19 Mayıs 2019 Pazar

Doğa'da Şenlik Var!

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi'nde 9. Doğa şenliği var şu sıralar.



Tam 32 atölye olacak çocuklar için... Program detayı  http://senlikvar.ngbb.org.tr/program.php

Bu sene dışarıdan katılımcılar da var ilk kez şenlikte.

Buğday Derneği'nin  Resimli Masal Atölyesi'nde gönüllü olacağım ben de...

Bahçenin keşifi için bulunmaz fırsat gerçekten.

Hem havalar çok ısınmadı henüz hem de bir çok eğlenceli eğitici aktivite ile dolu olacak bahçe.

Bir gün izin alınır işten ve kapılır çoluk çocuk getirilir bahçeye.

Hadi gelin siz de!

Sevgiler







xxxxx


12 Mayıs 2019 Pazar

Yaşamın Annelerine Selam Olsun

Bir kaç yıl önce katıldığım , kadınlarla yapılan bir atölye çalışmasında en ''yaş almış'' kadın bendim.



Ve ilk kez tanıştığım kadınlardan biri, yaşımı ima ederek sanırım, ''Artık siz yaşamın annesisiniz.'' demişti. Çok etkilendiğimi hatırlıyorum.

Daha bir büyütmüş daha bir kendim ile temas ettirmişti  beni bu sözler sanki.

Ve bugün üniversiteli kadın arkadaşlarımın grubunda aşağıdaki paylaşım geldi. Bu arada 300 erkek içinde bir elin parmakları kadar kadın idik biz...Şaka değil!

İTÜ Makina Mühendisliği Fakültesi 1984-1988 yılları arasında kesişmişti yollarımız bu güzel insanlarla.

''Doğurmuş doğurmamış,
Doğurmadığını bile bağrına basmış,
Kendi anne olan,
Vicdanı anne olan,
Ruhu anne olan,
Bütün kocaman yürekli kadınlara...
Ve bir evlada anne gibi şefkatle sarılabilen adamlara selam olsun...
Anneler günü kutlu olsun...''

Evet, yaşama ve insana her şekilde emek veren , koruyan büyüten şefkatle ilgi ve özenini sunan, insanı ve dünyayı seven tüm insanların ''annelik günü'' kutlu olsun...

Tasavvuf ile ilgili bir arkadaşım Atatürk'ün tasavvuf açısından annelik mertebesinde bir yere sahip olduğunu söylemişti bir keresinde.

Aklıma o geldi bugün...

Yolumuz böylesi insanlarla kesişsin hep ve de sevgi olsun!

Hoşça olun...











xxxx



10 Mayıs 2019 Cuma

İki Ağaç İki Ülke

Amerikalı bir çift arazilerindeki yaklaşık 180  yıllık tarihi meşe ağacını söküp arazide inşa ettirdikleri evlerinin yanına  dikmiş.



Dünya sadece insana ait ve de diğer tüm canlılar onun yaşam alanının ''süsü'' ya.

Fakat ağaç kurumuş ölmüş.

Hem o ağaca hem de o ağaç ile bağlı diğer ağaç sistemine verdikleri zarardan dolayı yerel çevre koruma yetkilileri dava açmış çifte.

Yüksek Mahkeme çifti, izin almaya gerek duymadan çevre koruma yasasına karşı ''mağrur bir şekilde saygısızca davranıp kasıtlı ve bilerek'' ihlalde bulundukları gerekçesiyle tam 586 bin dolar cezaya mahkum etmiş.

Utanç duymuş olmalı çift ki, satışa çıkarmışlar arazilerini.

Evet, bu meşe ağacını geri getirmez ya da o bölgedeki doğal hayata verilen zararı iyileştirmez. 

Fakat başka yerlerde aynı olayların olmaması için, kamu vicdanında emsal teşkil eder bu dava.

Hukuk, bir nevi insani ve toplumsal vicdanın, yani adaletin koruyucusudur. Varoluş nedeni budur. 

Vicdanı korur hukuk.

Toplumsal olarak uyum ve huzur içinde yaşamanın yolu da, kamu vicdanın korunmasına alan açılması ile , yani hukuk sisteminin yargı yasama yürütme tüm boyutları ile bağımsız olması ile mümkün olabilmektedir. Tüm dünyada tüm hükümetlerin en öncelikli sorumluluğu bu olmalıdır.

Gelelim diğer ağacın hikayesine.

Bildiniz bu da bizim ülkemizden bir hikaye. Hikaye derken gerçek olaylar anlatıyorum sizlere.

Mahallemizdeki parkın içinde bizim muhtarlığımız. Tam arkasında kocaman dev bir defne ağacı vardı. Yaz aylarında gölgesinde serinlerdi muhtarlık. Üst taraftaki bir apartmanın bahçesinde idi bu ağaç. Bir gün baktık ki ağaç kökten kesilmiş. Bir arkadaşım da o apartmanda oturuyor. Sorduk soruşturduk. Ne yöneticinin ne de apartman sakinlerinin bilgisi dahilinde yapılmış değil bu olay. Şok içindeler ve araştırıyorlar. Muhtarın da bilgisi yok.

Ne çıktı bilin bakalım!

Yan apartmanda oturan, eskiden belediye çalışanı olan (yönetimde de olabilir çok net hatırlamıyorum) bir kişi kestirmiş ağacı. Ya belediyeyi çağırdı ya da birini tuttu. Hepsi mümkün!

Başka apartmanın bahçesindeki bir ağacı kestirme hakkı bulabilecek kadar küstah  utanmaz arlanmaz sorumluluk bilinci yerlerde olan biri işlemiş bu cinayeti.

Vicdan yara aldı...

Sonrasında ne oldu bilmiyorum. Dava açıldı mı sonu ne oldu soru işaretlerim var hala.

Kıssadan hisse.

Biz 82 milyon olarak kamu vicdanının bekçileriyiz.

Günlük hayatımızda haksızlığa adaletsizliğe karşı duruş ve mücadele gösterme sorumluluğumuz var.

Önce kendi vicdanımıza karşı bu sorumluluğumuz.

Biz hakkımızı aramadıkça birlik olmadıkça küstah arsız utanmaz hırsızlar katiller dolanıyor olacak yaşam alanımızda.

Konuşma vaktidir artık.

Ben de o genç  yüreğe inananlardanım.

Evet, her şey çok güzel olacak!

Hoşça olun...












xxxx




1 Mayıs 2019 Çarşamba

Başka Türlü Bir 1 Mayıs

Oldum olası ''izm''lere alerjim oldu.

Kapitalizm, soyalizm, komizim, feminizim, faşizim, ateizm, Budizm, dualizm, fanatizm, minimalizm...

Bir nete girip baktım ki  adını bile duymadığım izmler ile karşılaştım. O izim bu izm şu izm...

Önüm arkam sağım solum izim olmuş.




İnsan sanki her duygu durumuna düşünce şekline, varoluşsal duruşuna bir ''izm'' uyun görmüş. Bir izm ile bunu anlatmaya ortak bir dil bulmaya çalışmış. Ve fakat kendini tanımlama kim olduğunu ifade etme çabası için de, fark etmeden bu izmlerin içine sıkışmış kalmış  insan.

Tüm bu izmlerin insanı birbirinden uzaklaştırdığına hatta ötekileştirdiğine inanıyorum. Kendimizi diğerine göre tanımlama çabası zaten baştan ötekileştirmeye hizmet etmiyor mu sizce de? Farklılıklarımıza vurgu yapılıyor bir anlamda ortak ihtiyaçlarımız yerine. Ve hepsi zihinsel ayrımlar tanımlar bunların.

Her bir izm insanı daha da bir bölmüş, parçalamış birbirinden uzaklaştıran görünmez sınırlar çizmiş. Kim olduğunu unutmuş yolunu kaybettirmiş insana.

Fakat insan sınırlara da kurallara da sığmaz.

Hiç hesaplanamayan öngörülemeyen olasılıklar dünyasıdır yaşamın kendisi.

Bu, canlı olmanın nefes alıyor olmanın özetle var olmanın güzelliği zenginliğidir.

Her an her şey olabilir. Ve de imkansız olan mümkündür.

İşte bu bölünmüşlüğümüzü yeniden birliğe taşıyacak bir yol var.

O da ortak insani ihtiyaçlarımızı hatırlamak.

İnsani ortak ihtiyaçlarımız çerçevesinde bir araya gelip,  bunların nasıl karşılanacağına dair adil eşitlikçi şeffaf bir yaşam alanının nasıl tesis edilebilirliğine  odaklanmamız ve bu doğrultuda birbirimize emek vermemiz hizmet etmemiz ,   bizi ileriye götürecek ve birleştirecek.

Maslow insanın temel ihtiyaçlarını ünlü ihtiyaçlar piramidi ile tanımlamıştı. Ekonomik krizler sanırım  toplumsal bir regresyona yani gerilemeye neden oluyor sanki. Piramidin üst basamaklarından alt basamaklarına hatta en alt basamağına doğru bir geriye düşüş söz konusu oluyor.

Şimdi bazı günler istatiktik verileri paylaşacağım. Yuvarlatılmış rakamlar bunlar ve de TÜİK ile FOX TV paylaşımlarından edinilen bilgilerdir.

Türkiye'de çalışabilen 15-64 yaş arası nüfus toplam nüfusun % 67.8 i yani yaklaşık 55 Milyon

0-14 yaş çocuk nüusu % 23.4 ile yaklaşık 20 Milyon

% 8  ise 65 ve üstü nüfus ise % 8 ile yaklaşık 6 milyon

Fox TV den dinlediğim bilgiye göre 17 Milyon çalışan var ve bunların % 60 'ı  asgari ücret civarı ücret alıyor. Ve açlık sınırı ilk kez asgari ücreti geçmiş! 2017 'de sigortalı çalışan sayısı 19 Milyon civarındaymış.

8 Milyon işsiz var diyorlar. % 13.5   işsizlik oranı ile bu aslında 10 Milyon civarı çıkıyor.

Ve de ülkemizde yaklaşık 30 Milyon insan devlet yardımı ile yaşıyormuş.

Şimdi bu verileri yan yana koyup oluşan resme bakalım. Bu arada ben hesaplarımı 82 Milyon'a göre yaptım.

Toplumun % 36'sı devlet desteği ile yaşıyor.

Çalışabilen nüfusun % 30'u sigortalı işte çalışıyor ve de çalışabilenlerin de % 60'ı açlık sınırında yaşıyor. Bu da 10 Milyon insan demek oluyor. Tahminen çalışabilen nüfusun yarısı kadın ve çoğunluk sosyal güvencesi olmayan ev kadınları. Kadın erkek oranımız nüfusumuzda yaklaşık yarı yarıya.

Çalışanların sadece 7 milyonu bu verilere göre hak ettiği şartlarda ücretlendiriliyor ve de yaşıyor. İşsizleri ev  kadınlarını devlet desteği alanları hesaba katarsanız utandırıcı bir tablo bu.

55 milyonun 17 milyonu sigortalı çalışıyor ve bunun 10 milyonu açlık sınırında yaşıyor.

1 Mayıs genel anlamda çalışan insanın işçinin emekçinin bayramı olarak kutlanıyor tüm dünyada.

Ben bu noktada,  sigortasız çalışmak zorunda kalan insanların, tarlada bağda bahçede sosyal güvencesi olmadan çalışan  üreten köylümüzün,  gece gündüz evine çocuklarına sahip çıkıp onları topluma katkı sunacak  insanlar olarak  yetiştirmeye çalışan hiçbir güvencesi olmayan ev kadınlarının, emekli olup sosyal sorumluluk projelerinde gönüllü topluma hizmet edip hayattan emekli olamayan emeklilerin,  malum eğitim sistemi içinde tüm yetersizliklere rağmen  elinden gelenin en iyisini yapıp ülkemizin aydın geleceği olmaya çalışan çocuklarımıza, insan onuru ile yaşamak için yıllardır İşkur'larda iş arayıp hayata tutunmaya çalışan işsizlerin , özetle kendine , ailesine, içinde bulunduğu topluma ve herşeyin ötesinde yaşama emek veren vermek için çaba gösteren tüm insanların gününü kutlamak istiyorum.

Yaşama emek vermek demişken.

Biliyorsunuz güzel ülkemizde  bir baba evladına pantolon alamadığı için intihar etti geçen sene. Kedi köpek yakalayıp yiyen bir kadın yakalandı yakın zamanda. Akli dengesi yerinde mi bilmiyorum? Fakat ''İslami şartlara göre yenilebilir olduğunu düşündüm bu etlerin'' demesi düşündürdü beni. Ve alacağını tahsil edemeyen bir baba hem alacaklısını hem de eşi ile 4 yaşındaki yavrusunu öldürerek intihar etti bu hafta.

Çok üzücü insanı insanlığından utandıran haberler bunlar. Ve seyirci kalmamız mümkün değil.

İşte izmlerden sıyrılıp temel insan ihtiyaçlarına odaklanıp birbirimize sahip çıkacağımız destekleyeceğimiz elimizi taşın altına koyacağımız yeniden birliğimizi tesis edebileceğimiz  bir dönemden geçiyoruz. Önümüzdeki dört yıl çok çok önemli.

Birleşmenin birbirimizi anlamanın tek yolu bu. Ve evet gerçekten bir şansımız var.

Bu da ihtiyaçlarımızı duymak görmek ve insan onuruna yakışır şekilde birbirimizle dayanışmak.

Buradaki kritik nokta balık tutmayı öğretmekte ancak. Mevcut ve amacını aşan yardım sistemi insanları bağımlı ve tembel yapıyor malum.

Ben ne yapabilirim ki dediğinizi duyuyorum. İşte size bir kaç öneri. O kadar kolay ki aslında.

Mahalle muhtarınızı ziyaret edin. Kimsesiz yaşlı, eğitim alamayan çocuk, maddi ihtiyacı olan aileler, okuma yazma bilmeyen insanlar var mı mahallenizde araştırın.

Apartmanınızdan, sitenizden mahallenizden başlayın. O kadar uzaklara gitmeye gerek yok. Zaten metropolde kendi hayatımıza dahi yetişemiyoruz.

Haftada hayatımdan 2 ya da 3 saati ayırarak mahallemdeki insanların hayatına nasıl dokunurum sorusunu sorarak  yola çıkın.

Bunu yeni öğrendim. Mahallenizdeki devlet okulları salonlarını hafta sonları çeşitli gönüllü eğitsel faaliyetler için açabiliyormuş.

Okul ile görüşüp uzmanlık ya da hobisel ilginiz olan konularda eğitsel faaliyetlerde bulunabilirsiniz.

Milli emlak olarak tanımlanan belediyeye ait boş alanlar var ise mahalle bostanı kurulması için muhtarınızla ya da yerel belediyeniz ile görüşmelere başlayabilirsiniz.

Kuaförseniz örneğin haftanın belirli bir günü bir kaç saat ücretsiz hizmet verebilirsiniz.

Yabancı dil pratik sınıfları açabilirsiniz.

Önümüz yaz. Mahalle parkınızda çocuklar için çeşitli etkinlikler düzenleyebilirsiniz.

Her aile dil eğitimi, spor ve sanatsal eğitimler için hem zaman hem para harcıyor çocukları için.

Mutlaka sanatçı müzisyen yabancı dil bilen insanlar vardır mahallenizde.

Görüşüp tanışıp mahalle girişimi  olarak yaz aylarında birlikte bu üç konuda parklarda çalışabilirsiniz.

İnanın müthiş geri dönümler olacak.

Kelebek etkisini hatırlayın. Ufacık bir adım dev dalgalara gebedir.

Hadi yola çıkın siz de.

1 Mayıs yaşama emek verenlerin insana hizmet edenlerin günü kutlu olsun...

İyilikler güzellikler üzerimize olsun.

Sevgiyle,











xxxx



















İster kapitalizme ister kominizme inansın insan aynı şekilde ağlıyor acı çekiyor korkuyor acıkıyor susuyor. Hepimiz kendimiz ve çocuklarımız için iyi bir