31 Ekim 2012 Çarşamba

Hayattaki Önemli Şeyler

Bazen birileri hayatınıza girer ve onların orada olmalarının, sizin bazı amaçlarınıza hizmet etmeleri, size ders vermeleri veya kim olduğunuz ya da kim olmak istediğiniz konusunda size yardım etmeleri demek olduğunu kesinlikle bilirsiniz. Bu kişilerin kim olabileceklerini asla bilemezsiniz – bir oda arkadaşı, bir profesör, bir arkadaş, bir sevgili ya da tamamen yabancı biri – ama gözleriniz onlarla kilitlendiğinde, işte o an hayatınızı çok derin bir şekilde etkileyeceklerini bilirsiniz.


Bazen, başınıza gelen şeyler ilk başta korkunç, acı verici ve adaletsizce görünebilir ama sonraları aksine o engelleri aşmadan potansiyelinizin, gücünüzün, iradenizin ve yüreğinizin asla farkına varamayacağınızı anlarsınız. Hastalık, yaralanma, aşk, gerçek mükemmelliğin kayıp anları ve aptallıklar, hepsi sizin ruhunuzun sınırlarını test etmek için vardır. Bu küçük testler olmaksızın, her ne olursa olsunlar, hayat hiçbir yere varamayan, pürüzsüzce asfaltlanmış düz, yavan bir yol gibi olurdu. Güvenli ve rahat; ama aptalca ve tamamen anlamsız.

Tanıştığınız, hayatınızı etkileyen insanlar, tecrübe ettiğiniz başarı ve çöküşler, kim olduğunuzu ve kim olacağınızı bulmanıza yardımcı olurlar. Kötü tecrübelerden bile bir şeyler öğrenilebilir. Aslında, bazen onlar en önemlileridir. Eğer birileri sizi severse, karşılığında onlara hangi şekilde yapabiliyorsanız sevgi verin, sadece sizi sevdikleri için değil aynı zamanda size sevmeyi ve kalbinizi ve gözünüzü nasıl açabileceğinizi öğrettikleri için. Eğer birileri sizi incitirse, aldatırsa ya da kalbinizi kırarsa, onları affedin, size, güveni ve kalbinizi kimlere açacağınıza dikkat etmenin önemini öğrettikleri için.

Her gününüzü önemseyin. Her anın değerini bilin ve onu bir daha asla yaşayamayacağınız için o anlardan alabileceğiniz herşeyi alın. Daha önce hiç konuşmadığınız insanlarla konuşun ve onların söylediklerini dinleyin!

Âşık olmanıza izin verin, kendinizi serbest bırakın ve görüşlerinizi yükseltin. Başınızı dik tutun; çünkü her türlü hakka sahipsiniz. Kendinize önemli bir kişi olduğunuzu söyleyin ve kendinize inanın; çünkü eğer siz kendinize inanmazsanız başkalarının size inanması güç olacaktır. Hayatınızda istediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. Kendi hayatınızı yaratın ve daha sonra dışarı çıkıp hiç pişmanlık duymadan yaşayın! Ve eğer birilerini severseniz bunu onlara söyleyin; çünkü yarının neler sakladığını asla bilemezsiniz. Yaşadığınız her günden hayata dair bir ders alın! Bugün; dün için endişelendiğiniz yarındır. Buna değer miydi?


SHARON ZEFF

29 Ekim 2012 Pazartesi

Varolmanın Yegane Koşulu

Türk milleti, bağımsız yaşamış ve bağımsızlığı varolmanın yegane koşulu olarak kabul etmiş cesur insanların torunlarıdır. Bu millet hiçbir zaman hür olmadan yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır.

Atatürk



16 Ekim 2012 Salı

İçimizdeki Kapıları Açmak


Bu kitapla yolum 2007 'nin Ekim'inde kesişti.

Hayatımın oldukça virajlı bir dönemecinde bir arkadaşımın hediyesiydi. Sevgilerimi iletiyorum o arkadaşıma buradan!

Tam 365 gün için günlük mesajlar içeriyor kitap.

Zaman zaman blogumdan yayınlıyorum Eileen Caddy 'nin mesajlarını.

Her okuduğunuzda farklı anlamlar karşılıklar buluyor içinizde sözcükler. Çünki siz değişmiş oluyorsunuz malum.

Başka başka kapılar açılıyor içinizde kitaptaki sözcükler ile.

Eileen Caddy  İskoçya'lı  bir yeni çağ bilgesi, mistiği, filozofu. Findhorn Foundation kurucusu.

İskoçya'daki bu yerleşim ilk ekoköylerden.

Orada yaşamış iki insan tanıyorum.

Bu kişilerden ilki  Buğday Derneği kurucusu sevgili Victor Ananias.  Buradaki deneyimlerinden  ilham aldığını düşünüyorum  kendi yaşam misyonunu gerçekleştirirken. Sevgi ve ışık içinde ol sevgili Victor!

Diğeri kişi ise yine İskoçya'lı eski bir dost. Şahsen Elieen Caddy ile de tanışmış , arayış içinde bir ruh o da. Kesinlikle kendi iç barışı ve huzurunu tesis etmede bu yerin fark yarattığını ifade ediyor kendi yolculuğunda.

Her ikisinin de doğaya , ruha , insana yaklaşımına baktığımda ortak paydalarını görebiliyorum.

Kitabı çeviren İpek Cihan Bilgin' nin bu kitapla nasıl tanıştığının hikayesi ise kitabın içinde...İpek'le de tanışma ve çalışmalarına katılma şansım oldu.

Kitapların içlerindeki mesajı iletecekleri insanlarla buluşmak üzere, zamanın bir boyutundan ve mekanın  bir yerinden yola çıktığını okumuştum bir yerde...Gerçekten çok doğru!

Uzun lafın kısası , bu kitap içinizdeki kapıları tek tek açacak ve ışığınız yeryüzüne yansıyacak!

Artık içsel zindanlarımızdan özgürleşme ve tüm kapıları açma zamanı...

Kalbin kapısı içeriden açılıyor malum...

Sevdiklerinize ve gerçekten mutluluklarına , içsel huzurlarına önem verdiğiniz değer verdiğiniz insanlara harika bir özel gün ya da yeni yıl hediyesi olur!

Bekleyeni çoktu bu kitabın...Çabuk tükenecektir. Benden söylemesi!

Sevgiler



14 Ekim 2012 Pazar

Paulo Coelho İyileşmek

 
 
Kendime eziyet etmiyorum.Yaralarımın üzerlerine ancak cesaretle gidersem, iyileşebileceğini uzun zaman önce öğrendim...

11 Ekim 2012 Perşembe

1000 Sözcük

Kardeşimin yüzlerce filmden oluşan bir film koleksiyonu var. Zaman zaman  ailecek çoluk çocuk dede anneanne hep birlikte "ev sineması" yapıyoruz...Bilirsiniz!

Işıkları söndürüp patlamış mısırları alıyoruz elimize...

Çiş su abur cubur molası dahi yapıyoruz!

Bu evsel etkinliklerimizden birinde Eddie Murphy'nin  " A Thousand Words" isimli filmini izledik...

"1000 Sözcük" olarak çevirdim filmin adını.



Pek eğlenceli bir filmdi...Ve ancak derin bir mesaj da içeriyordu...Vav dedim!

Yeni bir bakış açısı yakalamıştım ve bunu sizlerle paylaşmak istedim.

Özetle mesaj şu idi;

Yaşamımızda bizi inciten, acıtan, hatta nefret ettiğimiz ve affedemediğimiz biri var ise, biz bir şekilde onu affetmiyerek o kişinin enerjisinin, kişiliğinin bizim kişiliğimizin bir parçası olmasına neden oluyoruz.

Affetmediğimiz herşey ya da  herkes bizim parçamız oluyor bir anlamda! Nasıl ama?

Büyük öğretmen "yaşam" öyle yaşam deneyimleri kurguluyor ki bizler için,  tam da  o kişinin kişiliğinin nefret ettiğimiz, affetmediğimiz tarafını kendi kişiliğimizde sergileyeceğimiz  deneyimler içinde buluveriyoruz kendimizi işte. Nefret ettiğimiz var gücümüzle suçlayıp yargıladığımız affetmediğimiz kişi oluveriyoruz bir anlamda...Kendimizle yüzleşip önce kendimizi ve dolayısıyla o kişiyi affetmedikçe ve dolayısıyla gerçek özgürlüğe ulaşmadıkça , yaşam ağırlaştıra ağırlaştıra getiriyor benzeri oyunları / kurguları yaşamımıza...

Dışarıdakini affedebilmenin anahtarı da içimizde! Kendimizi affedebildiğimiz zaman ancak dışarıdakini de affedebiliyoruz .

Herşey herkes bir ve yargıladığımız suçladığımız affetmediğimiz herşey ve herkes olabiliriz! Ve de asıl gerçek bu! İnsanız zira...

Ancak ve ancak o nefret ettiğimiz affetmediğimiz kişi olduğumuzu gördüğümüz ve de kabul ettiğimiz noktada kendimize ve dolayısıyla o kişiye karşı daha az yargılayıcı kabul edici ve sevgi ile yaklaşabiliyoruz.



Kimsenin kimseyle derdi yok aslında! Herkes kendiyle ilgili...Dışarıda kimse yok...Tüm yaşadığımız deneyimler bizim kendimizle olan deyenimimiz.

Asıl bakılması anlaşılması gereken  kişinin davranışlarındaki  "niyeti"dir. Doğru olan niyete göre bir yorum yapmaktır. Herkes kendi paradigmalarına algı gözlüklerine göre algılıyor  diğerinin davranışlarını...İşte kendimizi ve diğerini affettiğimiz noktada bu sanal gözlükleri çıkartıyoruz...Kendimizin ve diğerinin gerçeğini görüyoruz...

Sadece ve sadece affettiğimiz zaman ancak özgürleşebiliyoruz .... Geçmişimizden, o kişilerin varlığından ve onların kişiliğimizdeki etkilerinden...Kendimizi affettiğimizde de kendimizden! Kendimiz zannettiğimiz yanılsamamızdan özgürleşebiliyoruz...Ancak o zaman gerçek özümüz ortaya çıkabiliyor ve gerçekten "kendimiz" olabiliyoruz!

Ancak o zaman kendi yolumuzda yürüyebiliyor, kendimizi gerçekleştirebiliyoruz!

Ha bir de daha çok dinlemek ile ilgili bir mesajı vardı filmin. Oldukça anlamlıydı burası da benim için.

Dışarıyı dinlediğimiz zaman gerçekten yaşamın içine giriyoruz...Daha çok katılabiliyoruz yaşama. O zaman gerçekten dokunabiliyoruz yaşamımızdaki insanlara! Daha yakın , samimi ve içten ilişkiler kurabiliyoruz...Ve daha çok öğreniyor , gelişiyoruz...

Geçtiğimiz yıllarda bir günlük "konuşma orucu" tutmuştum...Onu hatırladım! Hem iç seslerinizi hem de dışarıdaki sesleri daha iyi algılamak için bire bir bu yöntem...İnsanların size yaklaşımını izlemek ise çok farklı bir deneyimdi gerçekten. Zaman zaman düşünmüşümdür konuşma orucunu daha uzun süreli tekrarlamayı...

Yaşamın anlattıklarını o zaman daha iyi duyarız belki de...

Özetle çok keyifli bir film gerçekten!

Şimdiden iyi seyirler...

Sevgiler

Paulo Coelho Kelimeler

Kelimelerin kötü yanı, kendimizi başkalarına anlatabileceğimiz ve başkalarının söylediklerini anlayabileceğimiz hissini uyandırmalarıdır. Fakat dönüp kaderimizle yüzleştiğimizde yetmediklerini görürüz.

9 Ekim 2012 Salı

Ekim Rüzgarı ile Dans

Güzel  bir akşam üstü ve akşamdı

Bugünden anılar okyanusuna avucumuzdan kayan

Kalamış'tan yelkenli ile açıldık Marmara'ya

Güçlü soğuk bir Ekim rüzgarı koşuyordu denizin üstünde

Bizi de kattı önüne rüzgar

Uzun soluklu bir danstı bizimki

Varlığımız uyandı canlandı rüzgarın kollarında

Güneş büyülü bir öpücük kondurdu alnımıza

Ufukta vedalaşırken bildiğimiz dünyaya

Ve merhaba derken başka dünyalara

Güzel bir akşam üstü ve akşamdı

Çok üşüdük çok güldük çok keyif aldık

Yaşamı kucakladık bir solukta!

Geçmiş sonbahardan  hoş bir günbatımı alacağım vardı

Bu sonbahar sözünü tuttu yaşam !

Herşey güzel oluyor

Biliyorum...

Sevgiler



Paulo Cohelo 'dan Yürek

 
Yüreğini dinlemek zorundasın; çünkü onu susturmayı hiçbir zaman başaramazsın. Hatta onu dinlemiyormuş gibi yapsan da o gene oradadır, göğsündedir; hayat ve dünya hakkında ne düşündüğünü sana tekrarlamayı sürdürecektir. Hiç kimse kendi yüreğinden kaçamaz. Bu nedenle en iyisi onun söylediklerini dinlemek.. Düşlerinin peşinde olduğu sürece hiçbir yürek kesinlikle acı çekmez.

Paulo Coelho 'dan Olduğun Kişi Olmak

İnsanların hiç kimsenin işaretli kağıtlarla oynamadığını anlaması gerekiyor; bazen kazanırız ve bazen de kaybederiz. Hiçbir şeyi geri almayı bekleme, yaptıkların için takdir edilmeyi bekleme, ne kadar zeki olduğunun keşfedilmesini bekleme ya da aşkının anlaşılmasını. Daireyi tamamla. Gururlu, yetersiz ya da kibirli olduğun için değil, sadece artık onun senin yaşamında yeri olmadığı için. Kapıyı kapat, plağı değiştir, evi temizle, tozdan kurtul. Geçmişte olduğun kişiyi bırak ve şu anda kimsen, o ol.


ABRAHAM HICKS EN GÜZEL HEDİYE

The greatest gift that you could give to anyone you love is the gift of positive expectation. But you can't give someone positive expectation until you know the Laws and have practiced them yourself enough so that they are very familiar.

Sevdiğiniz birine verebileceğiniz en güzel hediye positif beklentidir. Fakat bunu ancak Evrenin Kanunlarını öğrendikten ve kendiniz yeteri şekilde pratik ettikten ve onlara aşina olduktan sonra yapabilirsiniz.


7 Ekim 2012 Pazar

ABRAHAM HICKS SAVAŞ ÜZERİNE

Your government is the by-product of the vibration of the masses. A war is the by-product of the vibration of the masses. In other words, this is not a war that your government has waged against your will. This is a war that has grown vibrationally from the vibration of the masses.
Abraham Hicks

Hükümetiniz kitlelerin vibrasyonunun yan ürünüdür. Savaş kitlelerin vibrasyonunun yan ürünüdür. Başka bir deyişle, sizin iradeniz rızanız dışında hükümetiniz savaşa girmiyor. Bu savaş vibrasyonel olarak kitlelerin vibrasyonundan vibrasyonel olarak gelişmiş bir savaştır.




Yorumum ;

Yaşam ve dünya  kitlesel olarak bizim yansımamız...Biz ne yansıtıyorsak perdeye onu izliyoruz.Bir film projektörü gibiyiz sanki!

Kendi hayatımızda ya da dünyada olan herşeyde birey olarak katkımız var. Yeryüzündeki savaş içimizdeki öfkenin, tahammülsüzlüğün, şiddetin, savaşın yansıması sadece. Asıl "cihad" içimizde olması gereken bir" içsel mecazi bir savaş" oysa...Bu mesajı yanlış algılıyor ve cihadı dışarıda yapılacak bir savaş gibi zannediyoruz. Aslında cihad, dünyevi anlamda savaş da değil. Bir nevi yüzleşme kabul etme bir olma ve özgürleşme...İngilizce de "come over it" denir. Yani üstesinden gelmek üstüne çıkmak gibi...Her kim ki çözümü dışarıdaki savaşta buluyor o kişi için içsel cihad zamanı gelmiştir....Ya içerideki savaşı verip özgürleşecek ya da gerçekten kendinden kaçıp dışarıdaki "savaşa" acıya kana gözyaşına maruz kalacak...O veya bu şekilde bilinç evrilecek...Seçim bizim! Ya içsel olarak ya da dışarıda bu "mecazi savaşı" deneyimleyeceğiz...

Kendi yaşamında da dünyada da barış ve huzur isteyen her birey için içimize dönme zamanı. ŞİMDİ VE BURADA. Kendi yanılsamalarımız , gölgelerimiz , öfkemiz özetle bize göre güzel olmayan ve kabul etmekte güçlük çektiğimiz yüzlerimizle yüzleşme zamanı...Kabul edelim ve özgürleşelim...

Sadece ve sadece insanız ve yargıladığımız kabul etmediğimiz hatta nefret ettiğimiz herşey herkes biz de olabiliriz...Ve de öyleyiz zaten! Sadece bunu görme hatırlama zamanı geldi...Bir olduğumuzu hatırlama zamanı...

Kitlesel olarak maskelerden özgürleşebilirsek  ancak yaşamımıza ve dünyamıza barış ve huzur gelebilecek. Başkasını yargılamaktan suçlamaktan nefret etmekten ancak o zaman özgürleşebileceğiz...Bundan kaçtığımız sürece insan olarak yeryüzündeki misyonumuzdan sorumluluğumuzdan kaçmış oluyoruz...

Bu sorumluluğu ancak ve ancak  kim olduğunu hatırlayabilmiş ruhlar taşıyabiliyor..Kozmik oyunu idrak edebilmiş olanlar...Kendi cihadlarını yaşamış ya da yaşayan ruhlar! Bu ruhların seçimleri düşünceleri istekleri niyetleri özetle duruşları şu yeryüzünde ortak yaratımın önemli birer parçası...

Hemen bu hafta yaşamımıza bakalım...Hangi bölümünde yaşamımızın sabırsız öfkeli kırıcı saldırgan yıkıcı iki yüzlü davranışlar sergiliyoruz. Bu duygu ve davranışlarımızın alt nedenleri ile yüzleşip özgürleşelim...Hangi korkular bizi böyle davranmaya itiyor? İçimizdeki "savaşçı"  veya içimizdeki "düşman" ile yüzleşelim ve barışalım bu hafta! Üstelik o red ettiğimiz yanımızın da bize bir hediyesi var! Gölgelerimiz bizim gizli hazinelerimiz...

Bu savaşçı ile yüzleşince ancak o zaman neşeli çoşuklu ve umutlu olacağız...Ancak o zaman kendini seven ve kendi ile bütünleşmiş kendine yakınlaşmış  biri olacağız...Huzur bulacak varlığımız! Olmak istediğimiz kişi olacağız! Kendimizi gerçekleştireceğiz! Artık barış ve huzur zamanı! Dışarıdaki barışa  ve huzura giden yol ise  içimizden geçiyor ..Kitlesel olarak barışa ulaşmak için bu içsel yolculuğa çıkmalı , bu yolu yürümeliyiz...Kesinlikle dikenli acı veren bir yol ama başka da yol yok!


ŞİMDİ YOLLARA  DÜŞME VAKTİDİR!

DAHA VAKİT VARKEN...

4 Ekim 2012 Perşembe

Paulo Coelho 'dan Yolunu Kaybedenlere

Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın.Çünkü bir çocuğun,  bir yetişkine her zaman öğreteceği üç şey vardır; 

-Nedensiz yere mutlu olmak.
 
-Her zaman meşgul olabilecek bir uğraş bulmak.

-Elde etmek istediği şey için var gücüyle dayatmak.












xxx

1 Ekim 2012 Pazartesi

Papuçlu Tavuk Sendromu

Nette bulamadım böyle bir tanım ! Belki de yeni bir tanım yaratıyoruzdur.

Kimbilir?

Efenim hikayemiz şöyle...

Geçen haftasonu Kazdağları'nda evi olan bir arkadaşıma gitmiştim.


KAZDAĞLARI

Yolda çok neşeli bir köylü kadını ile tanıştım...

Bize "meraklı tavuğunu" nasıl terbiye ettiğini anlattı bir heyecan. Gülelim mi ağlıyalım mı bilemedik?

Bu tavukcağız başını alıp alıp gidiyormuş hep. Bir türlü  kümese alışamamışmış.

Bizimki düşünmüş taşınmış ve kızının çocukluk ayakkabılarını giydirivermiş tavukcağıza...

Tavuk kümes çevresinde daha küçük adımlarla hareket edebilir olmuş ancak. Yemeğini yiyip suyunu içmiş ortalıkta dolanmış ancak eskiden olduğu gibi uçup kaçıp özgürce dolaşamamış çevrede...


BENİM MERAKLI TAVUĞUM


Bir hafta bu şekilde kalmış...

Sonra ne olmuş bilin bakalım?

Papuçları çıkarınca bizim ki aynen sanki ayağında papuçlar varmışcasına kümes çevresinde dolaşmış durmuş hep...Artık eskisi gibi uçup kaçmamış...Gezginci maceracı ruhu ölmüş!

Buna "öğrenilmiş çaresizlik" deniyor biliyorsunuz...

Bayağı ironik bir hikaye idi aslında anlattığı köylü kadının.

Düşündük sonra üstüne uzun uzun.

Neden bu hikayeyi duyduğumuzu düşündük...Yaşam bir hikaye ile kıyımıza gelmiş kapımızı çalmıştı.  Bize birşeyler anlatmaya çalışıyordu sanki. Göz kırpıyordu!

Bizler de aslında öğrenilmiş çaresizliklerimizin, başka bir deyişle aslında var olmayan sınırlarımızın içinde yaşamıyor muyuz? Koca şehirlere sıkışmış , doğadan korkan , bize verilenlere muhtaç ve razı olarak...İçtenliği insanlığı samimiyeti dürüstlüğü yakınlığı dostluğu çoktan tavan aralarına kaldırmış olarak...Gerçi tavan araları da kalmadı ya artık!

Tıpkı o papuçlu tavuk gibi kıstırılmış ve çaresiz.

İroni ise bu kıstırılmışlıktan çıkıp kendimizi dağlara denize doğaya vurduğumuzda ,  ne aç ne açık kalamıyacağımızın ve hep güvende olacağımızın unutturulmuş olması...Arzuladığımız koşullar , şeyler  ile aramızda hiç bir engelin olmaması...Zihnimizdeki sanal sınırlar engeller dışında!

İzin verdiğimiz ölçüde ve de izin verdiğimiz şekilde deneyimliyoruz yaşamı...

Hiç düşündünüz mü bu insanın doğal hali mi yoksa bu böyle mi olduruluyor? Tıpkı tavuğa yapılan gibi bu çaresizlik bize öğretiliyor olamaz mı?

Evet kesinlikle bize öğretiliyor...İnsan özünde özgür neşeli paylaşmayı bilen sevgi dolu hayalleri ortak yaratım potansiyeli olan muhteşem bir varlık aslında...Ancak ona doğası özü unuttturulmaya çalışılıyor?

Neden peki? Bunu başka bir yazımda irdeleyeceğim. Şimdilik hep birlikte düşünelim bunun nedenini?

Bir de o tavuğu belirli sınırlar içine mahkum eden ayakkabıların bizim yaşamımızdaki karşılıklarını düşünelim?

En acısı biz de inanmışız buna ve de artık bize yalan söylenmesine, kandırılmamıza gerek yok! Biz kendi kendimize yalanlar uydurmaya kendimizi kandırmaya başlamışız...

İşte böyle bir şey yaşam! Her şekilde her daim konuşuyor bizimle...

Asla ben ne oldum çok biliyorum dememeli ...

Hep uyanık bir gözlemleyici olarak deneyimleyebilmeli yaşamı.

Herşey bir ve dışarıda kimse yok!

O gün benim öğretmenim bir tavuktu !

 Kıstırılmış , çaresiz , kendini kandırmaya devam eden , kendine yalanlar dizen yanımızla yüzleşmemiz için yolumuza çıkmıştı belkide bu hikaye...Bizi bize hatırlatmak için!

Ve evet hatırladım...

Herşey ama herşey mümkün !

Herşey yolunda ve güvendeyiz...

SINIRSIZSINIZ YA DA SINIR SİZ SİNİZ DİYORDU YAŞAM O GÜN BİZE !

Sevgiyle

Not : Bu arada yazıya meraklı tavuk fotoğrafı ararken çıkan fotoğrafların hepsinin "pişmiş tavuk" olduğunu söylemeden duramıyacağım! Düşünün artık...