16 Ağustos 2020 Pazar

Bugünün Adı Feyruz olsun

İlk parçayı  Ajda Pekkan'ın seslendirdiğini hatırlıyorum çocukluğumdaki Türk filmlerinden...

Size de tanıdık gelecek. Benim yaşlarımda olanlarınıza elbette.

 Büyük bir sanatçı o. İç savaş sırasında taraf seçmemiş ve de hiç konser vermemiş.

Sevenleri onu bir Avrupa ülkesine götürmek istediğinde, ''İnsan çocuğundan ayrılır mı ?''  demiş ve de ülkesini terk etmemiş.

Lübnan 'da onca farklı etnik grup, din ve mezhep olmasına rağmen insanların üzerinde anlaştıkları tek ''değer'' olarak kabul edilen bir sanatçı o. Nasıl bir sevgi, adanmışlık ve aidiyet duygusu ? Gidebilecekken gitmemek. Kalmak!

Sanat ve sanatçının birlik beraberlik ve barış için ihtiyaç duyulan ortak değerlere, ortak zemine en büyük örneklerden biri o.

Beyrut'ta tek yatak odalı başka kiracılarla paylaşılan tek mutfağı olan bir evde dünyaya gelmiş üç kardeşi gibi. Adı Noudad Waide Haddad. Babası Mardin'den göç etmiş bir Süryani . Matbaa işçisi babası ve onca yoksulluğa rağmen çocuklarını okutmak için çırpınan bir baba.  

Komşusunun radyosunda çalan şarkıları dinlemek için pencere kenarına oturduğunu anlatıyormuş hala yaşayan komşuları. Ormana odun kesmeye giderken, kardeşlerini uyuturken, evde ekmek yaparken hep şarkı söylermiş. Okulun korosunda şarkı söylediğinde 14 yaşındaymış. Babası liseyi bitirmesini istediğinden Lübnan Radyosu' ndan gelen teklife önce direnmiş. Sonra izin vermiş. Onu keşif edip müzik dünyasına kazandıran Halim el Rumi 'nin önerisi ile Arapça'da turkuvaz anlamına gelen Feyruz ismini seçer. Lübnan'ın turkuvazıdır o artık.  Eşi Assi Rahbani ile radyoda tanışır. Dört çocukları olur. Eşi artık Feyruz için besteler yapmaktadır. 

Ünlü şarkısı Li Beyrut'ta Lübnan'ın birliğinin nasıl bozulduğunu anlatır. Halkın bu bozulma yüzünden ağır acılı bedeller ödediğini çok iyi anlatır bu şarkı. 

Geçenlerde Beyrut'ta ki patlama ile sosyal medyada paylaşıldı bu şarkısı Feyruz'un. Yine Beyrut'un acılı sesini duyurdu tüm dünyaya Feyruz. 

Bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şey iç savaş. Birliğin bozulması neden oluyor buna. Nasıl ki aile güvenli bağlanma ve aynı zamanda bağımsızlığa saygı duyulması ile yuva oluyorsa , ülke de vatandaşlarının birbirine güvenmesi ve farklılıklarına özgürlüğüne özerkliğine saygı duyması ile vatan oluyor. 

Farklılıklarımızı bir tehdit olarak değil zenginlik olarak gördüğümüz zaman ortak bir zeminde birlikte yürüyor olabileceğiz. Ortak yaşanmış acılar , mücadeleler bizi birleştiriyor bir yandan da. 100 yıl büyük bir özgürlük savaşı vermiş , dünyaya ilham olmuş bir ülkenin vatandaşı olarak hala umudum var benim.  

Ne kadar zor gelirse gelsin ne kadar ters gelirse gelsin birbirimizi anlamaya birbirimizin yerine diğerini koymaya var gücümüzle çabalamalıyız.

Bizi ortak değerler birleştirecek. Adalet özgürlük eşitlik dürüstlük iyilik güzellik yaşam hakkı dayanışma işbirliği yardımlaşma doğruluk ...

Aynı melodilerle gülen ağlayan dans eden insanlar düşman olamaz.

Feyruz, ülkesinin olduğu gibi tüm insanlığın da  ortak değeri. Bizim en derin, en naif en insan yanımızın sesi..

O şarkı söylemek için doğmuş ve kendini gerçekleştirmiş bir sanatçı.

Sesin hep çınlasın gök kubbede sevgili Feyruz!











xxx





 







 

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Güvenilir Olmanın Dayanılmaz Mutluluğu

Hülya ile yaklaşık on yıl önce tanıştım. 2010 yılında Acıbadem' e taşınmış ve büyük oğlumu devlet okulunda dördüncü sınıfa yazdırmıştım. Hülya'nın oğlu ile sınıf arkadaşı idi oğlum. Pek yakındılar o dönemde. Birbirlerinin evlerine gelir giderlerdi. Dolayısıyla Hülya ile de arkadaş olmuştuk.


Sonra ben şehir dışına taşındım. O İstanbul'un başka bir yerine taşındı. Çocuklar başka liselerde okudu. Hep iletişimimizi koruduk. İstanbul'a geldiğimde yeni evinde ziyaret etmiştik çocuklarla onları. Bir ara Malatya'ya taşındı ailesinin yanına. Şimdi oğlu yurt dışında üniversite okuyor. Benim ki de hazırlığı geçti seneye birinci sınıf öğrencisi olacak. Üniversiteli delikanlılar artık.  Velhasıl hayat oluyor yıllar geçiyor çocuklar büyüyor dostluklar pekişiyor.

Dün sabah Salacak sahilde buluştuk yine Hülya ile. Harika bir sabahtı.Işıl ışıl neşeli...

Bekar bir anne o da ve eski eşi yurt dışında çalışıyor. Maddi desteği var oğluna eski eşinin. Görüşüyorlar da...

Hem anne hem baba olmaya çalışan ve çocuklarının hayatında tek kişi olan tek ebeveynlerin , çocukların hayatında kritik bir rolü var. O anne ya da baba ile hayata tutunuyorlar çocuklar. O tek ebeveynin dahi kaybı büyük kaos yaratabilir çocukların hayatında. Yani hasta olmaya, depresyona girmeye , yorulmaya hatta ölmeye bile hakkımız yokmuş gibi hissediyorum zaman zaman.

Nitekim oğlunun kendisine bir şey olursa hayat ile nasıl baş edebileceği kime güvenebileceği konusunda  çekinceleri  olduğunu iletti bana. Fiilen varlığını hissettiği maddi olarak da yanında olan bir baba ve diğer aile üyelerine rağmen böyle hissediyordu genç delikanlı ve bu çok anlaşılır bir duygu idi. Benim oğullarım da benzeri duyguları taşıyor olabileceğini  düşündüm o an.  Bana net bir şekilde ifade etmeseler de benzeri duyguları taşıdıklarını düşünüyorum sezgisel olarak. Maddi manevi tek ben olduğum için hayatların da bu duyguları daha bile yoğun olabilir.

Ve arkadaşım bence harika bir çözüm bulmuş. 

Güvendiği üç yetişkin dostunun ismini telefonunu oğluna vermiş. Bana bir şey olursa bu kişilerle (ki biz de tanıyoruz oğlunu) her konuda danışabilir akıl alabilirsin hayatınla ilgili  diye. 

Ve ben de o üç kişiden biri idim.

Kendisine bir şey olursa biricik evladını emanet ettiği üç insandan biri olarak beni seçmişti arkadaşım. Düşünsenize sorumluluğun büyüklüğünü ve size güvenilmiş olmasını. Aile üyesi bile değilken...

Ne kadar çok onur duydum anlatamam.

Güvenilmek, sevilmekten çok daha büyük bir armağan gerçekten. 

İzin istedi benden zarifçe ,elbette dedim ben de.

Şimdi benzeri bir konuşmayı ve adreslemeyi ben yapacağım oğullarıma.

Güvenilmek kadar gözün arkada kalmayacak kadar evladını emanet edebileceğin insanlarının olmayı hayatında ne  büyük zenginlik gerçekten.

Çocukların gençlerin kendini güvende hissetmesi çok önemli , özellikle şu sıralar.

Maddi kaynak yaratma  anlamında da,  mesleğim olduğundan,  hayat sigortası yaptırmanızı önerebilirim. Hiç olmaz ise üniversite bitirene kadar okul masrafları karşılanır ve aylık makul primlerle bunu sağlamak mümkün.

Nice güzel sevgi ve güven dolu insanlarımız olması  dileğimle...









xxx


14 Ağustos 2020 Cuma

Arda Turan'ın Transferinin Düşündürdükleri

Arda Turan'ın  Galatasaray'a  transferi haberini okuduğumda çok şaşırdım,  inanamadım bu habere ve de  müthiş tepki duydum.

Neden mi?

Bir kaç sene öncesinde basına yansıyan bir taciz skandalı ve sonrasında yaşanan olaylar aklıma gelmişti. Nerede ise her gün bir kadının öldürüldüğü , tacizin tecavüzün günlük ''sıradan'' bir olaya dönüştüğü , İstanbul Sözleşmesi' nin tartışıldığı ve de sağlık çalışanlarına şiddet yarasının her gün kanadığı bir  ortamda böylesi bir transfer, bu ülkede yaşayan bir  kadın ve yurttaş olarak beni isyan ettirdi.  

Olayı tekrar araştırdım. Futbolcu İstanbul 41. Asliye Ceza Mahkemesi' nde görülen duruşmada taciz iddialarıyla ilgili delil yetersizliğinden beraat etmiş, ruhsatsız silah taşıma, korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etme, kasten yaralama suçlarından toplam 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezası almış. Mahkeme, hapis cezalarıyla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş! Kafa atarak birinin burnunu kıran, belinde silah ile hastaneye girip  silahı hastanede ateşleyen birinden bahsediliyor haberlerde. Taciz kısmına odaklanmıyorum zira delil yetersizliğinden beraat etmiş.

Gelişmiş ülkelerde topluma rol model olan insanların en yüksek ahlaki değerlerle davranması beklenir. Buna bir örnek vereceğim . İngiltere'de bir banka müdürü metroda indirimli biletle yakalandığında, işini kaybetmişti  ve bu da yetmemiş ömür boyu finans sektöründe çalışmaktan men edilmişti. Bu kararın dayanağı da topluma rol model olan insanların etik değerlere ve toplumsal kurallara uygun davranması gerektiği idi. Toplum nezdinde ''görünür'' olan insanlar özellikle yeni nesillere gençlere rol model oluşturur  ve bu nedenle topluma karşı sorumlulukları vardır.  Hele hele spor müzik sinema gibi belirli sektörlerdeki insanların çok daha dikkatli olması beklenir. Topluma mal olmuş insanlardır bu insanlar ve artık sadece kendileri için yaşamazlar. Bu çok ciddi bir sorumluluktur.  Bu sorumluluğu taşıyamayan ve olması gerektiği gibi davranamayan insanların  topluma kötü rol model olarak zarar vermemesi için , toplumun en yüksek çıkarlarını düşünen ve bu doğrultuda kararlar verip adaleti tecelli ettiren mahkemeler ve/veya meslek örgütleri sorumsuz kişiyi meslekten ihraç ederler ya da apoletlerini sökerler. Bu da topluma dolaylı yoldan bir mesaj vermektir. 

Örneğin nasıl bir  tıp doktoru toplum vicdanını zedeleyen yüz kızartıcı bir suç işlediğinde  veya meslek etiğine uymayan bir davranışta bulunduğunda , mesleki diploması iptal edilebiliyorsa bu tüm meslekler için geçerlidir. 

İtalya'nın ve belki de bir çok Avrupa ülkesinin vatandaşlık hakkı kazanmış yabancılara koyduğu yeni bir şart var. İtalya, sicilinde kadına şiddet var ise kişinin  kabul etmiyor vatandaşlık talebini. İşte böyle yazılı kanunların üstünde alınan kararlar ile toplumun kanayan yaraları iyileştirilir, sarılıyor. Ve de bir daha benzeri olayların  olmaması için yaptırım oluşturuluyor.

Arda Turan'ın adının , kadına taciz ve hastanede  şiddet gibi toplumun çok  hassas olduğu iki konuda , olaylara karışmış olmasından  sadece iki yıl sonra, ülkenin önde gelen bir futbol kulübüne  transferi toplumsal  değerlerimize dolaylı olarak zarar veren bir durum oluşturmuyor mu sizce de ?

Evli bir erkek olarak yan masadaki evli kadına taciz ettiği iddia edilen (iki taraf evli olmasa da durum  aynı bana göre) , birine kafa atıp burnunu kırıp darp eden, belinde silahla dolaşan, hastaneyi basıp silah sıkan biri büyük paralar karşılığı  bir kulübe transfer olabiliyor bu ülkede demek diye düşünecek bir çok insan ve de gençler özellikle. Paran ve gücün varsa her şeyi yapabilirsin bu ülkede zehiri , toplumun damarlarına iyice yayılacak! Ne acı değil mi? Bunun adı çürüme değil de nedir?

Nitekim taciz iddiasında bulunan davacı Özlem Ada Şahin' nin  de  bu doğrultuda endişelerini ifade ettiğini görüyoruz. İddia diyorum zira mahkeme delil yetersizliği demiş.  Taciz bir yana sadece belinde silah hastane basıp orada terör estirebilen bir kişinin bu toplumda gençlere rol model olamayacağını düşünüyorum.

Eğer bu toplumda kadına ve sağlıkçılara şiddeti bitirmek istiyorsak, silahsızlanmayı özendirmek istiyorsak, kaba kuvvet yerine etkin iletişimle çözüm bulunmasını teşvik etmek istiyorsak, kadınlarımızın kendilerini güvende hissedip özgürce eşit haklar dahilinde hayatın her yerinde olmasını istiyorsak, topluma rol model olma sorumluluğunu taşıyabilen  insanlara bu rolü vermeliyiz.

Toplum mühendisliği böyle bir şey. Kanun uygulayıcıların her verdikleri karar ile toplumun geleceğini yapılandırdığını bilmesi gerekir. Sadece görevi yazılı kanunu uygulamak değildir. Toplumun nasıl bir toplum olacağına her verdiği karar ile dolaylı olarak şekil vermektedir. Keza topluma karşı bu sorumluluk tüm meslek örgütleri ile kurumlar için de geçerlidir. Tüm yetkililerin , kanun uygulayıcıların, güç ve söz sahibi olan herkesin yazılı kanunlar üstünde güncel evrensel değerler çerçevesinde , kadının çocuğun hayvanın doğanın sağlıkçının köylünün  halkın en yüksek hayrına olacak kararları vermek , tavır geliştirmek vicdani sorumluluğu vardır.  

Tacizci tecavüzcüyü iyi halden serbest bırakırsan daha çok taciz ve tecavüz olur. Eli silahlı sağa sola sıkan insanları serbest bırakırsan daha çok insan silah sıkar etrafa. Hayvana tecavüz edeni, çocuğu taciz edeni, eski sevgilisini eşini öldüreni, ormanı yakanı tarihi eseri çalanı yıkanı, rüşvet alanı (benim memurum işini bilir cümlesinden  başladı bu kokuşmuşluk ) , çalanı çırpanı serbest bırakırsan bu tip olayların önüne geçemezsin bu ülkede artık. Bir şey hep oluyorsa bu bir tercihtir. Ve her ne oluyorsa 83 milyon hepimizin sorumluluğu ve katkısı vardır.

Toplumsal yaşamın uyum ve huzur içinde var olabilmesi için tüm insanların birbirlerinin haklarını bilmeleri, sınırlarının farkında olması gerekir. Yazılı kanunların  ötesinde ve de üstünde  ortak etik değerler üzerine kurulmuş bir toplumsal  uzlaşı alanına  zeminine gerek vardır. Ve bu alanın oluşması ve korunması için yazılı kanunların ötesinde dini kuralların ötesinde evrensel etik değerler referans alınmalıdır. Özgürlük eşitlik adalet yaşam hakkı dürüstlük gibi değerler!

Türkiye sanırım bu ortak etik değerlerin üzerine kurulmuş uzlaşı zeminini yitirdi son yirmi yılda. Bunda hepimizin ve en çok gücü iradeyi  elinde tutanların payı var.  Ve hala benzeri yanlışlar  yapılarak  toplum daha da yıpratılıyor.

Seçimlerimizle kararlarımızla ve davranışlarımızla neyi destekliyoruz? Neye hizmet ediyoruz? Neyi yüceltiyoruz? Neye örnek teşkil ediyoruz? Neyi besliyoruz? Bunun gibi soruları sormalı tüm yetkililer, karar vericiler...Ve elbette bu ülkenin vatandaşı olarak hepimiz.

Benim vicdanım sızladı bu haberden. Rahatsız oldum. Utandım ülkem ve yaşadığım toplum adına.

Belinde silah hastane basan bir insanı  alkışlayacak önümüzdeki sezon binlerce insan. 

Galatasaray adına da üzüldüm ve hayal kırıklığı yaşadım. Hatta hiç yakıştıramadım. Dost acı söyler!

Ben sadece bu toplumun bir bireyi olarak , topluma karşı sorumluluğumdan dolayı, bu konu ile ilgili  duygumu düşüncemi paylaşmak zorundaydım. 

Zira yanlışı gördük mü bunu söylemek sorumluluğumuz var  bence  her birimizin yurttaş olarak.

Yanlışı her kim yaptıysa üstelik...

Umarım sağduyu ve vicdan kazanır.



xxxx

GÜNÜN SÖZÜ / WORD OF THE DAY

 İnsan kaderini sevdiği zaman büyüyor...


A person grows up when she/he loves her/his destiny...






xxx



12 Ağustos 2020 Çarşamba

Sosyal Medya Körlüğü

Sosyal medyada karşıma çıkan bir kaç haberde toplumun olayın  gerçeğini resmin tamamını anlamadan çok büyük tepki verdiğini görüyorum bir süredir. Hatta bir haberi okumadan sadece fotoğrafa bakarak yorumlar yapılmıştı. Oysa haberi okuyunca işin bambaşka bir şey olduğu ortaya çıkmıştı. Bu elbette uzun zamandır olan bir durum ve fakat üst üste benzeri olaylar  olunca iyice dikkatimi çekmişti durum.

 

Krishnamurti' nin Doğa ve Çevre üzerine söyleşi ve notlarının derlendiği bir kitap okuyorum şu sıralar.

Aşağıdaki bölüm karşıma çıktı ve sizlerle de paylaşmak istedim.

''Tutum sözcüğü ile ne demek isteriz acaba? Neden bir tutum içinde olmayı  isteriz? Tutum ne demektir? Bir görüş sahibi olmak, bir sonuca ulaşmak. Ne olursa olsun her konuda  bir tutumum olabilir; bu, çalıştıktan, araştırdıktan, irdeledikten, tasarladıktan ve sorunu iyice inceledikten sonra bir sonuca vardığım anlamına gelir. Bu noktaya , bu tutum' a ulaştım; tutum belirlemek direnmek demektir. Bu da kendi içinde şiddettir. Şiddete ya da düşmanlığa karşı tutum beliryemeyiz. Bu da tutumu, kendi belirli sonuçlarımıza, beğenimize, imgelememize, anlayışımıza göre değerlendirdiğimiz anlamına gelir. Sorduğumuz şey şu : İnsanın içindeki bu düşmanlığa, bu şiddete, bu acımasızlığa, hiçbir tutum belirlemeden bakmak, gerçeği olduğu gibi görmek olanaklı mı? Bir tutum belirlediğimiz an, ön yargı sahibi oldunuz, bir yan tuttunuz, dolayısıyla bakmıyorsunuz ve olguyu kendi içinizde anlamıyorsunuz demektir.

İnsanın kendisine tutum belirlemeden , bir sanısı, yargısı, değerlendirişi olmaksızın bakabilmesi , en zor işlerden biridir. Böyle bir bakışta netlik vardır ve ne bir sonuç ne de bir tutum olan bu netlik, acımasızlığın düşmanlığın tüm yapısını yok eder.''

Olaya duruma kişiye ve hatta kendimize ön yargısız yansız tam bir netlikle bakabilirsek o durumun olayın kişinin değişmesi ve dönüşmesi için alan açmış oluyoruz şeklinde yorumladım sözlerini 

Kuantum fizikte bakanın baktığı nesnenin hareketini etkilemesi fenomeni gibi diyebilirim.

Sosyal medya ön yargısız ve yansız olması gereken bakış alanımızı daraltıyor ve bir şekilde bizim düşünme şeklimize müdahale ediyor algı yaratıyor sanki..Her şeyden önemlisi gerçeği net olarak göremiyoruz ve sanki bizi körleştiriyor. Ve de çok ciddi iletişim kazalarına neden oluyor bu alan.  Ayrıca  sürekli tutum belirlememiz tepki duymamız sağlandığından da şiddet dolu. Tanık olduğumuz küfür hararet dolu yazışmalar da cabası. Bu şiddet hem dışarı hem içeri doğru yayılıyor ve kişinin dikkatini odaklanmasını zayıflatıyor. Merkezde dengede kalmasını zorlaştırıyor.  Bunlar benim bireysel gözlemlerim elbette. Eskilerin sözleri ile postu pek kaptırmamak gerek sosyal medyaya özetle. 

Sevgi ile ön yargısız varlığımızı açarak dikkatimizi yönlendirdiğimiz her kişiyi olayı etkilememiz  dönüştürmemiz mümkün mü gerçekten?

Ortak bir enerji alanını paylaşıyorsak ve her şey enerji ise neden olmasın ?

Burada sevginin bir duygu olmayıp enerji olduğunun altını çizmek isterim. Bir titreşim yani...

Sevgi titreşiminde  bakabilmek ön yargısız olaylara , insanlara ve kendimize...

Mevlana 'nın ''Gel, kim olursan gel'' çağrısı şimdi daha bir anlam kazandı.

Sevgiyle,








xxx






1 Ağustos 2020 Cumartesi

Kurban Bayramı ve Çocuk Hakları

Bu fotoğrafa uzun uzun baktım bu sabah...Cumhuriyet gazetesinin kapağında karşıma çıktı bu minik kız.

Necati Yavaş imzası var  fotoğrafın üstünde.




Fotoğraftaki tezat dikkatimi çekti.

Önde minik bir kız çocuğu..Masum naif ayağı ile toprakla oyun oynar gibi. Çevresindeki  ortamdan kendini soyutlamaya çalışır gibi sanki. 

Hüzün ve yalnızlık hissettim bu fotoğrafta. Ne yapacağını bilememek. Belki çaresizlik . Hatta mahcubiyet ve utanç. Sessiz bir çığlık!

Arkada ise korkunç bir manzara.

Yüzlerce insan hep birlikte ellerinde bıçaklarla hayvanları boğazlarından kesiyorlar, parçalıyorlar...

Hüznünü ve yalnızlığını anladım minik kızın. Sessiz çığlığını duydum.  Çok üzüldüm onun adına.

Ve bu durumun bir çocuk hakları ihlali olduğunu kavradım. Çocukların kayıtsız şartsız böylesi ortamlarda bulunmaması gerekir. 

Ciddi bir travma yaratabilir böylesi bir ortamda bulunmak. Hatta doğa ile bağını zedeleyebilir insan yavrusunun. Ki bu durum çocuğun sağlıklı gelişimini sekteye uğratabilir. Duygusal ruhsal zihinsel gelişimi için risk oluşturur.

Hiçbir koşulda çocuklar böylesi vahşice hayvanların öldürüldüğü kanlı sahnelerin içinde yer almamalı. 

Zira bu çocuğun içindeki iyilik masumiyet güven duygusunu zedeleyen ve ruhsal alanına yapılan bir saldırıdır, tacizdir. Sınır ihlalidir! 

Doğa ile bağımız son derece kutsal olan bize özel bir bağdır. Ve bu bağa anne babalar dahil tüm diğer insanlar tarafından saygı duyulması ve bu bağın özenle gözetilmesi gerekir. Toplumların önceliği yeni nesiller olarak çocukların gençlerin çıkarlarını ve haklarını her türlü kanun hak gelenek görenek hatta dini inancın&edinimlerin  önüne koyması gerektiğini düşünüyorum.

Kurban bayramında böylesi ortamlara +13 yaş üzeri çocukların ancak gidebileceği  kanuni düzenlemelerin acilen yapılmasını talep ediyorum. +13 yaş altı kesinlikle maruz kalmamalı bu ortamlara.

Benim hatırladığım kurban bayramları böyle değildi. İlla kurban kesilecekse de bunun son derece büyük bir özen ve saygı ile yapılması gerektiğine inanıyorum. 

Aile bostanımızda babam kurban bayramında keserdi kurbanı. Sakin bahçelik bir ortamda uzun uzun dualar eder hayvanın boğazını  okşar bir nevi rızasını alırdı. Ciddi bir işti bu. Hayvanı onurlandırmak onun varlığına saygı duymak. Ve etin büyük bir kısmını mahallemizdeki dul fakir tercihen kadınlara dağıtırdık. Bu dağıtma işlemini de genellikle biz çocuklar yapardık. Bu şekilde asıl amacın sosyal dayanışma olduğunu öğrenirdik. Bir nevi imkanlarımıza şükür etmek ve bunu komşularımızla paylaşmaktı anlamı bizim için bu bayramın. Bir de büyük aile buluşması idi elbette.

Kaldı ki kurban bayramının özü de tekrar tartışılmalı ve de anlatılmalı. 

Daha derin anlamına bakarsak kurban bayramının metaforik bir anlamı olduğunu, doğada yaşayan canlı bir hayvanı öldürmek yerine içimizdeki ''hayvanı'' kurban etmek olduğunu düşünüyorum. 

İçimizdeki hayvan kavramını biraz açmak isterim burada. Hayvan yanımızı  küçültmek kötülemek değersizleştirmek anlamında değil anlatmak istediğim.  Doğanın bir parçasıyız biz de. Doğaya aitiz. Doğa bize ait değil. Tıpkı diğer hayvan dostlarımız gibi. Bu dengeyi unuttuğumuz için başımız çevresel felaketlerden kurtulmuyor.

Doğadaki hayvanlar son derece masum varlıklar. İhtiyacı olduğunda sadece ihtiyacı kadar avlanıyor. Doğanın tüm unsurları ile uyum içinde yaşıyor. Biz iki ayaklılar ise son derece tehlikeli hayvanlarız. Zira biz de akıl var. Ve fakat bu akılın da artısı ve eksisi var. Pozitif ego ve negatif ego da diyebiliriz buna. Kibir öfke kıskançlık nefret intikam rekabet hırs gibi duygular ve bu duygular dolayısıyla yaptığımız davranışlar ile  hem kendimize  hem gezegene zarar veriyoruz.

Biz iki ayaklılar içimizde hem hayvan hem insan nüveleri taşıyoruz. İçsel olarak insan olarak  doğmuyoruz ve insan olmak için bireysel çaba göstermemiz gerekiyor. Sistem bizim insan olmamızı istemiyor. Yüksek ahlak sahibi bireyler olmamızı istemiyor güç sahipleri özetle . Zira hep sömürülen tüketen kolaylıkla kandırılan sorumluluk almayan kurban rolünü seven ''çocuklar '' olarak kalmamızı istiyorlar. Malesef dünyada toplumların büyük bir oranı bu durumda. Gezegenin en büyük sorunu da bu zaten. 

Bencillik ve tüketim en büyük akıl hastalığı  iki ayaklının.  Doğanın uyum işbirliği denge kurallarına aykırı bu  durum. İşte kurban bayramının,  gezegene ve üzerindeki canlılara zarar veren içimizdeki bu negatif egoyu kurban etmemiz , onunla bağımızı kesmemiz şeklinde bir anlam içerdiğine inanıyorum. Nasıl oruç tutmak nefis terbiyesi ve fiziksel bedenin detoksu  için anlamlı bir uygulama ise kurban bayramının asıl mesajının da duygusal ruhsal detoks olduğuna inanıyorum. Bir nevi kendinle yüzleşip olmamış yanların ile  benlik parçaların ile bağını kesmek.

Hadi bu bayram içimizde daha iyi insan olmamıza engel olan yanlarımızla yüzleşip bu yanlarımızla olan bağlarımızı keselim. Bunu da kendimizi incitmeden yargılamadan eleştirmeden sevgi şefkat ve merhamet duyguları ile yapalım.

Daha büyük bir içsel uyum huzur ve bütünlük duygusuna kavuşacağımıza inanıyorum.

Ve lütfen artık çocukların masumiyetine içsel duygusal/ruhsal alanına daha saygılı olalım.

İyi bayramlar,








xxxx