Sahi ne çok zaman oldu sizlerle buluşmayalı!
Tepki verdiğimiz reaksiyon duyduğumuz yargıladığımız öfkelendiğimiz zaman , bu duyguları bize yaşatan durumun olgunun içimizdeki parçasını güçlendirdiğimize inanıyorum.
Bu nedenle olmakta olanı sadece ve sadece izleyebilmek çok önemli şu sıralar.
Evet hepimizin içindeki hırsızın kolektif dışa vurumunu izliyoruz şu sıralar.
Nasıl yani diyeceksiniz?
Evet içimizdeki hırsızdan bahsediyorum.
Hiç birinin zamanını çalmadınız mı bugüne kadar, ya da korsan kitap ya da CD almadınız mı ? Şirket telefonlarını özel amaçlı kullanmadınız mı hiç? Ya özel amaçlı fotokopi çekimleri, şirket araçlarının kullanımları...Hatta ilk iş yaşamıma başladığımda şirket mutfağından şeker kahve çalan insanlar olduğunu bile duymuştum. Saymakla bitmez içimizdeki hırsızın bireysel eylemleri...
Hatta bir kaç gün önce yeni bir hırsızlık eylemi ile tanıştım. Bu sene merkezi ısıtma olan binalara özel bir vana yerleştirildi ki tüketime göre para ödenecek artık. Bu vanaları kapalı tutup komşularının ısıtması ile ısınan evler var. Bu da bir çeşit hırsızlık çünkü bizim bu davranışımız nedeni ile komşularımızın faturası kabarıyor. Kaçak elektrik kullanımlarını, küçük çocuklarının yaşını küçültüp toplu taşımada para ödememeler...Say say bitmiyor hırsızlıklarımız!
Bazılarınızın insanların parası yok ne yapsın dediğinizi duyuyorum.
Bu tavuk mu yumurtadan yumurta mı tavuktan çıkar sorusu gibi bir soru bana göre. Hırsızlıklarımızla bolluk bereketimizi baltalıyoruz , parasızlık argümanı ile de hırsızlık yapıyoruz ya da kılıf buluyoruz hırsızlıklarımıza.
Maddi ya da manevi başkasına ait olanı o kişinin bilgisi ya da kalben rızası olmadan almak ve kendimize menfaat yaratmak hırsızlıktır.
Uzun yıllar önce ülkenin önemli bir firmasında büyük bir emniyeti suistimal hasarı olmuştu. Yani çalışanın şirket parasını gizlice cebe indirmesine deniyor emniyeti suistimal . Şirket yönetimi yabancı idi ve para da öyle böyle değil yanlış hatırlamıyorsam bugünün parası ile nerede ise 1 Milyon TL 'ye yakındı.
Hiç unutmam Uzakdoğulu yönetici bizim yüzümüze bakıp "Siz Türkler hırsızsınız" demişti. Çok bozulmuştuk utanmıştık. Yıllarca hep düşünmüşümdür bu sözünü o yöneticinin. Düşünsenize tarihimizde yüzyıllar boyunca başka ülkelere yapılan saldırıları yağmalamaları...Belki de çok zamanlı ve boyutlu bir karmik arınma ile karşı karşıyayız.
Bilirsiniz dünyanın başka ülkelerinde deyimlere bile girmişiz bu konuda. Türk gibi üçkağıtçı, dolandırıcı gibilerinden...Herkes biliyor bizi! Bir biz yüzleşemiyoruz gölgemizle...
Evet karşılık vermeden ödemeden aldığımız şeylerin de bir bedeli var evrenin kanunu böyle.
Üstelik hırsızlıklarımız nesiller boyu soyumuzun gelecek kuşaklarını da etkiliyor. Buna karma deniyor. Ne ekersen onu biçersin olayı.Sadece sen değil senden sonra gelen yedi nesil etkileniyor davranışlarımızdan.
Bir yerden bir şekilde ödeniyor bu borç. Evimize hırsız girdiğinde iki de bir ya da değerli bir şeyimizi durduk yerde kaybedince şaşırıyoruz sonra da. Üstelik sadece maddi kayıp değil yaşayabileceğimiz sağlığımızı bile kaybedebiliriz.
Dost acı söyler! Çünki dost bizi beklentisiz sever ve özgürleşmemizi ister karanlıklarımızdan.
Öfkeli tepkilerimizle reaksiyonlarımızla da içimizdeki hırsızı şifalandırmıyor tam tersi güçlendiriyoruz malesef.
Şimdi bu kollektif karmamızdan arınma zamanıdır belki de.
Ancak bunun şifalanarak gerçekleşebilmesi için iki şey gerekli sanki.
Birincisi olanı tepki reaksiyon vermeden izlemek ve fakat elbette gerekli hukuki süreçleri işlemleri yürütmek. Eylemsizlik değil aktarmaya çalıştığım burada.
Diğeri ise içimizdeki hırsızla yüzleşmek. Bizim gölge yanımız olan hırsız ile. Ancak ona da öfke duymadan kendimizi suçlamadan yapılmalı bu çalışma. Sadece samimiyetle anlamaya çalışıyoruz onu.
Karşımıza alıp soralım ona neden çalma saklama biriktirme ihtiyacı duymuş? Hangi duygu eksikliği hangi korku böyle bir davranışı tetiklemiş.
İçimizdeki hırsızın gelecek kaygısı duyduğunu, parasız kalma korkusu yaşadığını , yaşamın tehlikeli olduğuna inandığını ,kendini tehdit altında hissettiğini, her an çok kötü bir şey olabileceğine inandığını (olumsuza odaklı) , ancak kendini çok para ile koruyabileceğine inandığını, çok paranın güç, gücün de güven olduğuna inandığını, öz değerini ve öz yeterliliğini ne kadar parası olduğu ile ilişkilendirdiğini görebiliriz. Özetle yaşamdan korkan ve güvenmeyen, kıtlık ve ayrılık bilincindeki, öz değeri ve öz yeterliliği düşük (bu kaliteleri sadece sahip olduğu maddiyatla özdeşleştirmiş) benliğimiz çıkıyor bu resimin altından.
İçimizdeki hırsıza , yaşamdan korktuğunu, güven ihtiyacını, kendini değerli ve yeterli hissetme ihtiyacını, bolluk içinde olduğunu bilme ihtiyacını görmediğim için senden özür dilerim, lütfen beni affet, seni seviyorum , teşekkür ediyorum diyebiliriz.
Bu çalışma ile içimizdeki materyalizmin köküne inebileceğimize inanıyorum . Paraya ve güce duyulan çılgın dizginlenemez ihtiyacımızı dönüştürebiliriz.
Toplumumuzu son otuz yıldır kemiren materyalizm hastalığını belki iyileştirebileceğiz bir fırsata dönüştürebiliriz bu krizi ve artık son olur bu yolsuzluklar!
Karşılıksız vermek ve karşılıksız almak her iki tarafı da borçlu kılar ve borç mutlaka ödenir.
İçimizdeki açlık madde ile değil ancak özümüzle, ruhumuzla bağlantı kurabildiğimizde doyar.
Konu ile ilgili yazmaya devam edeceğim...
Sevgiyle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder