19 Nisan 2015 Pazar

İmajın Kadar Konuş?

Kocan kadar konuş filmine gittim geçen Cuma.

Çok eğlendim?

Ve bir o kadar da düşündüm ne yalan söyliyeyim.



Bu kadar peşinden koşulan, yüceltilen nerede ise tanrılaştırılıp tapılan kavram ne oluyordu da sonra balon gibi sönü veriyordu. 

Sana da bana da olan bu değil mi zaten?

Boşanmaların oranı ortada malum. Ve de ülkemize özgü aile içi şiddet!

Bu sabah Krishnamurti'nin  Farkındalığın Işığı kitabında şu bölümü okudum ve paylaşmak istedim.  

Hem kendi rüyamdan hem de hepimizin rüyasından uyanmamızı diliyorum.

"Kadın erkek ilişkisinde neden böylesine çatışma ve ayrım var; bunu sorgulamak önemlidir çünkü insan ilişki içinde var olur.Himalaya'nın tepesinde mağarada  yaşayan  bir rahip bile ilişki içindedir. İnsanların ilişkilerde neden başarılı olamadıklarını, acı,kıskançlık,endişe duyduklarını gözlemlemeliyiz.Gözlem analiz değildir. Ama çoğumuz analiz etmeye alışkınız.

Evli olsun ya da olmasın,iki insan psikolojik olarak buluşuyorlar mı? Fiziksel olarak yatakta buluşabilirler ama içsel olarak her birinin kendi yaşamları,kendi doyumları,kendi ifadeleri var. İlişkide olduklarını söylüyorlar ama bu doğru değil,dürüst değil.Çünkü her birinin kendisi hakkında bir imajı var. Bu imajın yanısıra birlikte olduğu kişi hakkında da bir imajı var. Gerçekte iki ya da daha çok sayıda imaz var. Erkek kadın hakkında bir imaz yaratıyor,kadın erkek hakkında bir imaz yaratıyor.Bu imazlar hatırlanan reaksiyonlarla oluşuyor.

Erkeğin kadın hakkındaki imajı ile kadının kendi hakkındaki imajı çatışma içinde olduğu için ilişkiyi yok ediyor. Kişinin kendisi hakkındaki imajı yaralanmayı getirecektir.Kişi çocukluktan üniversiteye kadar ve yaşamı süresince sürekli yaralanacak,incinecektir. İncinmemek için de adım adım yalnızlığa gömülecektir. İnsanın incinmesini de, övülme ihtiyacını da kendisi hakkında oluşturduğu imaz yaratır.

Ama insanların çoğu,kendileri hakkında oluşturdukları imazlarda, düşüncenin yarattığı imazda güven bulmaya çalışırlar. İMAJIN OLMADIĞI İLİŞKİDE ÇATIŞMA DA YOKTUR.

Kendi imajınızın farkında mısınız? Ve bu imaja bir son vermek istiyor musubuz? Yoksa bu imaja "nasıl" son veririm diye soracak mısınız?éNasıl ésorusu, birisinin size ne yapmanız gerektiğini söylemesi anlamına gelir. Bu birisi, uzman,guru ya da lider olabilir. Ama ömrünüz boyunca,uzmanlarınız,psikologlarınız oldu ve sizi değiştiremediler."Nasıl" diye sorarak imazdan özgür olamazsınız. Karşınızdakinin ne söylediğine tüm farkındalığınızı verdiğinizde özgür olabilirsiniz. Eşiniz ya da arkadaşınız kötü bir şey söylediğinde, o anda tüm farkındalığınızı verirseniz, bu farkındalığın içinden asla imaz yaratılmaz.O zaman yaşam tümüyle farklı bir anlam kazanır."



İşte bu!

İmajsız ya da maskesiz gerçek kimliklerimizle ilişkilenebildiğimiz bağ kurabildiğimiz zaman çatışmasız bir alana girebiliyoruz. Gerçek güven sevgi oluyor!

Kimbilir belki de gençlik aşklarımızı özlemle arayışımızın nedeni de budur?

İmajımız maskemiz çok yoğun değildi o zamanlar. Olduğumuz gibi açabiliyorduk kendimizi ilişkiye.Sadece orada var olabiliyorduk. Yaş ilerledikçe ağır geliyor bu sahte imajların yükü.

Bu topraklarda kadın ve erkek arasında çok müthiş bir savaş olduğunu söylemişti yıllar önce bir yabancı erkek arkadaşım. Bunu gözlemlemişti Türkiye'de yaşadığı sürece.

Düşünüyorum da belki de çok haklıydı bu tespitinde.

Materyalizm, hızlı batılılaşma, açgözlülüğümüz,tatminsizliğimiz bu imajları çok ama çok abartmamıza neden olmuş olabilirdi gerçekten.

Hatırlayın 70'leri 80'leri...

Ne kadar çok ve abartılı imaj, o kadar çok çatışma ve o kadar çok incinme, yaralanma ve yalnızlık! İmajı da düşünce yani zihin oluşturuyor bu arada. Ne kadar az zihin , ne kadar az düşünce ve dolayısıyla anda kalabilen dikkat o kadar imajsız sen ve ben...

İşte bu imajlarla da  evleniyordu insanlar ve çatışma da kaçınılmaz oluyordu.

Asıl adım imajlarımızı tanımak ve onları serbest bırakmak, onlardan özgürleşmekti bizi arzu ettiğimiz psikolojik/duygusal bağ kurabileceğimiz gerçek ilişkiye götürecek olan. Özgür bir insan olmak asıl hedefimiz olmalıydı bu anlamda.

Karşımıza çıkmış ve bizi incitmiş her insan da bizim bu imazlarımızdan özgürleşebilmemiz için bize müthiş fırsatlar sunan oyun arkadaşlarımızda işte. Ve de çok ama çok değerli bir hizmet sunuyorlardı bizlere. Seni senden özgür kılmak için girmişti o kadınlar ya da erkekler yaşamına! 

Üstelik bu sadece kadın erkek ilişkisi için değil tüm ilişkilerimiz için geçerli bir formül bana göre. İş aile toplumsal ilişkilerimiz dahil her deneyim özgürleşmemize hizmet eden özel anlar.

Geçmişte her ne yaşadıksa yaşadık. Düşünürün dediği gibi o incinmişlik anlarımıza zihnimizde geri dönüp tüm farkındalığımızla kendimize bizi inciten kişiye olaya bakabiliriz. Daha objektif  ve gerçekçi olarak.

Yaşamın yaşamlarımızın tek amacı var bana göre. Kayıtsız şartsız özgür olmak!

Belli ki yaşam külliyen bu imajlarımızdan özgürleşmemizi istiyor artık.

Var gücüyle zorluyor imajlarımızı yerle bir edecek realiteler yaratıyor günlük yaşamlarımızda.

İyisi mi biz gönüllü olalım bir an önce! 

İmajsız özgür neşeli çoşkulu doyumlu mutlu günlere diyorum...

Ha bu arada mutlaka izleyin derim filmi!

Sevgiler









4 Nisan 2015 Cumartesi

İçimizdeki Freudlar

The Century of Self...Ben Devri olarak tanımlanan bir belgeseli izledim geçen hafta.

Biritish Televison'un yayınladığı ve Adam Curtis'in hazırladığı müthiş bir belgesel. 4 bölümden oluşuyor.

İlk üç bölümü izledim. Dördüncü bölüm alt yazılı olarak nette var fakat mahkeme kararı ile yasaklanmış ülkemizde nedense!

Belgeselin konusu, Sigmund Freud, kızı Anna Freud ve yeğeni  Edward Bernays'ın kurumları ve hükümetleri insan topluluklarını yönetmek için nasıl desteklediklerini anlatıyor.




Destek de değil! Tamamen onların psikanaliz çalışmaları üzerine kurulmuş tüm sistem.

Algı yönetimi, bilinçaltı mesajlar daha neler neler.

Ha bu arada Edward Bernays, Public Relation (Halkla İlişkiler) 'in babası sayılıyormuş.

Anlayacağınız insanların ne sevip sevmeyeceği, neyin doğru olup olmadığı, neyin iyi neyin kötü olduğunu onlara çeşitli zihinsel mizansenlerle  bildiren ve insanların beklenen davranışları sergilemesini sağlayan sistemin yaratıcısı kendileri. 

Bernays Amerika'da yaşıyor. 1920'lerden bahsediyoruz. O zamanlar Amerika'da vatantaşlık kavramı var. Kitle vatandaşlardan oluşuyor ve sadece ihtiyacı kadar ürün tüketiyor. Ürünlerin reklamları ise ne kadar uzun süreli ve dayanıklı oldukları şeklinde. 

Özetle insanların daha çok tüketmeye yönlendirilmesi gerekiyor. Ve vatandaşlık kavramı gidiyor tüketici kavramı tanımlıyor kitleleri.

Örnek kadınlar 1920'li yıllarda çok fazla sigara içmiyor. Ağırlıklı olarak erkekler tüketici olarak görülüyor. Sigara üretici firma başvuruyor Bernays'e. Sigaranın penis ile bir bağı olduğunu, sigara içmenin kadın için güç ve özgürlük algısını besleyebileceği şeklinde bir tez ortaya atıyor o da. Bu algının yaratılmasına kalıyor iş. Derhal  ünlü sanatçı ve  sosyeteden kadınlardan oluşan bir toplantı organize ediliyor. Katılımcı kadınlara sigara veriliyor. Tam da aynı gün kadın hakları ile ilgili başka bir gösteri yürüyüş organize ediliyor. Bernays 'in organize ettiği etkinlikler bunlar elbette. Bu her iki haber yan yana sunuluyor tüm medyada. Ne mi oluyor? Sigara içen kadın asi , kendi haklarına sahip,özgür ve güçlü kadın olarak algılanıyor. Sanki sigara sihirli bir çubuk gibi o ezik zayıf kadına dokunuyor ve onu bambaşka bir kadına çeviriyor. Kadın sigara içenlerin sayısında ne mi oluyor? Patlıyor gidiyor!

Bir US başkanı çok soğuk halktan uzak olarak görülüyor.Sahneyi Bernays alıyor. Hemen Beyaz Saray'a popüler şarkıcılar, film artistleri, şovmenler davet ediliyor. Espiri  üzerine espiri. Başkan bir an da en çok kabul gören sevilen başkan oluveriyor. Tanıdık değil mi bu senaryo?

Daha neler neler! Hatta komunist ülkelerle ilgili algıların bile nasıl yaratıldığını anlatıyor belgesel.

Biliyorduk  bunu elbette, ancak bu kadar organize, bilinçli ve sistematik bir yapılanma olabileceğini açıkçası hiç düşünmemiştim. Freud üçlüsünün kurgusu olduğunu da yeni öğrendim.Özellikle yeğen Bernays'in.

Demokrasi kavramının da içinin ne kadar boşaltıldığına ve bu şekilde zihnine nüfus edilen kitlelerin seçimlerinin ne kadar demokratik olabileceğine yönelik de ciddi ağır eleştiriler var.Bunu da Bernays 'in kızından duymak çok ilginçti ayrıca.

Özetle sen sen değilsin! Ben ben değilim!

Bu üçlü Freud üçgeninin zihninin yarattığı bir ilüzyonu yaşıyoruz yeryüzünde.

Onların zihinlerinin yansıttığı bir dünya kurgulanmış çevremizde. 

Hükümetlerin, kurumların elindeki silah bu. Sana karşı bana karşı doğaya karşı ! Hatta artık sadece kurumların kurguladığı dünyayı yaşıyoruz. Hükümetler de kurumlara biat etti.

Kendi benimize ulaşabilmek , özgür ve bütün bir varoluş içinde yaşayabilmek  için nasıl hayatımız boyunca bize yansıtılan sahte benlik algılarından  özgürleşmemiz gerekiyorsa, işte  daha derinden içimizdeki  Freudlar'dan da özgürleşmemiz gerekiyor sanki. 

Sözü başka bir yere getireceğim şimdi.

Geçen hafta tüm Türkiye'de elektrik kesildi. Anlamlı bir açıklama gelmedi değil mi? Nerede ise bir gün karanlıkta kaldı ülke. 

O gün nedense işten eve giderken yolumun üstündeki billboard larda ilk kez AKKUYU NÜKLEER reklamlarını gördüm.

Radyoda da biraz sonra AKKUYU NÜKLEER cıngılı seslendirilmişti.

Tüm duyularımıza hitap ediliyor, korku kaygı endişemize dokunularak bir şey anlatılmaya çalışılıyordu bariz bir şekilde.

Konu derin mi derin.

Anlayan anlar diyorum!

Bahar geldi tüm doğa uyanıyor.

Kim bilir belki bu bahar topyekun uyanırız!

Sadece Funda,