Geçenlerde çocukluğumun geçtiği mahalledeki eski komşularımızla yıllar sonra bir araya geldik.
Çocukluk anılarımızı anımsadık keyifle.Gerçekten benim için güzel bir gün idi! Çok geçmişlerde kalmış bir Funda ile yeniden buluştum diyebilirim o gün. Çok eskilerde kalmış duyguları hatırladım belki de! Kim bilir?
Bir arkadaşımız ki mahallemizin ağabeylerinden biri idi kendisi, karabatak kuşu ile ilgili bir anısını anlattı o gün.
Salacak sahilinde yaralı bir karabatak bulmuş bir gün.
Çocuk yüreği işte! Şefkatli ve merhabetli tüm canlılara karşı. Önyargısız, koşulsuz sevgide yüreği!
Almış eve getirmiş. E su kuşu ya karabatak, banyodaki küveti doldurup kuşu içine koymuş. Karabatak da bayağı iri bir kuştur malum.
Babası eve gelmiş ve o gün de şans elektrikler yokmuş.Öyle hatırlıyorum hikayeyi şu anda.
Adamcağız banyoya girdiğinde çığlık çığlığa çırpınış sesleri duyunca neye uğradığını şaşırmış elbette ki.
Çok güldük! Ne güzel çocukluğumuza ait güzel anılara sahip olmak...
Sonra içimdeki kuş hikayelerini hatırladım ben de.
Üniversite yıllarındaki bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Hani yüzlerce kuş bir arada uçuşur ya havada oradan oraya. "Kuşların düğünü" derdi buna. Hakkari'de doğmuş yarı Kürt'tü arkadaşım.
Richard Bach'ın MARTI kitabındaki meşhur Jonathan Livingston 'ı bilirsiniz. Bana göre hepimizin içinde yaşıyor onun ruhu! Kitaptaki "En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir." sözü de hepimize ilham vermiştir eminim.
Bir de "kuş okulu" var. Kuşlar tellerin üzerine konar ya sıra sıra. Ona Hindistan'da "kuş okulu" dendiğini de Mumbai'li bir arkadaşımdan öğrendim.
Yıllar önce bir müşterim bana "Funda hanım artık serçelerin sesini duyamıyorum gittiler herhalde İstanbul'dan" demişti. Ben de halen serçelerin İstanbul'da olduklarını çevresine daha dikkatli bakmasını önermiştim. Bir sonraki toplantıda ilk konu serçelerdi. Evet görebilmiş duyabilmişti serçeleri tekrar. Düşünüyorum da şu anda hiç iletişimim yok kendisi ile ama çok önemsiyorum bu tür birbirimizin yaşamlarımıza dokunuşlarımızı. Hayat bu işte! Canlılık!
Ve elbette İstanbul'un yeni sakinleri. Yeşil papağanlar! İstanbul'da ilk görmem duymam 2010 yılında idi sanırım. Aynı papağanları 1995 yılında Agra/Hindistan'da görmüştüm. Tac Mahal'in karşısındaki sarayın duvarlarının çevresinde uçuşan yeşil papağan sürüleri vardı. Büyüleyici idi gerçekten. İlk kez doğal ortamlarında görmüştüm bu kuşları.
Şimdi yılla sonra İstanbul'un sakinleri oldular. Seslerini duyunca hemen kafamı kaldırım tarıyorum gökyüzünü. Kendi kedndime oyun oynuyorum. Yeşil papağan görürsem o günümün çok iyi olacağına bana şans getireceklerine inanıyorum.
Geçen gün facebook da bir post paylaştım. Doğru mu bilemem ama Lao Tzu'ya ait olduğu söylenen bir söz vardı. Pek sevdim!
Çocukluk anılarımızı anımsadık keyifle.Gerçekten benim için güzel bir gün idi! Çok geçmişlerde kalmış bir Funda ile yeniden buluştum diyebilirim o gün. Çok eskilerde kalmış duyguları hatırladım belki de! Kim bilir?
Bir arkadaşımız ki mahallemizin ağabeylerinden biri idi kendisi, karabatak kuşu ile ilgili bir anısını anlattı o gün.
Salacak sahilinde yaralı bir karabatak bulmuş bir gün.
Çocuk yüreği işte! Şefkatli ve merhabetli tüm canlılara karşı. Önyargısız, koşulsuz sevgide yüreği!
Almış eve getirmiş. E su kuşu ya karabatak, banyodaki küveti doldurup kuşu içine koymuş. Karabatak da bayağı iri bir kuştur malum.
Babası eve gelmiş ve o gün de şans elektrikler yokmuş.Öyle hatırlıyorum hikayeyi şu anda.
Adamcağız banyoya girdiğinde çığlık çığlığa çırpınış sesleri duyunca neye uğradığını şaşırmış elbette ki.
Çok güldük! Ne güzel çocukluğumuza ait güzel anılara sahip olmak...
Sonra içimdeki kuş hikayelerini hatırladım ben de.
Üniversite yıllarındaki bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Hani yüzlerce kuş bir arada uçuşur ya havada oradan oraya. "Kuşların düğünü" derdi buna. Hakkari'de doğmuş yarı Kürt'tü arkadaşım.
Richard Bach'ın MARTI kitabındaki meşhur Jonathan Livingston 'ı bilirsiniz. Bana göre hepimizin içinde yaşıyor onun ruhu! Kitaptaki "En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir." sözü de hepimize ilham vermiştir eminim.
Bir de "kuş okulu" var. Kuşlar tellerin üzerine konar ya sıra sıra. Ona Hindistan'da "kuş okulu" dendiğini de Mumbai'li bir arkadaşımdan öğrendim.
Yıllar önce bir müşterim bana "Funda hanım artık serçelerin sesini duyamıyorum gittiler herhalde İstanbul'dan" demişti. Ben de halen serçelerin İstanbul'da olduklarını çevresine daha dikkatli bakmasını önermiştim. Bir sonraki toplantıda ilk konu serçelerdi. Evet görebilmiş duyabilmişti serçeleri tekrar. Düşünüyorum da şu anda hiç iletişimim yok kendisi ile ama çok önemsiyorum bu tür birbirimizin yaşamlarımıza dokunuşlarımızı. Hayat bu işte! Canlılık!
Ve elbette İstanbul'un yeni sakinleri. Yeşil papağanlar! İstanbul'da ilk görmem duymam 2010 yılında idi sanırım. Aynı papağanları 1995 yılında Agra/Hindistan'da görmüştüm. Tac Mahal'in karşısındaki sarayın duvarlarının çevresinde uçuşan yeşil papağan sürüleri vardı. Büyüleyici idi gerçekten. İlk kez doğal ortamlarında görmüştüm bu kuşları.
Şimdi yılla sonra İstanbul'un sakinleri oldular. Seslerini duyunca hemen kafamı kaldırım tarıyorum gökyüzünü. Kendi kedndime oyun oynuyorum. Yeşil papağan görürsem o günümün çok iyi olacağına bana şans getireceklerine inanıyorum.
Geçen gün facebook da bir post paylaştım. Doğru mu bilemem ama Lao Tzu'ya ait olduğu söylenen bir söz vardı. Pek sevdim!
"Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun,Belki şarkı söyleyen bir kuş gelir konar."
Sevgiyle,
Sevgiyle,
İçimizdeki kuşlar hiç susmasın, ne güzel yazıyorsun.
YanıtlaSilTeşekkürler tatlım...Evet kuşlar hep şarkı söylesin sevgiyle
YanıtlaSil