Neden mi bu başlığı attım?
Veganizmin inanç özgürlüğü kapsamına alınmasına yönelik bazı kararlar varmış İngiltere'de ve diğer bir çok ülkede.
Hiç kimse vegan olduğu için ayrımcılığa haksızlığa uğramamalı elbette. Geçen hafta Cumhuriyet Pazar 'da Zülal Kalkandelen'in yazı başlığında olduğu gibi '' Dinler koruma altında ise felsefi yönelimlerde koruma altında olmalı.''
Ve fakat son dönemde karşılaştığım veganlar ya da okuduğum olaylarda saldırgan insan yaklaşımları gözlemledim. Dikkatinizi çekmiştir belki, geçenlerde bir Avrupa ülkesindeki bir kasaba veganlar saldırmış. Bayağı yerle bir etmişler dükkanı.Bunun bireysel ya da tamamen tesadüfi çıkışlar olaylar olabileceğini düşünmüştüm.
Fakat köşe yazısında önemli bir noktaya değinmiş Zülal Kalkandelen. ''Veganizm bir inanç olarak gösterilirse kişiselleştirilir ve başkalarının bunu kabul etmemesine saygı duymak gerekir.'' şeklinde bir cümle kurmuş. Veganizmi inanç özgürlüğü kapsamına alınmamasını felsefi yönelim olarak kabul edilerek koruma altına alınmasını öneriyordu.
Bu cümlesi beni düşündürdü?
Şimdi 2018 sonbaharında İstanbul'daki bir vegan markette gittiğimde başıma gelen bir olayı anlatayım size kısaca.
Glutensiz çok çeşitli ürünlerin varlığı beni heyecanlandırmış çevreme de duyurmuştum bu yeri. İlk alışveriş için ziyaretimde donmuş gıda depolanan buzdolabı üzerinde kirli mi kirli bir sokak kedisi boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Üstelik yanımda da bir arkadaşım vardı. Öve öve bitirememiştim bu yeri oysaki.
Bu arada ben de annesinin terk ettiği minik bir sokak kedisini evlat edinmiş biriyim. Maddi manevi sorumluluk aldım. Beş yıldır evimizin kızı Işık Hanım. İşin kolayına kaçıp sokaktaki kedilere evimin penceresinden salam atmıyorum. Kaldı ki sokakta özellikle de çocuk parklarında onlarca kedinin beslenmesini son derece sağlıksız buluyorum. Veterinerimize göre bizim evdeki kedimiz için bile sağlıksız bir durum parkta onlarca kedinin beslenmesi.
Arkadaşımla alışveriş için geldiğimi ve fakat gıda satılan bir dükkanda karşılaştığım görüntünün beni çok şaşırttığını hayal kırıklığı yaşadığımı ifade ettim. Gıda satılan bir dükkanın altını çiziyorum. Mobilya mağazası, butik vs olsa sıkıntı değil. Zabıtaya söyleseniz dükkanı kapatırlar. Bir anlamda iyilik yapıyorum dükkana bu geri bildirimimle. Görevli ''Dükkanımıza gelen müşterilerin % 99 ' u bu durumdan rahatsız değil '' dedi. İhtiyacım güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşmaktı oysa ki. Ben de '' % 1 'lik kısımdayım sizin söyleminize göre , o zaman müşteriniz olamayacağım bu durumda. '' gibi bir şey söyleyip çıktım dükkandan. Sadece ihtiyacımın duyulması idi amacım. Fakat duyulmadım.
İlk keşifimde dükkan sahibi ile tanışmış telefonunu almıştım. Çalışanınız böyle bir edinimi ve söylemi var potansiyel müşteri olarak rahatsızlık duyduğumu ifade etmek istediğimi söylemek üzere aradım telefonu. Glutensiz ürünleri gerçekten satın almak istiyorum ya. Bir yol bulmaya çalışıyorum. Telefondaki kadın dükkandaki kadın çıkmasın mı? Sesini yükselterek ''Onlar dilsiz canlılar onların da hakkı var:'' gibilerinden cümleler kurmaya başladı. Ben de ''Bakın ben de kedi besliyorum fakat bu hijyenik değil'' gibi cümleler kurup durdum. Karşıdaki ısrarcı '' Masanıza çıkmıyor mu kediniz?'', bense ''Çıkmıyor ve aşılı benim kedim.'' gibilerinden bir şeyler söyledik karşılıklı. Olay bayağı bambaşka yere gitti. Özetle benim ihtiyacımı görmeye duymaya hiç çaba sarfetmedi karşımdaki kişi. Sadece sıradan bir vatandaş olarak sağlıklı güvenli gıdaya ulaşma hakkım ile ilgili bir geri bildirimde bulunmaktı niyetim. Ben müşteriyim ve o da hizmet sunucu bu arada.
Fanatizm her yerde saldırganlığı doğuruyor. Çok doğru anlamlı bir felsefe dahi saldırganlığın bataklığına çamuruna bulanabiliyor.
Fanatik müslümanların yılbaşı ağaçlarına saldırmasından hiç farkı yok bu vegan saldırganlığının.
Ya da insanların kılığına kıyafetine göre yargılanması ve/veya saldırgan tavırlar gösterilmesinin.
Köşe yazısından anlıyorum ki vegan olanlar vegan olmayanlara saygı duymama şeklinde bir eğilime de sahip. Veganlığı bireysel bir tercih etik duruş gibi algılamıyorlar sanki. Hatta öfke duyuyorlar vegan olmayanlara. Belki de yanılıyorumdur. Tamamen rastlantısal olarak karşıma çıkan örnekleri genellememem gerekir.
Ve fakat gözlemlediğim saldırgan eğilimin temelinde bu yönelim olabilir mi diye de düşünmede edemedim işte.
Dinlerde muhtemelen bilge insanlar tarafından toplumu daha ileriye götürmek daha duyarlı kılmak üzere oluşturmuş oldukları birer felsefe idi. Tıpkı veganlık gibi.
Fakat en iyi din , felsefe, görüş benim ki , benden olmayan gelişmiş değildir, aşağıdadır hatta yoktur şeklindeki diğerini yok sayma saygı duymama tarzı davranışlar maalesef fanatizme doğru evriliyor zamanla.. Dünyada da yeterince din var zaten!
Şimdi farklı görüşlere bakalım.
Tamamen rastlantısal olarak Greta'nın arkadaşlarından birinin annesi ile buluştuk İstanbul'da Kasım ayında. Kızı da veganmış. Fakat onun çıkış noktası İklim Krizi...Hatta vegan saldırganlığını ve fanatizmini konuştuk Suzanne ile. Endüstriyel et sektörünün iklim krizine katkısı nedeni ile etten uzak durmak bireysel sorumluluk ve etik dahilinde bir duruş ki çok saygı duydum. Kendime de yakın buldum.
Metabolizmam daha çok sebze bakliyat meyve ve kuruyemiş ile mutlu. Ve fakat zaman zaman et yeme ihtiyacı da duyuyorum. Her insanın bünyesi kendine münhasır. Birine iyi gelen diğerine zehir olabilir. Tıp bilimi de genel istatistikleri paylaşıyor bizlerle sadece. O verilerin her birimiz için % 100 geçerli olacağı kesin değil. Bedenin bilgeliğine inanıyorum. Can çekmesinin bedenin bize bir sinyali olduğunu düşünüyorum. Eksik olanı bize bildiriyor bir anlamda.
Bir de otların dahi koparıldığında çığlık attığı tespit edildi. Bunu düşünürsek de maydanoz dahi yerken insanın içi burulur. Ve fakat aşırı uçlar tehlikeli. İlk insanlar toplayıcı avcı idi. Sadece ihtiyacı kadar alıyordu doğadan ve edinimi başka canlılara ya da doğaya zarar vermiyordu.
Fakat sanırım asıl sorun ihtiyacımızın üstünde tüketmemiz ve bunu yaparken de doğaya tüm canlılara bir bedel ödetiyor olmamızda. Global et endüstrisi gerçekten utanç dolduruyor insanın yüreğini. Oysaki hayvanı onurlandırarak da et ihtiyacı karşılanabilir kadim topluluklarda olduğu gibi. Bu bakış açısı ile global et endüstrisi yanında kurban bayramı bile çok masum kalıyor.
Saygı duyduğum Hintli bir dostum, çok kötü davranılan kötü şartlarda tutsak tutulan ve hiç de onurlandırılmadan hunharca katledilen hayvanların hücrelerinde korku ve öfke duygusu dolu olduğunu söylemişti. Bu hayvanların etinin yenmesi sonucu tüm o öfke ve korkuların eti yiyen insanlara aktarıldığını söylemişti. Dünyanın bu kadar korku ve şiddet içinde olmasının bir nedeni de global et endüstrisi ve aşırı et tüketiminde buluyordu.
Ben çocukken hatırlıyorum çok özel bir yemekti tavuk yemeği. Özelliği ayda yılda bir tüketilmesindeydi. Daha çok balık sebze meyve ve bakliyat ile beslenirdik. Bahçelerimiz vardı meyve ve sebze bahçeleri. Kümeslerimiz tazecik yumurta dolu idi. Özetle bu kadar çok et tüketmezdik o zamanlar toplum olarak.
Genel anlamda iklim krizine karşı da aile çiftlikleri çözüm olarak sunuluyor. Belki de çözüm global et endüstrisi yerine aile çiftlikleridir.
Farklı düşünceleri yaklaşımları yönelimleri paylaşmaya çalıştım bugün sizlerle.
Şurası kesin ki eski yaşantımız daha etik bir yaşantı idi gerçekten.
Aile çiftliği kuramasak da şehirlerde daha etik ve sağlıklı bir yaşamı nasıl kurgulayabileceğimizi düşünmemiz gerek ?
Ortak evimiz dünya da bizden bunu bekliyor sanırım.
İyi pazarlar,
xxxx
Veganizmin inanç özgürlüğü kapsamına alınmasına yönelik bazı kararlar varmış İngiltere'de ve diğer bir çok ülkede.
Hiç kimse vegan olduğu için ayrımcılığa haksızlığa uğramamalı elbette. Geçen hafta Cumhuriyet Pazar 'da Zülal Kalkandelen'in yazı başlığında olduğu gibi '' Dinler koruma altında ise felsefi yönelimlerde koruma altında olmalı.''
Ve fakat son dönemde karşılaştığım veganlar ya da okuduğum olaylarda saldırgan insan yaklaşımları gözlemledim. Dikkatinizi çekmiştir belki, geçenlerde bir Avrupa ülkesindeki bir kasaba veganlar saldırmış. Bayağı yerle bir etmişler dükkanı.Bunun bireysel ya da tamamen tesadüfi çıkışlar olaylar olabileceğini düşünmüştüm.
Fakat köşe yazısında önemli bir noktaya değinmiş Zülal Kalkandelen. ''Veganizm bir inanç olarak gösterilirse kişiselleştirilir ve başkalarının bunu kabul etmemesine saygı duymak gerekir.'' şeklinde bir cümle kurmuş. Veganizmi inanç özgürlüğü kapsamına alınmamasını felsefi yönelim olarak kabul edilerek koruma altına alınmasını öneriyordu.
Bu cümlesi beni düşündürdü?
Şimdi 2018 sonbaharında İstanbul'daki bir vegan markette gittiğimde başıma gelen bir olayı anlatayım size kısaca.
Glutensiz çok çeşitli ürünlerin varlığı beni heyecanlandırmış çevreme de duyurmuştum bu yeri. İlk alışveriş için ziyaretimde donmuş gıda depolanan buzdolabı üzerinde kirli mi kirli bir sokak kedisi boylu boyunca uzanmış yatıyordu. Üstelik yanımda da bir arkadaşım vardı. Öve öve bitirememiştim bu yeri oysaki.
Bu arada ben de annesinin terk ettiği minik bir sokak kedisini evlat edinmiş biriyim. Maddi manevi sorumluluk aldım. Beş yıldır evimizin kızı Işık Hanım. İşin kolayına kaçıp sokaktaki kedilere evimin penceresinden salam atmıyorum. Kaldı ki sokakta özellikle de çocuk parklarında onlarca kedinin beslenmesini son derece sağlıksız buluyorum. Veterinerimize göre bizim evdeki kedimiz için bile sağlıksız bir durum parkta onlarca kedinin beslenmesi.
Arkadaşımla alışveriş için geldiğimi ve fakat gıda satılan bir dükkanda karşılaştığım görüntünün beni çok şaşırttığını hayal kırıklığı yaşadığımı ifade ettim. Gıda satılan bir dükkanın altını çiziyorum. Mobilya mağazası, butik vs olsa sıkıntı değil. Zabıtaya söyleseniz dükkanı kapatırlar. Bir anlamda iyilik yapıyorum dükkana bu geri bildirimimle. Görevli ''Dükkanımıza gelen müşterilerin % 99 ' u bu durumdan rahatsız değil '' dedi. İhtiyacım güvenli ve sağlıklı gıdaya ulaşmaktı oysa ki. Ben de '' % 1 'lik kısımdayım sizin söyleminize göre , o zaman müşteriniz olamayacağım bu durumda. '' gibi bir şey söyleyip çıktım dükkandan. Sadece ihtiyacımın duyulması idi amacım. Fakat duyulmadım.
İlk keşifimde dükkan sahibi ile tanışmış telefonunu almıştım. Çalışanınız böyle bir edinimi ve söylemi var potansiyel müşteri olarak rahatsızlık duyduğumu ifade etmek istediğimi söylemek üzere aradım telefonu. Glutensiz ürünleri gerçekten satın almak istiyorum ya. Bir yol bulmaya çalışıyorum. Telefondaki kadın dükkandaki kadın çıkmasın mı? Sesini yükselterek ''Onlar dilsiz canlılar onların da hakkı var:'' gibilerinden cümleler kurmaya başladı. Ben de ''Bakın ben de kedi besliyorum fakat bu hijyenik değil'' gibi cümleler kurup durdum. Karşıdaki ısrarcı '' Masanıza çıkmıyor mu kediniz?'', bense ''Çıkmıyor ve aşılı benim kedim.'' gibilerinden bir şeyler söyledik karşılıklı. Olay bayağı bambaşka yere gitti. Özetle benim ihtiyacımı görmeye duymaya hiç çaba sarfetmedi karşımdaki kişi. Sadece sıradan bir vatandaş olarak sağlıklı güvenli gıdaya ulaşma hakkım ile ilgili bir geri bildirimde bulunmaktı niyetim. Ben müşteriyim ve o da hizmet sunucu bu arada.
Fanatizm her yerde saldırganlığı doğuruyor. Çok doğru anlamlı bir felsefe dahi saldırganlığın bataklığına çamuruna bulanabiliyor.
Fanatik müslümanların yılbaşı ağaçlarına saldırmasından hiç farkı yok bu vegan saldırganlığının.
Ya da insanların kılığına kıyafetine göre yargılanması ve/veya saldırgan tavırlar gösterilmesinin.
Köşe yazısından anlıyorum ki vegan olanlar vegan olmayanlara saygı duymama şeklinde bir eğilime de sahip. Veganlığı bireysel bir tercih etik duruş gibi algılamıyorlar sanki. Hatta öfke duyuyorlar vegan olmayanlara. Belki de yanılıyorumdur. Tamamen rastlantısal olarak karşıma çıkan örnekleri genellememem gerekir.
Ve fakat gözlemlediğim saldırgan eğilimin temelinde bu yönelim olabilir mi diye de düşünmede edemedim işte.
Dinlerde muhtemelen bilge insanlar tarafından toplumu daha ileriye götürmek daha duyarlı kılmak üzere oluşturmuş oldukları birer felsefe idi. Tıpkı veganlık gibi.
Fakat en iyi din , felsefe, görüş benim ki , benden olmayan gelişmiş değildir, aşağıdadır hatta yoktur şeklindeki diğerini yok sayma saygı duymama tarzı davranışlar maalesef fanatizme doğru evriliyor zamanla.. Dünyada da yeterince din var zaten!
Şimdi farklı görüşlere bakalım.
Tamamen rastlantısal olarak Greta'nın arkadaşlarından birinin annesi ile buluştuk İstanbul'da Kasım ayında. Kızı da veganmış. Fakat onun çıkış noktası İklim Krizi...Hatta vegan saldırganlığını ve fanatizmini konuştuk Suzanne ile. Endüstriyel et sektörünün iklim krizine katkısı nedeni ile etten uzak durmak bireysel sorumluluk ve etik dahilinde bir duruş ki çok saygı duydum. Kendime de yakın buldum.
Metabolizmam daha çok sebze bakliyat meyve ve kuruyemiş ile mutlu. Ve fakat zaman zaman et yeme ihtiyacı da duyuyorum. Her insanın bünyesi kendine münhasır. Birine iyi gelen diğerine zehir olabilir. Tıp bilimi de genel istatistikleri paylaşıyor bizlerle sadece. O verilerin her birimiz için % 100 geçerli olacağı kesin değil. Bedenin bilgeliğine inanıyorum. Can çekmesinin bedenin bize bir sinyali olduğunu düşünüyorum. Eksik olanı bize bildiriyor bir anlamda.
Bir de otların dahi koparıldığında çığlık attığı tespit edildi. Bunu düşünürsek de maydanoz dahi yerken insanın içi burulur. Ve fakat aşırı uçlar tehlikeli. İlk insanlar toplayıcı avcı idi. Sadece ihtiyacı kadar alıyordu doğadan ve edinimi başka canlılara ya da doğaya zarar vermiyordu.
Fakat sanırım asıl sorun ihtiyacımızın üstünde tüketmemiz ve bunu yaparken de doğaya tüm canlılara bir bedel ödetiyor olmamızda. Global et endüstrisi gerçekten utanç dolduruyor insanın yüreğini. Oysaki hayvanı onurlandırarak da et ihtiyacı karşılanabilir kadim topluluklarda olduğu gibi. Bu bakış açısı ile global et endüstrisi yanında kurban bayramı bile çok masum kalıyor.
Saygı duyduğum Hintli bir dostum, çok kötü davranılan kötü şartlarda tutsak tutulan ve hiç de onurlandırılmadan hunharca katledilen hayvanların hücrelerinde korku ve öfke duygusu dolu olduğunu söylemişti. Bu hayvanların etinin yenmesi sonucu tüm o öfke ve korkuların eti yiyen insanlara aktarıldığını söylemişti. Dünyanın bu kadar korku ve şiddet içinde olmasının bir nedeni de global et endüstrisi ve aşırı et tüketiminde buluyordu.
Ben çocukken hatırlıyorum çok özel bir yemekti tavuk yemeği. Özelliği ayda yılda bir tüketilmesindeydi. Daha çok balık sebze meyve ve bakliyat ile beslenirdik. Bahçelerimiz vardı meyve ve sebze bahçeleri. Kümeslerimiz tazecik yumurta dolu idi. Özetle bu kadar çok et tüketmezdik o zamanlar toplum olarak.
Genel anlamda iklim krizine karşı da aile çiftlikleri çözüm olarak sunuluyor. Belki de çözüm global et endüstrisi yerine aile çiftlikleridir.
Farklı düşünceleri yaklaşımları yönelimleri paylaşmaya çalıştım bugün sizlerle.
Şurası kesin ki eski yaşantımız daha etik bir yaşantı idi gerçekten.
Aile çiftliği kuramasak da şehirlerde daha etik ve sağlıklı bir yaşamı nasıl kurgulayabileceğimizi düşünmemiz gerek ?
Ortak evimiz dünya da bizden bunu bekliyor sanırım.
İyi pazarlar,
xxxx
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder