26 Nisan 2020 Pazar

Yeşil Devletler Zamanı

Ülkemde yeşil çığlık atıyor. Evet yanlış okumadınız.

Tüm dünya salgın ile uğraşırken, ülkemin dört bir yanında koruma alanları imara açıldı.

Yurdun her yanından ağaç katliamlarının haberleri geliyor. ÇED raporları halkın isyanına rağmen onay alıyor. Nükleer santral için de düğmeye basılmış. Tam bir ekolojik katliam başladı ülkemde.



Neden mi?

Zor gün paraları harcandığından ,  ekonomik kriz ile baş etme yöntemi olarak, koruma altındaki  alanları imara açıp para kazanma planı olabilir bunun altında.

Oysa büyük resmi görüp tam da tersini yapmamız  gereken şu zamanlarda çok büyük stratejik bir hata yapılıyor.

Hepimiz o romantik görüntülere bayıldık değil mi?  Fransa sokaklarında geyikler dolaşıyordu. Uludağ teleferik alanında bir ayının  keşife çıktığını gördük.  Mersin marinada yunuslar neşe içinde yüzüyor sıçrıyordu. Hindistan 'da tavus kuşları boş okulların gölge alanlarında uzanmış dinleniyordu. Venedik' te  bulanık sular duruldu ve yeniden balıklar görüldü.

Evet müthiş güzel görüntüler bunlar. Çok da sevindirici elbette.

Fakat bence sıkı bir tokat attı suratımıza bu görüntüler.

Neden mi?

İnsan türü istilacı bir türdür. Ben bunu okudum anladım. Ve ta en derinimizde biliyoruz bunu. Varoluşumuz ile doğaya doğanın bütünlüğüne zarar verdiğimizi biliyoruz içimizden. İstilacı türlere doğanın yanıtını da biliyoruz.

Doğa intikam alıyor diye söyleşiler yapılıyor makaleler yazılıyor.

Hayır, doğada intikam yoktur. Bu insana özgü bir duygu ve edinimdir. Kendi karanlığımızı doğaya yansıtıyoruz sadece.

Fakat doğada denge vardır. Uyum ve işbirliği vardır.

Doğada din dil ırk cinsiyet renk ayrımı yoktur. Bunlar bizim zihnimizin yarattığı ayrımlardır. İnsan her  şeyden önce bu gezegende yaşayan biyolojik türlerden biri olduğunu hatırlamalıdır. Doğa da bizi böyle okuyor, algılıyor.

Bitki  Zekası isimli bir kitap okumuştum bir kaç sene önce. Burada da yazmıştım daha detaylı. Şu bilgi çok önemli. Bir ağaca bir zararlı böcek geldiğinde ağaç o böceği yemeyi seven bir kuşa onun ilgisini çekebilecek bir koku salarak bir nevi mesaj yolluyor ve kuş ağaca gelip onu zararlı böcekten kurtarıyor. Doğanın zekası milyonlarca yıldır birlikte uyum içinde yaşamın temeli. Ve bir şekilde kendine has bir savunma mekanizması var. Biz insan türü henüz tüm sırları çözebilmiş değiliz.

İşte belki de istilacı tür olan insana çok ciddi bir uyarı idi bu salgın. Belki de bizi , bu istilacı türü doğa kendi varlığı bütünlüğüne karşı bir tehdit olarak algılıyor. İlaç bulunup salgın bastırılınca sanıyor  musunuz her şey eskisi gibi olacak. Ya da bildiğimiz o eski normal hayata devam edebileceğiz.  Hayır! Başka salgınlar başka krizler gelebilir. Ta ki biz toptan yaşam tarzımızı değiştirip doğa ve onun kuralları döngüleri ile uyumlu yaşamaya başlayana kadar.

Şimdi bu noktada yeşilin yok edilmesinin nasıl da tam tersi etki yaratacağını anlatabilmişimdir umarım. Her kesilen ağaç her hapsedilen dere, her yakalanan vahşi hayvan ile kendi yok oluşumuzu hızlandırıyoruz. Mezbahalarda laboratuarlarda  işkence gören canlıları da unutmayalım.

Yabanın kendi alanında kalması gerekiyor. Onların  yaşam alanlarına  beslenme ihtiyaçlarına var  olma haklarını  tanımalı ve saygı duymalıyız.  Tüm türleri ve canlıları birey birey gibi gözetip ortak bir tür anayasası çerçevesinde haklarını tanımalıyız.  Tür Anayasası Hemen Şimdi isimli  yazdığımı  paylaşmıştım daha önce burada.

İnsan türü yok oluş tehdidi altında. Ancak ve ancak diğerini yani diğer türleri gözetirse var olmaya devam edebilecek.

Salgın ilk çıktığında İngiliz bir biyolog ne demişti hatırlayın. ''Sanki siz enfektesiniz ve diğerlerine bulaştırmayacakmış gibi yaşayın '' demişti. Yani virüs bize diğerini gözetirsen  yaşarsın mesajını verdi. Doğanın uyum içinde sürdürülebilir  varoluşunun sırrı bu. Her canlı diğerini düşünüp hep birlikte uyum içinde yaşayabiliyor. İşte virüs bize çok büyük bir mesaj ,ders verdi.

Çözümler kısmında da bir kaç düşüncemi paylaşmak istiyorum.

Bu krizden de görüldüğü üzere büyük yapıların kontrolü yönetilmesi çok zor. Daha küçük yaşam alanları yaratılmalı. Dünya şehir kentleri bile tartışıyor şu anda. Bu şekilde gezegeni paylaştığımız diğer türlere de yaşam alanı açmış olacağız. Mega metropoller kanserli hücre gibi.

Gıdaya ve mümkünse sağlıklı gıdaya ulaşım çok önemli olacak. Aynı şekilde su ihtiyacı da.

Köyden kente göç etmiş ailelere köye dönüş teşvikleri verilebilir. Tarlaları varsa ekip biçmeleri üretmeleri desteklenebilir. Ürünlerinin satın alınacağına garanti verilebilir.

Tarlası köyü olmayan ailelere aile çiftliği kurmaları için yine destek teşvik verilebilir.

Geçiş sürecinde büyük şehirlerin çevresinde tarımcılık yapan uydu köyler  oluşturulabilir. Buraya yerleşip üretim yapanlara teşvik destek verilebilir. Zaman içinde büyük şehirlerin küçülmesi planlanabilir.

Her mahallede mahalle bostanları yaratılabilir. Mahalleler ve şehir çevresindeki uydu kentler arasında  gıda tedariki konusunda protokoller yapılabilir.

Ordu devreye sokularak tüm ülkede ağaçlandırma yapılabilir. Ama bu bir seferlik değil düzenli tekrarlanan bir uygulama olacak şekilde planlanır. Hem güvenlik hem de yeşilin çoğaltılıp korunması ordunun görevi olur.

Mahkumlar serbest bırakılmasaydı, ağaçlandırma ve tarımsal üretim için çok ciddi bir insan kaynağı olabilirdi. Kendilerinin rehabilitasyonu için de son derece olumlu bir yaklaşım olurdu bu.

Karbon ayak izimizi azaltacak şekilde bir yaşam şekli oluşturulması üzerine yeniden iş tanımları  yapılmalı, tüketim alışkanlıkları gözden geçirilmeli, kanun nezdinde  yeni normlar oluşturulmalı Örneğin bir kişinin yılda en fazla üç kez uçak seyahati yapabilmesi gibi normlar. Bireyin sorumluluğuna bırakılamayacak bir durumla karşı karşıyayız. Naylon poşet nasıl kullanılmıyorsa artık bu tarz ve çok daha radikal çözümler getirilmeli.

Evet küçüleceğiz. Ekonomilerin büyüme hırsı dünyayı yedi bitirdi ve bizi bu noktaya getirdi. Ya yok olacağız ya da  küçülerek yaşamaya devam edeceğiz.  İnsan olmaz ise yeryüzünde  şirketler de şirketlerin karı da olmaz.

Bir sözüm de teknolojiye. Teknoloji eğer doğanın kurallarına uyumlu hala gelebilirse tam tersi doğaya karşı değil doğadan yana bir duruş sergileyebilir.

Özetle eski dünyanın düşünce bakış açısı ve yaşam şekilleri ile gelmekte olan varoluş mücadelesine karşı koyamayız. Yeni bir bakış açısına ve çok daha büyük resmi görme becerisine ihtiyacımız var.

Ya şimdi radikal değişiklikler yapacağız düşünce ve  yaşam biçimimizde ya da insan türü ciddi bir yok oluş sarmalının içine savrulacak.

Tüm bu yeni dünyanın tanımlanabilmesi de daha adil ve eşitlikçi bir sisteme  ihtiyacımız olduğu kesin. Mevcut sistem bizi bu noktaya getirdi. Demek ki bütün için uygun bir sistem değilmiş. Yaşadığımız kriz bir sistemsel krizdir. Kapitalizm insan türünün kendi  kurallarını  doğaya dayatmasının  adıdır. Oysa doğanın kuralları ile uyumlu yeni bir sistem tanımına ihtiyacımız var acilen.

Hem insan türü olarak diğer türleri  düşünerek, hem de insanlık olarak da diğer insanları düşünerek onların ihtiyaçlarını haklarını gözeterek hep birlikte bu gezegende yaşayabileceğiz ancak.

Diğer türleri ve diğer insanları gözeterek.

Sadece bir kaç ülkede yapılacak sistemsel  reformlar yeterli olmayacaktır. Tüm ülkelerin ortak bir düşünce bakış açısı ve davranış değişimine gitmesi gerekmektedir.

Neleri yanlış yaptığımızı nelerin ekolojik yaşama  zararlı olduğunu çok iyi biliyoruz. Hem de pek çok.

Şimdi tek tek bunlara alternatif sistemler yaşam şekilleri oluşturmalıyız.  Yeşil devletler!

Bu hayal değil kesinlikle mümkün. Ve akıl bu yolu gösteriyor.

Ve şunu da hatırlayalım. Biz olmasak da yeryüzü yaşamaya devam edecek. Bizim asıl  tür olarak yeryüzüne ve doğaya ihtiyacımız var. Yeryüzünde yaşayan türlerden biriyiz ve doğanın kuralalrına uyum tek çıkış yolumuz.

Sevgiyle,










xxxx
xxxx











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder