30 Kasım 2015 Pazartesi

Amerikan Yerlilerinin Etik Kodları

Amerikan Yerlilerinin kültürü son derece ruhsaldır  ve Toprak Anne, Baba Gökyüzü, Büyükbaba Güneş ve Büyükanne Ay dahil tüm canlı ve cansız varlıklara  karşı saygı ile yaklaşmaktadır.

1. Dua etmek için güneş doğarken kalk. Tek başına dua et. Sık sık dua et. Yüce Ruh dinleyecektir,eğer sadece konuşursan. 
2. Kendi yollarında kaybolmuşlara hoşgörülü ol.  Cehalet,kibir,öfke,kıskançlık ve açgözlülük kayıp bir ruhtan gelir. Onların rehberlik bulmaları için dua edin.

3. Kendini ara, kendin ile ara. Başkalarının senin yolunu belirlemelerine izin verme. Bu senin yolun ve sadece senin. Diğerleri senin ile yürüyebilir, fakat kimse senin için bu yolu yürüyemez.
Native American Code of Ethics | in5d.com | Esoteric, Spiritual and Metaphysical Database
4. Evindeki misafirleri büyük bir hürmet ile ağırla.Onlara en iyi yemeği ver, en iyi yatağı ver ve onları saygı ile onurlandır.
5. Sana ait olmayanı,  bu birinden de olsa,  bir topluluktan da  olsa, yabandan veya bir kültürden de olsa alma.  O kazanılmamış ve verilmemiştir. O sana ait değil.

6. Yeryüzü üzerindeki herşeye saygı duybu ister insan ister bitki olsun.
7. Diğer insanların düşüncelerini, dileklerini ve sözcüklerini onurlandır. Asla başkalarına mani olma, veya alay etme veya kaba bir şekilde onları taklit etme. Herkesin bireysel olarak kendisini ifade etme hakkına izin ver.

8. Başkaları ile ilgili asla kötü konuşma. Evrene gönderdiğin negatif enerji sana geri döndüğünde çoğalmış  olacaktır.

9. Tüm insanlar hata yapar. Ve tüm hatalar affedilebilir. 
10. Kötü düşünceler zihnin, bedenin ve ruhun hastalanmasına neden olur. İyimser olun.
11. Doğa bizim için değildir, o bizim parçamızdır. Onlar senin dünyevi ailenin parçasıdır. 
12. Çocuklar geleceğin tohumlarıdır. Onların kalbine sevgi ekin ve bilgelik ile yaşam dersleri ile sulayın. Büyüdükleri zaman, büyüyebilmeleri için onlara alan verin.

13. Başkalarının kalbini kırmaktan kaçının. Acınızın zehiri size geri dönecektir. 
14.Tüm zamanlarda doğru olun.  Dürüstlük, bu evrende kişinin iradesinin testidir. 
Keep yourself balanced. Your Mental self, Spiritual self, Emotional self, and Physical self, all need to be strong, pure and healthy. Work out the body to strengthen the mind. Grow rich in spirit to cure emotional ails.15. Kendini dengede tut. Zihinsel benliğin, Ruhsal benliğin, Duygusal benliğin ve Fiziksel benliğin güçlü, saf ve sağlıklı olmalıdır. Zihnini güçlendirmek için bedenini çalıştır. Duygusal rahatsızlıkları iyileştirmek için ruhsal olarak zengin ol..
16. Kim olacağınıza ve nasıl tepki vereceğinize dair bilinçli kararlar verin. Davranışlarınızın sorumluluğunu alın. 
17. Başkalarının özel alanına ve mahremiyetine saygı duy.   Başkalarına ait eşyalara, özellikle kutsal ve dini objelere dokunmayın. Bu yasaklanmıştır.

18. Önce kendine karşı dürüst ol. Öncelikle kendini besleyip yardım edemezsen,  başkalarını da besleyip yardım edemezsin.
19. Başkalarının inançlarına saygı duy.  Kendi inancını başkalarına zorlama. 
20. İyi şansını başkaları ile paylaş. Cömert ol.




Kaynak : The Mind Unleashed Facebook Sayfası

28 Kasım 2015 Cumartesi

İçimdeki Kuş Hikayeleri

Geçenlerde çocukluğumun geçtiği mahalledeki eski komşularımızla yıllar sonra bir araya geldik.

Çocukluk anılarımızı anımsadık keyifle.Gerçekten benim için güzel bir gün idi! Çok geçmişlerde kalmış bir Funda ile yeniden buluştum diyebilirim o gün. Çok eskilerde kalmış duyguları hatırladım belki de! Kim bilir?

                                       

Bir arkadaşımız ki mahallemizin ağabeylerinden biri idi kendisi,  karabatak kuşu ile ilgili bir anısını anlattı o gün.

Salacak sahilinde yaralı bir karabatak bulmuş  bir gün.

Çocuk yüreği işte! Şefkatli ve merhabetli tüm canlılara karşı. Önyargısız,  koşulsuz sevgide yüreği!

Almış eve getirmiş. E su kuşu ya karabatak, banyodaki küveti doldurup kuşu içine koymuş. Karabatak da bayağı iri bir kuştur malum.

Babası eve gelmiş ve o gün de şans elektrikler yokmuş.Öyle hatırlıyorum hikayeyi şu anda.

Adamcağız banyoya girdiğinde çığlık çığlığa çırpınış sesleri duyunca neye uğradığını şaşırmış elbette ki.

Çok güldük! Ne güzel çocukluğumuza ait güzel anılara sahip olmak...

Sonra içimdeki kuş hikayelerini  hatırladım ben de.

Üniversite yıllarındaki bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Hani yüzlerce kuş bir arada uçuşur ya havada oradan oraya. "Kuşların düğünü" derdi buna. Hakkari'de doğmuş yarı Kürt'tü arkadaşım.



Richard Bach'ın  MARTI kitabındaki meşhur Jonathan Livingston 'ı bilirsiniz. Bana göre hepimizin içinde yaşıyor onun ruhu! Kitaptaki  "En yüksekten uçan martı, en uzağı görendir." sözü de hepimize ilham vermiştir eminim.

Bir de "kuş okulu" var. Kuşlar tellerin üzerine konar ya sıra sıra. Ona Hindistan'da "kuş okulu" dendiğini de Mumbai'li bir arkadaşımdan  öğrendim.




Yıllar önce bir müşterim bana "Funda hanım artık serçelerin sesini duyamıyorum gittiler herhalde İstanbul'dan" demişti. Ben de halen serçelerin İstanbul'da olduklarını çevresine daha dikkatli bakmasını önermiştim. Bir sonraki toplantıda ilk konu serçelerdi. Evet görebilmiş duyabilmişti serçeleri tekrar. Düşünüyorum da şu anda hiç iletişimim yok kendisi ile ama çok önemsiyorum bu tür birbirimizin yaşamlarımıza dokunuşlarımızı. Hayat bu işte! Canlılık!

Ve elbette İstanbul'un yeni sakinleri. Yeşil papağanlar! İstanbul'da ilk görmem duymam 2010 yılında idi sanırım.  Aynı papağanları 1995 yılında Agra/Hindistan'da görmüştüm. Tac Mahal'in karşısındaki sarayın duvarlarının çevresinde uçuşan yeşil papağan sürüleri vardı. Büyüleyici idi gerçekten. İlk kez doğal ortamlarında görmüştüm bu kuşları.

Şimdi yılla sonra İstanbul'un sakinleri oldular. Seslerini duyunca hemen kafamı kaldırım tarıyorum gökyüzünü. Kendi kedndime oyun oynuyorum. Yeşil papağan görürsem o günümün çok iyi olacağına bana şans getireceklerine inanıyorum.

Geçen gün facebook da bir post paylaştım. Doğru mu bilemem ama Lao Tzu'ya ait olduğu söylenen bir söz vardı. Pek sevdim!

"Kalbinizde yeşil bir ağaç bulundurun,Belki şarkı söyleyen bir kuş gelir konar."

Sevgiyle,


Conflict with Russia

I have  quite a lot followers in Russia and I found responsible to share my personal and public view about the recent conflict with Russia.

Majority of the public in Turkey fell sorry for the situation and are not happy how the goverment deals with the problem!

Lack of communication and lack of diplomacy!!!

Unfortunately having a job and/or position in the goverment does not mean the one who is involved with the issue  has always excellent  good communication & diplomatic skills.

Yes may be 49 % of the public blindly follow the AK Party and their leaders but 51 % of the public still believe in secularity , democracy , justice, human rights and universal values.

We still have hope!


It is still not clear nevertheless It is crazy to have problems&crisis with the neighbourhood! 

Some people around the globe are  as usual stiring a junk soup again and feed our inner anger, inner disappointment, inner pain, inner fear...

I kindly request from people in Russia and Turkey to calm down and do not allow this evilish plans of some people far away from our lands. 

We all know these people are gready, selfish,arrogant,destructor...

People in Russia and Turkey should be more close, friendly,understanding, positive,open and in conciliatory gestures more than they have never been before.

Again and again I wonder why Atatürk said  "Peace in the country,peace in the world"?

Peace starts from inside and reflect outside.

Altough he was a fighther he was in complete peace in himself!  

What we live in Turkey today is the opposite of his example.

So I kindly request from people in Russia so that this is an  situation in Turkey and please see the bigger picture which Atatürk shown us!

We are the majority of Turkey beleive in peace in the country, peace in the neighbourhood and peace in the world!

We always remember and have appriciation how you helped our young republic in the beginning.

Please accept our condolence for your loss.

Let your loss bring two hearts of both public  more closer to each other.

Let the love&respect  between both public flow.

With love from İstanbul,




22 Kasım 2015 Pazar

Özgürlük Yanılsaması

Bir süredir kafamın arkasında dolanıp duran bir soru vardı?

Özgürlük ile ilgili.

Sahi neydi özgürlük?

Benim tanımım, istemediğini yapmama seçiminin olması idi!

Sanırım yaşamın içinde ilerledikçe bir çok kavramı yeniden yeniden sorgulamak bakmak tanımlamak gerekiyor. En azından ben böyle hissediyorum.



Bir makale karşıma çıktı bugün.Tam da zamanında!

Özgürlüğü hafif olmak olarak tanımlamış yazar. Olabildiğince az yük taşımak.

Korku,mülkiyet,para,iş,alışkanlıklar,sorumluluklar ve vücudumuzda taşıdığımız her türlü fiziksel ağırlığı yük olarak tanımlamış.

Yani tüm bunlardan kurtulduğumuzda ancak özgür olabilecektik. Köklenmemek kök salmamak bir anlamda sanki.

Tam da yeniden tanımlama ihtiyacım olan nokta bu idi işte.  Bu tanıma inanırsak ne ev alabilir, ne işe girebilir, ne besleyici alışkanlıklar geliştirebilir  ne sorumluluk alabilir ne de para kazanabilirdik. Kök salamazdık! Köklenemezdik!  Kendi kendini sabote etme hali gibi bir şeydi bu sanki.

Büyüyemez yetişkin olamazdık özetle!

Bir çocuk gibi saf ve masum olarak, an da var olarak ,  her an taze ve acemi olarak da yetişkin olabilirdik oysa ki insan.

İçimizdeki çocuğu koruyarak da büyümek mümkündü işte!

Hem çocuk hem yetişkin olabilirdik.

Benim yorumum ise asıl özgürlüğün kişinin kendisinden özgürleşmesi şeklinde. İçsel yüklerini bırakarak hafiflemesi.

Bu yükler ise kişinin şartlanmaları,önyargıları,genellemeleri,olumsuz duyguları,kendi kendine yazdığı kendi yeterliliği ve değerliliğine gölge düşürebilecek öz hikayesi gibi "içsel" yükler idi.

Özgürlük içimize sonradan yerleştirilmiş bize ait olmayan  bir şeylerden hafiflemekti sanki. Ve asıl ağır olan yükler bu içsel yüklerdi!

İçerideki yüklerden hafiflemekti özgürlük!

Özgürlüğü biz dışarıda olan birileri ya da bir şeyler ile bağ kurmamak olarak anlamışız sanırım.

Bağ kurmamak, kök salmamak  özgürlük olmuş bir anlamda. Özgürlük yanılsaması diyorum ben bu duruma.

Oysa yerine ve duruma göre mülkiyet,para,iş,alışkanlıklar,sorumluluklar kişinin kendinden özgürleşmesine hizmet eden araçlar olabilir.

Yaşam deneyimlerinin her türlüsü,  bizim kendimizi daha derinden deneyimleyerek kim olduğumuzu ve kim olmadığımızı daha iyi algılamamıza ve bize ait olmayanları bırakabilmemize, içsel yüklerden hafiflememize  vesile olmaktadır oysaki.

Özetle mülkiyet,para,iş,alışkanlıklar,sorumluluklar ve hatta yerine göre korkular bile  bizi bizden özgürleştirebilir.

Bu tarz dışsal yükler bizlerin büyüyebilmesi için kendimizi yaşama tamamen açabilmemize vesile olan araçlardır  ve kesinlikle gerekliler.

 Hem zaten "hem hem" dünyasında sonsuz olasılıklar var!



x

Üç Maymunlar Cenneti

Cumhuriyet Gazetesi köşe yazarı Mine Söğüt'ün 20 Kasım 2015 tarihli "Senin yeminin bir yalan yavrum" isimli yazısını okuduğumdan bu yana içimde dönüp durdu bu konu.

Konu sıcak mı sıcak güncel mi güncel! Malum...

Oldum olası çocukluğumdan beri bu yemin etme konusuna takıntılı olduğumu hatırladım bu yazı ile ben de.

Hatırladınız mı çocukluğumuzun yeminlerini?

Ekmek Musa çarpsınlar mı istersiniz ölümü öpler mi?

Ha bir de iki gözüm önüme aksınlar mı?



Arkadaşlarımız gelip kimselerle paylaşmamızı istemedikleri bir bilgiyi ve hatta sırrı paylaşırken ne kadar bize güvenebileceğini anlıyabilmek ölçebilmek için yemin etmemizi isterlerdi.

Bir de esasen söylediğimize  inanıp inanmıyacağını anlıyabilmek için yemin ettirmek isterlerdi.

Ben gıcık olurdum ve bana güvenmiyor musun derdim? Söylediklerime inanmıyor musun da ikinci sorum olurdu?

Birinin benden yemin etmemi istemesini ben şahsen  bana  yani doğruluğuma dürüstlüğüme güvenilmediği şeklinde hatta bir nevi hakaret olarak algılıyordum.

O zaman arkadaşım da   geri adım atar, bana inandığını güvendiğini söyleyerek kendine gelir ve ne paylaşacaksa paylaşırdı ya da söylediğimi sorgulamazdı.

Ben de hayatım boyunca  bana inanılarak güvenilerek paylaşılan bilgiye sadık kalırdım (bazen dikkatsizlik edip istemeden ağzımdan kaçırdığım da olmuştur itiraf ediyorum) ve her zaman doğruyu söyledim. Beyaz yalanlara da inanmam ayrıca! Yalan yalandır.

Gerçek ne kadar acı olursa olsun gerçektir ve yalan kadar incitmez.

Yalancının en büyük cezası da bir gün kimseye inanmayacak duruma gelmesidir.

Özetle doğruluğun dürüstlüğün yemine endesklenmesi ben de tam tersi güvensizlik yaratır oldum olası.

Mine Söğüt'e bu anlamda  katılıyorum.

"Ve her türlü yemin metnini herzaman güvencenin değil tehlikenin anahtarı olarak değerlendirin....." demiş yazısında.

Bu bağlamda tüm dünyada politikacıların sözkonusu yemin törenlerini son derece iki yüzlü buluyorum.Elbette içlerinde dürüst erdemli olanlar da var. En azından buna inanmak durumunda hissediyorum kendimi.

Zaten milletvekili adaylarını da parti genel başkanları atıyor. Partili kendi adayını o kişinin kim olduğuna , kimliğine doğruluğuna dürüstlüğüne bakarak seçemiyor.

Demokratik olmayan aday listeleri ile , eşit olmayan eğitim ve bilgilendirme ile demokratik seçim yaptığımızı zannediyoruz.

Üç maymun aklıma geliyor hep şu sıralar.

Görmedim duymadım bilmiyorumu oynuyoruz hepimiz.

Üç maymunlar cennetine hoş geldiniz!



x





12 Kasım 2015 Perşembe

Aşk Bağımlılığı

Erkeklerin İyileşmesi Yeryüzünü De İyileştirecektir isimli kitapta öğrendim bu bağımlılık türünü.



"Bu çok önemli bir kitap. Varolan sorunlarımızı tam yüreğinden yakalıyor ve bize kendimizi, ilişkilerimizi ve ortaklaşa paylaştığımız kırılgan gezegenimizi nasıl iyileştireceğimizi gösteriyor. Bu kitabı hem erkeklere hem de kadınlara tavsiye ediyorum." Gerald Jampolsky

"Sevgi Korkudan Özgürleşmektir" kitabının yazarı"Duyarlı kadınları ve erkekleri rahatsız eden temel konuları ele alıyor, buna bağımlılık, şiddet, çevre katliamı ve baba sevgisine duyulan hasret de dahil. Kadınların da ilginç ve bilgilendirici bulacağı bu kitabı herkese tavsiye ederim." Jennifer P. Schneider

Bağımlılıklar öylesine çeşitli ve çoğul ki günümüz dünyasında. Yani bir kişinin birden fazla bağımlılığı olabiliyor.

Alkol, sigara,uyuşturucu, seks, yemek, kumar TV , internet gibi bir çok bağımlılığa aşinayız biliyoruz toplum olarak.

Aşk bağımlılığı ile ilk kez karşılaşmıştım.Daha doğrusu aşağıda belirtilen davranışların bir bağımlılık belirtisi olduğunu yeni öğrendim.

Şu şekilde aktarılıyor kitapta bağımlı olanların davranışları.

"Sevdiğimiz  uzakta olduğu için geceleri uyuyamadığımızda, yalnız kalmaktan korktuğumuzda,sevgilimizin bize yeteri kadar ilgi göstermediği duygusuna kapıldığımızda,sekse olan ihtiyacımız asla tatmin edilmediğinde,bir ilişki bittiğinde ölecekmiş gibi hissettiğimizde, bir ilişkinin sonu geldiğinde karşımızdakini öldürmek istediğimizde,çoğunlukla bunları bir bağımlılığın işaretleri olarak kabul etmiyoruz. Tam tersine,kendi kendimize 'aşığım' diyoruz."

Evet konuyu kadın cinayetlerine getireceğim. Bir ilişki sona erdiğinde karşımızdakini öldürme isteği bir aşk bağımlısının duygu hali.

Tıpkı alkol uyuşturucu bağımlısı gibi bir bağımlılık bu da. Araştırdım biraz bağımlılık kavramını. Genelde "bir şeyin kişiye zarar vermesine rağmen kullanmaya devam etmektir ve alışkanlıktan ötedir"şeklinde tanımlar ile karşılaştım.

Yani fiziksel bir  maddeye olan bağımlılıklar bağımlılık olarak algılanıyor.Ve kişinin kendine vereceği zarar dahilinde değerlendiriliyor.

Zarar vermek kavramı önemli ve açılması gereken bir kavram. Davranışlarımızın doğru ve yanlışlığı kişiden kişiye toplumdan topluma değişebileceğinden, evrensel erdemli davranış kriteri kendimize ve başkalarına zarar vermeyen davranışları doğru davranış olarak kabul eder.

Bu bağlamda bağımlılık tanımında öncelikli olarak kendimize zarar verme potansiyelimizin , kendimize veya başkalarına zarar verme potansiyelimiz olarak genişletilmesi gerekmektedir. Ve değil veya olması önemli burada. Bazen kendimize zarar vermeden başkasına da zarar verebiliriz zira.

Ayrıca "bir şey" olarak özetlenen fiziksel madde tanımının da madde veya davranışlar olarak genişletilmesi gerekmektedir.

Kadın cinayetleri AŞK BAĞIMLILARI tarafından işlenmektedir. Bir alkol bağımlısı ya da uyuşturucu bağımlısı cinayet işlediğinde yasaların gereği cezaları alırken , aşk bağımlısı birinin "aşırı sevgi" nedeniyle indirim alması kabul edilemez. Hukuka, insan haklarına ve adalete aykırı tüm bu kararlar!

Bu insanlar  bağımlıdır ve derhal tedavi edilmesi gerekmektedir. Basitçe aşıkmış işte, çok sevmiş denilemez. Zararlı davranışları olan bir insandır sözkonusu. Ve sevgi diğerine zarar vermez . Asla öldürmez!

Aşk bağımlıların belirtilerini okuyunca hemen hemen herkesin Aşk Bağımlısı olma potansiyeli taşıdığını düşünüyor insan. Acil olarak toplumsal anlamda bu konuda eğitim, terapi görmeliyiz. TV dizileri çok ciddi işe yarayabilir bu konuda! Malum halihazırda Aşk Bağımlılığını yücelten ve bunu rol model olarak aktaran hikayelere aracılık yapıyorlar.

Bu konuyu düşünürken aklıma Hindistan'daki Moral Stories (Etik Hikayeleri) serisinde okuduğum bir hikaye geldi. Çocuklar için hazırlanmış çizgi hikayeler bunlar ve etik değerleri insan olmanın erdemini aktarırlar hikayelerde. Fable tarzında olanlarını  Panchatantra olarak araştırabilirsiniz netten.



Budha daha sarayda yaşadığı gençlik günlerinde bir arkadaşı ile ormana gider. Arkadaşı bir kuş vurur oku ile. Budha arkadaşını eleştirir bu davranışı nedeni ile. Kendimize ve başkalarına zarar vermemek ya işin özü. Başka kavramı da tüm canlılar olarak genişletilmiştir elbette! Kuşu alıp saraya getirir. Ona bakar ve kuş iyileşir. Arkadaşı kuşu geri ister. "O kuş benim ben vurdum / avladım o kuşu." der. Budha "Krala danışalım o karara versin der." Babasının karşısında arkadaşı olayı anlatır. Kuşunu geri istediğini söyler. Sonra sıra Budha'ya gelir. Budha "Arkadaşımın anlattıkları doğrudur. Ancak bir sorum var. Bir kuş onu öldürmek isteyene mi yoksa onu iyileştirip ona yaşamını geri  verene mi aittir?". Kral gülümser oğlunun bilgeliğine ve elbette kuş Budha'nın olur.

Kıssadan hisse...

Sevgi öldürmez!

Sevgi serbest bırakır, besler, büyütür,olgunlaştırır,yüceltir,onurlandırır ve YAŞATIR...

Ülkemdeki hukukçuların bir gün bu farkındalığa erişip insana yakışır adil kararlar verebilmesini ümit ediyorum.

Eylem zaten yanlış bir de eylemin yüceltilmesi iyice utanca boğuyor insanlığımızı...

Daha çok insan olabilmemiz dileğimle,








7 Kasım 2015 Cumartesi

Parallel Worlds and Richard Bach

I wonder if you ever red ONE from  Richard Bach.

You can find below  the introduction of the book both in English&Turkish!


Ya uzay kaysa, zaman bükülse, kendimizin yirmi yıl sonraki haline rastlasak ne olur? Ya geçmişte biz olan, paralel hayatlarda biz olan, alternatif dünyalarda biz olan insanlarla yüz yüze konuşsak? Ne söyleriz onlara, ne sorarız? Uzayın ve zamanın ötesinde bizi nelerin beklediğini bilsek, nasıl değişiriz? Burada, karısı Leslie ile bir yolculukta Richard Bach, sağ kalmalarının ancak kendilerinin hiç sapmadığı yollarda, kendi başka kimliklerinin neler öğrenmiş olduğunu keşfetmekle mümkün olabileceğini anlatıyor. Oralarda hayal gücüyle korku, dünyaları kurtarmanın, dünyaları yok etmenin tek amacı, ölüm de ölümsüzlüğün bir adım yakınında. BİR; Richard Bach'ın en şaşırtıcı kitabı; hem bilimle, hem ruhla uyumlu, garip, sevgi dolu bir fantezi, aynı zamanda da kendimizi bulmanın alternatif yollarına açılan bir kapı ...


One is a book that will make the reader think about his own life. How would life be different if the person had made different choices. Unlike Richard and Leslie, the reader does not get to meet alternate versions of himself and see what life he would have if he had made different choices. The book will make the reader think about his own lifestyle and how it is the result of the choices that he himself has made. It will help the reader see how important choices and decision making are and to examine his own motivations and decisions. How would his life differ if he had made different choices.

I read this book with an elder Indian Yogi's suggestion many years ago.  He said it explains the play where we are on the stage of earth  in a beatiful & most correct way.

Very that moment I realized one more time so that each and every single moment of our lifes are so beatiful and great...Its all about how are we  living it? Nothing about what are we living!

Than I wonder about my possible parallel worlds...Yes, there may be lots of parallel worlds of me according to this perspective...As we all may have too...

Each and every junction of our decisons we may create a new parallel world...There should be lots of possible parallel worlds behind of our ''now'' and lots of infront of our ''now''too...I beleive they should be related and integrated to each other too...

Let us say you would live where you are living now or in another country , yes than there would be two parallel worlds running through in both counties...

You were going to marry but it did not work out...Yes surely there may be a married one of you in one of your parallel world...And a single one in another ...

So acording to my life here are some of my parallel worlds...

A single one of me travelling the world and making reseraches about nature & animals...A married of me living in India and having kids and working in an international insurance company...A married of me being a house wife & mother living in İstanbul...A dancer one of me or singer one of me living in US , single...Married one of me teaching Turkish and living in China...One of me living in Portugal and having a big happy family, working as consultant for international trading and life coaching...One of me living in İstanbul and acting on films, serials and/or presenting TV shows even having  stand up shows , living with boyfriend ! One of me living in family farm with children and boyfriend growing  our food and make videos about family farm & cooking&parenting in full of joy&happiness...

Somehow it was good to wonder about them...I felt lightfull and joyfull...

Afterall I realized I love all the Funda's in my possible parallel worlds...Also the people who may be still sharing the stage with me? This should be a good sign...I suppose...

How many parallel world do you have? If you have many than I should say you did a good job down here...

with love
funda

4 Kasım 2015 Çarşamba

Tohum Fikir 3 / Yaşlı ve Genç Bir Arada

Yurtdışında başarılı uygulamaları yapılmış bir uygulama bu.

Yaşlılar ve küçük çocukların bir arada bulunduğu alanlar yaratılması. Hatta gençler!

Ortak sosyal alanlara sahip yaşlı evi ve anaokulu gibi düşünebilirsiniz.

Yaşlıların daha bir neşelendiği yiyecek ve ilaçlarını daha düzenli aldığı hayata daha bir bağlandığı gözemlenmiş. Kendilerinin halen verebildiğini ya da miniklerin hayatlarına dokunabildiklerini  görmek eminim son derece olumlu duygu birikimine neden oluyordur. Küçük çocuklar için ise büyük bir şefkat  merhamet ve verme deneyimi.

Çeşitli konularda terapi gören gençler için dahi son derece dönüştürücü bir deneyim olabileceğini düşünüyorum.

Ülkem için de son derece yapıcı besleyici sonuçları olabilir gerçekten.

Her semtte böyle mekanlar kurulsa. Semtin yaşlıları ve minikleri/gençleri bir arada birbirlerinin yaşamlarına dokunsa. Bakım evi ya da bakıcı sorunlarına kısmen de olsa etkili bir çözüm olmuş olur hem.

Derin yaşlılıkta en önemli konunun çevre ile iletişim içinde olmanın ve bilgi alımının devam ediyor olması olduğunu anlıyorum.

Neden olmasın?