31 Mayıs 2020 Pazar

Demokrasi Nedir Ne Değildir


Ah bizim şu demokrasi aşkımız! Ne çektik biz bu demokrasi aşkımızdan.

Deva Partisi Genel Başkanı Ali Babacan ile Cüneyt Özdemir' in iki saatlik röportajını dinledikten sonra bu yazıyı yazma ihtiyacı duydum.




Üç bölümde yazdım bu yazıyı. Birinci bölümde demokrasi sözcüğünün bizim üzerimizdeki hipnotik etkisini anlatmaya çalıştım. İkinci bölüm de Ali babacan ve diğer tüm partilerden yurttaş olarak beklentimi paylaşıyorum. Ve de toplum olarak  ortak bir demokrasi anlayışı yaratabilmemizin son derece önemli olduğuna inandığımdan, bir kaç bilgi paylaşacağım   ve bazı sorular sorup sizleri düşündürmeye çalışacağım üçüncü bölümde.

Demokrasi Sözcüğünün Hipnotik etkisi

Katıldığım bir bireysel gelişim atölyesindeki bir çalışma aklıma geldi. Her insanın bir anahtar sözcüğü olduğu o sözcük söylendiğinde yelkenleri suya indirip bizden ne isteniliyorsa kayıtsız şartsız karşı tarafa istenileni verdiğimiz teslim olduğumuzu oyun ile deneyimlediğimiz bir atölye idi. Çantamızdan bir eşya çıkartmıştık  ve oyun arkadaşımıza ne olursa olsun vermemek üzere sohbete başlamıştık. Ama işte o sihirli anahtar sözcük söylendiğinde pat diye veri verdik o  eşyayı. Kontrolsüzce oyunun kuralını unutarak hatta. Sanki otomatik pilotta hipnoz edilmiş gibiydik.  Oyunun bir  şartı da  geri alamayacağımız bir eşyayı oyuna sokmamızdı.  Araba anahtarı gibi bir şey seçmemiştik elbette. Oyunun amacı sınırlarımızı korumak suistimale karşı bir koruma yaratmaktı. Hepimiz o sözcüğü aklımıza yazdık. Ki hayatın içinde biri bu sözcüğü söylediğinde gerçekçi ve tarafsız değerlendirme yapma katsayımızın azaldığını bilerek değerlendirmelerimizi yapalım. Amaç en doğru kararları alabilmek seçimleri yapabilmek idi.

İşte benzer şekilde bizim toplumun da anahtar sözcüğünün ''demokrasi'' olduğunu düşündürdü bu röportaj..

Toplum olarak en iyi demokrasi benim demokrasim denildiğinde, sanki şuurumuzu yitirip tüm irademizi gücümüzü teslim ediyoruz karşı tarafa. En iyi demokrasiyi ben getireceğim diyenin oy  pusulasına basıyoruz mühürleri hipnoz olmuş gibi.

Bunun bir iyi bir de kötü tarafı var.

İyi tarafı toplum olarak demokrasiyi önemsiyoruz. Bizim ortak bir paydamız olabilir gerçekten. Bizi birleştiren alçı. Ve fakat 83 milyonun farklı demokrasi algısı olunca işler karışıyor. Bir türlü dikiş tutturamıyoruz.

Kötü tarafı. Sihirli anahtar sözcüğe karşı zayıflıyor irademiz. Gerçekçi ve tarafsız karar veremiyoruz. Oto pilotta davranıp teslim oluyoruz. Ve samimi gerçek içten olmayan kişilerin grupların suistimaline açıyoruz kendimizi.

Yeni Partilerden Beklentimiz Neler olmalı?

Babacan'ın Cüneyt Özdemir ile yaptığı röportajında sadece demokrasiden uzaklaştık en iyi demokrasiyi biz getireceğiz sözünden başka bir şey duymadım. Üstelik ülke için ve de toplumsal değerlerimiz açısından son derece önemli bir kaç  sorudan da ustalıkla manevra ederek yanıtlamaktan kaçındığı hissi geçti bana.

Mevcut iktidar ülkeye görülmemiş demokrasi getirecekleri vaadi ile gelmişti  ve ülkemiz demokratik ülkeler listesinden düştü geçenlerde

Demokrasi demokrasi dedikçe daha da uzaklaşıyoruz demokratik uygar sosyal devlet anlayışından sanki.

İradeyi gücü verdik mi bir kere sonra al alabilirsen  geri.

Aman dedim aman. Yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali.

Gerçek samimi bir öz eleştiri duymadan, elle tutulur reformları , yangın yerine dönüşmüş çevre, kadın, eğitim , ekonomi, tarım gibi konularda , oy isteyenlerin gerçekçi uygulanabilir politikalarını duymadan , sadece demokrasi aşkına oy isteyenlere güvenmemeliyiz artık diye düşünüyorum.

Demokrasi aşkına oy isteyenlere karşı ''bağışıklık'' kazanmalıyız toplum olarak. Bu bir çeşit maske sanki ve söyleyecek farklı sözü olmayanların başvurduğu bir yönteme benziyor. Ya da saklanma tatktiği.

Çocukları güzel sözlerle kandırabilirsiniz.

Toplum olarak çocuksu bir naifliğimiz masumiyetimiz var diye düşünüyorum. Sözlere hemen inanıyoruz.  Büyük heyecanlı süslü sözlere. İnanmak istiyoruz çünkü bize çizilen hayallere masallara. İyiliğe güzelliğe güzel günlerin geleceğine.

Ve fakat irademizi gücümüzü temsil edecekleri seçerken bu durum bize karşı çalışıyor.

Yeni partiler daha iyi anlaşılmak  ve gerçek bir alternatif olmak istiyorlarsa elle tutulur politikalarını paylaşmalılar toplumla tüm yurttaşlarla.

Ve biz yurttaşlar da demokrasi sözcüğüne olan zafiyetimize azami dikkat ederek , programları  politikaları hakkında daha detaylı bilgiler talep etmeliyiz.

Bu detaylı bilgileri almadan yapacağımız her seçim  ve karar , yine bizi yanlış yerlere götürebilir.

Suistimal edilebiliriz.

Demokrasi Nedir Ne değildir?

Demokrasi ile ilgili bir kaç tanım bilgi paylaşıp bazı sorular soracağım etraflıca düşünebilmemiz için. Ki ortak bir demokrasi kavramını oluşturabilelim. Ne istiyoruz ne istemiyoruz.

Ortak dil bizim için çıkış yolu olabilir. Önümüzdeki  seçimlere kadar demokrasi nedir ne değildir ve ayrıca ortak ihtiyaçlarımız  ortak paydalarımız  önceliklerimiz beklentilerimiz nelerdir konularını işleyip aktarabilirsek halka tüm mecralardan sanırım güzel günler görebiliriz. Umuda tutunmak istiyor insan.

Demokrasi, dünyadaki tüm üye veya vatandaşların, organizasyon veya devlet politikasını şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir tür yönetim biçimidir. Genellikle devlet yönetim biçimi olarak değerlendirilmesine rağmen, üniversiteler, işçi ve işveren organizasyonları ve bazı diğer sivil kurum ve kuruluşlar da demokrasi ile yönetilebilir.

Demokrasi, siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği ''temsilcilerin'' elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi olarak tanımlanıyor.

Ve bir çok demokratik sistem tanımı var. https://tr.wikipedia.org/wiki/Demokrasi  Detaylı bilgi ve inceleme için referans alabilirsiniz bu linki.

Tarihsel olarak incelendiğinde beyaz, erkek , vergi veren yurttaşların söz hakkı olmuş yasal seçimlerde. Bugünün dünyasına bakıldığında hala beyaz erkeklerin etkin olduğunu görüyoruz hükümetlerde . Ayrıca global şirketler ile lobilerin de son derece büyük gücü var hükümetler üzerinde. Özetle beyaz, erkek ve sermaye hükmünü sürüyor hala...Bu notu bir kenara düşelim.

Amerika'da 1960 yılında siyahlar oy verme hakkına kavuşmuş. İlk kez Yeni Zelanda' da kadınlar 1893 yılında oy verme haklarını elde etmişler. İnsanlık tarihini düşününce seçimler ve oy hakkı açısından henüz bebeklik döneminde demokratik sistemler. Hiçbir sistemin mükemmel olduğunu söylemek mümkün değil bu nedenle. Yaşayarak öğreniyoruz ve malesef tüm insanlık olarak sistemlerin eksiklik veya zayıflıklarından dolayı büyük bedeller ödüyoruz. İnsanların  ortak ihtiyaçları paydasında buluştuğu bu ihtiyaçların karşılandığı daha adil ve eşit sistemlere ihtiyaç olduğunu görüyoruz özellikle  bu salgın günlerinde. Yeni bir sistemin arayışı çok yükseldi son günlerde tüm dünyada bunu da bir kenara not düşelim.

Farklı demokrasi tanımları sistemleri olduğundan bahsetmiştim. Halen en iyi demokratik sistem tartışması devam etmekte dünyada. Olmaz ise olmazlarımızı kriterlerimiz neler bunları düşünmeliyiz biz yurttaşlar olarak seçim sandığına gitmeden önce.

Koruyucu demokrasi  ''hükümetin zorbalığından halkı koruyan''  bir yol olarak tanımlanıyor örneğin.  Zorbalığa karşı halkı koruyan bir dizi sistemlerin olması gerektiğini anlıyoruz bu tanımdan. Bu demek ki şartlar uygun olunca hükümetlerin zorbalaşması olasılığı var. Bu baştan öngörülüyor ve tarihte de örnekleri var. Hükümetlerin zorbalaşmasının önüne geçebilen bir sistem de yaşıyor olmayı istemek bir seçim kriterimiz olabilir mesela. Bu konuda ne tür elle tutulur çözümler öneriler  sunacak irademize aday olanlar?

Korumacı demokrasi tanımına bakalım şimdi.

‘Korumacı demokrasi sınırlı ve dolaylı bir demokrasi modeli sunar. Pratikte, yönetilenlerin rızası düzenli ve rekabetçi seçimlerle sağlanır. Siyasi eşitlik böylelikle eşit oy hakkını ifade eden teknik bir kavrama dönüşür. Dahası, oy hakkı gerçek bir demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlükleri korumak için yasamayürütme ve yargı üzerinden güçler ayrılığına dayalı bir sistemin tesisi şarttır.

Sadece seçimlerin olmasının demokrasi olduğu anlamına gelmediğini anlıyoruz. Eşit oy hakkı demokrasi için yeterli değildir. Bireysel özgürlüklerin korunabilmesi için yasama yürütme ve yargı güç ayrılığına ihtiyaç duyulduğu ifade ediliyor. Güçlerin birliğinin demokrasiye tamamen zıt bir sistem olduğunu net bir şekilde anlıyoruz. Bu da bizim diğer bir seçim kriterimiz olabilir. Bu konuda ne tür elle tutulur çözümler öneriler  sunacak irademize aday olanlar?

Ve liberal demokrasi ve Sosyal Demokrasi.

Basit olarak liberal demokrasi; iktidarı halkın belirlediğini ancak bu iktidarın bireysel özgürlüklerle sınırlandığı bir siyasal sistem olarak belirtebiliriz.

Hoşgörü ve tüm fikirlerin var olabildiği bir rekabet ve siyasi eşitlik prensiplerinde gerçekleştirilen seçimlerle iktidara temsili bireylerin getirilmesi liberal demokrasilerin temel nitelikleridir.

Sosyal Demokrasi,  komunist rejimlerde gelişmiş demokrasi çeşitlerini kapsamaktadır. Kendi aralarında farklar bulunmasına rağmen liberal demokrasi sistemleriyle kesin olarak karşıt bir çizgidedir. Genel olarak siyasi eşitliğin yanında , sosyal demokrasi ile ekonomik eşitliğin de sağlanması gerekliliğini savunmuşlardır.


Liberal demokrasinin en önde gelen örneğinin Amerika Birleşik Devletleri' nde olduğunu anlıyorum. Kapitalizmin ana üssü!  Aralarında siyasi eşitlik benzerliği olmakla birlikte,  ekonomik eşitliğin sağlanması konusunda tamamen zıt uçlardalar.  Sosyal demokrasi siyasi eşitlik yanı sıra ekonomik eşitlikten yana. Çalışan para kazanan zengin olan olsun . Fakat bir yerde dolar milyarderleri  varken  (etik doğru bir şekilde dahi kazanmış olsa bu zenginliği) diğer yanda çocuğuna pantolon alamadığı için intihar eden babaların olması benim vicdanımı yaralıyor. İnsan onuruna yaraşır bir yaşam standardının tüm yurttaşlara tanınması gerektiğini düşünüyorum. İşçi emekçi ev kadını/erkeği emekli tüm insanların insanca yaşayabileceği bir gelirleri olmalı. Almanya sosyal devlet anlamında örnek olabilir. Yanılmıyorsam bir kaç sene önce işsizlere ayda oldukça iyi bir maaş bağlandı. Geliri olan insan daha iyi beslenir kendini iyi hisseder psikolojisi iyi olur öyle suça teröre falan da bulaşmaz. Bütüncül bir devlet anlayışı gerekiyor.  Açlık sınırı yoksulluk sınırı gibi istatistiklerin varlığı ve özellikle de asgari ücretin açlık  sınırının dahi  altında olması  utanç verici.  Asgari ücret  ve emeklilik maaşı  yoksulluk sınırının altına düşmemeli! Kadının, çocuğun, hayvanın, ağacın, tarihin , kültürün , derelerin tüm yeraltı yer üstü zenginliklerimiz ve kaynaklarımızın toplumun bütünün iyiliğine , toplumun iradesini görüşünü dikkate alarak nasıl bir ülke hayal ediyorlar bunu anlatmalı bizlere irademize aday olanlar? 

Gelelim diğer kavramlara. Çok renklilik çok seslilik. 

'Bir cumhuriyetin tam demokratik cumhuriyet olabilmesi için, gönüllü birlikteliklerle bir arada bulunan o ülke halklarının tüm kesimlerinin, çoğulcu özgür iradeleri ile katılımcı olarak yönetim ve denetim süreçlerine doğrudan katıldığı, demokrasiyi tüm sivil kurum, kuruluş ve kadroları ile var ettiği ve çok kimlikli, değişik inançlı ve çeşitli kültürlerin bir mozaik oluşturacak şekilde bir arada yaşamasına olanak veren bir devlet yapılanmasının gerçekleştirilmesi gerekir.'[25]

Demokrasinin olmaz ise olmazı. Aleviler, Kürtler , Gayri Müslimler ve diğer tüm kimlik, inanç ve kültürdeki  yurttaşların yönetime doğrudan katılım gösterebileceği sistemler mekanizmalar hakkında neler söylüyor irademize aday olanlar? Açık net ifadeler duymak istiyoruz. Yoksa etliye sütlüye dokunmayan cümleler güven yerine daha çok güvensizlik yaratıyor. Samimi gelmiyor

Sekülerizm.


Sekülerizm, liberal demokrat düşünürler tarafından ortaya atılan dinin siyasetten ayrılması düşüncesinin genel adı olarak karşımıza çıkar. Liberal demokratlar, demokrasinin ‘çoğunluğun tiranlığına’ dönüşmesini engellemek için devletin tüm dinlere aynı mesafede kalmasını bir zorunluluk olarak görürler.

Sistemin,  çoğunluğun tiranlığına dönüşmemesi için din ve siyasetin ayrılması gerektiği düşüncesinden ortaya çıkar bu kavram. Çok bir şey söylememe gerek yok burada. Kendini anlatıyor tanım.  İrademize  aday olanlardan bu konuda da net bir görüş talep etmeliyiz.. 

Demokrasiye farklı aşağıdaki atıflar da dikkatimi çekti. Seçim kriterlerimiz için de bu atıflar da yer alabilir. İrademizi isteyen adayın bu başlıklarda çözümleri politikaları neler? 

·         Çoğunluğun yönetimi
·         Azınlık haklarını güvenceye alan yönetim;
·         Fakirin yönetimi;
·         Sosyal eşitsizliği yok etmeye çabalayan yönetim;
·         Fırsat eşitliği sağlamaya çalışan yönetim;
·         Kamu hizmetinde bulunmak için halkın desteğine dayanan yönetim.


Siyaset bilimci Robert Dahl'ın demokratik devlet şartlarını da paylaşmak isterim. Bu şartları sağlamayan devletleri demokratik devlet saymaz.
·         Üst düzey siyasî makamları kullanacak kişiler (Cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar vb.) seçim yoluyla belirlenir.
·         Seçimler belirli aralıklarla, kesintisizce yapılır.
·         Muhalefet partilerine iktidarı ele geçirme olanağı sağlanır. (Örneğin seçim barajı düşük tutulur veya aynı cumhurbaşkanının üst üste seçilmesi yasaklanır.)
·         Tek parti yönetimi yoktur. Birden fazla parti kurulmasına izin verilir.
·         Temel insan hakları anayasa ile güvence altına alınmıştır.
·         Seçimler serbesttir; hiçbir seçmen oy kullanıp kullanmamak konusunda zorlanmaz.

Burada dikkatimi özellikle çeken  şart , muhalefetin tüm renkleri ile temsil edilebilmesi için seçim barajının düşük tutulması ya da hatta olmaması. Bu konuda da adayların görüşlerini talep etmeliyiz.

Singapur'un Başarısı  isimli yazımda Singapur'u  3. dünya ülkesi durumundan  1. dünya ülkesi olmasına taşıyan , üç temel ilkeden bahsetmiştim. Kayıtsız şartsız  liyakat, pragmatizm (işleyen sistem uygundur)  ve dürüstlük ilkeleri. Bu üç ilkeden ne olursa olsun vazgeçilmeyeceğine dair bir taahhüt almalıyız irademize talip olanlardan. http://fundaerdemir.blogspot.com/2019/06/singapurun-basarsnn-srr-ve-23-haziran.html

Temel insan hakları ve özgürlükler ile hukuk devleti olmaz ise olmazı demokrasinin diyebiliriz özetle..

Ve buraya kadar paylaştığım  kriterler ve ,ilkeler size hiç yabancı gelmedi değil mi?

Evet , dünyada bir çoğunun hayal dediği ve hatta halen ülkelerinde kurgulayamadığı,  bu demokratik sistemi bizzat kurup bizlere teslim eden  bir liderimiz var bizim. 

Elon Musk 'ın uzay macerası ile ilgili olarak Atatürk'ten ilham aldığını ifade ettiği  bir dönemde yaşarken,  Mustafa Kemal Atatürk 'ün kurduğu Cumhuriyet' in  değerlerini hatırlamamız yeterli.

Zira onun kurduğu demokrasi sistemi  bizim fıtratımızda var!

Buna inancım sonsuz...








xxxx

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Sadece Yaşamak Ciddi Bir İştir

Ağaçları ve küçük çocukları neden çok sevdiğimi ve daha doğrusu onların yanında neden kendimi iyi hissettiğimi  daha iyi kavradım şu sıralar.



Ağaçlar da küçük çocuklar da sadece var oluyor. Anda yaşıyor. Ve tamamen açık varlıkları.

Dün yok , gelecek yok. Neşe içinde anda akıyor varlıkları çoşku ile.

Kabuklar maskeler yok. Oldukları gibiler.

Ve bu gerçek güvenin anahtarı.

Sadece  o anın getirdiğini içtenlikle kabul ederek yaşıyorlar.

Çocukken bir kitapta  ağaç gibi  olmanın  nasıl bir his olabileceğine dair bir bölüm okumuştum. Beni çok etkilemişti. Ağaçlar sadece nefes alıyor ve izliyor. Yaşıyor, var oluyor!  Sel gelip onu alıp götürse dahi derin bir kabul ile bırakıyor bedenini sele...Tam bir teslimiyet ile varlığını bırakıyor olmakta olana. Direnmiyor tepki vermiyor kaçmıyor...Sanırım akışa yaşama teslim olma kavramını en iyi anlatan bir benzetmeydi bu. Ağaç gibi var olabilmek  yaşamın içinde! Yaşama akışa teslim olmak...Ve bırakabilmek tutunduğumuz her şeyi...

Avustralya'lı bilge arkadaşım geçen gün paylaştığı mesajında  ''Açıklığımızı korumak için kapalılığı yaratıyoruz'' diyordu. Yarattığımız kapalılık ile kendimizi  yaşam enerjisine kapattığımızı ve dolayısıyla neşeye sağlığa bolluğa engel yarattığımızı ifade ediyordu paylaşımında.  Kendimizi kapattığımızda aslında kendi içimizdeki sevgiye öze ruhumuza kapatıyoruz kendimizi. Aramızdaki bağ kopuyor ya da zayıflıyor.

Kapalı bir varlık olarak zihnimiz ve bedenimizle yaşıyor çoğumuz...Eğitim alıyoruz iş güç sahibi oluyoruz evleniyoruz çoluk çocuğa karışıyoruz. Duygusal ve ruhsal olarak kapalı olarak yaşadığımızda gerçek anlamda görülmüyor duyulmuyoruz. Ruhumuzu, asıl olduğumuz varlığı yansıtamıyoruz. İçimizdeki sevgiyi...

David Deida Mavi Gerçek kitabında ''açık olarak yaşamak'' kavramını aktarmıştı. Ve bunu çok derin bir ruhsal varoluş biçimi diye ifade etmişti kitabında. Hayat sizi zorladığında durun nefes alın ve her ne koşulda olursanız olun tekrar kendinizi açın diyordu.

Sık sık doğaya gitme ağaçlara dokunma ihtiyacımız da bu açıklığı deneyimleme ihtiyacımızdan dolayı sanırım. Kendimizle yeniden temas edip dengeyi buluyoruz içimizde. İçimizdeki neşe ile temas ediyoruz. Sevginin , ruhun duygusu olan neşe ile!

Açık bir varoluş şekli ile anda yaşamak gerçekten çok ciddi bir iş. Ve bu güvenli.

Her an her saniye olmakta olanı izlemek, dinlemek, hissetmek . Sadece olmak , yaşamak!

Tüm duyularımızla anda var olarak...

Beyaz atlara binmiş masmavi gökyüzünde süzülen bulutları 
Al çiçekler basmış nar ağaçlarını
Ihlamurların minicik çiçek tomurcuklarını  
Rengarenk küpe çiçeklerini
Ortancaların yeşillenmiş çiçek başlarını
Eriklerin dallarda çocukları bekleyişini
Kirazın çiçeklerinin dökülüp  meyveye duruşunu
Güneşin tenimizdeki sıcaklığının artışını
Havada ki deniz tuzu kokusunu
Sabahın dinginliğinde güvercinlerin kanat çırpışlarının sesini
Ceviz ağaçlarının kadim dostluğunun getirdiği huzuru
Kedilerin  sere serpe güneşin keyifini çıkarışlarını
Guguk kuşlarının aşk nameleri ile birbirlerine kur yapışını
...

Her şeye rağmen yaşamak güzel ve umut böyle anlarda filizleniyor insanın içinde.

Hep  neşe ile yaşamak dileğimle.













xxx







29 Mayıs 2020 Cuma

Babalar ve Kızları

Yaklaşık bir sene önce idi sanırım. Bir aile dostumuzu ziyarete gitmiştim ofisine.

Yirmili yaşların ortalarında genç bir kadın olan kızı ile ilgili endişelerini paylaşmıştı.

Çok iyi eğitim almış, yabancı dil bilen, babasının işini devir almak üzere donanımlarını tamamlamış genç bir kadın.



Gel gör ki lise mezunu işsiz ve kendisinden sürekli para isteyen bir adama ''aşık'' olmuştu. Kredi kartlarını ödüyordu adamın. Hatta borcunu ödemek için babasının ona hediye ettiği lüks arabasını bile satacaktı.

O adamla evlenip her şeyi bırakıp Ege 'de küçük bir yere yerleşmeyi düşünüyordu genç kadın.

Baba çok dertli idi.

Ve bana dönüp ''Çok kadının canını yaktım eşimi de üzdüm onun bedeli mi bu acaba ?'' diye soru vermişti.

Ne diyeceğimi bilemedim o an, sadece dinledim.

Fakat sonra kızı ile zıtlaşmanın tam tersi etki yapabileceğini sadece üç yıl beklemesini salık vermesini önerdim. Üç yıl sonunda hala fikri değişmemiş ise kararına saygı duyup hep yanında olacağını söyleyebileceğini ilettim. Aklıma o anda sadece bu gelmişti.

Sonra da düşündürmüştü bu konu beni.Ve babalar gününe doğru günler hızla akarken bu yazıyı paylaşmak istedim.

İki insanın birbirine çekiminin bilinçaltımızdaki haritaların etkisi olduğunu düşünüyorum.

Tencere kapak misali haritalarımızın örtüştüğü insanlara çekiliyoruz. ''Aşık'' oluyor evleniyor aile kuruyoruz.

Ve üç yıl sonunda bu bilinçaltı haritanın etkisi azalınca bazıları bu fenomeni  aşkın süresinin üç yıl olduğu şeklinde yorumluyor, gerçekler su yüzüne çıkıyor. Gerçek kimlikler karakterler...

Hani aşkın gözü kördür derler ya. İşte körlük dönemi ya da başka bir deyiş ile  hipnoz dönemi bitiyor ve karşımızdaki insanı otomatik pilot devre dışı olarak görüyoruz.

O noktaya kadar yaşamsal bir karar vermedi isek şanslıyız. Gördüğümüz gerçek bizim için son derece uygun doğru bir seçenek de olabilir. Ancak işte sağlıklı doğru bir karar verebilmek için aşkın gözü kör ettiği o hipnotik dönemi sağ salim atlatmamız gerekiyor.

O gün için makul bir öneride bulunduğumu düşündüm.

Ve fakat kafamı kurcalamıştı babanın sözleri bir kere.

Ve belki de asıl yaşamımıza şekil veren hallerin  durumların kaynağı  yaptıklarımız değil yapmadıklarımızdır düşüncesi belirdi içimde.

Her şeyden ötesi de şunu anladım. Babalar kızlarına ne hissettirdiler ise kızları da  o hislerin aynısını ona yaşatacak erkekleri seçiyor.

Bildiğimiz tanıdığımız duygu kalıplarını tekrarlıyoruz hayatlarımızda.

Kızınızın hayatında ona  ilgi özen saygı gösteren içten mevcudiyetini sunan bir baba iseniz korkacak endişe edecek bir şey yok.

Yok değil ise , ne kadar erken bu ilişkiyi toparlarsınız sizin için o kadar iyi.

Kızınızın şu mesajları almış olduğundan emin olun.

Varlığın beni mutlu ediyor.
Seni görüyorum,duyuyorum.
Benim için özelsin.
Sana saygı duyuyorum.
Seni koşulsuz seviyorum.
Senin ihtiyaçların benim için önemli.
Benden yardım isteyebilirsin.
Buradayım.Sana zaman ayırırım.
Seni korurum.
Seni rahatlatırım.
Seni beğeniyorum,varlığınla bana sevinç veriyorsun.
Bana güvenebilirsin.

Kızınız ne olursa olsun kendisini seveceğinizi ve kollayacağınızı bilmelidir. (*)

Ve hep yanında olacağınızı.

Fotoğrafta gördüğünüz gibi kesinlikle neşeli bir ilişkiniz olsun kızınızla. Çok eğlenin birlikte.

Bu duyguları kızınıza geçirebilirseniz inanın doğru kişiyi  seçecektir  kendisine.

Ve tüm bu yazdıklarım elbette  anne oğul ilişkisi için de doğru diyebilirim. Biraz daha farklı yönleri olsa da .

Belki de hayatımız yaptıklarımızdan çok yapmadıklarımıza göre şekil alıyordur.

Ve  hayatımızın muhasebesini tutarken de,  yaptıklarımıza değil yapmadıklarımıza bakma zamanı gelmiştir.

Sevgiyle,


(*) Çocukta Rezilyans  Esneklik ve Toparlanabilme Becerisi isimli kitaptan alıntı olup, bir kaç ekleme yapılmıştır.









xxx

24 Mayıs 2020 Pazar

GÜNÜN ŞARKISI / SONG OF THE DAY













XXX

Bayram Hediyem

Yeni İnsan Yayınevi aşağıdaki kitabı ücretsiz erişime açmış.

Ben de sizlerle bayram hediyesi olarak bu haberi paylaşmak ve size bu kitabı armağan etmek istedim.

Yıllar önce bir araştırma okumuştum. Gençlere artık finans işletme gibi bölümler yerine tarım ziraat eğitimi almaları salık veriliyordu.

Gençlere ve her daim genç olanlara sevgilerimle.

İyilikler güzellikler üzerimize olsun.

Nice sağlıklı huzurlu bayramlar dileğimle...

Kitap ile ilgili yayın evinin duyurusu aşağıdadır.



''1980’lerden bu yana, çiftçi nüfusunu %1’in altına düşüren, tarımı köylülerin elinden alıp şirketlerin insafına ve kâr hırsına bırakan ABD’nin bu modeli, Türkiye’de iktidara gelen bütün siyasi partilerce desteklenen ve uygulanmaya çalışılan politikalar oldu. Şimdi işler ters gitmeye başladı. Çünkü gıda güvenliği zaten çoktan yitirildi, gıda krizi ise kapıda.
Bundan sonra ne olacak? Richard Heinberg ve Michael Bomford’un organik tarım, permakültür gibi yepyeni tarımsal uygulamaları da göz önüne alarak ortaya serdiği önlemler dizisine kulak vermek ve tek tek hayata geçirmek için daha ne bekliyoruz?
Şimdi bu korkunç yanlıştan geri dönmek, sürdürülebilir bir tarım sistemi tasarlamak gerekiyor. Bu kitap organik tarım deneyimi ve permakültür uygulamaları ile Anadolu bilgeliği yol gösterebilir, ünlü Küba dönüşümü bize ilham verebilir.
Tarım ve Gıdanın Dönüşümü’nü, COVID-19 sonrası daha yeşil, sürdürülebilir bir tarım sistemi tasarlamak için siz okurlarımızın  ücretsiz erişimine açıyoruz.
Daha sürdürülebilir bir dünya dileğiyle!''





xxxx

20 Mayıs 2020 Çarşamba

GÜNÜN ŞARKISI / SONG OF THE DAY



















xxxx

Büyüklere Denizkızı Masalları


12 Su Damlasının orijinal öykülerini yaklaşık 25 sene  önce dinlediğim bir meditasyon kasetinde duymuştum. Bu öyküleri   aşağıdaki  gibi bir  öykü şeklinde yeniden kurguladım ve Büyüklere Denizkızı Masalları isimli öykü kitabımda yayınladım.

Ve işte o  öyküm...



Bir varmış bir yokmuş gibi başlamayacağız bu sefer. Hep var olan bir yer ve zamanda geçiyor öykümüz.



Küçük bir çocuk hayal edin , deniz kenarına oturmuş ağlıyormuş. Kendini çok yalnız hissediyor ve hiç sevilmediğini  düşünüyormuş. Kocaman dünyada mini minnacık  , değersiz görüyormuş kendini ve korkuyormuş.

Gözyaşlarından bir damla denize düşmüş.  Biraz sonra bir ses duymuş.. ‘Merhaba küçük çocuk ‘’ .
Etrafına bakmış çocuk ve hiç kimseyi görememiş.  Sesi tekrar duymuş. ‘’Merhaba ben buradayım .’’

O sırada denize bakmış  çocuk ve kendisi ile konuşanın mavi renkli bir denizkızı  olduğunu anlamış.
Çok şaşırmış ve gülümsemiş  çocuk.

Denizkızı  ‘’ Senin ile arkadaş olabilir miyiz ? ‘’ demiş. Çocuk başını sallamış , üzgün üzgün.
Denizkızı  tekrar konuşmuş  ve ‘’ Neden ağlıyorsun küçük çocuk bana anlatmak ister misin?’’ demiş.

Çocuk başını kaldırmadan konuşmaya başlamış. ‘’ Kendimi çok yalnız hissediyorum. Kimse beni sevmiyor,dinlemiyor, oynamıyor. Ben var mıyım yok mu yum kimsenin umurunda değil.  Başarısız olup ailemi hayal kırıklığına uğratmaktan korkuyorum. Her şey çok korkutucu.’’ demiş.

Mavi Denizkızı  gülümsemiş şefkatle ve çocuğa derin bir sevgi  hisettiğinden yüzü daha bir parıldamış .

‘’Sana 12 su damlacığının öyküsünü  anlatmamı  ister misin ? demiş.
Çocuk yine başını sallamış ve denizkızı  başlamış anlatmaya.

Bir zamanlar bir öğrenci   varmış. Bir gün öğretmenine  bir soru sormuş. ‘’Beni  etrafımda var olanlardan  ayıran nedir?’’ demiş.  Öğretmen  , ‘’Sadece sen değilsin bu soruyu soran , bir çokları var demiş.''   ‘’Sana 12 su damlacığının kısa hikayesini anlatacağım. Bu hikayeleri  tekrar tekrar okumalısın . Onların anlamlarını   içine yerleştirene  kadar    , bu hikayeler  üzerinde derin derin düşünmeye  devam etmelisin . Sonra da  onların her biri senin içinde harika bir esere dönüşene kadar , onları yansıtmaya devam etmelisin’’demiş.

  
1. Hikaye
Bir zamanlar okyanusta bir su damlacığı varmış.  Bu su damlacığı okyanusun var olmadığı konusunda çok  ısrar edermiş. Bu tıpki evrenin  içinde yaşayıp , kendi evrensel varlığını red eden insanların durumu ile aynı bir durummuş.

2. Hikaye
Okyanusun ortasında su damlacığı ‘Ben özgür olmak istiyorum’ demiş. Okyanus şefkatli  imiş  ve su damlacığını su yüzeyine yükseltmiş. ‘Ben özgür olmak istiyorum’ diye tekrar ağlamış  su damlacığı . Güneş bu ağlayışı duymuş  ve su damlacığını bulutların içine almış. ‘Ben özgür olmak istiyorum’ demiş. tekrar su damlacığı ve bulut su damlacığını serbest bırakmış. Su damlacığı  tekrar okyanusa geri dönmüş.

3. Hikaye
Akıllı bir su damlacığı sadece akıllı bir su damlacığıdır. Fakat okyanusun kendisi  değildir.

4. Hikaye
 Okyanusun içindeki  su damlacığı,  ‘’Okyanustaki  tüm su damlacıklarının hiç bir değeri yok’’ demiş.

5. Hikaye
Okyanusun içindeki su damlacığı , ‘’Kesinlikle hiç şüphem yok ki ben okyanustan çok daha önemliyim’’ demiş.

6. Hikaye
‘’Ben hiçbir zaman okyanusa ulaşamayacağım ‘’ demiş  okyanusun içindeki  su damlacığı.

7.Hikaye
‘’Okyanus kimin umurunda’’ demiş okyanusun içindeki su damlacığı.

8.Hikaye
Kaderine üzülen bir su damlacığı varmış  okyanusun ortasında ve ancak okyanus hakkında hiçbir şey öğrenmek istemeyen.

9. Hikaye
Okyanusun ortasındaki su damlacığı diğer tüm su damlacıklarını okyanusu ele geçirmek üzere birleşmeye çağırmış.

10. Hikaye
Okyanusun ortasındaki su damlacığı, diğer su damlacıklarına ,’’Bugünkü pozisyonuma dayanarak sizleri okyanustan ayırıyorum’’ demiş.

11. Hikaye
Okyanus,  su damlacığına’’ Seni çok seviyorum ‘’demiş. Ama su damlacığı bunu duymamış  çünki başka bir su damlacığına aşıkmış.

12. Hikaye
Su damlacığı ‘’Ben diğer tüm su damlacıklarını sevgi ile kucaklarsam okyanus olurum’’ demiş. Tek tek su damlacıklarını sevgi ile kucaklamış. Ancak tek bir su damlacığı ona zarar vermek istiyormuş  ve tüm sevgisine rağmen ,bu su damlacığını affedemediği ve kucaklayamadığı için , okyanus olamamış  bu su damlacığı.

Öğrenci  öğretmenine yakınlaşmış  merakla  ve  bir soru daha sormuş.
‘’Peki  bir su damlacığı okyanus olursa ne olur?’’ demiş.

Öğretmen son hikayesini anlatmış.

Bir zamanlar okyanusun huzurunu  ve derinliğini arayan bir su damlacığı varmış.  Su damlacığının yüreği sevgi ve  affedicilik dolu imiş. Ansızın Okyanus  ona ‘Sen ve Ben biriz’’ demiş.. Okyanus kollarını açmış  ve su damlacığına sarılmış. O an da okyanusu okyanus yapan  her şey su damlacığının olmuş. Su damlacığı  o anda okyanusun dinginliği olmuş. Okyanusun sınırlarına kadar genişlemiş  ve okyanusun derinliği yeryüzünün kurtuluşu olmuş.

‘’Okyanus onu sevenler için kutsama ile doludur. Onu arzulayan herkesi  içine alır. ‘’ demiş öğretmen şefkatli gözleri ile gülümseyerek.

‘’Peki su damlacığı çok kirlenir ise ne olur’’  diye sormuş  öğrenci.

Öğretmen  kocaman bir kahkaha atmış. ‘’Bir su damlası asla okyanusun temizliyemi,eyeceği kadar kirlenemez ‘’demiş.

İşte demiş  denizkızı  küçük çocuğa,’’ Aslında sen de evrenin  bir parçasısın. Tıpkı bir su damlacığının okyanusun ayrılmaz parçası olduğu gibi. Senin yüreğinde de bir su damlacığı var.
Sen ,ben ,ağaçlar hayvanlar tüm gördüğün ve çevrende olan her şey birer su damlacığıyız. Hepimiz bir araya gelip gördüğün her şeyi , bütünü yani evreni oluşturuyoruz.Hatırla, bir tek su damlacığı eksik olduğunda  okyanus,  okyanus olamıyordu.

İşte tıpkı bunun gibi , sen çok  değerlisin , önemlisin. Sen olmaz isen evren  tam olamaz. Eksik kalır. Senden bir tane daha yok koca evrende . Bütün bitkiler hayvanlar su toprak hava gördüğün her şey ile aslında kardeşsin ve bütünün bir parçasısın.
Sen ne kadar değerli isen onlar da o kadar değerli.
Tüm var olan seni çok seviyor. Senin iyiliğini istiyorlar. Değişerek dönüşerek  gelişmeni istiyorlar.  Sen belki onların seslerini  duyamıyorsun ama,  onlar hep sana yardımcı olmak yol göstermek için içindeki su damlacığı ile konuşuyorlar.

Hiç bir şeyden korkma çocuk. İnsanlara ve yaşama güven. Korkular senin dünyaya vereceğin armağanlarının  yolunu kapayan engellerdir sadece. Suya anlat ve bırak korkularını. Su,  seni yıkar ve yükseltir.

Var olan gördüğün her şeyin bir parçası olduğunu bildiğinde tüm korkuların gereksiz olduğunu göreceksin. Ayrıca kendine güven duyacaksın. Sen bütünün parçasısın ve yapmak istediğin her şey bütünün yararına olacak ve sen bunu başaracaksın. Ben sana güveniyorum ve inanıyorum.

Sen doğada gördüğün her canlıya suya toprağa havaya özetle tüm varolana , sevgi ve saygı duyduğunda,  aslında kendini sevmiş ve saymış olursun.

İçindeki su ile dışındaki su bir aslında. Su sınır tanımaz . Dışarıdaki su ne kadar saf ve çok  ise bunun senin içindeki  suya yararı vardır.

Sana bir sır vereceğim. Su yeryüzünde yaşamın sırrını taşıyor. Su olmaz ise yaşam olmaz. Onu sevmeli ve saygı göstermeliyiz.Su ,seninle  tüm sırlarını paylaşmaya ve sana yol göstermeye hazır. Sadece buna inanman ve izin vermen yeterli.

Bil ki istesen de yalnız olamazsın. Bizler hep seninleyiz ve seni seviyoruz.’’

Çocuk gülümsemiş gözleri ışıl ışıl.

Mavi Denizkızı  ‘’Şimdi bana bir söz ver ‘’ demiş.

‘’Herhangi bir deniz  ya da su kenarından geçtiğinde , suya seslenmeni ve suya  , ‘’İyi ki varsın su , seni seviyorum ve şükranlarımı  sunuyorum ’’ demeni  istiyorum ‘’demiş.

Çocuk söz vermiş  ve tekrar geleceğim diye ayağa fırlamış. Aklına bir fikir gelmiş. Hemen eve gidecek ve tüm arkadaşlarını toplayarak  ve ertesi gün deniz kenarına gelip kumsalı kirleten çöpleri toplamayı planlayacakmış.  Evet mutlu imiş  çocuk.  Değerliymiş ve kesinlikle  yalnız değilmiş. Kendini seviyor , kendine inanıyormuş. Yaşamda bir amacı varmış  artık.  Herkese yarar sağlayabilecek bir şeyler yapabileceğinin bilinci ve çoşkusu ile neşe içinde evinin yolunu tutmuş çocuk.

Denizkızının  kocaman bir gülümseme varmış yüzünde...












xxxxx

6 Mayıs 2020 Çarşamba

Salgın Günlerinde LGS / YKS Sınavları ile İlgili Öneriler

Dünya'da lise ve üniversite sınavı olan tek ülke miyiz bilmiyorum? Fakat pek de fazla benzerimiz  olmayabilir.

Bu yüzden salgın nedeni ile şimdiden plan program yapmak son derece önemli. Belirli bir protokol oluşturmak. Acilen diğer ülkelerin uygulamaları  incelenmeli.

Bu sınavlar ile milyonlarca çocuk ve genç sanki okullar  açılmış gibi bir araya gelecek. Hesapladım yaklaşık 4 Milyon çocuk ve gençten bahsediyoruz burada. 

Ve aileler ile sınav gözetmenlerini düşünürsek nerede ise 10 Milyon'a yakın insan aynı gün ve saatlerde bir araya gelecek...Sonra da kendi evlerine gidecekler. Hem de tüm Türkiye'de...

Bu durumu sanki okullar Haziran sonunda  açılıyormuş gibi bir protokolle yönetmek gerekir.



Umre olayını iyi yönetememenin  acı sonuçlarını  yaşadık toplum olarak malesef. Orada 25 bin kişinin kontrolsüz dağılımı idi konu olan.

Şimdi 10 milyona yakın  insanın bir araya gelip sonra tekrar evlerine dağılmasından bahsediyoruz.

Son dakikaya bırakılacak bir durum değil bu özetle.

Bir çok çocuk genç ve aile çok tedirgin. Sınava girmemeyi bile düşünenler var.

Hem risk almak istemiyor aileler hem de sürekli tarih ve sınav şartlarının değiştirilmesi ek gerginlik yaratıyor.

Acilen yöneticilerin gerekli protokolleri oluşturup,  sınava girecek gençler ve ailelerin kendini güvende hissedeceği önerileri paylaşması gerekiyor.

Motivasyon önemli hazırlık döneminde.

Sosyal medyadan dinlediğim ve kısmen de geçen yılki deneyimimden esinlenerek  bazı önerileri paylaşacağım.

Yöneticiler için Önerilerim şöyle;

LGS sınavının çocukların okullarında yapılması kararı bana göre yanlış. Saatlerce serviste okula giden çocuklar var İstanbul'da. Bence evine en yakın okul planlanmalı. Hatta yürüme mesafesindeki okullar olabilir. Mümkün ise toplu taşıma dahi kullanılmamalı.

Aynı sorularla başarılarının ölçülmesi gerektiğinden sanırım mevcut durumda olduğu gibi  tek oturumda olmak zorunda bu sınavlar. Üç dört oturumda olsun ve bulaş riski azaltılsın deniliyor fakat teknik olarak bu zor. Ya da test edilse gençler pozitif olanlar sınava alınmayıp sonradan ek hak verilse deniliyor ki bu da teknik olarak zor. Aynı sorularla tüm katılımcıların başarısı ölçülecek  ve tercihlerine göre yerleştirmeler yapılacak.

Sınava girişte ateş ölçülmesi faydalı ve fakat kuluçka döneminde  ise virüs pek de yeterli olmayabilir.

Şöyle bir yöntem aklıma geldi. Bilim kurulu ve uzmanların bir protokol  oluşturup paylaşması gerek  bu detayları gerçekten şimdiden.

Sınav tarihinden 14 gün önce gençler ve aileleri kendilerini izole etmeli. Sınava girecek gençler kesinlikle karantina altına almalı kendini.

Sınavdan önce örneğin 7 gün , gençlere test yapılmalı. Mobil testler vardı. Her sağlık ocağındaki aile hekimi kendi bölgesindeki gençlerin evine gidip bu testi yapabilir. Testi pozitif çıkan gençlere hemen tedavi başlanabilir. 5 gün ilaç veriliyor sanırım. İlaç tedavisi sonunda tekrar test edilir ve taşıyıcı olmayan gençler sınava alınır. Halen pozitif çıkan gençler , fiziksel olarak kendini iyi hissedip sınava girmek isterse de onlara özel bir uygulama kurgulanabilir. Tek başına sınava girebileceği bir oda olabilir mesela.

Binaya girişte de ayakkabıları dezenfekte edilir, elleri dezenfekte edilir, giysileri dezenfekte edilir ve göz ağız incelenip ateş ölçülür. Çin'de çocukların bu şekilde okula giriş yaptığını gösterir videolar vardı sosyal medyada.

Bir masa değil en az ikişer masa  aralık verilebilir. Hem ön arka hem de yanlardan . Ara koruyucu paravan bölmeler yerleştirilebilir.

Sınıfların havalandırması çok önemli olacaktır bulaş riski açısından. Bunun şimdiden kontrol edilip gerekli önlemlerin alınması şart.

Maske ile mi yoksa siperlikle mi daha güvende ve rahat olurlar sınav sırasında gençler ,buna göre karar verilip şimdiden bilgilendirme yapılmalı. Maske ve siperlik tedariki için gerekli hazırlıklar yapılmalı. Belki de seçenek sunulabilir. İsteyen siperlik isteyen maske takabilir. Gözlüklü gençler var. Maske buharlaşma yapabilir. Bu husus önemli. Hatta sınavdan bir ay önce siperlik evlere gönderilebilir ki gençler o son bir ay siperlik ile uyum sağlasınlar.

Kalem silgi gibi bir kaç kez kullanımlık dezenfektan dağıtılabilir. Eldiven ile test yapmak zor olabilir. Arzu eden için de mutlaka temin edilmeli. Maske / Siperlik eldiven dezenfektan MEB ve YÖK tarafından kalem silgi gibi tesis edilmeli özetle.

Sınav günleri tüm gün olmasa da sınav saatinden iki saat önce ve iki saat sonra olmak üzere sokağa çıkma yasağı uygulanabilir. Zaten evlerdeyiz. Sadece sınava girecek gençler ve aileleri çıkar o gün. Bir de trafik stresi yaşamasınlar. Ya  da sınav için evden çıkanlar bir de  bulaş riski stresi yaşamasınlar.

Binalar giriş çıkışların da çok iyi düzenlenmesi gerek. Belki her zamankinden daha çok zaman alacaktır masalarına yerleşmeleri gençlerin. Sınavdan önce her zaman olması gerektiği saatten bir yarım saat daha erken binaya varmaları istenebilir. 2'li 3'lü alınıp yerleştirilip yine benzeri şekilde ebinadan çıkış tesis edilmeli. Geçen sene muazzam kargaşa olmuştu çıkışta LGS sınavında.

Bir de YKS sınavına girecek gençlere bu sene sınava gidecekleri binaya kadar  eşlik edebiliriz. Gençler ve bulaş riski konusunda bizler kadar farkındalığa sahip olmayabilirler.

Ne olur ne olmaz çıkışta da yanımızda dezenfektan termosta  sıcak içecek bulunduralım. Eve geldiklerinde de tüm kıyafetlerini yıkayıp banyo almalarını sağlayalım.

Tüm önlemlere rağmen eve geldiklerinde de 14 gün kendilerini karantinaya almalılar mutlaka.

Aileler için en önde gelen önerim ise evde yaptıkları denemelerde şimdiden maskeli ve hatta siperlikli çalışmalara başlamaları gençlerin. Her sefer olmasa da kendilerini rahat hissedebilecekleri sayıda denemeyi maske ve siperlikle sınav öncesi yaşamalarını öneririm.

Geçen yıl iki oğlum LGS ve YKS sınavına girmişti. Bu sene yine YKS heyecanımız var. Tekrar girmek istedi büyük oğlum sınava.

Şimdiden hepimize kolay gelsin.


Sağlıkla olalım,














xxxx