29 Aralık 2020 Salı

Aşk Olsun

 ''Aşk olsun'' cümlesini çoğunluğumuz ikili ilişkilerdeki aşk duygusu olarak algılıyor.

Oysa ki aşkın duyguları, çoşku ile yaşamın içinde akmayı, ve hayran olmayı ifade ediyor bana göre.


Evet hayran olmak!

Hayran olduğumuz her ne ise,  o varlığa kendimizi açıyoruz. Ve bağ kuruluyor iki varlık arasında.

Bu bir ağaç, bir çiçek, bir kedi veya bir insan olabilir.

Hayranlıkla bir ağacı izlediğimizde , varlığımız açılıyor ve bağ kuruyoruz o ağaç ile.

Bu enerjitik hatta sembiyotik bir bağ belki de. 

Aşık oluyoruz o ağaca! Yükseliyor enerjimiz titreşimlerimiz...

Bağ kurulunca iletişim oluyor kendiliğinden. Sözcüklere gerek olmadan anlıyor iki varlık birbirini. 

Ve sevgi oluyor, tam da o anda. 

Hayranlık duygusu bizim titreşimimizi yükseltip doğanın evrenin kalbin sevgi titreşimi ile uyumlandırıyor bizi.

Ve birini anladığında ancak gerçekten sevebiliyor insan. 

Onun dışında sevmek sadece egomuzun tatminine yarayan bir kavramdan öteye gidemiyor sanki.

Hayran olduğumuz varlığa saygı duyabiliyoruz gerçek anlamda.

Hayran olup saygı duyduğumuz varlığı ancak sevebiliyoruz. Saf sevgi ile! Beklentisiz çıkarsız..İşte bu belki de rağmen sevgisidir.

İkili ilişkilerdeki aşka gelince ise ,  ideallerin paylaşıldığı, değerlerin örtüştüğü, karşılıklı saygının olduğu ,  diğerinin ihtiyaçlarını kendinin ihtiyaçlarının önüne koyabilen, rağmen ve de sencil sevebilen insanlar arasında ancak egonun etkisinden sıyrılmış,  kalben sevginin olabileceğine inanıyorum. 

Birbirine daha iyi  insan olmak için ilham veren iki insan arasında oluyor sevgi.

Kendini gerçekleştirmesi için birbirine alan açan iki insan arasında oluyor sevgi. 

Bu kaotik dünyada birbirine sığınabilen iki insan arasında oluyor sevgi.

Yoksa Kuçuradi'nin dediği gibi ihtiyaçların karşılandığı sürece sürüyor ilişkiler. İhtiyaç değişince ya da artık karşılanamayınca ayrılıyor insanlar. Çıkar ilişkilerine aşk ilişkisi- evlilik ya da sevgi diyorlar insanlar. 

Gerçek sevginin olmadığı yerde kalmak ise kişinin kendine  ihaneti bana göre...Çocuklarımıza da bunu öğretiyoruz üstelik..

''Sevgi nadir açan bir çiçektir.'' demiş Osho. Ne de doğru demiş! 

Hadi gelin 2021'de kalben saf sevgiye niyet edelim.

Dürüstlük ve cesaret rehberimiz olsun.

Sevgiyle,







xxx




27 Aralık 2020 Pazar

Yüreğin Yolu ve 2021 Dileklerim

Chamalu Yüreğin Yolu (And Şamanlarının Bilgelik Öğretisi)  isimli kitabın son bölümümü paylaşıyorum sizlerle...

Yeni yıl sağlıkla, ışıkla, huzurla, aşkla gelsin ...

'' Güne teşekkür ile başlamanın önemini unutma. Uyandığında bir gülücükle selamlamalısın sabahı, tümüyle sevinerek almaya istekli olmalısın bu yeni armağanı. Yataktan kalkıp ilk adımlarını atarken, durdurulamaz bir gezgin olduğunu sakın unutma. Her günün kendine özgü doğuşu olduğunu gözlemle. Günle kalk; her şeye yeniden başla, yeniden doğ. Her gün yeniden doğmuş olmalısın, karanlığın yerine geçip ışıkla doldurmak için yenilenmiş olarak. Dışarıdayken sen Tata İnti  (güneş tanrısı) ile birlikte, yak içindeki ışığı. Her sabah yıkanırken anımsa suyun sıvılığını. Bedenini yıkarken arıt içini.  Giyinmeden önce okşa bedenini konuş bedeninle! Giyinirken unutma güzelliğin önemini, tadına var süslenmenin. İçinde üreyen utancı gizlemek için giyinme elbiselerini. Her eyleminde, her düşüncende aşk döngüsünün içinde kal. Orada sana görülmez duvarlar örer güçlü ve yoğun bir erk.

Hep minnettar ol. En kötü anlarda sevecenlik göster. Senin savaş alanın senin bulunduğun yerdir. Senin okulun yaşamın kendisidir. Senin öğretmenlerin karşına çıkan sorunlardır.

Her şey bir fırsattır büyümek için. Bedenini kuvvetlendirmelisin. En ters durumlarda kendini rahat duyumsayacak gibi yetiştir kendini. Dönemsel olarak Toprakta ya da ormanlarda sığınacak yerler bul. Kendini erklendirirken bencil olma; varlığınla paylaşım yarat, sık sık çığrı söyle, her yerde danset. Eğer seni deli sanırlarsa başkaları, onayla onların şüphelerini; böylece seni bırakırlar yalnızlığına. Kolayca bağışla. Paylaş! Mutluluk paylaştıkça artar. Yaptığın her işi sev, yaşamdan tat almayı sürdür ve yaşayadur tüm yoğunluğunca. Gezginler dolu dolu bir yaşamın aşığıdırlar, sadıktırlar ona.''









xxx

22 Aralık 2020 Salı

Şatrançta Cinsiyetçi Yaklaşım

 The Queen's Gambit dizisini heyecanla izledim. Kesinlikle öneririm.


Dikkatimi  ilk kez çeken bir noktayı paylaşmak istedim.

Bizde önemli iki taşın adı Şah ve Vezir' dir. İkisi de eril figür!

Dizide ise bu taşlara Kral ve Kraliçe deniyordu ki nedense hiç bu bakış açısı ile bakıp fark etmemiştim durumu. Yani eril ve dişile alan açılıyordu satranç tahtasında.

Satranç tarihine dair bir link paylaşıyorum.

https://www.gokyaysatrancvakfi.org.tr/kutuphane/satranc-tarihi

Satrancın  Arap-İslam (İran özellikle ) dünyasından Anadolu ve Avrupa'ya geçtiğini anlıyorum. Önemli iki figürün eril olmasını anlatıyor bu bilgi.

Belki de  Avrupa'da yaşanan reform ve rönesans akımlarından  etkilenip cinsiyetçi kimliğinden özgürleşmiştir oyun.

Satranç tahtasını yaşama benzetir bazıları.

Hayatın tüm alanlarında ve özellikle de satranç tahtasında cinsiyetçi yaklaşımı sonlandırma vakti gelmedi mi sizce hala?

Kadına hak ettiği değeri ve yeri veren toplumların salgın döneminde nasıl da parıldadığını gördük hepimiz.

Şah kalsın fakat Vezir yerine başka bir isim bulalım. Sultan ismi iyi gelmiyor pek bana nedense.

Ya da biz de Kral ve Kraliçe diyelim.

Dişile yaşam oyununda hak ettiği yeri verelim artık bu coğrafyada.

Sevgiyle,






xxx





20 Aralık 2020 Pazar

KUTLU NARDUGAN

21 Aralık kış gündönümü. En uzun geceyi yaşayacağız yarın ve 22 Aralık günler uzamaya başlayacak yeniden.



Daha öncede yazmıştım,  çeşitli araştırmacılara göre  21 Aralık Orta Asya'daki Türklerin Nardugan Bayramı ve bu onların yeni yıl kutlamaları. 

Akçaçam ağacına dilekler yazıp asarlarmış. Bu ağacın Hayat Ağacı' nı sembolize ettiği düşünülüyor. Şarkılar söylenir ağacın etrafında dans edilir şiirler okunur yemekler yenilir ateşler yakılırmış. Her yer ışıklarla  donatılırmış.

Bizim evde hep yılbaşı ağacı süslenir çocukluğumdan beri. Aralık başı gibi kurarım ağacı genelde. Bu sene de kurduk ağacımızı. Farklı bir şey yapıp dileklerimizi de yazıp asacağız bu yıl ağacımıza.

Ve yarın 21 Aralık günü evin her yerinde minik ışıklar olacak. Bir inanışa göre de yedi çam kozalağı bulundurulur  ve yedi mum yakılırmış evlerde.

Ben bu şamanik kültüre ait gelenekleri hep sevdim ve seviyorum. İçime iyi geliyor!

Yarını bir bayram havasında kutlayıp hayata teşekkür edeceğiz..

Yeni yıldan şükran dolu bir kalp ve tatminkar bir ruh hali diliyorum hepimiz için.

Elbette en başta sağlık...

Işık  tekrardan yükselecek ve karanlık son bulacak...Buna yürekten inanıyor ve biliyorum.

NARDUGAN BAYRAMINIZ KUTLU OL SUN GÜZEL DOSTLAR...







xxx

Yenil Yıl Hediyesi İki Kitap Önerisi

Kitaplardan biri salgın döneminde çok destek aldığım GEA Arama Kurtarma ve Aktif Felsefe oluşumunun kurucularından Umut Şahin'in kaleme aldığı bir deneme...Yaşadığımız döneme ışık tutuyor ve süreci yönetmekte bizlere çok değerli bakış açıları katıyor rehberlik yapıyor. Dostlarınıza sevdiklerinize  çok değerli bir hediye olur....

Diğer kitap önerim ise minikler için. Buğday Hareketi' inin rehberi ve de  kurucusu Victor Ananias 'ın yaşadığı gerçek bir hikaye masala dönüşmüş. Masallarda yaşıyor Victor...Sevgiyle anıyoruz. Işık içinde ol Victor...







Şimdiden yeni yıl kutlamalarına başlamış olayım..

Sevgiyle,






14 Aralık 2020 Pazartesi

10.yıl Kutlu olsun!

 Herkese merhaba,

14.12.2010 yılında ilk paylaşımımı yapmışım bu alanda.

Tam 10 yıl olmuş!

Neler neler oldu bu on yıl içinde?

İyisi ile kötüsü ile acısı ile tatlısı ile dopdolu capcanlı bir on yıl.

Nefes alış verişi gibi hayat...

Tekrarlanan döngülerin dansı sanki...

Her şeye rağmen güzel bir on yıl oldu. Hayat oluyor sadece...

Ve 10. yılımda kendime yeni bir alan daha açtığımın haberini vermek istedim sizlere.

Kendime armağan!

Insagram'da  kucukagacdogada isimli bir sayfa kurdum. https://www.instagram.com/kucukagacdogada/

Çeroki'lerin kültürlerini anlatan Küçük Ağacın Eğitimi isimli kitaptan esinlendim.

Her çocuk bir tohum ve küçük birer ağaç fidanı.

Büyüyüp koskocaman ulu bir ağaç olma potansiyeli var içinde.

Ulu ışıltılı bir ağaç!

İnsan türünün gezegende varlığını koruyabilmesinin ve sürdürülebilir bir yaşam için çocukların doğa ile bağlarının güçlendirilmesine ve/veya kurulmasına inanıyorum yürekten.

Umudum var çocuklardan  yana benim.

İşte sayfamda ebeveynlere ve çocuklara değer veren tüm yetişkinlere çocukları evin dışına çıkartmak için onlara ilham verecek etkinlikleri paylaşıyor olacağım. Bazen de doğal mazelemelerle ev içinde oyunlar oynayıp etkinlikler yapacağız.

Özellikle içinde bulunduğumuz dönemde miniklerin her zamankinden daha yoğun ebeveynleri  ile, doğa ile ve kendileri ile temas etmeye ihtiyaçları olduğuna inanıyorum.

Herkes kendi yaşadığı semtte mahallede parklarda çocuklarla etkinlikler yapabilir. Bu dönemde çocukların baş etmek zorunda olduğu duygulardan biri de yalnızlık duygusu ve parkta açık havada sosyalleşme bu duygu ile baş etmelerine  yardımcı olacaktır.

Çocuk sahibi olan olmayan tüm yetişkinleri, lise ve üniversite öğrencilerini parklarda çocuklarla etkinlik yapmaya davet ediyorum.

Yetişkinler maskesini yakarak açık havada etkinlik yapabilir. Ve bahara sadece üç ay kaldı :)

İyi ki başlamışım yazmaya ve iyi ki doğdun kucukagacdogada.

Sayfamı takip eder ve paylaşırsanız çok çok sevinirim.

Bahara şimdiden göz kırpıyor kalbim...

Sevgiyle,


Not : Fotoğrafı 2019 sonbaharında Fenerbahçe parkında çekmiştim. 600 yaşını aşkın Sakızağacı yanında oturuyordum bir arkadaşımla. Kendiliğindne bir grup minik ve öğretmenleri gelerek ağacın çevresinde çember yapmıştı. 







xxxx

11 Aralık 2020 Cuma

GÜNÜN SÖZÜ / WORD OF THE DAY

“Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle karşılayacağım.” Mahatma Gandhi.

“Every morning when I wake up, I promise to myself: I will not be afraid of anyone else in the world except my conscience. I will not bow to anyone's injustice. I will overthrow injustice with justice and greet it with all my being if it persists. " Mahatma Gandhi.







xxxx

4 Aralık 2020 Cuma

Ağaçla Konuşmak

Değerli bir performans sanatçısı Maria Abramovic.Ağaçlara Şikayet Etmek isimli çalışmasını paylaşıyorum. İşte Abramovic' in videodaki sözleri.

''Ağaçlar insanlar gibidir. Zekaları vardır. Duyguları vardır. Birbirleri ile iletişirler. Ve mükemmel sessiz dinleyicilerdir. Onlara şikayet  edebilirsiniz. Buna çok zaman önce Amazon'daki yerli kızılderililerle bir arada bulunduğum zaman başladım. Onlar gezegendeki en yaşlı ağaç olan Sekoya ağacıbıb yanına giderler ve ağaç için dans ederler.Ağaç için yapılan bu dans son derece hareket dolu ve duyguludur. Bunu görünve wow dedim ve neden kendim için gerçekten işe yarayan bir uygulama yaratmıyorum diye düşündüm?  Böylece Abramovic Method olarak ''Ağaca Şikayet Etme''  egzersizini yarattım.'' 

Şikayet etmek kavramını ben iç dökmek dertleşmek dert yanmak gibi algıladım. Zira ağaç ile arkadaşlık ilişkisi üzerine ilerliyor video...

Tam da o anda ve o yerde olup düşüncelerinizi sakinleştirebildiğinizde, durgun zihninizde bazı imgeler ya da bir anı belirebilir..İşte ağaç bu şekilde sizinle iletişime geçiyor ve  konuşuyor! Ve genelde bilgelik rehberlik içeren mesajlar bunlar...

Karantinalı hafta sonuna girmeden bir ağaca sarılın derim...









xxxxx

27 Kasım 2020 Cuma

Çeroki Bilgeliği / Wisdom of Cherokee

''Beden aklı her şeyi ele geçirirse ruh aklı bir fındık büyüklüğünde küçülebilir ve ortadan kaybolabilir. Böyle bir durumda ruhunu tümüyle kaybedersin. Böylece ölü insan olursun. Ölü insanlar, ağaca baktıkları zaman kereste ve çıkardan başka bir şey görmezler; hiçbir zaman güzellik görmezler. İşte onlar yürüyen ölü insanlardır.’’

(Küçük Ağacın Eğitimi / Forrest Carter)


"If the body-mind takes over everything, the soul-mind can shrink to the size of a nut and disappear. In such a situation, you will completely lose your soul. So you become a dead person. When dead people look at the tree, they see nothing but timber and interest; they never see beauty. "Here they are the walking dead people."

(Education of Little Tree / Forrest Carter)







xxx

19 Kasım 2020 Perşembe

Apoletlerin Söküldüğü Mevsim

Nerden çıktı bu diyeceksiniz?

Büyük oğlum 20 yaşında ve geçenlerde küçük bir konu için destek aldık bir psikolojik danışmandan. Üç seans görüşme yeterli oldu çok şükür.


Beni ikinci seansta görmek istedi danışman.

''Siz çok fazla iyi arkadaşsınız. Biliyorum annelik, iş hayatı ve diğer apoletlerinizin söküldüğü döneme giriyorsunuz ve bu kolay değil. Ancak oğlunuzu serbest bırakmalısınız. Onun en iyi arkadaşı siz olmayın artık.'' gibilerinden bir şeyler söyledi.

İyi arkadaş olmamıza, onun artık kendi yoluna gidebilecek noktaya ermiş olmasına sevindim.

Diğer yandan bir adım geri durmak, annelik sıfatını bırakmak hatta en iyi arkadaş olarak dahi geri durma fikri ise hem  hüzünlendirdi hem telaşlandırdı.

Bir de sorumluluk anlamında biraz daha rahatladım hafifledim. Artık iki çocuklu bekar anne gibi değil tek çocuklu bekar anne gibi hissediyordum. Büyük oğlum adam olmuştu. Yetişkin olmuştu. Doğruları yanlışları ile artık kendi hayatını yaşamak üzere yuvadan uçacaktı.

Çok karmaşık ve yoğun duygular içine yuvarlandım önce.

Sonra ise aslında hayatın bu kısmında kendi yapmak istediklerim hayallerim için alan açılıyor olmasına sevindim desem yalan olmaz.

Malum kendi ihtiyaçlarını hep öteleyen diğerlerinin ihtiyaçlarının arkasına koyan biri olduğum için, bir ölçü de olsa kendime kendi ihtiyaçlarıma alan açabiliyor olacağım.

Yeniden sadece Funda olmak nasıl bir şeydi bunu hatırlamak...Sanki çoook uzun bir yolculuktan eve dönüş gibi bir duygu var içimde. Daha bir büyümüş, daha bir insan daha bir ben olarak. Müthiş bir yolculuktu bizimkisi...Her anı için şükran doluyum.

Üstelik oğlum istekli yuvadan uçmaya. Kendiliğinden süt emmeyi bırakmıştı 14 aylıkken. Hiç zorlanmamıştım. Alacağını aldığında ihtiyacı tamamlandığında bırakmıştı süt emmeyi beslenmeyi benden.

Şimdi hayattan beslenmesinin kendi hikayesini yazmasının  zamanı geldi. 

Varsın apoletlerim sökülsün.

Daha ışıltılı yeni apoletler takarım gerek duyarsam nasıl olsa?

Ya da apoletsiz yaşam belki de özgürlüğe giden yoldur.

Kim bilir?

Özgürlük derken de kafana estiği gibi yaşamak değil burada anlatmak istediğim.

Tam ve bütün olarak kendin olma ve kendini ifade edebilme cesareti. 







xxx





Ergen Kadınlar Ergen Erkekler

 Bugün çok içim dolu.

Yazasım var!


Kısa kısa bir kaç paylaşım yapacağım.

Bedenen büyüsek dahi duygusal olarak büyüyememiş olabiliyor kişi.

Fiziksel olarak 50 yaşında ve duygusal olarak 16 yaşında bir ergen erkek ya da  fiziksel olarak 50 yaşında ve duygusal olarak 16 yaşında bir kadın  ile mutlaka karşılaşmışsınızdır. 

Küçük oğlum 15 yaşında ve ergenliğin dibini yaşıyoruz şu sıralar.

Bencil doğal olarak. Karşıdakinin duygusu ile empati kurma konusunda hala çok yolu var. Kendi ihtiyaçları öncelikli ve hemen şimdi yerine gelmeli her istediği. Yoksa söylenmenin surat asmanın küsmenin hatta yer yer kırıcı bile olmanın haddi hesabı yok. Hep diğerleri suçlu hep kendisi haklı.  Sadece kendisi var. Dünya onun etrafında dönmeli. Sevgisi ben-cil henüz.

Tam da oğlum gibi ergen davranışları sergileyen bir erkek ya da kadın ile karşılaşmışsanız, benzeri deneyimler yaşamışsınızdır.

Bu insanlar ergen yanlarını ikili ilişkilerde ortaya çıkartıyor olabilir. İş hayatında yetişkin davranışlar sergiliyor olabilir örneğin. Ancak 'anne'' ya da ''baba'' arayışındaki ergen erkekler ya da kadınlar ikili ilişkide bir anda ergenleşebiliyor sanki.

Karşımız çıkan insanları tanımak için belki de tek çözüm iyi bir dinleyici olmak. Kendilerini hayatlarını anlattıklarında ne kadar yetişkin ne kadar ergen olduklarını ancak o şekilde anlayabileceğiz.

En güzeli iki yetişkin  ve de sen-cil sevebilenler arasındaki ilişki.

Ben-cil değil sencil sevebilenlerle karşılaştırsın hayat hepimizi.

İster arkadaş, ister sevgili, ister eş ne sıfatla olursa olsun...

Sevgiyle,








xxxx

Bir Başkadır Dizisinin İçimdeki Yansımaları

Diziyi bir solukta izledim. Aynı gün içinde!

İnsan denen canlının ne çok yüzü var.

Kimseleri kalıplara koyup kategorize etmemek gerektiğini bir kez daha anladım.

Toplumu uzlaştıran, birleştiren, insanların birbirini anlayıp saygı duyabilmesi için alan açmasını diliyorum bu dizinin.

Ve içimdeki yansımaları.

Aşağıda geçen ''kapalılık'' kavramından  tesettürü ima etmiyorum. Kalben ruhen kapalılık kapalı olmaktan bahsediyorum. Öncelikle bu notu düşmek istedim ki daha iyi kendimi ifade edebileyim.

Sevgi varsa güven varsa ''açığız''. Varlığımızı kalbimizi açıyoruz rahat nefesler alabiliyoruz.

Kendimizi güvende hissettiğimiz bir ortam ve çevre anlatmak istediğim.

Yaşam enerjisi, neşe içimizden dışarıya akıyor. Yumuşacık hafif neşe içinde bir varoluş ile havada uçar gibi yaşıyoruz.

Bolluk bereket sağlık huzur uyum hepsi açık olmamızla ilgili. 

Işığımızı saçıyoruz etrafa...

Korku varsa güvende hissetmiyorsak kapanıyoruz, bir duvar gibi oluyoruz. Katı ve ciddi!

Hatta kapalı olmayı güvende olmak olarak algılayabiliyoruz.

Çevremizde de kalben kapalı insanlar varsa kendimizi açabilmemiz ayrıca güçleşiyor. Hep duvarlara çarpıyoruz ve kapanmayı öğreniyoruz.

Kapalı olunca da  ne görülüyor ne duyuluyoruz

Gerçek varlığımızı kimseler göremiyor duyamıyor.

İçinde doğup büyüdüğüm coğrafyanın kadınlarının çoğunun kaderi malesef  ''kapalı olmak''.

Zira o neşeli cıvıl cıvıl hafif şakacı muzip dişil enerji ancak güven ortamında kendini ifade edebiliyor. Ortaya çıkıyor.

Malum bu yanımızı ifade edip gösterdiğimizde en hafifinden iş ortamı ya da sosyal çevrede sınırlarını bilemeyen iltifat etmek ile taciz etmenin farkını bilemeyen erkekler tarafından keyifimiz kaçırılıyor. 

Kadın kendini güvende hissettiğinde, onun varlığına saygı ile yaklaşıldığında ancak içindeki özü dışarıya yansıtabiliyor. Kalbi açılıyor varlığı açılıyor ve görülür oluyor.

Bu toplumdaki kadınların nerede ise yarısı başını kapatıyor  ki  örtü de sembolik bir ifade var burada dişiliği örtmek üzere bence. Diğer yarısının çoğu ise kalben ruhen yaralı ve kapalı. Tesettüre bile gerek yok görünürlüğünü kısıtlamak için!

Peki nedir derdi sistemin ya da ataerkil zihniyetin  şakacı neşeli zeki muzip dişil enerji ile ?

Korku.

Kontrolü kaybetmek, terk edilmek, sevilmemek, yetersiz hissetmek korkusu.

Hayatının alt üst olması belki de.

Oysa ki kim bilir belki de hayatının altı üstünden çok daha iyidir.

Hem erkek hem kadın için üstelik.

Yeryüzündeki tüm kadınların ve erkeklerin kalben açık olarak neşe içinde kahkahalar atarak birlikte çoşku ile el ele yaşadığı bir dünya hayal ediyorum.

Sadece sevgi ve güven duygusu içinde...

Çok mu şey istiyorum?







xxxx



8 Kasım 2020 Pazar

Kalpten Baba

Instagram hesabının adı bu Serkan'ın.

46 yaşında ve ülkemizde koruma altındaki bir çocuğu tek başına evlat edinen ilk erkek.


Yol açan ilham veren bir baba o.

Ayşe Arman ile yaptığı röportajı içinizi ısıtmak ruhunuzu yükseltmek için  paylaşmak istedim buradan.

Kendisi ile tanıştığım için de kendimi çok şanslı görüyorum.

Hayata insana dair umut oluyor varlığı.

İyi ki varsın güzel insan güzel baba! Pardon ''an-ba'' kendi deyimi ile :)

Sevgiyle,

https://www.armanayse.com/devlet-korumasindaki-bir-cocugu-evlat-edinen-ilk-bekar-erkek//

7 Kasım 2020 Cumartesi

Kuşlar Uçar Balıklar Yüzer Çocuklar Oyun Oynar

 ''Kuşlar uçar, balıklar yüzer, çocuklar oyun oynar''  Bu söz çocuk merkezli  oyun terapisti  Garry Landreth 'ye ait.

Oyun gerçekten de çocuk için bir varoluş şekli. Ve beyni ''oyunlarla'' yapılanıyor çocukların.Sadece bir eğlence değil.

Oyun oynamayan çocukların ilerideki yıllarda bir çok yaşam becerisi özelinde yetersizlikler yaşadığı ve hatta saldırgan davranışlar sergilediği gözlemlenmiş.

Oyunların bir çok çeşidi var.  Özgür oyun olarak tanımlanan oyun, çocukların karar verme becerilerini geliştirmelerine, gruplar halinde çalışmayı öğrenmelerine, çatışmaları paylaşmalarına, çözmelerine ve kendilerini savunmalarına olanak tanır.

Oyun aynı zamanda çocuğun sesidir, nefesidir, isyanıdır.

İşte tam buna örnek bir çocukluk anımı paylaşmak istiyorum.

Yedi ya da sekiz yaşlarındaydım. Bostan içinde müstakil bir evimiz vardı. Evimize yakın bir toprak arazide de oğlanlar top oynar , hepimiz yakalamaç, elim sende gibi koşturmalı oyunlar oynardık. Toz olurdu ister istemez biraz ortalık. Bir gün oyun için araziye gittiğimizde kepçe ile arazide büyük delikler açıldığını görmüştük. Bu arazinin yakınında oturan gecekondu  sakinlerinden şüphelenilmişti. Belki tozdan belki de çocukların sesinden rahatsız olmuş olsa gerek kepçe ile arazide oyun oynamamızın kendilerince önüne geçmişlerdi.

Kim önerdi nasıl organize olduk bilmiyorum derhal organize olup bir oyun kurguladık. Hepimiz aşağı yukarı aynı yaşlardaydık. Evlerden leğen naylon poşet gibi eşyalar getirildi hemencecik. Toprak yığınlarının arkasına geçti bir kaç arkadaşımız. Biri manav biri bakkal olmuştu diye hatırlıyorum. Bizler de alışveriş için sıraya girmiştik. Bildiğiniz kuyruk olduk ''esnafın'' önünde. O yıllarda kuyruklar olurdu esnafın kapısında. Belki ondan etkilenmiştik. Velhasıl sırası gelen ''5 Kg domates istiyorum'' ya da ''2 Kg şeker istiyorum.''diyor, elindeki poşet yada leğene bakkal manavın doldurduğu toprağı alıp, koşa koşa gidip o meşhur deliklere boşaltıyordu.

Siz anladınız oyunu!

Ne kadar sürdü bilmiyorum bu oyun ama o gün batarken tüm delikler toprakla tekrar doldurulmuştu.

Ne çok eğlenmiştik üstelik. Her manav bakkal kuyruğunda yeni bir sipariş buluyorduk. Uçuk kaçık şeyler de istediğimiz oluyordu sanırım. Zira gülmekten kırıldığımızı hatırlıyorum.

Ya da gizli, muzip, isyankar, gerilla tarzı bir şeyler yaptığımızın farkındaydık ve bu müthiş enerjimizi yükseltmişti.

O gün tüm delikler toprakla kapatıldı ve arazimizi geri aldık.

Bir kaç hafta sonra çocuk parkı ilan edildi o arazi. Toprak arazi üstüne metalden ilk salıncak, kaydırak ve tahterevallimiz geldi. 

Ve şu anda halen çocuk parkı bu alan. Bir kaç sene önce doğup büyüdüğüm mahallemdeki bu parkta çocuklara yaz okulu etkinlikleri yaptım. Parkın hikayesini anlattım onlara da.

Oyun oynayarak geri almıştık oyun alanımızı. Bildiğimiz tek şey oyun oynamaktı o yıllarda. En iyi yaptığımız şeydi.

Oyunu yabana atmayın. Oyun sadece eğlence değildir çocuk için. .

Oyun politiktir. Oyun eylemdir. Oyun isyandır. Oyun nefestir. Oyun varoluştur. Oyun sestir.

Böylesi bir duruşu nasıl yapabildiğimiz üzerine çok düşünmüştüm.

Geçen yıl Green Teacher yayınlarından bir kitapta, doğada tek başına geçirilen serbest zamanın çocukta  çevreye dair etik kavramını pekiştirdiğini ve çevreye duyarlı çevre okuryazarı yetişinler olarak yetişmesinin önünü açtığını okumuştum.

Hepimiz o dönemlerde bahçelerde kendi başımıza kah bahçe ile uğraşır kah keşifler yapar oyunlar oynardık.

Bundan dolayı olsa gerek o gün çok hızlı bir şekilde organize olup, direnmiştik oyun alanımızı geri almak için. O nedenle gezegenin geleceği için, çocukların doğa ile bağının güçlü olmasını, doğada tek başına serbest zaman geçirmesini çok önemsiyorum. 

Oymasaray Parkının kuruluş hikayesi  kaybolmasın istediğimden buraya not düştüm.

Ve de tüm ebeveynlere önerim şudur ki ; ne yapın ne edin çocuklarınızın doğada tek başına serbest yapılandırılmamış (ebeveyn öğretmen katılımı olmayan oyun vs planlamadan) zaman geçirmesi için alan oluşturun. Elbette güvenliğini gözeterek. Her gün yarım saat, hafta sonları bir kaç saat ve tatillerde olabildiğince uzun zamanlar. Evinizin bahçesinde bir köşe, mahalle parkınızda ya da korulukta bir alan, deniz kıyısı ideal yerler. 

Bu arada bireysel günlüğüm ya da bireysel tarihim gibi oldu bu blog.

Hem çocuklarıma hem de yaşama küçük birer not gönderiyorum ''şimdi ve buradan''.

Şişede denize mesaj bırakmak gibi bir şey bu? Geleceğe not düşmek!

Kim bilir nerede ve ne zaman okuyacaklar bu yazımı ?

Sağlıkla kalın,





 xxx



6 Kasım 2020 Cuma

Seninle Bir Çift Güvercin Olmak Varmış

Üniversite yıllarında tanışmıştım sesi ve müziği ile.

Bugün üzücü haberini alınca ne çok üzüldüm. Ailemden birini kaybettim sanki. Ya da bir parçamı. Hatta ilk sevgilimi aşkımı kaybetmiş gibi hissettim. Gözümden yaş aktı.


Gençlik yıllarımızın sesi demiş biri sosyal medyada. Ne kadar doğru!

Sen Nerdesin, Ayrılanlar için, Kör Kuyular, İspanyol Meyhanesi, 1 Mayıs  daha nice nice eser.

Neşemizin, aşkımızın, acımızın, isyanımızın  ne çok duygumuzun sesi olmuş.

Ve özel bir anım da var Timur Selçuk ile.

Üniversite yıllarımda İTÜ Maçka kampüsünde bir konser vermişti.

Yıl sanırım '85 ya da '86. 

80 darbesi sonrası her yer sivil polis kaynıyor o zamanlar.

Konsere beyaz gömlek ve pantalon ile çıkmıştı her zamanki gibi.

Sahnede sadece piyanosu ve kendisi vardı. Konser başlamıştı ve bir kaç şarkı seslendirmişti ki  sanırım piyanonun arkasından sahnenin içinden yani adamın biri yürüdü diğer tarafa geçti. 

Şarkıyı seslendirirken yani.

Donduk kaldık o an. Hepimiz sivil polis diye düşünmüştük.

Derhal piyano çalmayı bıraktı. Bir saniye kan donduran bir sessizlik oldu.   Ve adama doğru dönüp ''Bir daha sakın yapma bunu:'' dedi Timur Selçuk.

Adam da mahçup başını sallayıp ''Peki'' gibilerinden  bir şeyler geveledi sanırım.

Çok şey öğrendik o an.

Ve dimdik oturduk koltuğumuzda başımız yukarda.

Işık içinde olsun güzel insan.

Bu akşam Timur Selçuk dinleyerek  uğurluyorum onu.

Bir sonraki hayatta görüşmek üzere...

Aşkla uğurlar ola,







xxx




25 Ekim 2020 Pazar

Sıfır Atık Alışveriş Marketleri

Artık plastik ambalajlı ''gıda'' alışverişi yapmaktan vicdanı olarak çok rahatsız oluyorum. 

Uzun yıllardır  alışverişlerde cam  ya da kağıt ambalaj maddesi  tercih ediyorum. Sebze ve meyveyi de yerel pazar , gıda toplulukları ya da mahallemizdeki manavdan kendi alışveriş torbalarımızla yapıyorum.




Dışarıdan yemek konusunda da yine bir kaç senedir daha dikkatli davranıyoruz. Sevdiğimiz bir gıda ise yerine gidip yemeyi tercih ediyoruz ki ek ambalaj maddesi çöpü yaratmayalım.

Yoğurdu evde yapınca yoğurt ve ayran plastik atığı da çıkmıyor evden.

Plastik maddesinin doğaya verdiği zararın ötesinde cam kağıt dahi olsa her ambalaj maddesi aslında gezegenin eti kemiği canından üretiliyor.

Her türlü ambalaj maddesini azaltmak bireysel hedeflerimden şu sıralarda. 

Özetle mevcut durumum artık yeterli olmuyor ve daha neler yapabilirim diye düşünmeye başladım.

Kuzey Avrupa'da yeni tarz marketler kurulmuş. Saklama kaplarınızla gidiyorsunuz ve sıfır ambalaj alışverişi edip evinize geliyorsunuz. Et mi yoğurt mu süt mü hepsini kendi götürdüğünüz kaplarla satın alabiliyorsunuz. Maliyeti de daha ucuzdur eminim. Ambalaj malzemesinin maliyeti de az değil. 

Tüketim  ve israf toplumuna doğru ilk adımlardan biri de bireysel buzdolaplarımızın olması ile atıldı bence. Buzdolabı bulundu ekolojik yaşam tarzımız bozuldu gerçekten.

Sonra onlar büyüdü genişledi. Daha çok gıda alalım diye. Bunun sonucu daha çok ambalaj satın alımı, daha çok gıda israfı ve daha çok  enerji faturası oldu. Buzdolaplarımız büyüdükçe bu sarmalın içine  daha da çekildik.

Hele bir de o koca cipleri ile Km'lerce yol gidip o dev marketlerden aylık alışveriş yapıp eve gelen, sonra bir kaç buzdolabı derin dondurucuya o sözde gıdaları dolduran insanlar iklim krizinin en çok vicdan yükünü taşıyan insanlar bana göre. Çoğu da çöp oluyor gıdaların bir süre sonra.

Hindistan çok nüfuslu ve nüfusunun çoğu fakir olan bir ülke. İnsanların  çoğunun evinde buzdolabı yok. Günlük hatta öğünlük alışveriş yapılıyor ki çoğunlukla evin yakınındaki sokak satıcına yürüyerek ulaşılıyor, kendi bez torba ya da kaplarına alacaklarını alıyorlar. Ve gerçek ihtiyaçları kadar alışveriş yapıyorlar. Gıda israfı nerede ise sıfıra yakın.

Bu ülkelerden birine zengin ülke diyoruz diğerine fakir ülke.

Eski bir yöneticim az şeye ihtiyaç duymak asıl zenginliktir demişti.

Gezegene verdikleri zarar da dikkate alınarak sizce hangi ülke daha zengin ve de gelişmiş?

Bence yeni bir rating (derecelendirme) sistemi yaratılmalı.  Ülkeler gezegene verdikleri zarar ve/veya iklim krizine katkıları üzerinden derecelendirilmeli. Ben bir dünya vatandaşı olarak tercihlerimi buna göre yapabilmek isterim.

Elbette yerel üret yerel tüket asıl hedefimiz ki ekolojik ayak izimizi en azda tutabilelim. 

Yukarıdaki video sıfır atık alışverişi ile ilgili  prensipleri anlatıyor. Dahice bir fikir! 

Umarım her mahallede benzeri gıda marketleri kurulur bizim ülkemizde de en kısa sürede.

İyi pazarlar,







xxx

24 Ekim 2020 Cumartesi

John Dewey ve Türk Eğitim Sistemine Yönelik Raporu

John Dewey, aletçilik olarak bilinen felsefe akımının kurucusu ünlü Amerikalı filozof ve eğitim kuramcısı. Charles Sanders Peirce ve William James'ın görüşlerinin bir sentezini yapmış olan Dewey, pragmatizmi, mantıksal ve ahlaki bir analiz kuramı olarak geliştirmiştir.



20. yüzyılın en büyük eğitim düşünürü olan John Dewey yapılandırmacı yaklaşımın öncülüğünü yapmıştır. Yaparak yaşayarak öğrenmeyi vurgulamıştır. Laboratuvar okulunu açmıştır. ‘Demokrasi ve Eğitim’, ‘Yaşantı ve Eğitim’ önemli eserlerindendir. Deneyim teorisi, eğitimin yanında psikoloji ve felsefe alanında da okunmakta ve tartışılmaktadır. Dewey'in görüşleri dış mekânda eğitim, yetişkin eğitimi ve deneyimsel terapiler gibi yenilikçi eğitim yaklaşımlarının tasarımını güçlü bir şekilde etkilemeye devam etmektedir. John Dewey genel eğitim anlayışının aksine, çocuk tarafından başlatılan çocuğun deneyimlemesi, ilgileri üzerine temellenen ve anlamlı faaliyetlere entegre edilen eğitim programı fikrini öne sürer. Dewey’in eğitim ile ilgili görüşleri aşağıdaki şekildedir. 

- Eğitim, yaşam boyu süren bir eylemdir.

- Öğrenciler deneyimleyerek öğrenmelidir.

- Eğitimde çocuğun doğal yapısı, bireysel farklılıkları dikkate alınmalıdır.

- Eğitimin merkezi çocuk olmalıdır.

- İçerik çocukların ilgi ve yeteneklerine göre düzenlenmelidir.

- Bilgiler hazır sunulmamalı, ezberletilmemelidir.

- Çocukların keşfetmesine ve düşünmesine olanak tanınmalıdır.

- Elle deneyimlemeyi sağlayan fiziksel etkinlikler yanında zihinsel becerileri harekete geçirecek etkinlikler yapılmalıdır.

Atatürk, Dewey’ i Türk eğitim sistemi hakkında rapor hazırlamak için Türkiye’ye davet etmiştir. Daveti kabul eden Dewey 1924 yılında gerçekleştirdiği iki aylık bir ziyaret sonunda bir rapor sunmuştur. Rapor Dewey’in eğitim felsefesinin izlerini taşımakla beraber daha çok yeni kurulan bir sistemin temel eksikliklerini gidermeye yönelik pratik öneriler içermektedir. Dewy’in Türk eğitim sistemi için hazırlamış olduğu raporda yer alan başlıklar aşağıda verilmiştir 

- Çocuklara bağımsızlık ve demokrasi çerçevesinde eğitim verilmelidir.

- Çocuklarda özsaygı ve özgüveni pekiştirecek faaliyetler esas olmalıdır.

- Çocukların özgüvenini geliştirmek için onlara yapabilecekleri küçük sorumluluklar verilmelidir.

- Okullar bulunduğu mahallin ihtiyaçlarına göre çeşitlendirilmelidir. Örneğin, tarımla uğraşan bir köyde hangi tarım ürünleri daha çok yetiştirilebiliyorsa o ürünler üzerine mutlaka uygulamalı dersler olmalıdır.

- Üniversiteye devam etmek istemeyen öğrenciler için mutlaka teknik ve endüstri teknik meslek liseleri açılması lazımdır. Bu tip okulların mutlaka atölyeleri olmalıdır.

- Özellikle ilkokul ve ortaokul öğrencilerine el işi, sanat, spor ve oyun ağırlıklı dersler konulmalıdır.

- Okul binası ve eğitim materyalleri için mutlaka bir bütçe ayrılmalıdır.

- Öğretmen maaşları artırılmalıdır. Geçim derdine düşmüş bir öğretmenden asla istenilen verim alınamaz.

- Her öğretmenin kendi branşında uzmanlaşması sağlanmalıdır.

- Müdür ve müfettiş olmak isteyenler, özel eğitimlere tabi tutulmalıdır.

- Öğretmenlerin birbirleriyle bağını kuvvetlendirip bilgi alışverişinde bulunabilecekleri bir platform ya da kurul oluşturmakta çok fayda vardır.

- Seyyar ve gezici kütüphaneler kurulmalıdır.

- Bakanlık bünyesinde mutlaka bir tercüme birimi olmalıdır.

- Tüm bu çalışmalar ışığında yerli ve milli bir eğitim sistemi oluşturarak ülke geneline yayılmalıdır.


Bilmiyordum bugün öğrendim bu çalışmayı. Eğitim sistemimizdeki mevcut duruma bakınca ne çok anlam ifade etti bu rapor.

Paylaşmak ve buraya not düşmek istedim.

Büyük vizyoner,  çağın ötesini gören ulu önderimize bir kez daha hayran kaldım.

Sağlıkla ,







xxxx






 

21 Ekim 2020 Çarşamba

GÜNÜN SÖZÜ / WORD OF THE DAY

 ''Rotanı bir yıldıza sabitlersen; bütün fırtınalarda yolunu bulursun:'' Leonardo da Vinci









xxx



17 Ekim 2020 Cumartesi

Dünya Etik Gününde ''Aktif Felsefe''

 Bugün Dünya Etik Günü imiş. Aktif Felsefe sayesinde öğrendim bu özel günü.

Salgın günlerinde Aktif Felsefe'nin ve kardeş STK GEA Arama Kurtarma 'nın uzaktan genelde zoom üstünden haftalık webinar dizilerini izledim. 


Halen devam ediyor webinar etkinlikleri ve you tube üstünde de bir çok videoları var.

İki sene önce keşif etmiştim bu iki adresi aslında.

Anadolu Yakası'nda Üsküdar 'da Fıstıkağacı denilen bölgede yerleri. Ve bir çok şehirde aktifler.

Bir kaç kez salgın öncesi kendi yerleşkelerinde de seminerlere katılmıştım.

Linki paylaşıyorum buradan.  http://www.aktiffelsefe.org Tüm sosyal medya hesaplarından takip edebilirsiniz.

Uzaktan y ada kendi yaşadığınız şehirde iletişime geçebilirsiniz.

Gerçekten çok değerli bilgiler ediniyor ve düşünüyor insan. 

Özellikle karantina döneminde yaşadığımız o yalnızlık duyusu, korkular , stres ve  içe dönme halleri ile  baş etmeme çok destek oldular. Eminim bir çok takipçileri de benzeri duyguları taşıyordu.

Bugünün özelinde ''Konfüçyus ve İdeal Toplum''  isimli bir webinar vardı.

Ne kadar anlatsam yeterli olmaz muhteşemliğini.

Ne çok değerli bilgi, soru ve cevap ile dolu bir webinar oldu.

Daha bir cesaret daha bir umut doldum. Ruhunuzu yükseltiyor bu webinar dizileri.

Hayatın ne kadar da  muhteşem ve sihirli bir yer olduğunu hatırlıyorsunuz.

Ve hiç bir şey nedensiz değil.

Konfüçyus 'un hayatını felsefesini ve özellikle liderlikle ilgili değerlerini dinlerken aklıma Mustafa Kemal Atatürk geldi.

Gülmeyin çok ciddiyim.

Varsa eğer bireyin yeniden doğması reenkarnasyonu (çok farklı inanışlar var biliyorum) hani lafın gelişi deriz ya eski hayatında şu kişiymiş diye, kesin Konfüçyus 'ten onun ruhundan izler var Atatürk'te. 

Konfüçyus'un değerleri bakış açısı yaklaşımlarını dinledikçe bugün ülkede ve dünyada yaşadığımız kaos çok daha netleşti. Çıkış yolu belli! 

Filozof binlerce yıl önce anlatmış tane tane biz ''dünyalılar'' için.

Dedim ya çok etkilendim enerjim yükseldi bugün.

Sizi de  bu özel günde Aktif Felsefe ile tanıştırmak istedim.

Takibinize alın derim!

Sevgiyle,








xxx






10 Ekim 2020 Cumartesi

Geç Kalmış Bir Teşekkür

 2010 yılının sonbaharında oluşturuldu bu blog.

İlham kaynağım ise Julie & Julia filmi idi. Gerçek bir hayat hikayesini içeriyordu ki ben  çok etkilenmiştim. Julia Child Amerikalılara Fransız mutfağını sevdiren bir şef yazar TV programcısı idi. Filme konu olan kitabını 1961'de yayınlaşmış ilk kez. Ve de işte filmin başrol oyuncusunun kurduğu o  blog ile o tariflerin yeniden hayat verilmesine hayran olmuştum. Evet evet bir blog kurmak gerçekten de iyi fikir olabilirdi.


İlk önceleri kendi şiir ve öykülerimi aktardım İngilizce olarak. İlk zamanlar İngilizce yazıyordum. Sonradan Türkçe yazmaya başladım. Zaman içinde çeviri seçeneği de gayet başarılı çeviriler yapmaya başladığından dünyanın hemen hemen her yerinden görüntülenmeye başladı blog.

Adı önce ''Mavi Denizkızının Şarkıları' oldu. Daha sonra yolun yarısında ismi ''Vahşi Kadının Şarkıları 'oldu. Ve şimdilik ''Ufkun Ötesi'' ile devam ediyor yolculuğumuz. Benim içimdeki değişimlerin dışa yansımasıdır belki bu isim değişiklikleri. 

Bugün itibarıyle  103.222 görüntüleme almış blog. Bunun 38.300 'ü Türkiye, 19.300 'ü Rusya ve 14.300 'ü ise ABD' den. Sonra Ukrayna, Almanya; Fransa diye gidiyor bu liste. Singapur, Mısır, Vietnam, Brezilya, Suudi Arabistan gibi ülkeleri görünce ne çok seviniyorum anlatamam. Dünyanın her köşesinden izleniyor okunuyor  olmak...

Duygu ve düşüncelerinizle dünyanın her yerinde olmuş ya da insanlara dokunmuş gibi hissediyorum ki bu his muhteşem.

Ve işte tam 10 yıl sonra buradayım.

Kendi kendime 100.000 görüntülüme olunca bir teşekkür mesajı paylaşmaya söz vermiştim.

Biraz gecikmeli olsa da bugün bu teşekkürü iletmek istedim.

Bu zaman zarfında pek çok şey oldu hayatımda. Yeni işler, yeni şehirler, yeni insanlar, yeni dostlar, yeni ilişkiler, yeni hobiler, yeni meraklar...Çocuklar büyüdü, aile büyükleri göç etti başka maceralara. Minik dişi bir kedi annesi oldum. 

Geçen 10 yılı dolu dolu yaşadım diyebilirim. Acısı ile tatlısı ile.  Yaşamın döngüleri içinde yolumu alırken 50'li yaşlara adım attım.  Ve blog hep hayatımda yer aldı bir dost gibi. Usul usul yanımda yürüdü. Zaman zaman az oldu paylaşımlar. Bazen de aynı günde bir kaç paylaşım oldu. 

Yazmanın iyi geldiğini iyi hissettirdiğini söyleyebilirim. Çevremde paylaşacak deneyimi söylecek sözü ve bilgisi olan arkadaşlarıma da hep öneriyorum blog açmalarını bu nedenle. 

Kim bilir belki de bu diyarlardan gitmeden önce bir iz bırakma telaşıdır benimkisi ? Ağaçların her sonbahar kışa girerken tohumlarını etrafına saçması gibi tıpkı. Kıştır sonuçta gelmekte olan.

Paylaşımlarıma gelen en ilginç ve de motive edici  yorumu da  paylaşmak istiyorum sizinle.

Avatar filmi  ile ilgili bir paylaşımıma  yabancı bir takipçi  yapmıştı bu yorumu.

Paylaşımımda çeşitli formlarda (Avatar) bedenlenen Tanrı Vishnu' nun koruyucu fonksiyonunu ,  Avatar filmindeki mavi renkli Navi halkı üzerinden yerine getirdiğini yazmıştım. Hint çizimlerinde hep mavi renkle ifade edilir Vishnu  ya da Krishna  avatarları. İnsanlara doğanın gezegenin yaşamın koruyucusu olma sorumluluğunu hatırlatan bir mesajı vardı filmin de. 

Ve bu paylaşımı okuyan yabancı bir izleyicim Vishnu'nun Avatar 'ları ile ilgili bir tez yazdığını ve yazımdan oldukça ilham aldığını , çalışmasında da buna yer vereceğini yazmıştı.

Ne çok mutlu olmuştum. Benim bireysel motivasyon kaynağım  ve hatta mutlu olma nedenlerimden  biri de diğerlerine ilham vermek olduğundan, tavan yapmıştım mutluluktan  anlayacağınız.

Geri bildirimlerinizle  daha çok zenginleşiyor ve yazmak için cesaret motivasyon buluyorum.

İyi ki varsınız! Burada benimle bu alanı paylaştığınız için teşekkür ederim.

Bu arada bahsettiğim filmi havaların serinlemeye başladığı ve gökyüzünün gri ile dans ettiği bu günlerde öneririm.

Yazmaya nefes almaya gülümsemeye yola devam...

Sevgiyle








xxxx








26 Eylül 2020 Cumartesi

Anadolu' da Yaşama Alan Açan Ağaç

 Daha önce paylaşmış olabilirim.

Ancak nedense bugün çok aklıma geldi sevgili Porsuk Ağacı. 

Salgın olmasa geçen Mayıs ayında gidip ziyaret etmeyi planlamıştım oysa ki.

Tekrar tekrar izliyorum videoyu bugün.

Avatar' daki  Eywa ağacını anımsatıyor bana bu ağaç.

Bu topraklarda sürdürülebilir yaşamın devamı için bu dev bilge ağaçların , ormanların, dağların korunması çok çok önemli.

Web of Life (yaşam ağı) ağaçlar aracılığı ile korunuyor. Ağaçları toprak altından biri biri ile bağ kurduğunu hatırlayın. Tıpkı onun gibi toprak üstünde de biz insanlar ve diğer canlılarla bağları olduğunu düşünüyorum ağaçların.

Her ağaç , orman, dağ , yaban kıyımında aslında bizim de bağlı olduğumuz (elektronik aletlerin internete bağlanması gibi) yaşam ağı yara alıyor zarar görüyor.

Biz insana düşen doğa ile uyum ve işbirliği içinde yaşamak.

Yoksa işimiz çok zor!


 













xxx

20 Eylül 2020 Pazar

Neden Kadınlar Her şeyi Daha Detaylı Düşünür?

Erkek kardeşim göndermiş bu videoyu  bugün...

İzlemeli izletmeli gerçekten!

Beyinlerimizin nasıl çalıştığını anlarsak  iki cins arasındaki iletişim ve uyumun çok daha iyi olacağını düşünüyorum.  

Hep derim kadın erkek eşit değil diye . Birbirini tamamlayan farklı fonksiyonlara sahibiz. İyi ki de öyle!

Adil güvenli etik değerlerin yüceldiği başka bir dünya için daha çok kadının ülke / dünya yönetiminde söz sahibi olması gerek gerçekten de.

Salgın döneminde kadın liderlerin olduğu ülkelerin kriz yönetimindeki başarısı da buna bağlanıyor.

Anaerkil düzen belki de yeniden yükseliyor yeryüzünde.

Belki de anaerkil dönem cennette yaşıyorduk. Ataerkil dönemde ise cehennemi yaşıyoruz. Cennetten düşme metaforu da belki bunu anlatıyorduk.

Kolay zamanlar değil bunlar. Ve daha da zorlaşacak gibi gözüküyor yaşam.

Seçimlerimizi kriz yönetiminde daha başarılı , sorumluluk bilinci daha gelişmiş , adalet ve merhamet sahibi bireylerden yapmak belki de daha akıllıca olur.



İyi pazarlar!








xxx

19 Eylül 2020 Cumartesi

GÜNÜN SÖZÜ / WORD OF THE DAY

 ''Aydınlığı içinde taşımaya bak. İşte o zaman karanlıkta bile yolunu bulabilirsin.''  William Blake


''Beaware to carry the light inside.Then you can find your way even in the dark.''



13 Eylül 2020 Pazar

İki Yüzlü Demokrasi

Doğuştan gelen oy kullanma hakkı ile belirli bir eğitim seviyesindekilerin oy kullanma hakkı şeklinde özetleyebileceğim iki farklı  demokrasi tanımı üzerine konuştuk geçen gün oğlumla.


Bana şöyle bir örnek verdi. 

Bir gemi de kaptan seçilecek olsun. Bu kaptanı seçen kişilerin deniz, gemi ve deniz yolculuğu ile ilgili hiç bir bilgisi olmayan insanların mı kaptanı seçmesini tercih edersin yoksa işin içeriğini gereklerini ihtiyaçlarını bilen insanların mı kaptanı seçmesini tercih edersin?

Cevap çok net değil mi?

Platon (Eflatun) da  benzeri şekilde bütün toplum için en doğru seçimi kararı ''eğitimli'' insanların yapabileceğinin altını çiziyor.

Eğitimsiz insanların demagoglar tarafından manipüle edilip  sistemin oligarşiye dönüşebileceğinden hatta diktatörlüğe evrileceğinden bahsediyor.

Şimdi bu eğitimli insan konusu çok tartışmaya açık ve de hiç bir şekilde ortak mutabakatın sağlanamadığı bir konu.

Aslında burada anlatılmak istenen muhakeme etme becerisi , analitik düşünce becerisi, yaratıcı düşünme becerisi, soyutlama yapabilme, objektif düşünebilme becerisi, stratejik düşünme becerisi, problem çözme becerisi, resmin tamamını görebilme parça bütün ilişkisini kavrayabilme gibi çeşitli üst düzey bilişsel düşünme becerilerine sahip olma halidir.  

Bu becerilere sahip kişilerin toplumun kaderini belirleyecek kararları daha sağlıklı objektif ve doğru şekilde alması beklenir. Bu etkiyi ya da sonucu sabote etmenin ortadan kaldırmanın tek yolu ise eğitim sisteminin yerle bir edilmesidir.

Bundan 35/40 sene önce liselerde felsefe mantık dersleri okutulurdu. Gençlerin çoğu bizim bugün Anadolu Lisesi olarak tanımladığımız matematik fizik kimya biyoloji gibi pozitif bilimlerin öncelikle okutulduğu liselere giderlerdi. Özgür yetişkin bireyler olarak ülkemize ve insanlığa en iyi şekilde hizmet etmek öncelikli değerimizdi. Üst düzey düşünme becerilerini kazandırmak ortak hedefi idi sanki o dönemdeki eğitimin.

Bugün geldiğimiz noktada hem akademik olarak çok geriledik (yukarıda bahsi geçen düşünme becerilerinden yoksun gençlerin/toplumun büyük kısmı malesef)  hem de değerlerimiz büyük erozyona uğradı. 

Hal bu olunca , sadece doğuştan gelen hak ile  seçim sandığına gidip oy kullandıkça, ülke daha çok oligarşi ve diktatörlük girdabına doğru yol aldı ,alıyor sanki. Son üç dört seçim ile nereden nereye geldiğimizi düşünün.  

Atatürk'ün onca öngörüsüne rağmen bunu öngörememiş olabileceğini düşünemiyorum. Muhtemelen Köy Enstitüleri, eğitim birliği, dini eğitim veren tarikat ve medreselerin kapatılması gibi büyük adımlar attıktan sonra sistemin bu şekilde ilerleyeceğini ve dolayısıyla bu sistem aracılığı ile  düşünsel beceriler ile donatılmış yeni nesillerin  yetiştirileceğini düşünmüş olmalı. Ve fakat ta Köy Enstitüleri' nin kapatılmasından başlamak üzere çomak sokuldu ülkenin eğitim sistemine. Bilerek ve isteyerek!

Bunu yapanların amaçları  ise savaş alanında ele geçiremedikleri toprakları ve kaynakları, toplumun düşünsel becerilerini geriletip , bunun sonucu olarak istedikleri şekilde sandıklara dolaylı yoldan müdahale ederek, ele geçirmekti. Ülke toprakları parsel parsel yabancılara satılıyor. Filistin'in başına gelenlerden ders alınmıyor anlaşılan. Anadolu'nun her köşesi maden arayan şirketler tarafından delik deşik edildi. Üstelik çıkarılan altının çok çok az miktarı bırakılıyor bize. Hani Osmanlı'nın çöküş döneminde arkeolojik soygun yaşamıştık ya, şimdi ise doğal kaynaklarımız soyuluyor yağmalanıyor.

Çocuğumuz olmayabilir, çok zengin olabiliriz ve de en iyi özel okullara gönderebiliriz çocuğumuzu ya da çocuğumuz çok çok başarılıdır ve de burslu iyi okullarda okuyabilir. Toplasak bu imkanlara sahip çocuk genç sayısı  genç nüfusun % 10'unu  geçmez. Her kim olursak  olalım bu ülkenin vatandaşı olarak bu ülkede yaşadığınız sürece düşünsel becerileri kazandıran,  akademik olarak yetkin bir eğitim sistemi hepimizin öncelikli derdi olmalı. 

Özetlersem sandığa gitmekle demokrasiyi bu ülkeye getireceğimizi ya da yaşayacağımızı düşünmek büyük yanılsama. Eğitim sisteminde fabrika ayarlarına dönerek, oy kullanma ehliyetine sahip , aklı hür vicdanı hür  bireyler yetiştiremediğimiz sürece bu ülkeye hak hukuk adalet eşitlik özgürlük gelmesi mümkün değil. 

Eğitim sistemi  ve eğitimciler bir ülke için varoluşsal öneme sahiptir. Zira ülkenin bütünlüğünü  ve birliğini koruyabilecek , toplumun ortak ihtiyaçları doğrultusunda sorumlu tercihler yapabilecek yeni nesilleri yetiştirecek olan , eğitim sistemi ve eğitimcilerdir.

Umutla,










xxxx






12 Eylül 2020 Cumartesi

Evine Git Turist

Bugün gazetelere Rusya'nın 2030 yılına kadar iç turizm hacmini 3 katına çıkartmak üzere yeni teşvik paketleri hazırladığı haberleri düştü. Amaç on yıl sonra  ülke dışına turist göndermemek.



Bu haberi okuyunca aklıma EKOIQ dergisindeki sürdürülebilir turizm araştırması geldi. 

Araştırma özetle bildiğimiz mevcut turizm sektörünün hem iklim krizine hem de  turist çeken ülkelerdeki çevre/kültürel kirliliğine yönelik muazzam katkılarını irdeliyordu.  Ve önermesi sürdürülebilir doğa ile insanla kültürle barışık yeni bir turizm sektörü oluşturulması doğrultusundaydı. Doğanın ve insanlığın ortak saatine ayarlı bir turizm!  

Derginin genel yayın yönetmeni Barış Doğu'nun  Temmuz-Ağustos sayısındaki ''Barbar Turistler'' başlıklı  makalesi vahşi kapitalizmin turizm görüntüsü altında nasıl büyük bir tahribata yol açtığını tüm çıplaklığı ile anlatıyordu.

Daha detaylı bilgi için linki ekliyorum.

http://ekoiq.com/2020/07/27/surdurulebilirlik-turizmin-her-parcasinin-kalbinde-yer-alacak/

Pandemi sonrası yeni normaller oluşurken gezegende sürdürülebilir bir yaşam için her sektör her iş modeli yeniden yapılandırılıyor. 

Bu bağlamda belli ki daha çevreci  daha sorumluluk sahibi yeni bir turizm şekillenecek. 

Belki de Rusya bunu öngördü ve düğmeye bastı.

Ülke gelirlerinin önemli bir bölümünü turizmden sağlayan ve Rus turistin önemli çekim merkezlerinden olan Türkiye'nin , şimdiden geleceği okuyup ona göre önlemlerini alması çok önemli.

Sadece Rus turist değil belli ki iklim krizi ve pandemi  bir çok ülkenin ve  dünya vatandaşının  içe dönmesine neden olacak. İster vicdanen ister ekonomik olsun,  insanlar daha çok kendi ülkelerinde ve/veya evlerine daha yakın çevrelerde ''tatil'' yapacaklar. 

Turist sayılarında kademeli azalma ön görülerek iç turizme yönelik teşviklerin planlanması Türkiye için yaşamsal önem taşıyor.

Bir kenara not düşmek istedim.

Sağlık olsun!












xxx



16 Ağustos 2020 Pazar

Bugünün Adı Feyruz olsun

İlk parçayı  Ajda Pekkan'ın seslendirdiğini hatırlıyorum çocukluğumdaki Türk filmlerinden...

Size de tanıdık gelecek. Benim yaşlarımda olanlarınıza elbette.

 Büyük bir sanatçı o. İç savaş sırasında taraf seçmemiş ve de hiç konser vermemiş.

Sevenleri onu bir Avrupa ülkesine götürmek istediğinde, ''İnsan çocuğundan ayrılır mı ?''  demiş ve de ülkesini terk etmemiş.

Lübnan 'da onca farklı etnik grup, din ve mezhep olmasına rağmen insanların üzerinde anlaştıkları tek ''değer'' olarak kabul edilen bir sanatçı o. Nasıl bir sevgi, adanmışlık ve aidiyet duygusu ? Gidebilecekken gitmemek. Kalmak!

Sanat ve sanatçının birlik beraberlik ve barış için ihtiyaç duyulan ortak değerlere, ortak zemine en büyük örneklerden biri o.

Beyrut'ta tek yatak odalı başka kiracılarla paylaşılan tek mutfağı olan bir evde dünyaya gelmiş üç kardeşi gibi. Adı Noudad Waide Haddad. Babası Mardin'den göç etmiş bir Süryani . Matbaa işçisi babası ve onca yoksulluğa rağmen çocuklarını okutmak için çırpınan bir baba.  

Komşusunun radyosunda çalan şarkıları dinlemek için pencere kenarına oturduğunu anlatıyormuş hala yaşayan komşuları. Ormana odun kesmeye giderken, kardeşlerini uyuturken, evde ekmek yaparken hep şarkı söylermiş. Okulun korosunda şarkı söylediğinde 14 yaşındaymış. Babası liseyi bitirmesini istediğinden Lübnan Radyosu' ndan gelen teklife önce direnmiş. Sonra izin vermiş. Onu keşif edip müzik dünyasına kazandıran Halim el Rumi 'nin önerisi ile Arapça'da turkuvaz anlamına gelen Feyruz ismini seçer. Lübnan'ın turkuvazıdır o artık.  Eşi Assi Rahbani ile radyoda tanışır. Dört çocukları olur. Eşi artık Feyruz için besteler yapmaktadır. 

Ünlü şarkısı Li Beyrut'ta Lübnan'ın birliğinin nasıl bozulduğunu anlatır. Halkın bu bozulma yüzünden ağır acılı bedeller ödediğini çok iyi anlatır bu şarkı. 

Geçenlerde Beyrut'ta ki patlama ile sosyal medyada paylaşıldı bu şarkısı Feyruz'un. Yine Beyrut'un acılı sesini duyurdu tüm dünyaya Feyruz. 

Bir ülkenin başına gelebilecek en kötü şey iç savaş. Birliğin bozulması neden oluyor buna. Nasıl ki aile güvenli bağlanma ve aynı zamanda bağımsızlığa saygı duyulması ile yuva oluyorsa , ülke de vatandaşlarının birbirine güvenmesi ve farklılıklarına özgürlüğüne özerkliğine saygı duyması ile vatan oluyor. 

Farklılıklarımızı bir tehdit olarak değil zenginlik olarak gördüğümüz zaman ortak bir zeminde birlikte yürüyor olabileceğiz. Ortak yaşanmış acılar , mücadeleler bizi birleştiriyor bir yandan da. 100 yıl büyük bir özgürlük savaşı vermiş , dünyaya ilham olmuş bir ülkenin vatandaşı olarak hala umudum var benim.  

Ne kadar zor gelirse gelsin ne kadar ters gelirse gelsin birbirimizi anlamaya birbirimizin yerine diğerini koymaya var gücümüzle çabalamalıyız.

Bizi ortak değerler birleştirecek. Adalet özgürlük eşitlik dürüstlük iyilik güzellik yaşam hakkı dayanışma işbirliği yardımlaşma doğruluk ...

Aynı melodilerle gülen ağlayan dans eden insanlar düşman olamaz.

Feyruz, ülkesinin olduğu gibi tüm insanlığın da  ortak değeri. Bizim en derin, en naif en insan yanımızın sesi..

O şarkı söylemek için doğmuş ve kendini gerçekleştirmiş bir sanatçı.

Sesin hep çınlasın gök kubbede sevgili Feyruz!











xxx





 







 

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Güvenilir Olmanın Dayanılmaz Mutluluğu

Hülya ile yaklaşık on yıl önce tanıştım. 2010 yılında Acıbadem' e taşınmış ve büyük oğlumu devlet okulunda dördüncü sınıfa yazdırmıştım. Hülya'nın oğlu ile sınıf arkadaşı idi oğlum. Pek yakındılar o dönemde. Birbirlerinin evlerine gelir giderlerdi. Dolayısıyla Hülya ile de arkadaş olmuştuk.


Sonra ben şehir dışına taşındım. O İstanbul'un başka bir yerine taşındı. Çocuklar başka liselerde okudu. Hep iletişimimizi koruduk. İstanbul'a geldiğimde yeni evinde ziyaret etmiştik çocuklarla onları. Bir ara Malatya'ya taşındı ailesinin yanına. Şimdi oğlu yurt dışında üniversite okuyor. Benim ki de hazırlığı geçti seneye birinci sınıf öğrencisi olacak. Üniversiteli delikanlılar artık.  Velhasıl hayat oluyor yıllar geçiyor çocuklar büyüyor dostluklar pekişiyor.

Dün sabah Salacak sahilde buluştuk yine Hülya ile. Harika bir sabahtı.Işıl ışıl neşeli...

Bekar bir anne o da ve eski eşi yurt dışında çalışıyor. Maddi desteği var oğluna eski eşinin. Görüşüyorlar da...

Hem anne hem baba olmaya çalışan ve çocuklarının hayatında tek kişi olan tek ebeveynlerin , çocukların hayatında kritik bir rolü var. O anne ya da baba ile hayata tutunuyorlar çocuklar. O tek ebeveynin dahi kaybı büyük kaos yaratabilir çocukların hayatında. Yani hasta olmaya, depresyona girmeye , yorulmaya hatta ölmeye bile hakkımız yokmuş gibi hissediyorum zaman zaman.

Nitekim oğlunun kendisine bir şey olursa hayat ile nasıl baş edebileceği kime güvenebileceği konusunda  çekinceleri  olduğunu iletti bana. Fiilen varlığını hissettiği maddi olarak da yanında olan bir baba ve diğer aile üyelerine rağmen böyle hissediyordu genç delikanlı ve bu çok anlaşılır bir duygu idi. Benim oğullarım da benzeri duyguları taşıyor olabileceğini  düşündüm o an.  Bana net bir şekilde ifade etmeseler de benzeri duyguları taşıdıklarını düşünüyorum sezgisel olarak. Maddi manevi tek ben olduğum için hayatların da bu duyguları daha bile yoğun olabilir.

Ve arkadaşım bence harika bir çözüm bulmuş. 

Güvendiği üç yetişkin dostunun ismini telefonunu oğluna vermiş. Bana bir şey olursa bu kişilerle (ki biz de tanıyoruz oğlunu) her konuda danışabilir akıl alabilirsin hayatınla ilgili  diye. 

Ve ben de o üç kişiden biri idim.

Kendisine bir şey olursa biricik evladını emanet ettiği üç insandan biri olarak beni seçmişti arkadaşım. Düşünsenize sorumluluğun büyüklüğünü ve size güvenilmiş olmasını. Aile üyesi bile değilken...

Ne kadar çok onur duydum anlatamam.

Güvenilmek, sevilmekten çok daha büyük bir armağan gerçekten. 

İzin istedi benden zarifçe ,elbette dedim ben de.

Şimdi benzeri bir konuşmayı ve adreslemeyi ben yapacağım oğullarıma.

Güvenilmek kadar gözün arkada kalmayacak kadar evladını emanet edebileceğin insanlarının olmayı hayatında ne  büyük zenginlik gerçekten.

Çocukların gençlerin kendini güvende hissetmesi çok önemli , özellikle şu sıralar.

Maddi kaynak yaratma  anlamında da,  mesleğim olduğundan,  hayat sigortası yaptırmanızı önerebilirim. Hiç olmaz ise üniversite bitirene kadar okul masrafları karşılanır ve aylık makul primlerle bunu sağlamak mümkün.

Nice güzel sevgi ve güven dolu insanlarımız olması  dileğimle...









xxx


14 Ağustos 2020 Cuma

Arda Turan'ın Transferinin Düşündürdükleri

Arda Turan'ın  Galatasaray'a  transferi haberini okuduğumda çok şaşırdım,  inanamadım bu habere ve de  müthiş tepki duydum.

Neden mi?

Bir kaç sene öncesinde basına yansıyan bir taciz skandalı ve sonrasında yaşanan olaylar aklıma gelmişti. Nerede ise her gün bir kadının öldürüldüğü , tacizin tecavüzün günlük ''sıradan'' bir olaya dönüştüğü , İstanbul Sözleşmesi' nin tartışıldığı ve de sağlık çalışanlarına şiddet yarasının her gün kanadığı bir  ortamda böylesi bir transfer, bu ülkede yaşayan bir  kadın ve yurttaş olarak beni isyan ettirdi.  

Olayı tekrar araştırdım. Futbolcu İstanbul 41. Asliye Ceza Mahkemesi' nde görülen duruşmada taciz iddialarıyla ilgili delil yetersizliğinden beraat etmiş, ruhsatsız silah taşıma, korku kaygı ve panik yaratacak şekilde silahla ateş etme, kasten yaralama suçlarından toplam 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezası almış. Mahkeme, hapis cezalarıyla ilgili hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiş! Kafa atarak birinin burnunu kıran, belinde silah ile hastaneye girip  silahı hastanede ateşleyen birinden bahsediliyor haberlerde. Taciz kısmına odaklanmıyorum zira delil yetersizliğinden beraat etmiş.

Gelişmiş ülkelerde topluma rol model olan insanların en yüksek ahlaki değerlerle davranması beklenir. Buna bir örnek vereceğim . İngiltere'de bir banka müdürü metroda indirimli biletle yakalandığında, işini kaybetmişti  ve bu da yetmemiş ömür boyu finans sektöründe çalışmaktan men edilmişti. Bu kararın dayanağı da topluma rol model olan insanların etik değerlere ve toplumsal kurallara uygun davranması gerektiği idi. Toplum nezdinde ''görünür'' olan insanlar özellikle yeni nesillere gençlere rol model oluşturur  ve bu nedenle topluma karşı sorumlulukları vardır.  Hele hele spor müzik sinema gibi belirli sektörlerdeki insanların çok daha dikkatli olması beklenir. Topluma mal olmuş insanlardır bu insanlar ve artık sadece kendileri için yaşamazlar. Bu çok ciddi bir sorumluluktur.  Bu sorumluluğu taşıyamayan ve olması gerektiği gibi davranamayan insanların  topluma kötü rol model olarak zarar vermemesi için , toplumun en yüksek çıkarlarını düşünen ve bu doğrultuda kararlar verip adaleti tecelli ettiren mahkemeler ve/veya meslek örgütleri sorumsuz kişiyi meslekten ihraç ederler ya da apoletlerini sökerler. Bu da topluma dolaylı yoldan bir mesaj vermektir. 

Örneğin nasıl bir  tıp doktoru toplum vicdanını zedeleyen yüz kızartıcı bir suç işlediğinde  veya meslek etiğine uymayan bir davranışta bulunduğunda , mesleki diploması iptal edilebiliyorsa bu tüm meslekler için geçerlidir. 

İtalya'nın ve belki de bir çok Avrupa ülkesinin vatandaşlık hakkı kazanmış yabancılara koyduğu yeni bir şart var. İtalya, sicilinde kadına şiddet var ise kişinin  kabul etmiyor vatandaşlık talebini. İşte böyle yazılı kanunların üstünde alınan kararlar ile toplumun kanayan yaraları iyileştirilir, sarılıyor. Ve de bir daha benzeri olayların  olmaması için yaptırım oluşturuluyor.

Arda Turan'ın adının , kadına taciz ve hastanede  şiddet gibi toplumun çok  hassas olduğu iki konuda , olaylara karışmış olmasından  sadece iki yıl sonra, ülkenin önde gelen bir futbol kulübüne  transferi toplumsal  değerlerimize dolaylı olarak zarar veren bir durum oluşturmuyor mu sizce de ?

Evli bir erkek olarak yan masadaki evli kadına taciz ettiği iddia edilen (iki taraf evli olmasa da durum  aynı bana göre) , birine kafa atıp burnunu kırıp darp eden, belinde silahla dolaşan, hastaneyi basıp silah sıkan biri büyük paralar karşılığı  bir kulübe transfer olabiliyor bu ülkede demek diye düşünecek bir çok insan ve de gençler özellikle. Paran ve gücün varsa her şeyi yapabilirsin bu ülkede zehiri , toplumun damarlarına iyice yayılacak! Ne acı değil mi? Bunun adı çürüme değil de nedir?

Nitekim taciz iddiasında bulunan davacı Özlem Ada Şahin' nin  de  bu doğrultuda endişelerini ifade ettiğini görüyoruz. İddia diyorum zira mahkeme delil yetersizliği demiş.  Taciz bir yana sadece belinde silah hastane basıp orada terör estirebilen bir kişinin bu toplumda gençlere rol model olamayacağını düşünüyorum.

Eğer bu toplumda kadına ve sağlıkçılara şiddeti bitirmek istiyorsak, silahsızlanmayı özendirmek istiyorsak, kaba kuvvet yerine etkin iletişimle çözüm bulunmasını teşvik etmek istiyorsak, kadınlarımızın kendilerini güvende hissedip özgürce eşit haklar dahilinde hayatın her yerinde olmasını istiyorsak, topluma rol model olma sorumluluğunu taşıyabilen  insanlara bu rolü vermeliyiz.

Toplum mühendisliği böyle bir şey. Kanun uygulayıcıların her verdikleri karar ile toplumun geleceğini yapılandırdığını bilmesi gerekir. Sadece görevi yazılı kanunu uygulamak değildir. Toplumun nasıl bir toplum olacağına her verdiği karar ile dolaylı olarak şekil vermektedir. Keza topluma karşı bu sorumluluk tüm meslek örgütleri ile kurumlar için de geçerlidir. Tüm yetkililerin , kanun uygulayıcıların, güç ve söz sahibi olan herkesin yazılı kanunlar üstünde güncel evrensel değerler çerçevesinde , kadının çocuğun hayvanın doğanın sağlıkçının köylünün  halkın en yüksek hayrına olacak kararları vermek , tavır geliştirmek vicdani sorumluluğu vardır.  

Tacizci tecavüzcüyü iyi halden serbest bırakırsan daha çok taciz ve tecavüz olur. Eli silahlı sağa sola sıkan insanları serbest bırakırsan daha çok insan silah sıkar etrafa. Hayvana tecavüz edeni, çocuğu taciz edeni, eski sevgilisini eşini öldüreni, ormanı yakanı tarihi eseri çalanı yıkanı, rüşvet alanı (benim memurum işini bilir cümlesinden  başladı bu kokuşmuşluk ) , çalanı çırpanı serbest bırakırsan bu tip olayların önüne geçemezsin bu ülkede artık. Bir şey hep oluyorsa bu bir tercihtir. Ve her ne oluyorsa 83 milyon hepimizin sorumluluğu ve katkısı vardır.

Toplumsal yaşamın uyum ve huzur içinde var olabilmesi için tüm insanların birbirlerinin haklarını bilmeleri, sınırlarının farkında olması gerekir. Yazılı kanunların  ötesinde ve de üstünde  ortak etik değerler üzerine kurulmuş bir toplumsal  uzlaşı alanına  zeminine gerek vardır. Ve bu alanın oluşması ve korunması için yazılı kanunların ötesinde dini kuralların ötesinde evrensel etik değerler referans alınmalıdır. Özgürlük eşitlik adalet yaşam hakkı dürüstlük gibi değerler!

Türkiye sanırım bu ortak etik değerlerin üzerine kurulmuş uzlaşı zeminini yitirdi son yirmi yılda. Bunda hepimizin ve en çok gücü iradeyi  elinde tutanların payı var.  Ve hala benzeri yanlışlar  yapılarak  toplum daha da yıpratılıyor.

Seçimlerimizle kararlarımızla ve davranışlarımızla neyi destekliyoruz? Neye hizmet ediyoruz? Neyi yüceltiyoruz? Neye örnek teşkil ediyoruz? Neyi besliyoruz? Bunun gibi soruları sormalı tüm yetkililer, karar vericiler...Ve elbette bu ülkenin vatandaşı olarak hepimiz.

Benim vicdanım sızladı bu haberden. Rahatsız oldum. Utandım ülkem ve yaşadığım toplum adına.

Belinde silah hastane basan bir insanı  alkışlayacak önümüzdeki sezon binlerce insan. 

Galatasaray adına da üzüldüm ve hayal kırıklığı yaşadım. Hatta hiç yakıştıramadım. Dost acı söyler!

Ben sadece bu toplumun bir bireyi olarak , topluma karşı sorumluluğumdan dolayı, bu konu ile ilgili  duygumu düşüncemi paylaşmak zorundaydım. 

Zira yanlışı gördük mü bunu söylemek sorumluluğumuz var  bence  her birimizin yurttaş olarak.

Yanlışı her kim yaptıysa üstelik...

Umarım sağduyu ve vicdan kazanır.



xxxx

GÜNÜN SÖZÜ / WORD OF THE DAY

 İnsan kaderini sevdiği zaman büyüyor...


A person grows up when she/he loves her/his destiny...






xxx



12 Ağustos 2020 Çarşamba

Sosyal Medya Körlüğü

Sosyal medyada karşıma çıkan bir kaç haberde toplumun olayın  gerçeğini resmin tamamını anlamadan çok büyük tepki verdiğini görüyorum bir süredir. Hatta bir haberi okumadan sadece fotoğrafa bakarak yorumlar yapılmıştı. Oysa haberi okuyunca işin bambaşka bir şey olduğu ortaya çıkmıştı. Bu elbette uzun zamandır olan bir durum ve fakat üst üste benzeri olaylar  olunca iyice dikkatimi çekmişti durum.

 

Krishnamurti' nin Doğa ve Çevre üzerine söyleşi ve notlarının derlendiği bir kitap okuyorum şu sıralar.

Aşağıdaki bölüm karşıma çıktı ve sizlerle de paylaşmak istedim.

''Tutum sözcüğü ile ne demek isteriz acaba? Neden bir tutum içinde olmayı  isteriz? Tutum ne demektir? Bir görüş sahibi olmak, bir sonuca ulaşmak. Ne olursa olsun her konuda  bir tutumum olabilir; bu, çalıştıktan, araştırdıktan, irdeledikten, tasarladıktan ve sorunu iyice inceledikten sonra bir sonuca vardığım anlamına gelir. Bu noktaya , bu tutum' a ulaştım; tutum belirlemek direnmek demektir. Bu da kendi içinde şiddettir. Şiddete ya da düşmanlığa karşı tutum beliryemeyiz. Bu da tutumu, kendi belirli sonuçlarımıza, beğenimize, imgelememize, anlayışımıza göre değerlendirdiğimiz anlamına gelir. Sorduğumuz şey şu : İnsanın içindeki bu düşmanlığa, bu şiddete, bu acımasızlığa, hiçbir tutum belirlemeden bakmak, gerçeği olduğu gibi görmek olanaklı mı? Bir tutum belirlediğimiz an, ön yargı sahibi oldunuz, bir yan tuttunuz, dolayısıyla bakmıyorsunuz ve olguyu kendi içinizde anlamıyorsunuz demektir.

İnsanın kendisine tutum belirlemeden , bir sanısı, yargısı, değerlendirişi olmaksızın bakabilmesi , en zor işlerden biridir. Böyle bir bakışta netlik vardır ve ne bir sonuç ne de bir tutum olan bu netlik, acımasızlığın düşmanlığın tüm yapısını yok eder.''

Olaya duruma kişiye ve hatta kendimize ön yargısız yansız tam bir netlikle bakabilirsek o durumun olayın kişinin değişmesi ve dönüşmesi için alan açmış oluyoruz şeklinde yorumladım sözlerini 

Kuantum fizikte bakanın baktığı nesnenin hareketini etkilemesi fenomeni gibi diyebilirim.

Sosyal medya ön yargısız ve yansız olması gereken bakış alanımızı daraltıyor ve bir şekilde bizim düşünme şeklimize müdahale ediyor algı yaratıyor sanki..Her şeyden önemlisi gerçeği net olarak göremiyoruz ve sanki bizi körleştiriyor. Ve de çok ciddi iletişim kazalarına neden oluyor bu alan.  Ayrıca  sürekli tutum belirlememiz tepki duymamız sağlandığından da şiddet dolu. Tanık olduğumuz küfür hararet dolu yazışmalar da cabası. Bu şiddet hem dışarı hem içeri doğru yayılıyor ve kişinin dikkatini odaklanmasını zayıflatıyor. Merkezde dengede kalmasını zorlaştırıyor.  Bunlar benim bireysel gözlemlerim elbette. Eskilerin sözleri ile postu pek kaptırmamak gerek sosyal medyaya özetle. 

Sevgi ile ön yargısız varlığımızı açarak dikkatimizi yönlendirdiğimiz her kişiyi olayı etkilememiz  dönüştürmemiz mümkün mü gerçekten?

Ortak bir enerji alanını paylaşıyorsak ve her şey enerji ise neden olmasın ?

Burada sevginin bir duygu olmayıp enerji olduğunun altını çizmek isterim. Bir titreşim yani...

Sevgi titreşiminde  bakabilmek ön yargısız olaylara , insanlara ve kendimize...

Mevlana 'nın ''Gel, kim olursan gel'' çağrısı şimdi daha bir anlam kazandı.

Sevgiyle,








xxx