Çok uzun yıllar önceydi...90'ların başları...
O yıllarda gönüllü meditasyon & yoga "öğretmeni" idim. Öğretmeni kısmını tırnak içine aldım zira öğrendiklerimizi paylaşıyorduk insanlarla sadece. Hem profeyonel olarak haftanın beş günü tam zamanlı çalışıyor hem de akşamları ve haftasonları aktif olarak gönüllü çalışmalara katılıyordum. Hatta bir dönem sokak çocukları ve kadın & çocuk tutuklularla bile çalışmıştık.
O yıllarda İstanbul başta olmak üzere Ankara, İzmir , Antalya ve Bursa 'da konuya ilgi duyan herkese ücretsiz eğitimler veriyorduk gönüllü diğer arkadaşlarla.
Yaşamın bir şekilde bizlere yüzlerce insana ulaşabilme fırsatı vermiş olmasından ve yaşamımızı sadece kendimiz ve "kan bağımız" olan insanlar için yaşamamış olmaktan dolayı son derece mutluyuz bugün...Bunun da bambaşka bir doyum verdiğini ve yaşamımıza ayrı bir anlam kattığını itiraf ediyorum.
Bazılarımız İngilizce bildiğimizden çeviriler yapıyorduk. Guru'muzun konuşmalarını simültane çevirip paylaşıyorduk...Eli marifetli olanlar yemekler hazırlıyordu toplantılara...Özetle herkes kendi yeteneğine göre bu imece çalışmaya katkıda bulunuyordu. Bol şarkılı ve danslı günlerdi.
Şimdi bakıyorumda ne kadar dolu ,üretken ve eğlenceli yıllarmış...
Yurtdışında da bir çok seminere katıldığımızdan tüm dünyadan her dilden her renkten arkadaşlarımız oldu...Bambaşka kültürlere tatlara seslere dokunduk...Gerçekten yürekten şükrediyoruz hepimiz bu deneyimlere...
Bu deneyimlere vesile olan dostlara ve özellikle de Guru'ma sevgimi ve şükranlarımı sunmak istedim buradan.
Meditasyon 90'lı yıllarrın başlarında yaşamıma girdi demiştim... Uzun yıllar aktif kollektif meditasyonlara katıldım ancak şimdi evde uygulayabiliyorum . Sabah ve akşam beş on dakikalık molalar diyebilirim. Yine de imkanı olanlar için kollektif meditasyonları kesinlikle öneririm.
Gurumuzun öğretisinde amacımız düşüncesiz idrak konumunda anda kalabilme ve potansiyelimizi kapasitemizi geliştirmekti . Düşünceler şu ana ait değildi. Dikkatimizi anda tutarak "düşünen"i izleyerek zihnimizin esaretinden özgürleşmemiz ve dolayısıyla benliğimizin daha derinlerinde olanın yani özümüzün kendini ifade edebilmesi mümkün oluyordu. İzleyici konumuna geçebiliyorduk bu aşamada. Yani hem düşünen/eylemi yapan hem de bunu izleyen olabilmek...Bu gerçek özgürlüğün anahtarıydı.Ancak bu şekilde andaki mevcudiyetimiz yani bilinçli idrakımız ile nöronlarımızı yeniden yapılandırabiliyorduk. İşte bu da yeni beyinin yeni bilincin oluşumunun yolu idi...Aklın kontrolünü yeniden yüreğe devir edebilmekti asıl hedef.
Geçmiş ve gelecek yoktu. Gerçek ve Tanrı sadece ve sadece şu andaydı.
Ki bu da SAT ,CHİT , ANAND olarak tanımlanan bir varoluş hali idi.
GERÇEK , DİKKAT , SAF NEŞE...
1970 yılında bu tekniği keşif ederek yola çıkmıştı gurumuz...Hindistan'da köy köy kağnı arabalarında insanların evlerine giderek başlamıştı kendini gerçekleştirmeye. Dünyanın % 40'ı aydınlanmasını alıp bu konuma gelebildiğinde tüm insanlığın bilinç sıçraması yapabileceğini anlatırdı. Hani kritik kitle diye bir tanım var ya.
Biliyoruzki insanlar uyku hali de denilen bilinçaltı kayıtlarına göre seçim yapıyorlar ve yaşıyorlar. Bilinçli farkındalığımız ise sadece % 10'luk kısmı zihnimizin. 0-6 yaş arasında oluşuyor % 90'ı zihnimizin ki buna bilinçaltı diyoruz. Herkes uykuda yani otomatik pilotta yaşıyor yaşamını. "Sevgili" egomuz bizi korumak adına almış sazı eline...İstediğim bu diyoruz ama yansıttığımız enerjimiz ya da davranışlarımız bambaşka...
İşte ancak otomatik pilotu devre dışı bırakıp uçağın ya da geminin kaptanı olabiliyoruz. Uyanabiliyoruz!
Bugünkü terminoloji ile isteklerimiz/niyetlerimiz ile davranışlarımız arasındaki farkı gözlemliyebilme ve gerekli değişiklikleri/seçimleri yeniden yaparak bir nevi kendimizi yeniden yapılandırarak , yaşamdaki hedefimize doğru ancak ilerliyebiliyoruz.
Bireysel gelişim , yaşam koçluğu ve benzeri tüm uygulamaların psişemizde gerçekten bir dönüşüm yaratabilmesi için bireyin derin meditasyon yani izleyici konumuna geçebileği bir noktaya gelmesi gerektiğini düşünüyorum. Yoksa öğrenilen bilgiler ya da teknikler sadece ve sadece "bilgi" olarak kalabilecektir. Salt meditasyon ya da spiritüel öğretilerin de tek başına yeterli olmadığına inanıyorum. Zira bilinçaltımızdaki olumsuz inançları korkuları tanımlayabileceğimiz bunları dönüştürebileceğimiz tekniklere de gereksinimimiz var.
Dönüşüm , sistemimizdeki çelişkiyi yakalayıp, yeniden bir seçim yapıp kendimizi gözlemleyebildiğimiz zaman gerçekleşebilecektir diye düşünüyorum. Bu hafta bizzat yaşadım bu durumu! Bu yaşıma kadar farkında olmadığım bir "ego" oyunumla yüzleştim. Kendi deneyimimden yola çıkarak bu tanımı yapabiliyorum burada.
İnsanlık gerçekten "özgürleşme" yolculuğunda. Enerjiler sıkıştırıyor sistemimizi. Hala tamamen uykuya dalmamış , uyuşmamış olanların çok canı acıyor. Çözüm yolu arıyorlar."Nerede hata yaptım?" diyorlar. Ya da hatalarını görüp " Ama bu değildi ki benim istediğim!" diyorlar. Çünki otomatik pilotlarımızın devrede olduğu bir yaşam sürmüşüzdür...
Özetle hepimiz için mavi hap kırmızı hap noktasına gelindiğini düşünüyorum. Bilmeyenler için paylaşayım. Matrix isimli filmde Neo 'ya Morpheus iki seçenek sunar. Uyanmak ya da uykuya devam etmek. Haplardan biri uyanma yolculuğunu başlatacaktır. Yeni bir BEN'e yolculuğa.
İçinde bulunduğumuz dönemde düzenli meditasyon yapmanın , dikkatimizi güçlendirmenin ve anda kalma pratiğimizi geliştirmenin bizi son derece destekleyeceğini düşünüyorum.
Sadece sabah ve akşam oturup 3-5 dakika gözlerimizi kapatıp düşüncelerimizi izleyebiliriz.. Derin nefes alıp verebiliriz. Şimdi ve buradayım diyebiliriz.
Gün içinde bir kaç kez "Dikkatim nerede?" sorusunu soralım kendimize ve dikkatimizi içimize kendimize kalbimize çekelim. Bir nevi odağımızı gözden geçirmek diyebiliriz buna.
Sevdiğimiz bir objeyi "görerek" izleyelim. Yani bakmayalım , görelim. Tüm kıvrımlarını, detaylarını görelim. Görmeye devam ederken bir düşünceye takılıp gittiğinizi fark ettiğinizde de tepki göstermeden tekrar dikkatimizi objeye getirip yeniden objeyi görelim. Bu uygulama ile düşüncelerin hızı azalacaktır. Dikkatimiz sakinleşecektir. An'a daha derinden nüfuz edebilecektir dikkatimiz.
Dikkatin güçlü saf ve dingin olması son derece önemlidir zira tüm bu pratikler ve uygulamalar için. Bir lazer ışını gibi keskin güçlü net olmalıdır dikkatimiz. Ancak o zaman anda gerçekle birlikte neşe içinde var olabiliyoruz. SAT CHIT ANAND...
Tam da bu noktada yani anda olduğumuz ve izleyici konumunda kalabildiğimizde , anlamlı tesadüfler kapımızı çalıyor sanırım.
Hani bazen çok daraldığımızda bir kapı açılır ya önümüzde aynen öyle bir şey sanki burada sözü geçen. Yeni bir yol yeni bir gerçeklik belki de aradığımız çıkış yolu...
Sadece açılan o kapıyı görebilmek ve kapıdan içeriye adım atarak yaşamın bize sunacaklarını kabul etmek , izin vermek olmakta olana bize düşen galiba...
Bu da yaşama ve kendimize derin bir inanç ve güven duygusu ile yapılabilir diye düşünüyorum.
Yaşamla mücadele etmek yerine yaşamla dans etmeye başladığımız noktada oluyor sanki böyle şeyler...
Bir de ben okyanus benzetmesini çok seviyorum. Bir okyanusun ortasına düşünce kulaç atıp bir kıyıya ulaşmaya çalışırken mi yoksa kendimizi sudaki akıntıya bırakırsak mı yaşama şansımız yüksek olur? Ya da bir kıyıya ulaşma ihtimalimiz ...
İşte kendimizi yaşamın ellerine bıraktığımız noktada ,akıntı akış bizi hiç tahmin edemiyeceğimiz planlıyamıyacağımız diyarlara fırsatlara ulaştıracaktır.
Yeterki kontrolü bırakıp derin nefes alıp bırakalım kendimizi akışa...Uyanık ve bütünle bağlantılı bir idrak hali ile...
Korku ile tutundukça direndikçe akışa daha çok canımız acıyor yoruluyoruz ve tükeniyoruz...Öyle değil mi? Hepimiz gayet iyi biliyoruz bunu.
Ne demişler?
Su yolunu bulur...Bırakalım su bizi götüreceği yere götürsün...
Su ve bırakmak deyince de aklıma hep Richard Bach'ın Mavi Tüy isimli kitabındakdi "minik yosuncuk" geliyor. Beni en çok etkileyen kitaplardan biridir. Tekrar tekrar okumamız gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum Mavi Tüy'ün. Minik yosuncuk korkusundan bir türlü bırakamaz tutunduğu taşı...Ta ki o an gelene kadar.
Kendimi tutunurken ya da direnirken bulduğumda " Hadi minik yosuncuk bırak kendini suya" diyorum . Güven yaşama...
İşte bugün benim gibi tüm diğer "minik yosuncuklara" sesleniyorum buradan.
HADİ MİNİK YOSUNCUKLAR HEP BİRLİKTE BIRAKALIM KENDİMİZİ YAŞAM IRMAĞINA!
O an bu andır zira...Başka bir an yok!
Uyanmak ya da uyanmamak! Özgür olmak ya da olmamak !
İşte bütün mesele bu...
sevgilerimle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder