27 Haziran 2020 Cumartesi
23 Haziran 2020 Salı
Bitkiler İçin Konser
Yollara düşme özlemiyle kederlenir yüreğim, akşamları rüzgarda uğuldayan ağaçları duyduğumda. Sessizce, uzun uzun dinlerseniz, bu özlemin esası da anlamı da çıkar ortaya. Sanıldığı gibi acıdan kaçıp gitme arzusu değildir bu. Yurda, ananın belleğine, hayatın yeni kıssalarına duyulan özlemdir. Eve götürür insanı. Her yol eve götürür, her adım doğumdur, her adım ölümdür, her mezar anadır.
Böyle uğuldar ağaç, çocuksu düşüncelerimizden ürktüğümüz akşam vakitlerinde. [...] Ağaçları dinlemeyi öğrenen, ağaç olmayı arzulamaz artık. Kendisi dışında başka bir şey olmayı arzulamaz. Yurt budur. Mutluluk budur.”
Doğanın ve kalbin frekansının eş değer olarak 1 Hertz olduğunu öğrenmiştim bir eğitimde. Doğa ile özümüz aynı frekansta titreşiyor. Biz de doğanın bir parçasıyız ve ortak bir frekansta titreştiğimize göre gerçekten tüm canlılar ile gerçek bir iletişim kurabiliriz diye düşünüyorum.
Hoʻoponopono, Hawaii'de uzlaşma ve affetme uygulamasıdır. Hawaii dili kelimesi İngilizceye sadece düzeltme olarak geçer, eşanlamlılar yönetir veya denetler ve zıt anlamlıdır. Hawaii, Samoa, Tahiti ve Yeni Zelanda dahil olmak üzere Güney Pasifik'teki adalarda da benzer affetme uygulamaları uygulanmaktadır.
İşte bu kadim uygulamayı yaparak doğa ile yıpranmış hatta kopmuş bağımızı yeniden tesis edebilir güçlendirebiliriz. Kalbimizi açıp içtenlikle sevgi ile gördüğümüz her ağaca bitkiye hayvana dereye denize özetle tüm canlılara
'' Özür dilerim lütfen beni affet seni seviyorum teşekkür ederim'' diyebiliriz.
Bizim aklımızın alabildiğinin çok ötesinde bağlarla bağlıyız tüm canlılar ve doğa ile.
Tek bildiğim bu!
Ve sadece katıksız samimiyet içtenlik dürüstlükle bu uygulamayı yapmalıyız.
Yeniden tek vücut olmamız mümkün.
Sevgiyle,
xxx
17 Haziran 2020 Çarşamba
16 Haziran 2020 Salı
Maskeler Düştü ve Bencilliğimiz Göründü
Hem okullarındaki sorumlulukları yerine getirmek hem de üniversite sınavına hazırlanmanın yanı sıra son üç aydır da salgının psikolojik zorlukları ile de mücadele ettiler bugüne kadar.
Hepsi pırıl pırıl gençleri bu ülkenin. Ve hak ediyorlar iyi eğitim almayı iyi işlerde çalışıp hayal ettikleri hayatları yaşamayı.
Ve fakat maskeler düştü ve bencilliğimiz göründü.
Büyük hayal kırıklığı içindeyim ve de kızgınım.
Covid günlük vaka sayıları nerede ise Mart ayı sayılarına dönüş yaptı. İkinci dalga riski çok yükseldi. 14 Haziran'da MSÜ sınavında taşıyıcı olduğu sonradan anlaşılan bir gencin sınava alınması sonucu tüm sınıfın karantinaya alındığı haberi düştü hafta başı medyaya.
Ve doğal olarak hem ben hem de oğlum iki hafta sonra yapılacak YKS sınavı ile ilgili son derece endişe içindeyiz. Sınav yeri de belli oldu ve evimize oldukça uzak bir okulda sınava gireceğini öğrendik. Oğlum büyük ihtimalle sınava girmeme kararı alacak ki belki de en bilgece davranış bu olabilir. Onca aylık emek heba olacak.Ve fakat sağlığı her şeyden önemli.Kararına saygım sonsuz ve yanındayım.
Oysa on gün önce iş yeri güvenliği şirketi sahibi doktor arkadaşımla konuştuğumda son derece olumlu idi süreç. O da rahat olmamı söylemişti. Ve içim rahatlamıştı. Rakamlar düşüyordu.
Ve olanlar oldu. Korktuğumuz başımıza geldi.
İnsanlar hiç bir şey yokmuş gibi eski normal yaşamalarına döndü. AVM 'ler de kuyruklar, sabahlara kadar piknikler, asker uğurlamalar, ülkenin her yerine kontrolsüz seyahatlar , düğünler dernekler ve diğerleri...Üstelik maskesiz sosyal mesafesiz...
Bu süreçte maske taktığım için bile eleştirildim. Kaç kez maske takıp sosyal mesafesini korumasını hatırlattım oturduğum semtteki market çalışanlarına ve de esnafa. Bazı komşularım ve çocukları ilk günden beri site bahçesinde maskesiz oyunlar oynadı sohbetler yaptı...
Özellikle 1 Haziran sonrası sorumsuz özensiz maskesiz mesafesiz davranıp bu sonuçlara neden olan insanlara kızgınım. Ve hakkımı helal etmiyorum.
İşbirliği içinde takım olarak hareket edemedik. Herkes kendini ve o anki eğlencesini düşündü. Erteleyemedi bunu. Küçük çocuklar gibi.
Benzeri şekilde yöneticileri de eleştiriyorum. Aylardır insanlar uzmanlar çeşitli platformlardan uyarıyor anlatıyor öneriler paylaşıyor. Yok sağır olundu sanki.
Kriz yönetimi farklı bir beceri ve bakış açısı gerektirir. En ufak detayın resmin tamamını nasıl etkileyebileceğini öngörebilmek ve önceden önlemleri alabilmek gerekir.
Çok basit bir şekilde MSÜ, LGS ve YKS sınavları bittikten sonra 1 Temmuz'da normalleşmeye geçilebilirdi örneğin. Şu anda yaşanan güven krizi yaşanmaz idi. Onların da başı ağrıyor şu anda.
Hatta bugün Adalet Saray'ları açılınca yaşanan izdahamı görünce 15 yaşındaki oğlum bile ''Neden randevu sistemi ile yapılmamış işlemler .'' dedi. 15 yaşında çocuk düşünebiliyor bu detayı.
Evet maskeler düştü ve bencilliğimiz göründü.
Ya birey olarak kendi zevkimizin keyfimizin peşindeyiz ya da yönetici olarak elimizdeki gücü korumanın.
Gerçekten içtenlikle diğerini ya da toplumun tümünü düşünmüyoruz.
Herkes kendi bencil ajandasının peşinde. Duyarlı olan insanlar için sözüm meclisten dışarı elbette.
Salgın ilk başladığında kendimiz enfekteymişiz gibi davranıp diğerini gözetirsek ancak hep birlikte kurtulabiliriz demişti İngiliz bir biyolog.
İnsan türü işbirliği sayesinde yeryüzünde yaşama tutundu. Bencil olan türün yeryüzünde yaşam şansı yok.
Maske takmak seni önemsiyorum sana saygı duyuyorum senin sağlığına dikkat ediyorum demektir aslen. Diğerini düşünen maske takar. Bunu iyi anlatamadık insanlara. Ya da o kadar benciller ki algılayamıyorlar bu bakış açısını.
Ancak bencil insan öncelikli olarak kendi çıkarlarını düşündüğünden , biri maske takıyorsa o kişinin kendisinden virüs almamak için maske taktığını düşünerek alınganlık gösterip tepki verebilir diye düşünüyorum.
Diğerini düşündüğümüz kadar insanız ve de gelişmişiz.
İşte diğerini düşünerek işbirliği içinde yaşama becerisi sergileyebilen ülkeler bugün hem gelişmiş demokratik ülke olarak anılıyor hem de salgın gibi krizleri iyi yönetebiliyorlar.
Bu kadar sorumsuz bu kadar bencil bir toplum içinde yaşadığımın farkında değilmişim meğer.
Ve yüzüme vuran bu gerçeklik nedeni ile çok üzgünüm.
Şimdi daha iyi anlıyorum '''Her toplum layık olduğu gibi yönetilir.'' sözünün anlamını.
Yöneticiler toplumu yansıtıyor bana göre. Işığımızı da karanlığımız da.
Hem bireysel hem toplumsal olarak yaşadığımız deneyimimizi değiştirmek istiyorsak önce
bakış açımızı değiştirmeliyiz.
Kendimiz için değil diğeri için maske takmanın ne demek olduğunu algılayıp bu davranışı sergilemeliyiz ilk önce.
Ancak o zaman bir şansımız olacak!
Umutla,
xx
15 Haziran 2020 Pazartesi
12 Haziran 2020 Cuma
Kendini Yok Saymak Üzerine
Kah muzip kahkahalar atıyorum kah içleniyorum gözlerim dolu dolu , sık sık da düşünüyorum.
Dolayısıyla sayfasını takip ediyorum İzzet Çapa'nın . Ve sayfasındaki bir paylaşımı dikkatimi çekti bugün. Okuduğu bir şeyi paylaşmış. Çok etkilendim hatta çocuklarıma ilettim hemen paylaşımını. Ve nelerin kendimizi yok saymak olabileceği üzerine kısacık sohbet ettik onlarla.
''İnsan çok sevmekten, kıyamamaktan, kızamamaktan, üzememekten ve hep alttan almaktan kaybeder. Çünkü hayat ilk olarak kendini yok sayanları, harcar.''
Kişinin kendini yok sayması hangi davranışları içeriyor olabilir diye düşündürdü beni bu paylaşım.
Peki bir insan neden böyle davranır?
Kimi için bencil ve kendini beğenmiş olarak algılanmaktan çekinmesi ve kendini maskelemesi olabilirken bir diğeri için hayata ve kendine aşırı güvenmesi olabilir.
9 Haziran 2020 Salı
7 Haziran 2020 Pazar
Evlat Olmanın Vicdan Yükü
5 Haziran 2020 Cuma
Irkçılık Ciddi Bir Hastalıktır
Son derece endişe verici olaylar olmakta. Zaten sinirler gerildi salgın nedeni ile.
Ve de adalet ile eşitlik kavramları çok yıprandı.
İnsan öfkeli. Ve haklılar. Bu öfkeyi yok saymak mümkün değil.
Ancak öfkemizi nasıl ifade ettiğimiz ve öfkemiz ile ne yaptığımız bizim kim olduğumuzu belirliyor?
Öfke sınırlarımızı netleştirmemize yarayabilir. Ya da ne isteyip ne istemediğimizi daha net görüp değişime ve yeniye doğru adımlar atabiliriz. Dünya da bir çok devrim ve dönüşüm öfkeden beslenmiş. Elbette yapıcı olmak ve masumların haklarını gözeterek eyleme geçmek önemli. Geleceğe dair umudumuzu koruyabilmemiz için öfkemizi yapıcı kullanmalıyız. Biz onu yönetmeliyiz, o bizi değil.
Irkçılık kavramı ile çocukken ''Kökler'' isimli bir TV dizisi ile tanışmıştım. Benim yaşımdakiler hatırlar. Siyahi Kunta Kinte 'nin Afrika'dan başlayan hikayesini. Hatırlıyorum da nasıl da heyecanla diziyi beklerdik o zamanlar. Bir de ülkemde ırkçılık lanetinin olmadığını düşünüp ne çok şükür ettiğimi hatırlıyorum.
Ve fakat zaman en büyük öğretmen ve de illüzyonist.. Doğru dediğimiz yanlışa iyi dediğimiz kötüye dönüşebiliyor zaman ile.
Biz kendimizi ırkçı bilmeyiz toplum olarak ve fakat zaman bana bunun tam tersi durumlar gösterdi, yaşattı.
Bizim ülkede yabancı bir kadın ile evlenen erkek ile yabancı erkek ile evlenen kadının halleri bambaşkadır.
Yabancı gelinler pek tutulur ve övünülür. Ancak toplumun çoğu kesiminde yabancı damat sıkıntılı bir durumdur. Elbette ailemden bahsetmiyorum.
Yabancılar polisine ya da nüfus müdürlüğüne zaman zaman eşimin işlemleri için gittiğim yıllarda görevli memurların ''Türkiye'de adam mı kalmadı da yabancı ile evlendin?'' şeklindeki sorularına maruz kaldığımı hatırlıyorum. Gençtim ve şok olmuştum bu ifadeler karşısında. Dilim tutulmuştu. Ne korkunç değil mi?
Benzeri şekilde oğullarım ilk öğretim hayatları boyunca ne çekti arkadaşlarından. İstanbul'un iyi semtlerinde yaşayan beyaz yaka eğitimli orta sınıf ailelerin çocuklarından bahsediyorum üstelik. Özel okul da var devlet okulu da bu deneyimlerin içinde.
Hatta bir seferinde büyük oğlum ya 5. ya da 6. sınıfta idi sınıf öğretmeni sınıfta ırkçılık üzerine bir ders işlemek durumunda kalmıştı. Eğitim sistemimiz sadece akademik rakamsal başarıya odaklı malesef. Oysa çocuklara yaşam becerileri kazandırmak çok ama çok önemli bireysel ve toplumsal yaşamımız birliğimiz, huzurumuz için.
Yaşam becerileri derken empati, duygularla baş etme düzenleme, stresle baş etme, öfke yönetme, problem çözme, eleştirel düşünme, kişiler arası ilişkiler, etkili iletişim, yaratıcı düşünme, karar verme,öz farkındalık gibi becerilerden bahsediyorum.
Soyadlarının farklı olduğunu gördüklerinde ve de babalarının Hindistan vatandaşı olduklarını öğrendiklerinde çocuklar otomatik iki soru soruyorlarmış oğullarıma. 'Baban ineğe tapıyor mu?'' ve/veya ''Sünnetli misin?'' Ne kadar mahrem konular değil mi? Medeni dünya bu tarz soruların sorulmasını ,kişilik haklarının ihlali olarak algılıyor. Medeni dünyanın insanları sınırlarını biliyor ve diğerinin sınırlarına saygı duyuyor. Özlük haklarının ihlalinden dava bile açabilirsin medeni dünyada. Fakat bizim gerçeğimiz bam başka.
Hele geçen gün küçük oğlumun paylaştığı bir bilgi ile yüreğim sızladı. Çocuğuma bir arkadaşı sadece babası yabancı olduğu için vatan haini olduğunu söylemiş. Düşünebiliyor musunuz nasıl bir kavram karmaşası ve manipülasyon içinde çocuklar? Ben de anlattım oğluma vatan haininin ne demek olduğunu.
Dediğim gibi beyaz yaka eğitimli orta sınıf aile çocukları bu çocuklar üstelik. Dil bilen yurt dışına seyahat eden kitap okuyan insanların değerlerinin farklı olacağını düşünüyorsunuz ,fakat tam tersi ile karşılaşmak son derece üzücü.
Büyük oğlum bilinen özel bir lisede okurken, sanırım 10 ya da 11. sınıfta idi bir sınıf arkadaşı whatsup grubunda ağır bir sözlü saldırı da bulunmuştu. Hem oğlumun babasını hem de beni aşağılayarak oğluma saldırmıştı. Burada oğlumun duygularını gözeterek detay vermiyorum. Oğlum nasıl sarsılmıştı o gün anlatamam. Gözünden yaş gelmişti yavrumun. Ve Şiddetsiz İletişim kuralları ile yanıt vermişti gruptan arkadaşına benim teşvik etmem ile. İçine atsa daha fena olacaktı. Duygusunu , ihtiyacını ve ne istediğini yazmıştı gruptan. Yazışmayı gördüğünü öfkeli ve üzgün olduğunu bir daha bu tarz yazışmaların yapılmamasını istediğini yazmıştı. Duyarlı bir kaç arkadaşı da hemen özür dilemişti. Ancak bu şekilde oğlum sakinleşebilmişti.
Elbette her bu tarz olaylar olduğunda soluğu okulda almıştım. Rehberlik ve sınıf öğretmenleri ile konuşup okulda ırkçılık ve bu tarz ötekileştirici söylem ya da edinimlerin kişilik haklarına saldırı olduğu konusunda bilgilendirme toplantıları yapılmıştı. Rehberlik öğretmeni eşliğinde çocuklar karşılaştırılmıştı.
Düşünüyorum da aileler acaba farkında mıydı çocuklarının bu davranışlarının? Ya da genel olarak aileler ne kadar gözlemliyorlar dinliyorlar çocuklarını bu konu özelinde?
Ve de eğer beyaz erkek ve zengin değilseniz hayat hiç de kolay değil. Her konuda ve her yerde.
Son dönemlerde ülkemize gelen mülteci ya da göçmenlere Suriyeli 'lere Arap' lara karşı toplumdaki algı ve tepkiler de malumumuz. Günah keçisi gibi gösteriliyor bu insanlar. Tüm başarısız iktidarların başvurduğu bir yöntem bu. Ülkesinde savaş olan çoluğunu çocuğunu korumak için belki de her insanın yapabileceği tercihleri yapmış mazlum insanlar ile karşı karşıyayız. İnsanları ve onların ihtiyaçlarını görmezden gelemeyiz vicdan sahibi insanlar olarak. Ancak bu insanların kabulü, kontrolsüz ülke içinde dağılımı, sağlık eğitim gibi konularda gereğinin yapılmaması gibi konu başlıklarında mevcut iktidarı eleştirebiliriz sadece.
Irkçılık bana göre kibirden besleniyor. Kendini diğerinden üstü görme hastalığı .
Ki bu tüm dinlerde inançlarda en büyük günahtır. Kabul görmeyen onaylanmayan davranıştır.
Günah kavramını kendimize ya da diğer tüm canlı cansız varlıklara bilerek ya da bilmeyerek verebileceğimiz fiziksel duygusal ruhsal zarar olarak tanımlıyorum.
Irkçılık çok ciddi bir hastalıktır. Suç ve günahtır. Korkunç bir zihinsel zehirdir. Bulaşıcıdır!
İnsanı köleleştirir . Özgürce düşünemez değerlendiremez karar veremezsiniz. Sizi tutsak alır.
Hem zihninizi hem de kalbinizi!
Ve kesinlikle koruyucu eğitim modelleri ile eğitim sistemi içinde verilecek panzehirler ile önüne geçilmelidir.
İnsanların huzur içinde kardeşçe yaşayabilecekleri bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak istiyorum.
Işıkla,
xxx
Toplumsal Birliğe Karşı Küfür
İlkokul yıllarımda okulda marefetmiş gibi bir süre küfür ettiğimi hatırlıyorum. Sonra rahatsız olup bilinçli bir tercih yapıp bırakmıştım küfür etmeyi.
Elbette eşek salak aptal mankafa geri zekalı gibi argo sözcükleri herkes gibi kullanıyorum. Arada bir ağır küfür de kaçıyor ağzımdan. Doğruya doğru!
Fakat özellikle kadına yönelik şiddet ve aşağılama içeren küfürlerden ki siz anladınız onları, ve bu küfürleri edenlerden son derece rahatsızlık duydum ve halen de duyuyorum. Özellikle sürekli olarak bu tarz küfürleri eden insanlara , ne kadar akademik eğitimi ve donanımı olursa olsun saygı duyamıyorum malesef. Haz etmiyorum diyelim özetle...
Hatta bir erkeğin bir kadının yanında küfür etmeden önce izin bile istemesinin gerektiğini düşünüyorum. Ancak o zaman saygı duyabilirim o insana. O kadar yani durumum!
Küfür etme ihtiyacı duyan insanın iletişim becerilerinin zayıf olduğunu da düşünmüşümdür hep. Hatta yeterince farkındalık sahibi olmadığını da.
Kendi duygularını hissedip anlayıp ihtiyaçlarını analiz edemeyen , duygu düşünce ve ihtiyaçlarını ifade etme becerisi ya da cesareti olmayan insanların küfür etmeye meyilli olduklarını düşünüyorum. Ve üstelik küfür hiç bir sorunu da çözmüyor.
Zira karşımızdaki insana duygumuzu ihtiyacımızı ve isteğimizi iletmemiş oluruz ki karşımızdaki insana bizi rahatsız eden davranışını değiştirme fırsatı vermemiş oluruz. Bir çatışma halinde öncelikli sorumluluğumuz kendimizi iyi anlatabilmek bence. Küfür buna engel oluyor.
Küfür kadim bilgilere göre boğaz çakramız olan Vishudi çakrayı bozuyor ve doğru çalışamıyor bu enerji diski.
Peki özelliği ne bu çakranın?
Diplomatik iletişim becerisi ve kolektif bilinç yani birlik olabilme becerisi.
Ne kadar çok küfür o kadar az iletişim ve birlik.
Farkında mısınız son yıllarda muazzam bir küfür pompalaması var özellikle çocuklara ve gençlere yönelik? Ev dışında ilk olarak okul hayatının başlaması ile küfür giriyor hayatlarına çocukların. Ve internet üzerinden izledikleri çoğu video ya da oyun küfür dolu. Son dönemlerde ''pek sevilen '' yerli filmlerimizi düşünün bir de. Konudan çok sadece küfür için gidiyordu gençler bu filmlere. Tüm bunlar kolaylaştırıyor küfürün hayatlarına kolaylıkla girmesine. Şiddet gibi bulaşıcı üstelik küfür de.
Bu durumda kitlesel olarak vishudi çakramıza yönelik bir saldırı olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Şimdi komplo teorim geliyor.
Vishudi çakramızı bozacak bu kadar çok küfürün nerede ise bilinçli bir saldırıyı düşündürecek kadar evlerimizin içine kadar giriyor olması , belki de bizim toplumsal iletişimimizi ve birliğimizi bozmak için olabilir mi? Sahi sosyal medya neye ya da kime hizmet ediyor? İnsana olan inancımızı ve birbirimize olan güvenimizi mi çoğaltıyor?
Malum sosyal medya ve internet ortamları toplum mühendisliği için muazzam güçlü ortamlar. Yakın zamanlarda bu ortamların insan beynine davranışlarına ve yaşamına olan etkilerinin bilimsel araştırmalarla daha iyi anlaşılacağını düşünüyoum.
Küfür gibi suçluluk duygusu da Vishudi çakrayı bozuyor.
Suçluluk duygusu bir nevi turnusol kağıdı. Kendimizi sınırlarımızı kim olduğumuzu ya da olmadığımızı anlamamıza yarayan bir duygu. Söz veya davranışımızdan suçluluk duyduğumuz an , o durumun bizim değerlerimizle vicdanımızla örtüşmediğini anlayıp , tekrarlamamamız için var olan bir nevi uyarı mekanizması. Vicdanımızın bizimle iletişim kurma şekli belki de. Sonsuza kadar kendimizi suçlu hissetmenin ve söz konusu davranışı yapmaya devam etmenin ne bize ne çevremizdekilere bir faydası yok. Sürekli suçluluk duymak bir erdem değil. Ya da yanlışı ortadan kaldırmıyor , hafifletmiyor.
Bireysel iletişim becerimizi iyileştirmek ve toplumsal birliğimizi tesis edebilmek için 5.çakramız olan Vishu'di çakrasına çok iyi bakmalıyız. Hele bu zamanlarda!
Bu çakrayı dengeye getirmek ve korumak için, tuzlu su ile gargara yapmak, küfür ve dedikodudan uzak durmak, ''Ben suçlu değilim.'' şeklinde olumlamalar yapmak, tereyağından yapılan sade yağ giy ile boğazımıza ve boyun bölgemize dıştan masaj yapmak, tereyağı sade yağ giy yemeyi öneririm.
Her şeyden önemlisi içten iletişim ve bağ kurma isteği ile birlik içinde yaşama arzusu duymak.
Ne diyelim her şeyin başı iyi iletişim !
Işıkla,
xxx
4 Haziran 2020 Perşembe
Ma'at ve Yeni Düzen
Bizleri etnik kökenimiz, inancımız, politik görüşümüz, tercihlerimiz ne olursa olsun birleştiren ortak değerlerimiz.