Geçen hafta çok özel biri ile tanıştım. Tophane-i Amire'de ki sergide tanıştım bu özel insanla!
Ne yalan söyliyeyim , serginin ismi ve Mehmet Aksoy ' un fotoğrafı çekti beni sergiye. Onun kim olduğunu bilmiyordum henüz.
Çok utandım kendimden sonra ! Nasıl olur da bu ismi bilmezdim ?
Heykel sanatının önemli isimlerinden biri idi Mehmet Aksoy. Sanatçı ile ilgili daha detaylı bilgiye sitesinden ulaşabilirsiniz. www.mehmetaksoy.com
İş Kuleleri önündeki Kibele Çeşmesi ve Can Yücel'in anıt mezarı (ki biliyorsunuz bir saldırı sonucu parçalanmıştı bu eseri sanatçının) gibi benim çok etkilendiğim eserlerin yaratıcısı idi Mehmet Aksoy. Ben sergiyi gezerken idrak ettim onun kim olduğunu ! Aslında eserlerini tanıyormuşum ve ancak isimini bilmiyormuşum meğer.
Sanatının 50. yılında "Zamanın ve Mekanın Suretleri" adlı kişisel sergisini , MSGÜ Tophane-i Amire’de açmıştı sanatçı.
Üstelik sadece bir heykeltraş değil aynı zamanda bir şairdi o.
Sözcüklerle dans ediyordu sanki. Hele bir şiiri var ki dakikalarca önünde durdum ve tekrar tekrar okudum. O sözcükleri ve duyguları yudum yudum sindire sindire içime almak istedim.
Şiirin adı "Gönlümüz Bir Uçurtma"...Burada yayınlamıyorum...Sadece bu şiir için bile bence bu sergiye gitmelisiniz. Yüreğiniz kanatlanacak ve süzülecek mavi göklere inanın...
Aksoy, 50 yıldır yaptığı heykellerle başarmak istediklerini şu sözlerle dile getiriyor:
“Ellerimi seviyorum. Ellerim, formlar üstünde dolaşan ışığı okşar. Karanlıkta görür gözümün görmediğini. Tutkulu bir form çapkınıdır onlar, formlarla devamlı flört halindeler.
Ellerimi seviyorum. Kaba görünüşleri içinde hassas dokunuşları saklıyorlar. Ne kadar çalışsam onları zorlasam aletleri, çekici, murcu, tarakları, mucartayı, külüngü, öyle hünerli kavrıyorlar ki nasır tutmuyorlar. Taşın neresine, nasıl, hangi şiddetle, hangi eğimde vurulması gerektiğine onlar karar veriyor. Bir yerden sonra ben yalnız ellerimi seyrediyorum. Onlar yapıyor, ben seyrediyorum…
Ellerimi seviyorum. Sıcak bir vücudun formları üstünde her gözeneği hissederek dolaşan ve içime sıcak duygular akıtan ellerimi de seviyorum… Kızgınlıkla yumruk olan ellerimi de… Şakağımda düşünceli duran dostlarımı sevdiklerimi kucaklayan göğsüme bastıran ellerimi, her şeye rağmen güzel günlerden umutlu zafer işareti yapan elimi, ayrılırken arkamdan el sallayan çocuğa öpücük gönderen elimi de insani durumlarda yaşaran gözlerimi gizlice silen ellerimi en çok da öpüp başıma koyduğum anamın ellerini.
Gözümün nuru elimin hüneri heykellerim, üstüne düşen ışık üstünden karanlığı aydınlatmak, gerçeği görünür hale getirmek istiyorum. Kimse heykelden korkmasın, heykeli sevsinler istiyorum. Onun form dilinden bir şarkı gibi anlaşılmasını istiyorum. "
Sanatçı aynı zamanda "Ucube" olarak tanımlanan İnsanlık Anıtı isimli eserin de yaratıcısı. Malesef Mehmet Aksoy'un bir çok yaptığı eser farklı şekillerde saldırıya uğrayarak yok edilmiş.
Anadolu toprağı aslında Hitit, Urartu ve Asur'lar zamanında heykelin bir nevi anavatanı. olmuş. Mehmet Aksoy, Anadolu toprağı üstündeki heykel geleneğinin söndüğünü, en az 700 yıllık bir kopukluk olduğunu ve halen halkla heykel arasında organik bir iletişim kurulamadığından bahsediyor.
İşte bu yabancılaşma bence heykele ve heykel sanatçılarına yönelik mesafenin ve saldırganlığın nedeni.
Hele bir de Vahdet'i Vücud isimli heykelleri var ki...Sanki duygunun kendisi maddeleşmiş ve şekil almış. Bu kadar mı olur diyorsunuz?
Sergide sanatçı şiirlerini ve sanatı ile ilgili duygu düşüncelerini de bizimle paylaşıyor.Mutlaka serginin duvarlarını bezeyen sözlerini de okuyun.
"Her insan bir şamandır."
"Taş eğilmez kırılır."
"Çekiç seslerinde zaman kayıyor."
"Çatlak tastan tok ses çıkar."
"Heykellerime saklandı zaman
Zaman zamana gebe kaldı
Bekle zaman zamanı Doğursun"
Beni etkileyen sözlerinden sadece bir kaçı.
"Zamana dokunmak" diyerek başlamış duygularını anlatmaya. sanatçı.. Taşı "sevdiğini" söylüyor Aksoy. Üstüne düşen ışık üzerinden onu yansıttığı, onu ışığa duyarlı kılıp, "Ben artık kütleyi değil, ışığı yontuyorum" dedirttiği için...
Kendi deyişiyle yıldızlarla aynı yaşta olan, büyük patlamanın şahidi , zamanı içinde saklayan bir malzeme olan taşa aşık olmuştu Mehmet Aksoy. Onun yüreğindeki aşk varoluşun özündeki aşkla birleşmişti. O ki saf ışıktı !
İşte tam da bu noktada ben sanatçının eserlerinden bir ışık çıktığını ve bu ışığın da benim varlığımdan geçip uzaklara yol aldığını hissettim.
Eserlerindeki ışık bana dokunmuş ve içimden geçmişti sanki ! Zamandan ve mekandan kopmuş sadece ve sadece kendi varlığımı solumuştum ! Sanki ben de şeffaflaşmıştım.
Kişinin kendini gerçekleştirmesi bu olsa gerek diye düşündüm. Her ne yapıyor olursan ol, asıl olan içindeki ışığı diğerlerine yansıtabilmek ve onlara dokunabilmek, onların varlığı ile titreşebilmekti...
İster heykeltraş ol, ister bir CEO ya da istersen limon sat !
Asıl olan kim olduğumuz ve yaşamdaki duruşumuz idi...
Budha'nın sözü geldi aklıma sonradan . "İş , bilinçli bir şekilde seçilen ve insanı aydınlanmaya götüren bir yoldur" demiş Yüce Ruh.
İşte bence Meihmet Aksoy, taşın özündeki aşkı yani ışığı , kendi deyimiyle zamanın kabuklarını kırarak onu özgürleştirilmişti. Taşı özgürleştiren bir yontucu idi o bana göre.
Benim için çok ama çok özel bir andı diyebilirim. İyi ki gitmişim ve iyi ki tanışmışım Mehmet Aksoy ile!
Zaten varlığımızı açıp eserleri ile iletişime geçtiğimizde , tanışmış oluyoruz onu yaratan ile değil mi? Bu her türlü yaratım için aynı...
"Işığın Yontucu" sunun bu değerli sergisine gitmenizi öneririm.
Bu içimizdeki ışığa ve sanata sahip çıkmamızla ilgili bir şey. Kendimize yolculuğumuzda önemli bir durak.
SERGİ 20 MAYIS ' KADAR PAZARTESİ HARİÇ HERGÜN AÇIK VE ÜCRETSİZ.
Ben tekrar oğullarımı da alıp gideceğim. Onları heykel sanatı ile tanıştırmak için büyük bir fırsat bu sergi...
Sevgilerimle
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder