26 Temmuz 2011 Salı

Küçük Note / A Small Note

Sevgili Dostlar

Bir süreliğine yazılarıma ara veriyorum...En kısa sürede görüşmek dileğimle...
Sevgiler



Dear Friends

I will have a small break to my writings for a while...Hope to see you soon...
With Love

19 Temmuz 2011 Salı

"Suyun Kadınları" Konseri Üzerine Bir Açılım

Bu konseri ne kadar iple çektiğimi biliyorsunuz...

Büyük bir heyecanla konsere gittim. Protokolün hemen arkasındaydım.

Şimdi bana göre yaşanan olayı fiziksel , duygusal ve ruhsal boyutları ile sizlerle paylaşmak istiyorum.

Fiziksel boyut olarak aynen şöyle gelişti olaylar.

Javier Limon projeyi tanıtırken "Akdeniz Ülkelerinde" güçlü kadın sesleri olarak tanıttı sanatçıları.


Tek tek sanatçılar sahne alıp ikişer üçer parçalar seslendirdiler.

Doğrusu ben Aynur'u tanımıyordum. Sahne aldı ve ilk Kürtçe şarkısını söyledi. Herkes sakince dinledi şarkıyı. İkinci Kürtçe şarkının sonlarına doğru idi sanırım tepkiler gelmeye başladı. Üçüncü Kürktçe şarkıya başladığında tepkiler artık minder atmaya dönüşünce (bir kaç tane öyle onlarca falan değil) yarım bıraktı şarkısını Aynur. Ayrılırken sahneden zafer işareti yaparak ayrıldı. Biraz ortalık yatışınca Buika sahne aldı...Bir ara sahnede Buika varken önlerde bir erkek izleyici "Protesto ediyorum " diyerek birkaç sesle yüksek sesle konser yerini terk etti. Güvenlik hemen kendisine müdahale etti. Zaten bazı ünlü sanatçılarımız da dahil olmak üzere (bunun nedeni güvenlik kaygısı da olabilir elbette haklı olarak) protokolden ayrılanlar olmuştu o sıralarda konser yerinden. Bir de İstiklal Marşı okunmaya çalışıldı ta arkalardan. Alkışla karşılık verildi ve güvenlik yine müdahale etti bu kişilere sanırım. Ben de Buika son şarkısını tamamlarken güvenlik kaygım nedeni ile ayrıldım ... Son derece gergin üzgün ve hayal kırıklığı ile evin yolunu tuttum...

Bu arada basında ufak bir grup sanki protesto etmiş gibi aktarılmış yer yer ama nerede ise tüm Açıkhava inliyordu "Yuh" sesleri ile...

Buika' ya son derece saygı duydum ayrıca. Böylesi bir ortamda sahne almayı red edebilirdi. Sanatına ve seyircisine ne kadar saygı duyduğunu sergiledi o da bence...Geceye katılan tüm sanatçılar için çok derin özel bir deneyimdi bu kesin...

Şimdi gelelim duygusal boyuta...Benim kendi içimde ve bana göre topluluğun neler yaşayıp hissettiğine bakalım o an...

Aynur ikinci şarkısını söylerken ki bu arada itiraf etmeliyim çok güçlü ve etkileyici bir yorumcu kendisi, sanki onun yüreği benim yüreğime dokundu. Evet bunlar aşk şarkıları idi. Muhtemelen de ayrılınmış ya da kaybedilmiş bir sevgiliye ağıtlardı. Ben Kürtçe bilmiyorum sonuçta ancak bende ki yansıması böyle oldu şarkının. Ancak bunu düşündüğüm an , sesi bana şarkıdaki kadının yüreğindeki acıyı taşıdı...Sanki Kürt Halkının (halk olup olmadığı konusu benim uzmanlık konum değil, bu konu sosyolog veya tarihçilerin konusu elbette , ancak bu sıfatlama ile kendini tanımlayan bir insan grubu var sonuçta) derin acısını duydum gördüm hissettim o an. Yüreğim kapardı gözlerim yaşardı.

O anda her iki halkın ne kadar acı çektiğini ve acıda nefrette öfkede intikam duyguları içinde boğulup bilincini nerede ise yitirdiklerini hissettim. İki halkın barışabilmesi birlikte dans edip şarkılar söyleyip gülüp eğlenebilmesi için evrene dileklerimi ilettim...İşte tam o sırada tepkiler gelmeye başladı. Ben şok oldum. "İnanmıyorum buna" dedim durmadan. Ben de Aynur 'u alkışla destekleyenlerdenim. Sonuçta aşk şarkıları söyleniyordu ve bir sanatsal etkinlik içindeydik.

Ancak biraz daha derinden bakınca olaya yaşananların bir duyarsızlığın sonucu gerçekleştiğini düşündüm. Tepkilere de daha empatik bakabildim.

15 Temmuz sabahı tüm gazetelere manşetten girmişti son terör olayı. Gazeteler "Tüm Türkiye ayakta" diye manşet atmıştı o gün. İşte tam da duyguların karmakarışık tap taze acının doruğa çıktığı ve kontrolsüzce dalgalanabileceği bir ortamda, Akdeniz Ülkeleri tanıtımı ile sahnede 3 Kürtçe şarkı söyleniyor olması bence organizatör firmanın konuya çok duyarsız olduğunu gösteriyor. Javier Limon bilemezdi güncel durumu...Aynur da zaten Kürtçe şarkı söyleyen bir sanatçımız. Belki bir Türkçe şarkı söylese durum daha farklı olabilirdi. Bilemiyorum...Herkes nedense Aynur 'a yüklendi hep.

Üstelik ben şahsen güvenlik anlamında bu duyarsız tutum sonucunda çok daha vahim sonuçlar doğurabilecek bir gece olabilirdi diye düşünüyorum ve bana göre asıl eleştirilmesi gereken organizatör firmadır. Hepimizin güvenliğini riske attılar. Aslında bu da karşılıklı öfkenin ne kadar birikmiş olduğuna ne kadar kör olduğumuzun bir yansıması belki de...Paylaştığım gibi öyle minicik bir grup değildi tepki gösterenler.

Aynur 'a da açıkçası bir geri bildirim de bulunmak isterim. Türk Halkının acısı bu kadar taze iken tamamen profesyonel bir sanatçı olarak sadece selam verip ayrılmak yerine olayı daha da tırmandırarak bana göre sanatçı kimliğinin dışında zafer işareti yaparak sahneden ayrılması , onu alkışlayarak destekleyen beni bile üzdü.

Her iki tarafta derin acı hüzün öfke nefret intikam öç alma duyguları içinde...Bir aşk şarkına bile tahammül kalmamış artık...Herkesin birbirinin acısına çok ama çok duyarlı olması gereken bir dönemden geçiyoruz bence...

Çok sarsıldım durumun bu kadar vahim ve ağır olduğu gerçeği ile yüzleşince...

Şimdi gelelim ruhsal boyuta...Elimden geldiğince kendi algıma göre aktarmaya çalışacağım ...Bir iddaam yok bu böyledir diye. Ben sadece kendi bakış açımı vizyonumu paylaşıyorum sizlerle.

Bilirsiniz ki insan bazen bir krizle örneğin ölüm, iflas,tecavüz gibi olaylar sonucu bir kırılma yaşar ve ya yaşamında kurban rolünü oynamayı ya da yaşamının kahramanı olmayı seçer.

Bu tür kırılmalar gelişim değişim dönüşüm ve elbetteki evrim (tekamül) için yaşamımıza girmiştir aslında. Ben hatta bunun bile bizim seçimimiz olduğuna inanıyorum.

İşte aynı şekilde toplumsal boyutta da olan budur.

Terör bir krizdir. Bir kırılma noktasıdır. Toplum ya kurban rolünü (nefret intikam öç vb) seçerek gittikçe bu duyguların derinliğinde boğulur kaybolur ya da bu krize farklı bir bakış açısı ile bakarak gelişip dönüşüp evrilebilir.

Dünyadaki her savaşın bizim içimizdeki "savaşı destekleyen" bir parçamızdan beslendiğini artık görme, bunu kabul etme ve bundan özgürleşme vakti gelmiştir.

Aynı şekilde dıştaki terör bizlerin yani 70 milyonun içindeki terörden beslenmektedir. İçimizdeki "teröristi" görmek kabul etmek ve o yönümüze sevgi ile bakabilerek ancak kendi içimizde barışı tesis edebiliriz. İçerideki barış dışarıya barış olarak yansıyacaktır.

Şimdi ne demek bu içimizdeki terörist dediğinizi duyuyorum...

Şöyle aktarmaya çalışayım. Vikipedi terörü ve terörizmi aynen aşağıdaki gibi tanımlamış.

"Terör ya da terörizm, siyasal, dinsel ve/veya ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla sivillere; resmî, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı, yıldırma ve her türlü şiddet içeren yolun kullanımıdır. Terör uygulayan organize gruplara terör örgütü; terör uygulayan şahıslara ise terörist denir."

Ben şimdi bu tanımı biraz değiştirip tekrar yazıyorum. Bakalım tanıdık gelecek mi?

Terör ya da terörizm, bireysel, kurumsal , toplumsal her türlü hedefe ulaşmak amacıyla kendimize, aile bireylerimize, komşularımıza, iş arkadaşlarımıza, astımıza üstümüze , müşterilerimize, partnerlerimize, eşlerimize, arkadaşlarımıza dostlarımıza ,bakkalımıza kasabımıza ve en önemlisi de çocuklarımıza özetle yaşamımıza değen her insana yönelik baskı, yıldırma ve her türlü fiziksel duygusal ruhsal şiddet içeren yolun kullanımıdır.

Ya, çok fena değil mi?

İşte bunu anlatmaya çalışıyorum...

Ben Aynur'un ikinci şarkısını dinlerken içimdeki duygusal anlamda "terörist " olan yanımla karşılaştım...Yaşamımda duygusal terör uyguladığım tüm insanlardan özür diledim gözlerim yaşlar içinde. Evet Aynur bana müthiş bir farkındalık kattı...Ben dışarıdaki terörü bir şekilde destekleyen içimdeki teröristten özgürleştim. Bunu seçtim. Ve ancak o zaman tüm kalbimle samimi olarak barış için dua ettim dilekte bulundum...Ne derseniz diyin artık...

Bir adım daha derine inelim ne dersiniz?

Şimdi her yerde yazılıyor çiziliyor. Gerçi bizim sevgili medyamız sağolsun Bodrum plajları ve şike mevzuları sınırları dahilinde geziniyor ama tüm dünya filozofları ile hümanist psikolologları ve gelecek mimarları yeni dünyayı yeni insanı tanımlıyorlar.

Evet yeni bir dünyanın ve yeni bir bilincin eşiğinde insanlık...Bilinç devrimi arifesindeyiz...

Homo Saphiensler sahneden yavaş yavaş ayrılıyor ve Homo Novus (Yeni İnsan) lar sahneye çıkıyor. 70 'lerden beri bu sürecin devam ettiği söyleniyor.

İşte seçim zamanı gelmiştir. Biz Homo Saphiens olarak yaptığımız seçimlerle bilinçli olarak kendimizi bir üst modele yükseltebiliriz. Yani up grade edebiliriz. Ya da yavaş yavaş neslimiz tükenecek zaten...

Birlik bilincini mi seçiyoruz yoksa ayrılık bilincini mi?

Sevgi frekansında mı titreşiyor bilincimiz yoksa korku frekansında mı? Sevgi bir duygu değil bu arada bir bilinç boyutu...

Varlık bilincini mi seçiyoruz yokluk bilincini mi?

Bu en temel üç kriter bana göre yaşam realitelerimizin arasındaki en önemli farkı yaratıyor.

E ne olacak ki diyeceksiniz şimdide neyse ne?

İşte yaşam realitemizi seçimlerimiz , duygu düşüncelerimiz belirliyor. Çünki bunların hepsi enerji ve bir titreşimi var. Hangi frekansta titreştiğimiz yani vibrasyonlarımız yani enerjimiz ne ise yaşamımızda onu deneyimliyoruz. Hani meşhur çekim yasası...Bu evrensel bir kanun sonuçta...
Ne ekersek onu biçiyoruz...Sihir hurafe yok burada...Uzay fizikçileri Kuantum Fizikçileri yani bilim insnaları anlatıyor artık bunu...

İşte birlik,sevgi, ve varlığı seçenlerle ayrılık korku yokluğu seçenlerin ne tür deneyimler yaşayabileceğini varın siz artık hayal edin.

Anadolu topraklarının bana göre çok özel bir ışığı var. Bu topraktaki ışık burada doğan her bir insanın mayasında özünde var. Müthiş bir potansiyel barındırıyor bu toprağın insanı içinde...Kendi bile bunun farkında değil ya da inanmıyor buna ne yazıkki...

Bence Atatürk bu ışığı ve potansiyeli gören büyük bir vizyonerdi ve çılgın cesareti isteyen bir işe kalkışabilmişdi.

İşte bu ışık ve potansiyel belki de insanlığın bilinç sıçramasında evrilmesinde önemli bir rol oynuyor olabilir. Ben ülkemi ve bu ülkenin insanlarını çok seviyorum ancak gözü kapalı bir milliyetçi değilim. Eğriyide doğruyuda görmeyi seçenlerdenim. Başka türlü zaten gelişim ilerleme de olamaz.

Bu krizi , kırılmayı 70 milyon olarak bir fırsata çevirebiliriz. İki halkta yeterince acı çekti ve bedel ödedi . Zülfü Livaleni Pazar günü yazısında yazdı zaten...Olanları hepimiz biliyoruz...

Nasıl bir insan kendi varlığı ile bütünleşip iç barışını iç huzurunu ancak gölgeleri ile yüzleşerek onları kabul ederek gölgelerinden aydınlığa geçebiliyorsa , iki halk da kendi gölgeleri yani sevgide ve ışıkta olmayan tüm eylem ve davranışları ile yüzleşip birbirinden özür dileyerek yeni bir sayfa açabilir.Bu süreçte hem kendilerini hem de karşı taraftakilerini affetmeleri gerekecektir elbette.

Bir de iki halkın birbirine "ayna" görevi yaptığını düşünüyorum. Bilirsiniz kendimizde olan ve yadsıdığımız bazı yönlerimizi yansıtabiliyoruz karşı tarafa.

Gerçekten toplumsal olarak bir travma, bir delilik yaşıyoruz. Anneler doğmamış daha karınlarındaki oğulları için "Vatana kurban " olsun diyebiliyor. Doğmayan çocuğunu öldürüyor. Bayram kıyafeti komando kıyafeti alıyoruz çocuklarımıza. Bazı yetkililer " Anneler evlat doğurur ama helikopter doğuramaz" diyebiliyor insanları ölüme gönderirken.

Yani barışa odaklı bir söylem ve eylem içinde olamadığımız sürece aslında sonucu biz bizzat kendimiz hepimiz 70 milyon yaratıyoruz...Üstelik bu duruşumuz inanın dünya barışını da etkiliyor , engelliyor...

Şu anda aklıma geldi. Atatürk'ün ünlü bir sözü vardır. "Yurtta barış dünyada barış"...İşte ülkemizde barışı tesis edebildiğimiz ölçüde dünya barışına da katkıda bulunmuş olabileceğiz...

Evet sen sevgili okurum...Tek tek hepimiz bundan sorumluyuz...

Birlik olmayı seçemezsek inanın kazanan olmayacak bu oyunda. Her iki tarafta kaybetmiş olacak.

40 sene önce yapılan stratejiler ile bir hedefe yürüyor kendince belki Kürt halkı ama dünya ve insan müthiş bir değişim içinde. Birlik, sevgi ve varlık seçimin adı...Gerisi hikaye...Bunu seçen topluluklar barış huzur ve bolluk içinde yaşayabilecek sadece...

Uyanmann zamanıdır gelmiştir...Çözüm içimizde...Barışa hep birlikte 70 milyon el ele adım atabiliriz...Önce içimizdeki teröristle yüzleşmeliyiz , evet hepimiz 70 milyon ...Sonra birbirimize yansımalarımıza bakmalıyız. Birbirimize ne tür sıfatlar tanımlar yakıştırıyoruz...Bu tarafları kendimizde görüp bununla yüzleşelim...En önemlisi de şu duyarsızlığımızdan özgürleşelim hepimiz...70 milyonun kalbi aynı şekilde acı içinde...Irk din dil tanımıyor acı...Ve bir de acıyı bırakalım yaşamımızda...Duygusal acıyı...Acı olmadan da artık tüm hedeflerimize ulaşabileceğimize inanalım...

Bu Anadolu insanının misyonu ve yazgısı bana göre...Hep birlikte el ele ışığa yürüyebiliriz...Şimdi ve burada yapacağımız seçimlerle!

Yarın çok geç olabilir gerçekten...

Bu vatan hepimizin...

Ben de de gizli bir milliyetçilik var galiba? Buna vatan sevgisi demeyi tercih ediyorum...

Lütfen artık çözümü dışarıda aramıyalım. Kurtarıcı beklemiyelim. Yaşamımızın var oluşumuzun sorumluluğunu alalım. Herşey içerinin dışarıya yansımasıdır. Düşünce duygu söz ve davranışlarımızla sadece kendi realitemizi değil ülkemizin ve dünyanın realitesini de belirliyoruz.

Anadolu toprağına ikinci kez güneşin ve barışın doğmasını diliyelim hep birlikte...Dünya alem Anadolu insanının kim olduğunu nasıl bir yürek taşıdığını görsün bir kez daha...

Ve bu doğan güneş insanlığın geleceğine doğru giden yolu aydınlatacak inanın lütfen buna...

Evet seçim bizim...Kurban rolüne devam mı yoksa yaşamımızın kahramanı mı olmayı seçiyoruz?

sevgiyle bir olabilmek dileğimle

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Buğulu Ses BUIKA İstanbul'da

Cumartesi Vatan Gazetesi ekinde Eda Solmaz'ın Buika ile söyleşisi vardı...Paylaşmak istedim sizlerle...

Cuma 'yı iple çekiyorum...Çok özel bir gece olacağını şimdiden hissediyorum...

"Mujeres de Aqua - Suyun Kadınları" projenin adı...İçinizdeki yaramaz söz dinlemeyen asi neşeli eğlenceli küçük kızı mutlaka bu konsere götürün derim...




İşte söyleşi metni...


İstanbul Caz Festivali bu yıl özel bir projeyi programına taşıdı

Bu kapsamda Akdenizli kadın vokalleri bir araya getiriyor. Akdeniz"in usta kadın vokallerini, modern flamenkonun öncülerinden Javier Limon’un şarkılarıyla aynı sahnede buluşturacak projede, İspanya"dan Buika, Türkiye"den Aynur, İsrail"den Rita ve Yunanistan"dan Glykeria sahne alacak. 15 Temmuz gecesi Cemil Topuzlu"ya Akdeniz esintilerini getirecek olan kadınlardan, İspanya"nın buğulu sesi Buika ile özel bir söyleşi gerçekleştirdik...

Ünlü besteci Javier Limon"un en çok hangi eserleri sizi etkiledi?

Javier Limon o kadar yetenekli bir müzisyen ki, ben hiç düşünmeden kendimi tamamen ona teslim edebiliyorum. İçimden gelen şarkıları bazen sadece çıplak sesle stüdyoda kaydedip, Javier Limon’a emanet ettiğimde, sonuç mucize gibi oluyor. Onun bütün şarkılarını seviyorum...

Akdeniz kadınının ya da müziğininin sizce en belirgin özelliği nedir?

Ben Akdeniz kadını, Afrikalı kadın, Amerikalı ya da Meksikalı diye kategorize etmeyi sevmiyorum. Bütün kadınların çok önemli bir ortak özelliği var. Hepsi içlerindeki küçük kızı, büyüdüklerinde bile dinlemeye ve duygularıyla hareket etmeye devam ediyor. En büyük dertleri, içlerindeki yaramaz çocuktan hiç kurtulamayan erkekler...

Suyun Kadınları projesi kapsamında yer alacak her vokalin hem ses tonu, hem de müzik türü çok farklı. Sizce sahnede nasıl bir sinerji olacak?

Ben kendi adıma sahnede hissettiğim gibi söyleyeceğim, zaten Javier’in de bizden istediği bu. Su gibi her şekle girdiğimiz, doğaçlamalarla ruhumuz için şarkı söylediğimiz bir gece yaratabilmek önemli. Bana kalırsa sahnede yer alan şarkıcıların hiçbiri tesadüfen bu projeye dahil olmuş değil. Javier harika bir müzisyen ve tıpkı müzikte olduğu gibi projelerinde şarkıcılarla da bu uyumu hissederek yaklaşıyor. İstanbul Caz Festivali’nde tıpkı Mujeres de Agua albümünde olduğu gibi konuk olmak benim için gurur verici...

Bu şehrin mistik bir enerjisi var

İstanbul konusunda ne yazık ki objektif olamıyorum. Çünkü İstanbul fazlaca hayranlık duyduğum bir şehir. İstanbul’a her geldiğimde eskiyi ve kökleri o kadar çok hissediyorum ki, bu durum bana inanılmaz etkileyici geliyor. Havada tarif edemediğim mistik bir enerji var ve bu şehirde olan hiçbir şey tesadüf değil...

Sahnede bana değil kendi içinize bakın

Ben sahnedeyken, özellikle seyircilerin kendi içlerine bakmalarını istiyorum. Beni izlemek yerine, şarkıların duygularına ve kendi anılarına bakmaya çalışsınlar. Ben ancak hepimiz beraberce anılarımıza doğru yolculuk yaparsak mutlu oluyorum...

Daha az kızmak için şarkı söylüyorum

Bu aralar müziğinize dair sizi neler heyecanlandırıyor?

Afrika’da geleneksel olarak, ruhu iyileştirmek için herkes şarkı söyler. Ben de ruhuma iyi geldiği için, insanlara daha az kızmak, daha az öfke duymak, affetmek için şarkı söylüyorum. Sahnedeyken seyircinin öfkelerini, acılarını dindirmek benim için çok önemli. Javier’in de “Mujeres de Agua” ile yapmaya çalıştığı bu...

Sahnede yer alacak ülkelerin müziklerinizden etkilendiniz mi? Etkilendiyseniz eğer kimlerdi?

Ben daha önce Eleftheria ile bir kayıt yapmıştım. Yunan müzikleri bana çok etkileyici geliyor. Aynı şekilde geleneksel Türk müziklerini de öğrenmeye çalışıyorum. Pasion Turca’daki ekip, bana bu konuda çok fazla sürpriz yapıyor. Mujeres de Agua albümünde daha önce düet yaptığım seslerden biri olarak Mariza’nın sesi beni çok etkiliyor. Onun sesine
ve şarkılarına hayranım, onun albümlerindeki fadoları çok seviyorum. Ama sanırım duygusal olan herkes zaten fadolara bayılır... Ben de onlardanım zaten.

Akdeniz kadının şefkate ihtiyacı var

Kadınları bölge bölge ayırmak yerine genel olarak sıkıntılarını hissedebiliyorum. Tıpkı Afrika’da olduğu gibi, Akdeniz’de de kadının çok fazla sorumluluğu var. Ama bu durum hiç anlaşılmıyor. Kadınların anlaşılmaya ve şefkate ihtiyacı var. Aslında hepimiz bunu becerebilsek, ilişkiler sandığımızdan da çok ayağımızı yerden kesebilir.

Konser öncesi bizle konser sonrası bizin çok farklı olacağına inanıyorum...

Sevgiyle

Funda

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Halil Cibran...Işığın Şairi...

Neden bilmiyorum ama benim yüreğime çok başka dokunuyor Halil Cibran...Aşkla dolu şair ruhlu bir adam o...

Yüreği sevgiye çok ama çok açılmış...Işıl ışıl bir varlık o benim için...

"Söylediklerimin yarısı anlamsız ama yine de söylüyorum, belki diğer yarısı size ulaşabilir" diyen bir adam o...


1883 yılında Bechari'de doğdu.Oniki yaşında iken ailesi ile birlikte Amerika'ya göç etti.İlk orta ve lise öğrenimini Boston'da tamamladı. Daha sonra ısrarı üzerince ailesince Beyrut'taki El Hikmet Medresesi'ne gönderildi.Yüksek öğrenimini burada bitiren Cibran,1902'de bir daha dönmemecesine ayrıldı anayurdundan.1902-1908 yılları arasında resim yaparak geçimini sağladı.1908'de Paris'e gitti;güzel sanatlar akademisi'ne yazıldı. Üç yıl süreyle çağının en büyük heykeltraşı Auguste Rodin'den ders aldı.1911'de yeniden Amerika'ya döndü.1918'de ilk kitabı" The Madman-Deli"yayınlandı.1923'de "The Prophet-ermiş"basıldı . Bu kitabıyla adı bütün dünyaya yayıldı."jesus,The Son of Man- İnsan Oğlu İsa" ve "The Earth Gods- Yeryüzü Tanrıları"adlı kitaplarıyla bu başarısını pekiştirdi.1931 yılında New York'daki küçük bir çatı katında yoksulluktan ve birbiri ardısıra gelen hastalıklardan kurtulamayarak öldüğünde 48 yaşındaydı.


Gibran Shakespeare ve Lao-Tzu 'dan sonra üçüncü en çok satan şair dünyada.
Beni etkileyen şiirlerinden birisi...

Bize Vermekten Bahset


"sahip olduklarinizdan verdiginizde,
çok az sey vermis olursunuz;

gerçek veris, kendinizden vermektir.

çünkü sahip olduklariniz, yarin ihtiyaciniz olabilir
diye saklayip korudugunuz seylerden ibaret degil mi?

ve yarin, kutsal sehre giden hacilari takip ederken, kemiklerini,
iz birakmayan kumlara gömen fazla uyanik bir köpege ne getirebilir?

ve ihtiyaç korkusu da, ihtiyaçtan baska birsey degil midir?

kuyunuz tamamen doluyken susuzluktan korkmak,
tatmin olamayan bir susuzluk göstermez mi?

çok fazla seye sahip olup, çok az verenler, bunu
gösteris isteyen gizli arzulari için yaparlar,
ki bu da armaganlarini yararsiz kilar.

ve bazilari vardir ki, çok az seye sahiptirler ve hepsini verirler.
bunlar hayata ve hayatin definesine inananlardir,
ve kasalari hiç bos kalmaz.

bazilari sevinçle verirler, bu sevinç onlarin ödülüdür.

bazilari ise istirap içinde verirler ve bu aci onlarin vaftizidir.

ve bazilari vardir ki, ne vermenin acisini hissederler,
ne sevinç ararlar, ne de bir erdemlilik düsüncesi tasirlar;

onlar, su vadideki mersin agacinin kokusunu salisi gibi verirler.

böyle kisilerin ellerinde tanri dile gelir ve
onlarin gözlerinden tanri, dünyaya gülümser.

istendigi zaman vermek güzel bir davranis olabilir; fakat
istenmeden, ihtiyaci hissederek vermek çok daha anlamlidir.

ve cömert olan için, verecek kimseyi aramak,
veris olayindan daha fazla sevinç getirir.

vermekten alikoyacaginiz herhangi bir sey olabilir mi?

sahip oldugunuz her sey bir gün verilecektir.

öyleyse simdi verin ve vermenin hazzini
mirasçilariniz degil siz yasayin..

çogunlukla söyle dersiniz:
'verecegim, ama hak edeni bulabilirsem.'

ne koruluktaki meyve agaçlari böyle düsünür,
ne de çayirdaki sürüler.

onlar, saklandiginda çürüyecek olani, yasayabilsin diye verirler.

herhalde kendisine günler ve geceler verilmesini hak eden
bir kisi, sizden gelebilecek seyleri de hak eder.


ve hayat okyanusundan içmeye hak kazanmis bir insan,
sizin küçük irmaginizdan da bir bardak su alabilir.

faydasindan öte, kabul etmenin gerektirdigi cesaretten ve
güvenden daha büyük bir deger var midir?

ve siz kim oluyorsunuz da, onlarin gögüslerini yirtarak
gururlarini korunmasizca ortaya seriyor, sonra da
onlarin degerlerini örtüsüz ve gururlarini
utanmasiz olarak degerlendiriyorsunuz?

önce kendinizi vermeye hak kazanmis ve
verme olayinda bir araci olarak görün.

çünkü gerçekte herseyi veren hayattir
ve siz kendinizi bir verici olarak belirlediginizde,
sadece bir tanik oldugunuzu unutuyorsunuz.

ve siz alicilar, ki hepiniz bu gruba dahilsiniz,ne kendinize
ne de size verene bir boyunduruk yüklememek için,
hiç bir minnet hissi tasimayin.

bunun yerine, armaganlari kanat yaparak,
verenle beraber yükselin;

çünkü borcunuzu gereginden fazla abartmak,
annesi özgür yürekli dünya,
babasi evren olan cömertlik olgusundan
süphe etmek demektir..."


İNSANOĞLU İSA KİTABINDAN BİR ÇİZİMİ


Cibran'ın dediği gibi gerçek veriş kendinizden , "özünüzden" vermektir...Öz-veri ile feda-karlık ...Ne kadar da farklı bir yerdeler...Biri özden veriyor ki hiç eksilmiyor aksine verdikçe çoğalıyor...Diğeri ise kar için veriyor, feda ediyor...Beklenti ile verdiğinde de azalıyor küçülüyor...Verdikçe çoğaldığımız beslendiğimiz ve geliştiğimiz bir dünya hayal ediyorum...

Cibran'ın kitaplarının ve mektuplarının çoğu Türkçe'ye çevrilmiş durumda...

Yaşama dair soruları olan, kendini arayan, varoluşunun amacını sorgulayan tüm dostlara öneririm...

İçinizdeki derinliğe kulaç atarken ışık olacak onun sözleri sizlere...

Bir de artık sanatçıların bolluk mutluluk ve huzur için de yaşadığı bir dünya hayal etmek istiyorum...Her daldan sanatçı varlıkları ile ilham oluyorlar bizlerin yolculuğuna...Tüm güzellikleri sevgiyi ilgiyi fazlası ile hak ediyorlar...

Işığın farklı tonlardaki yansımaları onlar yaşam okyanusunda...

İyi ki varsınız!

Sevgiyle