Yılın bu zamanını iple çekerdik. Çok sesli ve renkli bir zamanı idi yılın.
Başrolde ise dev bir Trabzon hurma ağacı olurdu.
Dört katlı bir müstakil evimiz vardı. Babaannem ve amcamın ailesi ile biz aynı binada farklı katlarda yaşardık. Evimizin tam önünde idibu hurma ağacı...Yüzlerce meyvesi olurdu bu ağacın.
Sonbahara inat turuncu meyveleri ile ışıl ışıl parlardı varlığı gözlerimizin önünde. Yaprakları dans eder ve ıslık çalardı rüzgarda.
Toplardık ulaşabildiğimiz kadarını ve konu komşu ile paylaşırdık meyvelerini.
Zaten o zamanlar adet öyleydi. Bahçeden çıkan meyve sebze hep paylaşılırdı komşularla.
Göz hakkı diye bir şey vardı.
Güzel günlerdi onlar ve ben çok şanslı bir çocuğum böyle bir bahçede yaşadım yirmi yaşıma kadar.
Yaklaşık bir buçuk dönümlük meyve sebze bahçemiz vardı. Alt bahçe derdik buraya. Sadece yazın kavun karpuzu dışarıdan aldığımızı hatırlıyorum. Kiraz erik armut kayısı dut incir ceviz aklınıza gelebilecek bir çok meyve ağacımız vardı. Hatta dedemin ektiği dev bir karadut ağacı. Yıkılmış olmasına rağmen hep meyve verirdi inatla. Kimbilir belki de ben ondan öğrenmişimdir kolay vazgeçmemeyi ve mücadele etmeyi...
Domateslerimiz fasulyelerimiz patlıcan kabak hıyar salata binbir çeşit sebze çıkardı bahçemizden. Öğrenmiştik hıyar bitkisine değersen hıyarın acı olacağını...Hep dikkatle sulardık onları.
Bir de üst bahçemiz vardı. Orası da çiçek bahçesi idi.
Sümbüller güller şakayıklar şebboylar kasımpatılar...Babamın sevdiği sarmaşık gülü.İkimizin çok güzel fotoğrafları vardır bu gülün yanında babamla birlikte.
Hatmi ağaçlarını leylakları ve manolyaları unutmamalı elbette. Her bahar bu bahçeyi ben ellerimle hazırlardım gelmekte olan bahara. Tüm gün tek başıma bahçede çalışır çapa yapar budar sular fide tohum ekerdim. Benim için içsel bir ritüeldi bu olay.
Her bahar babaannemin koca vazosu doldurulurdu leylaklarla. Ev misler gibi kokardı. Tutamam kendimi hala. Leylak gördüm mü yolda gider koklarım. Çocukluğumu hatırlarım belki de. Kokular çok önemli anıların geri çağrılmasında.
İki tane de kocaman dev çam ağacımız vardı. Tüm bu ağaçları dedem ekmişti. Ben bu ağaçlardan birini anne diğerini kızı olarak imgelerdim zihnimde. Ağaçları sanki insan karakteri gibi kişiselleştirmem belki de o zamanlardan kalma bir yaklaşım.
Hele bir de kar yağdı mı bahçemiz karlar ülkesine dönerdi. Kardeşimle oynadığımız oyunlar geliyor aklıma. Tüm mahallenin çocukları da bizim bahçede olurdu tabiki.
Müzikli bir hurma ağacı idi bizim hurma ağacımız. Meyvelerini yemek üzere yüzlerce sığırcık kuşu gelirdi aynı anda. Ve tahmin edin cıvıltıları.
Çok mutlu bir ağaçtı o hurma ağacı! Her sonbahar gülücükler saçardı etrafına.
Beslediğimiz hayvanlarımız da vardı. Tavuklar ördekler kazlar...Hatta bir ara bir kuzu ve oğlağımız olmuştu. Biri Melek diğeri Bayram 'dı...
Babamın diğer hobisi ise denizdi. Balık tutmak. İçten takma motorlu bir teknesi vardı. Yazın haftasonları hep denizdeydik. Balık tutardık olta ile...
Çok ama çok şanslı bir çocuktum diyebilirim. Bahçe ve denizle iç içe büyüdüm.
Durup bakıyorum da şimdi "öğretmenim" olmuş deniz ve bu ağaçlar , o bahçe.
Doğanın ritimleri ile yaşamın ritimlerini öğreniyorduk. Yumurtadan çıkan yavrularla yaşamın nasıl onurlandırıldığını , ölen hayvanlarımızla ölümün gizemine açılıyorduk.
Hele bir de mahzun horozumuz Zühtü vardı. Civcivken pazardan almıştık. Yetişkin bir horoz olana kadar evde büyüdü Zühtü. Çok kibardı. Bahçeye bırakıldığında hep koltukların örtülerin üstünde otururdu.
Aslında çocuklarımızın da asıl ihtiyacı bu. Doğanın içinde doğayı gözlemliyerek öğrenmek yaşamı. Dans ederek şarkı söyliyerek oyunlar oynıyarak doğanın içinde var olmaları yeterli sadece içlerindekini ifade edebilmeleri için. İnanıyorum bir gün okulların bu şekil alacağına.
Bizim onlara şekil vermemize gerek yok. Zaten onlar tam ve bütün olarak doğuyorlar. Biz "sakatlıyoruz" onları sonradan. Heykeltraş ve bahçıvan ebeveyn tanımları vardır bilirsiniz. Biri zorla şekil vermeye çalışır. Papatyayı gül yapmaya. Diğeri ise papatyayı papatya gülü gül olarak kabul eder ve gereksinimlerini karşılar sadece.
Ancak çok ciddi bir çaba gerektiriyor bu. Yani bahçıvan ebeveyn olmak. Tüm ailenize eğitim sistemine ve hatta topluma karşı durmanız gerekiyor. Malesef bunu yapamayınca kendi çocuklarımızı "sakatlıyor" ya da "ruhlarının çekilmesine" neden oluyoruz.
Bu farkındalıkla elimizden gelenin en iyisini yapmamız bile büyük bir fark yaratıyor diye düşünüyorum.
Bugün oğullarımla dışarıdayken bir çok hurma ağacı gördüm ve tüm bu anılar geldi.
Güzel günler yaşadık bizim mahallede!
Yine de şairin dediği gibi " En güzel günlerimiz henüz yaşamadıklarımız."
Sevgilerimle
Ne kadar güzel anlatmışsın hikaye tadında olmuş bende böyle bir evde çocukluk geçirdim benim çocukluğumda Istanbulda evler hep bahçeli idi ağaçların tepelerinde geçirdim çocukluğumun en güzel yıllarını bahçıvanın ektiği salatalıkları koparır kaçardık oda Necdet Tosun misali şakadan kovalardı üç çocuk dut ağacının gövdesini kucaklardık kara duttu hala tadı damağımda ,valla sende beni anılarıma götürdün yüreğine sağlık...
YanıtlaSilNe mutlu bana , minik bir kız daha gülümseyerek uyuyacak bu gece. teşekkürler içten paylaşımın için. sevgilerimle
YanıtlaSilHarikasın,ne de güzel anlatmışsın,bende çocukluğuma gittim,hayatın telaşı içinde unuttuğum güzel günlere...
YanıtlaSilFunda, ne güzel anlatmışsın. Benimde çoçukluğum kocaman bir bahçede erik,elma, kiraz ağaçlarına tırmanmakla geçdi. Ondandır korkusuzluğum hayata karşı...
YanıtlaSilSevgiler,
Bengi