay ve Silvia Salinas isimli iki yazarın kitabının ismi bu...

İnternet'teki servis sağlayıcılarından birinin e-posta adresinde yaptığı bir hata bir kadınla bir erkeği karşılaştırır. Roberto aşk ve çiftler hakkında yazışan iki psikologun e-postalarına gizemli bir şekilde karışır...Özetle kitabın kurgusu böyle.


Tamamen bir rastlantı sonucu elime ulaştı bu kitap. Şöyle bir karıştırırken aşağıdaki kısa alıntı bölümü karşıma çıktı. İlgimi çekti kitap !

Herşeyin yeniden yapılandığı , eski ilişki kalıplarından özgürleşmeye çalışılıp yeni tanımların oturtulmaya çalışıldığı bu dönemde, kitabın hepimize farklı bir bakış açısı katacağına inanıyorum.

"Sevmek başkasının içeri girmesine izin vermekle ilgili bir karar, savunmalarımı indiriyorum, güvensizliğimi terk ediyorum, onun için kendi katı düşüncelerimden vazgeçiyorum ve nasıl olduğunu, nasıl hareket ettiğini, nasıl düşündüğünü keşfetmeye karar veriyorum, onu benim gibi düşünmeye , benim gibi yapmaya zorlamıyorum. Ayrıca kendimi de, onun olmamı istediğini düşündüğüm kalıba girmeye zorlamıyorum.

Bence aşk süreğen bir şey. Ama buna ulaşabilmek için sevmemize engel olan önyargılardan kurtulmamız gerekli. Bunlardan biri de kültürel "çift" tanımımızdır.

Bir çift nedir? İki kişinin çift olmak için ne yapmaları gerekir? Sen sürekli ortak projeden söz edersin. Bu hiç aklıma gelmedi. Ben başka şeyler düşündüm ama seni dinliyorum.

Birlikte olmanın verdiği haz: bu da başka bir tanımlama.

Sadece onun güzelliğine, ekonomik gücüne, beni ne kadar sevdiğine değer verirsem, onunla olduğum zaman kendimi nasıl hissettiğimle bağlantı kuramam.

Başka biriyle birlikte olmaktan haz duyduğumuz zaman yaptığımız şeylerin çoğunu onunla paylaşmak isteriz ve bu içimizde verilen bir karardır. İnsanın ne kiminle yaşadığıyla ilgisi vardır ne de iradeye bağlıdır. Ötekine farklı bir şekilde bağlandığımızı hissettiğimizde KENDİLİĞİNDEN OLAN bir şeydir. Her ikimiz de varsak, içimizden verdiğimiz özel bir sözdür.

Peki var olmak nedir? Burada ve şimdide olmak anlamına gelir ve bu meydan okumanın belki de en önemli parçasıdır.

Gereksiz alçakgönüllülük göstermeden şunu söyliyebilirim ki, şimdiyi geleceğe ve geçmişe göre çok daha özel kılan , hiç kuşkusuz benim varlığımdır. Şimdi gerçekten olmaktadır , elimin altındadır ve onu yaşamaktayım.

Şimdi ve burada olmak, "sürekli farkındalık" bir teknik, bir yöntemdir ve gündelik hayatımıza katmak bisiklete binmeye benzer. Başlangıçta düşmemek için destek tekerleklere ihtiyaç duyarsın, sürekli dengeyi düşünürsün ve çok zorlanırsın. Ama biraz alıştırma yaparak öğrendiklerimizi otomatikleştirebiliriz ve açıklanamaz bir biçimde zihnimizi denge konusuna takmadan bisiklete bineriz. Akar gideriz.

Bizim önerimiz de bu (öğrenilip otomatikleştirilebilen) akış burada ve şimdide var olmaktır.

Böylelikle, yaptığımız psikolojik çalışma ruhsal gelişimimizin hizmetine girer.

Katı bir şekilde yapılandırılmış olan "ben" gerçek varlığımıza ulaşmamıza engeller, bu nedenle kişisel yapı bozum bizi mutlağın keşfine ulaştıracak bir araç olabilir. Yolumuzdaki ilk engel kendi içimizde burada ve şimdide olmayı bilmememizdir kuşkusuz.

Burada ve şimdide olmak istemediğimiz alanlarda bunu nasıl başarabiliriz? Sadece kaçıp gitmek istediğimiz alanlarda bunu nasıl başarabiliriz?

Nefret ettiğimiz bu alanlar olmayı hiçbir zaman öğrenmediğimiz yerler, kimsenin bize öğretmediği durumlardır. Sadece oradan kaçmayı biliriz.

Orada olma kapasitesini geliştirmemiz gerekir.

Istıraplı yerlerde durmanın olanaksız olduğunu düşünürüz ve tek çıkışın tepki vermek olduğuna inanırız; içe kapanmak, saldırmak, suçlamak ya da kaçmak.

Yıllarca böyle davrandıktan sonra bu yerler terk edilmiş olarak kalır. Oralarda var olamadığımız için sadece boşluk vardır, bu nedenle içimizde bir kara delik, eksik bir parça bulunur.

Uydurduğumuz öyküler bir kez acımızın içine dalarsak hiç çıkamayacağımız fikrine dayanır. Kendimizi üzüntümüze teslim edersek, elimizi kolumuzu bağlar. O yere dönmek tehlikelidir: Orasının karanlık olduğunu düşünürüz, oysa sadece orada değilizdir, o kadar.

Bu nedenle orada var olmayı öğrenmemiz gerekir, kendi kendimizden iyileşmeye başlıyacağımız yer orasıdır.

O ıstırabın içinde durabilsek, o daha önce hiç içinde bulunmadığımız ıstırabın , farklı biçimde güçleniriz. Bir kez daha yinelemek gerekirse, öteki ile birlikte olmak için önce kendimizi bulmalıyız. İkimizde burada ve şimdide VAR OLMALIYIZ . Mesele budur.

Bizim efsanelerden kurtulma arayışımızın sorunlarından biri düğünün herşeyi çözeceğine temellenen tüm kültürel geleneğe saldırmasıdır. Tüm aşk hikayeleri mutlu sonla biter,"Evlenirler,onlar erer muradına..." Uyanın: Çift bu değildir!

Çift olmak yeni bir yola çıkmaktır, bir meydan okumadır.

Birlikte olunca hiçbirşey nihayetine ermez, tam tersine her şey yeni başlar. tek bir şey hariç: Sorunsuz ideal yaşam fantazisi.

Neler olacağına ilişkin hayallerimizi bir yana bırakmak zor. Bu önemli bir reddediş. Ta çocukluğumdan beri kurduğum ideal çift hayali, evliliğimle birlikte ölür ve büyük bir ıstırap yaratır. Bunu görünce de, suçludan nefret etmeye başlarım.

Kendi yaşamımın sorunlarını çözmeyi öğrenmem gerekir: Neden hoşlanıyorum, kendime nasıl bakacağım, nasıl eğleneceğim, yaşamımın nasıl bir anlamının olmasını istiyorum.

Tüm bu temel sorular kişiseldir: Kimse benim için çözemez. Eşimden tek bekleyebileceğim yolda bana eşlik etmesidir. Beni besleyen ve benden beslenen kişidir. Ama herşeyden önemlisi, yaşam yolumda bana engel olmayan kişidir.

Bu yeterli.

Babadan oğula geçen , durmadan yinelenen öğrenilmiş inançlarımızın en kötüsü öteki yarımızı aramamızdır. Neden yarısıyla yetinmek yerine, ötekiyle bir bütün olarak birlikte olmayalım ki?

Bizim önerdiğimiz aşk birbirini bulan iki bütün varlık arasında yaşanır, kendilerini tüm hissetmek için birbirlerine ihtiyaç duyan iki yarım varlık arasında değil.

Var olmak için birine ihtiyaç duyuyorsam, bu bir bağımlılık ilişkisine dönüşür. Bağımlılık sözkonusu ise seçim yoktur.

Seçim yoksa özgürlük yoktur.

Özgürlük yoksa gerçek aşk yoktur.

Gerçek aşk olmadan evli olunur, ama çift olunamaz."

Sihirli sözcükler şöyle : Kendini bulmak , tam ve bütün bir varlık olmak, şimdi ve burada var olmak...

Bize bugüne kadar öğretilenlerden çok ama çok farklı değil mi?

Sevgilerimle,

2 Mart 2012 Cuma

Güneş Nineler , Neden Olmasın ?

Gila Benyamor 'un 17 Şubat 2012 tarihli Hürriyet Gazetesi'ndeki yazısı "Güneş Nineler" ile ilgili idi...

Bunker Roy isimli Hintli sosyal aktivist ve eğitimcinin projesini tanıtıyordu. Bunker Roy 'da Nobel Barış ödülü sahibi Muhammed Yunus gibi yoksullukla mücadele eden bir profil.


BUNKER ROY


Hindistan başta olmak üzere diğer Asya , Latin Amerika ve Afrika ülkeleri için inanılmaz yaratıcı bir proje geliştirmiş Bunker Roy.

Yoksul köylerdeki yaşlı kadınları alıp 6 ay boyunca "güneşten elektrik elde etme" konusunda eğitiyor proje kapsamında.

Köylerde ya da kasabalarda yaşayan gençler ve de erkekler genelde iş ya da eğitim için büyük şehirlere göç ediyorlar. Ancak köyün "yaşlı bilge kadınları" köylerinde kalıyor.

İşte "güneş nineler" panel yapımı, montajı bakım ve onarımını öğreniyor bu eğitim kapsamında.

Eğitimi de Bunker Roy 'un Rajastan'da kurduğu "Çıplakayak Koleji"nde alıyorlar.

Gila Benyamor kendisi ile geçenlerde gerçekleşen İnsan Kaynakları Zirvesi'nde görüşme fırsatı bulmuş.

Şu ana kadar 28 ülkede 20.000 eve elektrik ulaştırmayı başarabilmiş. Elektrik öyle 24 saat değil ama sadece 4 saat günde...Yani çok daha anlamlı o bölgelerde yaşayan insanlar için bu projenin varlığı. Hani insanların yaşamında fark yaratmak diyoruz ya!

Türkiye'den de iki güneş nine götürmek istemiş koleje. Ancak o sırada sivil toplum örgütlerinin liderlerinin de ortak görüşü ile Türkiye'de böyle bir ihtiyaç olmadığı - ilgili bölgelerdeki yoksullukla yakından uzaktan ilgisi yok ülkemizdeki yoksulluğun- görüşü ağır basmış.

İşte ben de tam da bu noktada bir es aldım. Süper fikirdi gerçekten güneş nine projesi. Peki Türkiye'nin en başlıca sorunu kanayan yarası ne idi? Bu projeden ilham alarak başka bir proje üretilemez mi idi?

Aklıma ilk kadına yönelik şiddet konusu gelmişti açıkçası.

Ancak belki de sorumun cevabını bugün buldum.

2/3/2012 tarihli Sabah Gazetesi'nde Ağrı Patnos Milli Eğitim Müdürü Salih Eskin'in müthiş başarısından bahsediliyordu.


SALİH ESKİN


Kızları ve oluşturduğu ikna kurulu ( kadın öğretmenler , dini ve yerel yetkililer ) ile kapı kapı dolaşıp ailelerin kızlarını okula göndermesi için çaba sarfetmiş ve kız çocuklarının eğitime katılımı konusunda müthiş bir başarıya imza atmıştı. 4 yılda köylere 40 ilçelere 10 okul yapımını koordine etmişti.

Salih Hoca'yı saygı ile ayakta alkışlıyorum. İyi ki varsınız hocam !

İşte dedim. Belki de güneş ninelerle böyle bir kurgu yapılabilir Salih Hoca'nın ve konuya ilgi duyabilecek toplum sivil örgütlerinin desteği ile.

İkna kurulunda olur güneş nineler bulundukları bölgelerde ve de bizzat kızlarımızın eğitime katılımı konusunda aktif görev alabilirler.

Neden olmasın ?

Keza kadına şiddet konusunda da bir başvuru noktası olabilirler diye düşünüyorum. Şehirlerde ya da ilçelerde kurulu kurumlara ulaşımı olamıyabilir bir çok kadınımızın. Ya da teknolojik yetersizliklere sahip olabilirler.

Ancak yalnız olmadıklarını , onları dinleyen onlara değer veren ve ihtiyaç duyduklarında da yardım alabilecekleri birilerinin yanı başlarında olduklarını bilmeleri kadınlarımıza büyük bir destek olacaktır.

Neden olmasın?

Tüm Türkiye'deki bilge ninelerimizin onurlandırıldığı , yaşamı insanı destekleyen bu projenin gerçekleştiğini görebiliyorum , duyabiliyorum ve de hissedebiliyorum.

Bize düşen hayal kurmak ve istemek. Gerisi evrenin işi...

sevgilerimle