30 Mayıs 2012 Çarşamba

Kalahari Öğretisi / Aşk Köprüsü

"Bir sevdiğiniz varsa zor bile görünse onunla ilişkinizi onurlandırın. Aşılacak bir köprü olmadıkça arzuladığınız aşk alınıp verilemez. Bu köprüyü kurmak ve sağlamlaştırmak zorundasınız. Diğeri , bir kalp hesabına yatırılabilir aşk istemez; bu bir hesap meselesi değildir.Dünyayı döndüren aşkın sizi diğerinden ayıran uçurum üzerindeki köprüyü aşması gerekir. Köprünüzü kurun, aşk akacaktır."

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Pygmalion ve Galatea'nın Öyküsü

Pygmalion eski Yunan'da yaşayan  usta bir yontucuymuş.Tüm gün taşları yontarak onlara muhteşem şekiller veren bir dahi diyebiliriz... Onun eserlerini görenler büyülenirmiş. Çok yakışıklı ve iyi bir adammış bu usta yontucu. Pek çok kadın ona aşıkmış.






Eserleri o kadar gerçek gibiymiş ki ilk bakışta heykellerinin cansız olduğunu algılamak çok zormuş. Yeteneği  doğanın yaratım yeteneğine yakınmış nerede ise.

Birgün fildişinden bir kadın heykeli yapmış. O kadar güzel bir heykelmiş ki bu yaşayan hiçbir kadın onun güzelliği ile boy ölçüşemezmiş. Pygmalion eserini saatlerce hayranlıkla izlermiş.

Zamanla bu hayranlık aşka dönüşmüş. Sevgi ve şefkatle eserini okşar, ona parlak denizkabukları , renkli kolyeler , rengarank çiçekler sunarmış. Tıpkı gerçek bir sevgili gibi heykelinin boyununu kollarını parmaklarını çeşitli mücevherlerle süsler , saatlerce onu hayranlıkla seyredermiş. En güzel ipeklerden elbiseler sunmuş eserine ve onu eşim olarak çağırmaya başlamış bir süre sonra. Hatta ona yumuşacık yastıklar sunmuş rahat etsin diye...Sanki canlıymış gibi davranıyormuş bu fildişi cansız heykele. Eserine Galatea ismini vermiş  usta yontucu. Anlamı "uyuyan aşk" demekmiş.

O sıralarda Afrodit Festivali Kıbrıs'ta kutlanmaktaymış.  Festivala Pymalion 'da katılmış ve Afrodit tapınağına giderek , Tanrıçaya onu yıllarca ihmal ettiği için özürünü dile getirmiş.
Altarın önünde durarak " Sadece Tanrılar için herşey mümkündür demiş ve bana fildişi eşim gibi bir eş verin" diye yakarmış tüm yüreği ile.
              

Bu yakarışı duyan Afrodit , Pygmalion'un aşık olduğu eserini görmek için o yokken atölyesine gitmiş. Galatea 'yı görünce hayranlık duymuş. Heykel Afrodit'e çok benzemekteymiş. Hatta Afrodit'in bir yansıması demek yanlış olmazmış.
          
Tanrıça Afrodit çok etkilenmiş usta yontucunun eserinden ve heykeli canlandırmış!


Pygmalion eve geldiğinde Galatea'nın yanına gitmiş ve rüyalarının kadının önünde diz çökmüş . Ona sevgi ile bakmış ve o da Galatea'nın ona sevgi ile baktığını görmüş.

Bir an hayal gördüğünü zannetmiş ve fakat , evet Galatea ona gülümsüyormuş. Heykele dokunduğunda yumuşacık ve sıcak bir tene dokunduğunu hissettiğinde neşeden yerinde duramamış. Evet Galatea canlıymış!  Afrodit'in önünde saygı ile eğilmiş usta yontucu.

Pygmalion ve Galatea evlenmişler ve  Paphos isimli bir oğulları olmuş. Bu nedenledir  ki Paphos şehrinin Afrodit'e adandığı anlatılır ... Yaşamları boyunca  Afrodit'e sevgi  ve saygılarını sunmuşlar. Afrodit de  onları ömür boyu mutluluk ve aşkla dolu bir yaşamla kutsamış!

Bu Yunan Mitolojisi'nden bir öykü...Sosyolojide "kendini gerçekleştiren kehanet " olgusunun örneği olarak gösteriliyor. Özetle tüm yüreğinle hiç şüphe duymadan neye inanırsan , arzularsan o olur deniyor.

Bu öykü beni düşündürüyor...Acaba Galatea'yı canlandıran sadece yontucunun aşkı mıydı? Galatea da onu yaratana aşık olmuş olamaz mı ?

Yaratan ve yaratılanın aşkı karşıklıklı ve aynı derecede güçlü değil midir ki aslında ? Yaratanın yaratılana aşkı kadar , yaratılanın da yaratana aşkı  sonucu gerçekleşmemiş midir  her  "mucize" ?

Herşey aşkla "olur" der ustadlar...

Herşeyin özü olduğu gibi maddenin de özü ışık, yani aşk değil midir?

Sadece böylesi bir aşk dönüştürebiliyordur belki de varlığı...Fildişi heykeli canlı bir kadına dönüştürebilmişti işte aşk...
Varlığın özündeki ışıktı sadece belkide şekil değiştiren ...Aşkla titreşmişti belki de fildişi kadının yüreği!

Kimbilir belki de Galatea , Pygmalion'a duyduğu aşkının derinliği sonucu , fildişi  bir heykelden canlı bir kadına dönüşebilmişti...Belki de sadece ve sadece Pygmalion olduğu için karşısında canlı gerçek bir kadın olabilmişti Galatea...En çok dönüştüren aşk ise en derin aşk oluyordu varlığın penceresinden...

En sonunda "uyuyan aşk" uyanmıştı derin uykusundan !

sevgiyle

     
Sayfamı takip edebilirsiniz...

                             

25 Mayıs 2012 Cuma

Şems-i Tebrizi' den Sevgi

Aşık olmakla sevmek arasındaki farkı sormuşlar .Cevaplamış Şems: "Senin baktığına herkes bakar; ama senin onda görebildiğini herkes göremez. Herkes aşık olabilir; ama hiçkimse senin gibi sevemez. Tek fark sensin. Seni özel kılan sevdiğin değil, sevgin..."

50 Yaşında Bir Adam

Lynda Lemay genç bir müzisyen. 1966 yılında Quebec, Portneuf'da dünyaya gelmiş.  Repertuvarında 500'den fazla şanson var. Ve genizden gelen müthiş buğulu bir sesi dinleyenin içine işliyor. Bir şarkısının adı 'Un homme de 50 ans.' 50 yaşında bir adam'... Hem şarkı müthiş, hem de sözleri. Şarkının Türkçesi aşağıda...




İlk kez 2009 yılının Haziran ayında  tamamen tesadüf eseri bir gazetede karşılaşmıştım bu şarkı ile...
"Ve artık başkalarını aramayan " sözü çok etkilemişti gerçekten beni...Arayışın bittiği andı belki de o an...

50 yaşına giren veya yaklaşan tüm dostlara sevgiyle!


***

50 yaşında bir adam arıyorum

Her düşü kurmuş, her düşü yitirmiş

Her şeyi istemiş

Şimdi artık ne istediğini bilen

50 yaşında bir adam arıyorum

Her borca girmiş, her borcu ödemiş

Sonra yeterince para edinmiş

Ama paradan gözleri kamaşmamış

50 yaşında bir adam arıyorum

Yaşamış

Her tütünü içmiş

Her içkiyi devirmiş

Yeteri kadar kadın tanımış

Ve

Artık başkalarını aramayan

50 yaşında bir adam arıyorum

Veremeyeceklerinin farkına varmış

Geçmişi geleceğinden fazlalaşmış

Ama ancak şimdi yaşamaya başlamış

50 yaşında bir adam arıyorum

Kendini en kötüye hazırlamış

Zamanın neleri iyileştirmeyeceğini öğrenmiş

Çok cenazeler kaldırmış

50 yaşında bir adam arıyorum

Gerçeklerle yüzleşebilen

Yalan söylememe cesaretini edinmiş

Hislerinden kaçmamayı öğrenmiş

50 yaşında bir adam arıyorum

Kendini artık ciddiye almayan

Yüzünde kırışıklıkları olan

Beni sükûnetle seven

Ve benim için elinden gelecek her şeyi iyi yapan

50 yaşında bir adam arıyorum...

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Halil Cibran'dan

"Şimdi saklambaç oynıyalım. Yüreğime saklanırsan seni bulmak zor olmaz. Ama kendi kabuğunun ardına saklanırsan seni kimse bulamaz."

18 Mayıs 2012 Cuma

İçimden Geçen Şiir...



GÖNLÜMÜZ BİR UÇURTMA
Bir pencerede
Sabahın aydınlığını kucakladık
Çıplak vücutlarımızdan süzüldü,
Yüreğimize doldu ışık.
Gözlerimizde,
İçimize düşen ışığın pırıltıları
Derimiz dirilmiş
Sevda kokuyor nefesimiz
Gözlerinde,
Binlerce senenin hasretini öpüyorum
Dudaklarından ,dudaklarıma
Dilinin ucundan, dilimin ucuna akan
Susuzluğumuz.
İçimizdeki çocuk şarkı söylemeye başladı.
Yüreğimizde gökkuşağı açmış
Sen Türkiz giymişsin
Ben Kürt pembesi
Gönlümüz bir uçurtma
Allı pullu kuyruğu
Mavi , mor , kırmızı , yeşil
Göğsümüzde bahar rüzgarı..

MEHMET AKSOY     05/03/1985

13 Mayıs 2012 Pazar

Anneler ve Oğulları

Yakın zamanda iki kitap okudum...Erkek Beyni ve Kadın Beyni isimli bu kitaplar hem kendimle hem de erkeklerle ilgili algılarımı değiştirdi...Say yayınlarından çıkmış bu kitaplar.

Malum ben de iki erkek çocuk annesiyim. Dolayısıyla davranışlarımızın arka bahçesinde hormonların nasıl hükümdarlık sürdüğünü bilmek biraz yüreğime su serpti ve daha bir esnedim.

Kendimin ve oğullarımın  (genel anlamda erkeklerin) dönemsel davranışlarını sanki biraz daha iyi anlıyabiliyorum artık. Bilimsel bu çalışmayı mutlaka değerlendirmenizi öneririm.

Kitabın özellikle vurguladığı olgu beynimizin sürekli değişiyor olması...Belirli dönemlerde farklı beyinlere ve dolayısıyla davranış şekillerine hatta karakterlere bürünüyoruz. Sürekli değişiyoruz!




Beynimiz değiştikçe de gerçekliğimizi  algılama şeklimiz dolayısıyla gerçekliğimiz değişiyor!

Erkek çocuk beyni, ergen erkek beyni, eş arayan beyin, baba beyni, olgun erkek beyni birbirinden farklı ve kitapta detaylı olarak inceleniyor.

Aynı şekilde kadın beyni de dönemsel olarak farklılıklar gösteriyor.

34 yaşında anne oldum ben. Oğlumu ilk kucağıma aldığım an benim için çok özel bir andı gerçekten. Yıllar önce birisi "Mutluluğu annelikte bulmuşsun"  demişti bana... O zaman tam anlamlandıramamıştım. Şimdi düşünüyorum da bayağı bir gerçeklik payı vardı sanırım bu  cümlede !

Gerçekten de doğum öncesinden başlamak üzere bildiğim kadın olmaktan çıkmış bambaşka biri olduğumu hissetmiştim. Alışkanlıklarım bile değişmişti !

Güleceksiniz biliyorum ...Bu tespitimin doğru olduğunu , anne olana kadar ağzıma çiğ köfte koymazken hamilelik döneminin sonlarından başlamak üzere halen şu ana kadar tabir caiz ise çiğ köfte delisi  olduğum da anlamıştım.

Hormonlar beyininizi değiştiriyor ve siz başka bir kadın oluyorsunuz. Aslında eşinizde de değişimler oluyor...Baba beyni de şekillenmeye başlıyor...

Eski bir yöneticim bana "Aman bol bol uyu doğum öncesi" demişti  hamileyken ve de ben anlamamıştım. Doğum sonrası anladım ne demek istediğini ! Büyük oğlum tam 3 sene geceleri uyumadı. Sağolsun babası çok destekledi beni gece nöbetlerinde ... Hele ilk bir hafta hiç uyumadığımı hatırlıyorum...Oysa ben uyandırıldığımda beni uyandıranı öldürecek kadar buna  sinirlenen bir kadındım...

Birşeyler sonsuza kadar değişiyordu gerçekten. Başka bir ben doğuyordu.

"Annenelerin görsel hafızası doğum yapmamış kadınlara göre daha gelişmiştir ve  karakterleri  daha esnek , uyumlu ve cesur olur." s.140

Kadın Beyni kitabında  en çok ilgimi çeken bölümlerden biri de anne beyninin sevdiği erkeği (eşini / sevgilisini ) gördüğünde ışıklanan bölümü ile çocuklarını gördüğü anda ışıklanan bölümünün aynı yer olması idi. Yani aşk olarak tanınlanan o yoğun sevme hali sevgili için de çocuklar için de kadında aynı etkileşimi yaratıyordu. Bir anlamda anne beyni çocuklarına aşıktı...

Zamane annelerinin ki bunlardan biri de benim,  çocuklarına kız olsun erkek olsun  "aşkım" diye seslenmesinin alt yazısında bu vardı muhtemelen ?

İkinci oğlumu ise 38 yaşında kollarıma aldım. Çok zor hamile oldum ve zorlu bir hamilelik ve doğum sonrası geçirdim. Ancak bu minik oğlan benim hayatıma sihirli bir değnekle dokundu sanki. Tamamen olumlu anlamda değişti hayatım. Benim rehberim o...Bunu biliyorum.

Oğullarım beni büyütüyorlar... Koşulsuz sevmeyi öğretiyorlar ve de daha bir insan olmayı... Benim gerçek öğretmenim onlar.

Derin bir aşkla seviyorum onları. İyi ki varlar !

Çocuklarımın babasına da ayrıca teşekkür ediyorum bu özel günde. Bana anne sevgisini anneliği deneyimlememde varlığı ile destek oldu. Benden başka bir benin yaratılışında çok önemli bir rolü var onun da. Bana "öğretmenlerimi" hediye etti...

Keza oğullarımı yetiştirirken varlıkları ile maddi/manevi beni destekleyen anne ve babama ve de tüm aileme de teşekkür ediyorum. Her ne olursa olsun hep yanımda oldular.

Ayrıca  29 yaşında geçirdiğim rahim ameliyatını  başarı ile gerçekleştiren ve doğurabilme yeteneğimi  koruyabilmemi sağlamış  ve de çocuklarımın doğumunda yer almış olan  doktoruma da çok teşekkür ediyorum.

Sanki yaşam bu muhteşem deneyimi yaşayabilmem için beni destekliyor. Sanırım annelik benim yolumda olan bir deneyim...Kimbilir belki de ben böyle büyümeyi seçmişimdir ?

Kesinlikle çok zor ve de yüksek sorumluluk  insan yetiştirmek...Anne olmak ! Kimse aksini söyleyemez... Ancak malum aşkın gözü kör ! Dağlar deliniyor çöller aşılıyor aşk yüzünden...Aşk böyle bir şey işte... Yarı deli olunuyor yani ! Zaten ne yalan söyliyeyim aşk olmasa mümkün değil bu yarı delilik haline dayanmak...

Dünden bu yana habire kendi elleri ile yaptıkları kartları, süslemeleri çıkarıp veriyorlar bana...."Annecim seni çok seviyorum" yazmış yeni okuma yazma öğrenen oğlum kendi elleri ile...Kargacık burgacık yazısı zor okunuyor...Gözleri parlıyor mutlu olduğumu gördüklerinde...

Tüm bu hediyeler "hazine sandığım"da yerlerini bulacak bugün.

Bir şey daha  paylaşmak istiyorum buradan.

İyi anne kötü anne yoktur. Buna tüm yüreğimle inanıyorum.

Kendimizi ne kadar kabul ettiğimiz sevdiğimiz ile ilgili herşey... Ve de oğulları olan anneler için içimizdeki erkekle ne kadar barışık olduğumuz ve onunla da ne kadar derin bir aşk yaşadığımızla ilgili...Yani hikaye bizimle ilgili...Dışarıdaki ile ilgili değil !

Annelerini doğumda kaybeden,  küçük yaşta hastalık ya da kaza sonucu  annesiz kalan ,  çeşitli nedenlerle annesinden  ayrılmak zorunda kalan (savaş , hapislik ...) ya da annesi tarafından terk edilen küçük erkek çocuklarını ve onların annelerini düşünüyorum bugün...

Yüreğim kabarıyor ve gözlerimden taşıyor...

Bugün tüm yüreğimle annelerin ve oğullarının ( bu diyardan göç edenler de dahil olmak üzere ) birbirlerine doğru adım atabilmelerini , seni seviyorum diyebilmelerini, birbirlerini affedebilmelerini , varlıkları için birbirlerine iyi ki varsın diyebilmelerini, birbirlerine sarılarak ağlıyabilmelerini , uzun uzun yüreklerini birbirlerine açarak sohbet edebilmelerini , birbirlerinin varlığına sevgi ile dokunabilmelerini  ve de en muhteşemi birbirlerinin varlığından özgürleşebilmelerini diliyorum...

Herşey güzel oluyor!

Sevgiyle

Kalahari Öğretisi / 10.Gizem

"İkisi kendilerini tanrıların kutsal evliliği için hazır ediyor. Etten dünyevi arzudan azat olmuşlar. Kurban verilmiş. Umut ve heyecanla beklemiş tanrılar aşağı inmeye hazır. Mızraklarınyüreklerinin  bu kutsal ziyaret için tuttuğu bedenlere girecekler. Bedenler değişimlerin döngüsünü , İlk Yaradılışın ilk ayrılışlar ile nihai varışlarını meydana çıkaracak tanrılar tarafından kullanılmaya hazır. Çalkalamada boşalma, ardından doldurma var. Tanrılarla et arasındaki kavşakta dünya yeniden yaratılıyor. İlk dünyaya geri dönüş sonra da ikincisine.

Canlandırılan ,dönüşün gizeminin gerçek olması. Ana Tanrıça dişiye , Baba Tanrı erkeğe adım atıyor. Artık hat boyunca , hat çevresinde dans eden tanrıların kendileri. Kavşak iki yönlü ;ruhtan insana insandan ruha. Et ile nom (süptil olmayan evrensel yaşam gücü) gidip gidip geliyor. Mızraklarınyürekleri yürektir çünkü hayat çarkını çevirmek için kullanılırlar. Bu dönüş, sadece evrensel anda olan ebedi şimdinin dönüşüdür. Dönüş nasıl size aitse, siz de dönüşe aitsiniz.

....

Gökler altında herşeyin bir mevsimi zamanı vardır: Doğmanın, ölmenin ; tohum ekmenin, ekileni biçmenin ; öldürmenin ve şifa vermenin ; yıkmanın ve yapmanın.
Ağlamanın ve gülmenin; kucaklaşmanın ve kucaklaşmadan geri durmanın; kaybetmenin elde tutmanın ve vermenin; yırtmanın ve dikmenin; sessizliğin ve konuşmanın; aşk ile nefretin; savaşın ve barışın.

....

İkinci yaradılışa bazen " kendi etrafında büyük dönüş" adı verilir. İlk yaradılışın sonu değil, yalnızca ezeli dönüşün bir parçasıdır. Dönüşü durdurmaya kalkışırsak hastalanır veya ölürüz. Dönmeye , hatları aşmaya devam etmek zorundayız. Sevginin kusursuzluğunu yaşamak için semazenler gibi döneriz.

Bir sevdiğiniz varsa zor bile görünse onunla ilişkinizi onurlandırın. Aşılacak bir köprü olmadıkça arzuladığınız aşk alınıp verilemez. Bu köprüyü kurmakve sağlamlaştırmak zorundasınız.  Diğeri, bir kalp hesabına yatırılabilir aşk istemez; bu bir hesap meselesi değildir. Dünyayı döndüren aşkın sizi diğerinden ayıran uçurum üzerindeki köprüyü aşması gerekir. Köprünüzü kurun, aşk akacaktır. Nom la sarılı olacak ve bir şarkı , bir kıkırdama , iki insanın birbirlerini mistik aşk alemine doğru çekişleri altında yatan absürtlüğe kur yapıcı bir gıcıklayışla gelecektir.

...
Aşk pek muhteşem şeydir. Gözden uzaklaşmış görünse de asla kaybolmaz. Daima el altında, herhangi bir nakil aracına atlamaya hazırdır. Bir yol belirdiğinde aşk harekete geçebilir, yola koyulduğunda da iyi gelir...

Çocuğunuzu kollarınıza aldığınızda bağlayan ve dönüştüren sevgiyi tanırsınız. Söken şafakla büyülü bir bağlantı hissettiğinizde bilirsiniz onu. Hareket aşktır. Kanatlarını çırpan herşey aşkın başlangıcıdır. Sevgi ölümden güçlüdür. Tüm yaşam amaçlarını aşar. Bütün ölü kelimeleri süpürüp atarak başkalarının yüreklerine seslenen taze sözcüklerle konuşmamızı sağlayan kudretli bir rüzgardır. Aşk söze ruh-bizi yeni doğmuş bir özgürlüğe çeken ipler- katar.



Işıksız ruhların karanlığında parlayan bir sevgi ışını olun. Tanrı sizi tutup aşığınız olmaya hazır. Bu kucaklaşmada içinizde bir uyanış başlatan titreşimi hissedin. Hayatın yaradılışına daha tam katılın. Karşınıza ne çıkarsa hayat üfleyin ona. Tanrının güneş ışığı olmaya yazılın.

Sevgi Tanrısı bir mucizedir. Seyrine, farkına varılıp kutlanacak bir çoşkudur bizim Tanrımız. Her gün üzerimize yağan lütfun bayramıyla kutlanacak bir parti olmalı. Yitik değil, karmaşa içindeyiz. Çıkmazdan çıkış hesap kitap, akıl işi değildir. Yitik olup olmamamızın bir önemi olmadığı olgusunun kutlandığı bir his - bir sevinç dalgası- ister. Yalnızca zihnimiz yitiktir. Zihninizi unutun ve yaşadığınız belirsizliğin , hayatın bir gizem olduğunu teyit ettiği bilgece olguyu kutlayın. Ne kadar fazla gizemle karşılaşırsanız Tanrıya o kadar yaklaşırsınız. Umutsuzluğa kapılmayın. Eve dönüşünüzmüş gibi kutlayın. Tanrının çoşkun kucaklamasında yuvaya dönüyorsunuz. Bu sınırsız sevgi sizi tutuşturacak.

Şimdi kendime dönüyorum..."

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Sabır ve Tevekkül

"Temel doğa kanunlarından biri şudur...Taşıyabileceğimizden daha büyük bir yükü yüklenemeyiz...Yolumuz sevgi ile hazırlanmıştır...Hazır olduğumuzun ötesinde bir bilgi ya da gerçek karşımıza çıkmayacaktır...Yani siz hazır olduğunuzda bütün parçalar sizi bulacaktır. Öğrenci sabırlı olmalıdır...Zamanlama önemlidir ve cevaplar size gelecektir."

Robin Sharma

2 Mayıs 2012 Çarşamba

EILEEN CADDY / 2 MAYIS

Yüreğinde sevgi olmaksızın bu ruhsal yolda ilerliyemezsin; çünkü, anahtar sevgidir. Sevgi yol gösterir. Sevgi yolun ta kendisidir. Sevgiden bahsetmek zaman kaybıdır. Onu yaşa ve yaşamına yansıt. Kendini tamamen unutup, yoluna eşlik eden insanlara, arkadaşlarına sevgi yay. Onları ne kadar çok seversen, Beni o kadar çok sevmiş olursun. Tamammül etmek yeterli değildir; gerekli olan saf sevgidir. Sevgi asla sahiplenici değildir. Sevgi , sevdiklerini serbest bırakır. Sahiplenici olduğunda bir ruha yardımcı olmayı bekleyemezsin; çünkü tüm ruhlar kendilerini bulabilmek ve Benim tarafımdan yönlendirilen kendi yaşamlarinı yaşıyabilmek için  özgür olmalıdırlar. Bir ruhu sahiplendiğin zaman  onun kişisel gelişimini engellemiş, durdurmuş olursun ve bu asla yapmaman gereken bir şeydir;çünkü eğer öyle yaparsan bu , ağır bir sorumluluk üstlenmen anlamına gelir. Ruhun özgür olması herkes için en temel ihtiyaçtır.