20 Mayıs 2014 Salı

Varoluşumuzun Özgürleştiren Kabulü

Geçenlerde bir danışanım ile yaptığımız bireysel çalışmadan esinlenerek kaleme alıyorum bu yazıyı.

Çok etkilendim gerçekten.

Eğitimli kariyer sahibi evlenip ayrılmış anne olmuş bir kadın o.

Değerlilik ve yeterlilik konusunda da son derece öz güvenli bir kadın o.

Her anlamda hoş ve çekici bir kadın o.

Çok okuyan gezen ve içsel yolculuğunda olan bir kadın o.

Yaşama tutku ile aşık ve eğlenceli bir kadın o.

Ancak yalnız!

Bir çok bireysel gelişim atölyesine katılmış, enerji çalışmaları yapmış. Anlayacağınız yapmadığı kalmamış ama yalnızlığına çare bulamamış!

Ve bu da kendisini hep eksik problemli yetersiz ve değersiz hissetmesine neden olmuş doğal olarak.

Bir çok parçası ile barışmış ve birleşmiş bu yolculukta.

Ancak bir tanesi vardı ki onu hep görmezden gelmişti.

Yalnızlığı seçen parçasını...

Onu hep değiştirmeye çalışmış, olduğu gibi kabul etmemişti.

Hatta hiç görmemişti red etmişti bile.

Byron Katie 'nin  Olanı Sevmek kitabı aklıma geldi bir an.

"Size özgürlüğünüzü sizden başka kimse veremez." der  Byron Katie.



Olanı sevmek varoluşu varoluşumuzu olduğu gibi kabul etmek demekti. Bir anlamda ruhani seçimlerimizi bu yer ve zamana gelirken yaptığımız seçimlerimizi kabul etmekti.

Ve ancak olanı  kabul ettikten sonra varoluşumuzu seçimlerimizi değiştirebiliyor ya da yeni bir varoluş şeklini deneyimleyebiliyorduk yaşamlarımızda.

Problem dediğimiz çözümün kendisi oluyordu.

Eksiklik dediğimiz bu yaşamdaki hediyemiz  oluyordu.

Tıpkı tüp bebek tedavisi görenlerin durumu kabul edip tedaviyi bırakmasını takiben bir kaç ay sonra kendiliğinden hamile kalması gibi.

Yalnızlığı seçmiş parçası  onun bir anlamda öğretmeni olmuştu. Ruhsal rehberi...

Yalnızlığına çözüm ararken içsel yolculuğa çıkmış kendini bilmişti!

Yalnızlığı seçen parçasını onurlandırdı çalışmada.

Özür diledi önce onu yok saydığı red ettiği kanul etmediği ve değiştirmeye çalıştığı için.

Af diledi yalnızlığı seçen parçasından , seni seviyorum dedi gözlerinin içine bakarak ve de teşekkür etti varlığına yalnızlığı seçen parçasının.

İşte o an tüm geçmiş hikayeleri birer birer çözüldü.

Evliliğinin ve de ilişkilerinin sevgiyle varoluşla akmamasının asıl nedeni hem kendisinin hem de yaşamına çektiği erkeklerin yalnızlığı seçen erkekler olduğunu idrak etti.

Sevgiyle duygusal ve ruhsal bir bağ kurması mümkün değildi yalnızlığı seçen birinin.

Evlilik için de bile yalnızlığını koruyordu yalnızlığı seçen insanlar.

Gerçek bir bağ kurulamıyordu yalnızlığı seçen insanlar arasında.

Gözyaşları döküldü gözlerinden.

Özgürleşti varlığı kendi ile ilgili ilüzyonundan  bir anda. Işıl ışıl oldu gözleri!

Evet kendimizde problem eksiklik yetersizlik şeklinde gördüğümüz her şeye daha bir yakından bakmalıyız.

Kimbilir bizim için bir süpriz saklıdır belki de orada?

Sevgiyle,










16 Mayıs 2014 Cuma

Violence By Krishnamurti

“When you call yourself an Indian or a Muslim or a Christian or a European, or anything else, you are being violent. Do you see why it is violent? Because you are separating yourself from the rest of mankind. When you separate yourself by belief, by nationality, by tradition, it  breeds violence. So a man who is seeking to understand violence does not belong to any country, to any religion, to any political party or partial system; he is concerned with the total understanding of mankind.”

― Jiddu Krishnamurti

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Misunderstanding of Meditation Practise

I wanted to write this article for a very long time but it had completed itself this morning!

I met Nirmalara Srivastava (Shri Mataji) in İstanbul in spring of 1993.



Very long time indeed.

Since than I practise her technique in my daily life and share the knowledge with the ones whom desire it so.

She explained metitation state as "houghtless awareness" state.

When Kundalini rises above from third eye (Agnya Chakra) than you go beyond past and future. Beyond your mind!

Thoughts come from mind.

Mind needs time and as we all know time is an illusion (past is gone and future did not come yet) so mind is an illusion.

As Echart Tolle described in his book "Power of Now" when we go beyond our mind we can be in the present moment.



When I was reading this book I wondered whether Echart Tolle ever met Shri Mataji.

As my guru says truth is in the now. Joy is in the now.

When Kundalini awakens we  are connected with the source with  few line of Kundalini energy . If you practise it every day than this energy vortex gets wider and you are connected with much strongly to the sourse.

There is emty space or gap  between thoughts and when Kundalini awakens this gap gets bigger and biger with the practise of meditation.

It means our  potential being in the present moment gets risen. You go deep in to the present moment / all being / life / cosmos/ God!

Ofcourse our attention also has to be very stong to anchor to the moment/truth!

When this gap bigger than the number of thoughts get lessen and Kundalini awakening make our emotions posssitve and balanced than we become free from our  mind. Less and positive thoughts , strong attention completely change our  vibration. Our  quantum energy changes! Than we  are more likely to attact good experiences in our  life.

All we need is to keep Kundalini awakened than we can establish our conscious  in the thoughtsless area. Where the  divine influence is . Than we can see whole picture with the eye of our souls.

In The Power of Intention, Wayne Dyer summarises Shri Mataji's message as follows:


  • Connect to the power that created you in order to know the meaning of life.
  • You are beyond the body and mind—the greatest truth is that you are the spirit.
  • One has to know the spirit in order to know the truth.
  • Meditation is the only way to grow. The growth of awareness takes place in the silence of thoughtless awareness
So all we know meditation is a thoughtless awareness state not an imaginative practise.

In many personal development or coaching workshops which I have attaned in last six years ,  imaginative practices / workshops were called meditation!

It is a practise of mind indeed.

As my guru says if we  see any light or imagination during meditation so than our  third eye (Agyna Chakra) has blockage! We need to put it in to balance...

Also if we push so much our mind ( sixth chakra) than we can go to collective subconscious or underconscious where the areas are not allowed human conscious to be according to my guru.

One need the be real master to handle those areas otherwise we can damage our energy area and/or subtle body.

I know hard to beleive for most of us if the such simple technique can connect you with the sourse.

It is also our mind which beleive things has to be hard or worked hard to be reached.

It is like we are water fountain but we dig mountains to find water!

So simply  one should sit in silence and just watch her/his thoughts.

We can train our  mind via your attention too. 

Our soul is the master of our mind, our thoughts,emotions.

In fact we are all pure spirit means pure energy which create the universes.

Sat Chit Anand!

Truht Attention Joy!

With love,



Yaşanmışlık Gözlüklerimizi Çıkartmalı

Facebook'ta Hayat Ağacı sayfama kapak fotoğrafı ararken bir arkadaşım deniz üstünde bir güneş resmi eklemişti kapak fotoğrafı olarak sayfama.

Yeni bir oluşum için batan güneş fotoğrafı eklemiş  olduğunu düşünerek az biraz bozuldum.

Sonuçta herşeyin enerji olduğu idrakındaydı arkadaşım ve batan güneş olmamıştı işte...

Sonra aradım arkadaşımı ve batan güneşin yanlış bir seçim olduğunu söyledim.



Arkadaşım çok şaşırdı tepkime.

Fotoğraf doğan güneşe aitti ona göre.

Ben o an acaba olumsuza mı odaklıyım yoksa diye düşündüm.

Ve arkadaşım nette doğan güneş fotoğrafı taradığını ve eklediği fotoğrafı bulduğunu söyledi.

Yani gerçekten doğan güneş fotoğrafıydı eklenen. Arkadaşımın zannı değildi.

Hımmm dedim buna bakmalıyım.

Sonrasında çözdüm hikayeyi.

Ben doğma büyüme Salacak'lıyım ve çocukluğum hatta hemen hemen çoğu yaşamım Anadolu yakasında deniz kenarında geçti. Dolayısıyla benim deniz üstünde gördüğüm güneşler hep batıyordu.

Sonra yazlıkları ve yurtdışı yaşanmışlıkları taradım zihnimde.

Hemen hiç deniz üstünden doğan güneş görseli gelmiyordu aklıma.

İşte o zaman daha net algıladım ki gözümüzle gördüğümüze bile geçmiş yaşanmışlık gözlüklerimizle bakıyor ve anlam veriyorduk.

Doğan güneşi bile batan güneş olarak algılamıştım!

Off dedim kimbilir neleri kimleri yanlış algıladım okudum.

Saf gerçekliği deneyimleyebilmek sanırım  geçmişten tamamen özgürleşebildiğimizde ya da en azından bir yanılsama payı ile yaklaşarak içinde bulunduğumuz duruma mümkün olabilecek. Özetle daha bir önyargısız yaklaşabilmeliyiz sanki  durumlara ve  insanlara.

Belki de hiç bir zaman saf gerçeği bilemiyeceğiz.Ya da zaten bize göre olandır bizim bilmemiz gereken gerçeklik.

Ruhun gözü ile görmeye, ruhun kulakları ile işitmeye, ruhun kalbi ile hissetmeye en azından niyet edebiliriz.

Her ne oluyorsa bütünün en yüksek hayrına oluyor derler ya.

Kimbilir belki de bize göre olandır bizim ve bütünün en yüksek hayrına olan?

Sevgiyle




Paralı mı Yoksa Zengin mi Olmak İstersiniz?

Zengin biri dendiğinde hemen hemen çoğumuzun aklına paralı biri gelir.

Yani zenginlik = para şeklinde bir denklem vardır zihnimizde.

Oysa Çözüm Olmak kitabında Darel Rutherford zenginliğin sadece para ile sınırlandırılamıyacağını aktarıyor.



Zenginliği neye sahip olduğumuzla ilgili değil, kim olduğumuzla ilgili bir durum olarak tanımlıyor yazar.

Yoksulluğu ise bolluğu uzak tutan durum olarak tanımlıyor ve yokseulluk duygusu da sahip olduğun para ile ilgi değil kim olduğun ile ilgili diyor.

Hayatta istediğimiz bir şeye sahip değilsek fakir olduğumuzu aktarıyor.

Sağlık, kendini sevmek, ruhsal gelişim,kendi ile barışık olmak, kendine güvenmek, sevgi dolu ilişkiler, kazançlı bir iş, yaptığın işi sevmek, maddi bağımsızlık, hayatın keyfini çıkartacak vakite sahip olmak, ruhsal doyum , kendini beğenme, kendine verilen değer  başlıca ZENGİNLİK kriterleri...

Bunlardan biri ya da bir kaçının eksikliğini yaşayan  kişide yoksulluk duygusu baş gösteriyor. Çok paramız olsa da durum değişmiyor. Bankada bol sıfırlı paramız olsa , sağlığımız ya da iç barışımız yok ise kendimizi zengin hissedemiyoruz.

Para yani maddi yeterlilik ve bağımsızlık zenginlik duygusunun sadece bir parçası.

Biz zenginlik=para inancı ile bir anlamda kendimizi zengin hissetmemizi engelliyoruz. Diğer deyişle paramız yoksa ya da az ise kendimizi fakir hissediyoruz.

Yaydığımız titreşim de buna göre yaşamımıza benzeri deneyimleri çekiyor.

Bir yerde okumuştum.

Zenginlik az şeye ihtiyaç duymaktır diye.

Meditasyonlarımızda kullandığımız bir olumlama vardı.

"I am satisfied within my spirit."

Türkçesi yaklaşık olarak "Ben ruhumla doyum buluyorum." şeklinde.

İnsanın içinde tatmin edilmesi çok zor bir açlık var.

Ta ki özü ile ruhu ile ya da diğer bir deyişle kaynak ile (Tanrı ya da varoluş) yeniden bağlantıya geçene kadar kolay kolay doyurulamıyor bu açlık.

Dünyayı versen olmuyor!

İşte ancak o zaman ferrarisini satmasına gerek kalmıyor bilgelerin de.

Bağımsız bir idrak ile "varlığı" yaşayabiliyor deneyimleyebiliyor kişi.

İçsel olarak zenginliği deneyimliyor, biliyor.

İçteki zenginlik de eğer bir engel yoksa ve kişi izin veriyorsa dışarıya yansıyor. Bolluk ve bereket bu yansımanın bir parçası.

Özetle zenginlik tıpkı  sevgi gibi bir bilinç seviyesi olsa gerek diye düşünüyorum.

Para zenginliğin  ifadelerinden sadece biri.

Para da tıpkı herşey gibi bir enerji  ve onunla ilgili duygu düşünce inançlarımıza göre yaşamımızda var olabiliyor. Tıpkı bir insan gibi düşünürsek parayı. Değersiz, önemsiz , kötü görürsek onu  ya da utanırsak varlığından yaşamımıza almamız çok zor oluyor bu enerjiyi. Gelse bile durmuyor yaşamımızda.

Paranın yaşamımıza gelememesi  bir sorun iken   parayı tutamamak da başka bir sorun olarak şekilleniyor yaşamımızda.

Kabala 'nın temel öğretilerinden birinin maddi varlığa zenginliğe minnet şükran duyma olması çok ilgimi çekmiştir benim. Dünyadaki Yahudilerin çoğunun varlıklı insanlar olduğunu düşününce...

Oysa bulunduğumuz coğrafyanın inançlarında maddi zenginlik yerilir, hor görülür, haram sayılır...Bir tas çorba bir hırka yüceltilir.

Kimbilir belki de alçak gönüllülük ile yoksunluğu karıştırmışızdır?

Alçakgönüllülük de kim olduğumuzla ilgili bir durumdur aslına bakarsanız. Bol paralı mal mülk sahibi biri alçakgönüllü olabilirken bir ev sahibi olup kibirli de olabilir insan.

Aslında asıl unutulan ne yaşandığı değil nasıl yaşandığı hangi duygu halinde olduğuna bakılması belkide.

Bir tas çorba ile kendine ziyafet çeken ile bunu yoksunluk olarak algılayan hiç aynı olur mu?

Eğer içsel doyuma sahip isek bir tas çorba başında da ziyafet sofrası başında da duygu halimiz aynı olacaktır.

Her  durumda da kendimizi zengin ve doyumlu hissedeceğizdir. Zenginlik ve doyum durumumuz dış etkenlerden bağımsız olacaktır.

Gülümseyen bir yüz ve şükran dolu bir kalp zenginliğin en güzel göstergeleri olsa gerek.

Seçim sizin!

Paralı mı yoksa zengin mi olmak istersiniz?


Sevgiler





4 Mayıs 2014 Pazar

İzin Verelim Olsun!

Dostlarım bilir benim içsel hikayem 2008 yılı Nisan ayında Antalya'da başlamıştı.

Sevgiyi ve ışığı hatırladığım sıradışı bir tanışma idi yaşanan. Sevgiyle ve şükran ile anıyorum bu deneyimi yaşamama vesile olanlara...

Sonrasında da su ile kesişmişti yollarımız.

"İçimde su yükseliyor." demiştim bir dostuma.

Olmakta olan duygularım sezgilerim sağ beyinim dişil yanım ile yeniden bağımı kuruyor olmamdı aslında.

Kimbilir içsel yolculuk denen şey belki de elementlerle sırası ile yaşadığımız deneyimlerden ibaretti...Sırası ile toprak su hava ateş!

Tıpkı topraktan bir çömleğin yapılışı gibi...Toprak ve su ile çamur olursun sonra hava ile şekil verilirsin (için boşaltılır) ve ateşle pişersin...

"Su" ile içimdeki deniz ile tanışmıştım özetle.Ve de mavi denizkızı ile elbette!

İşte bu nedenle Antalya ve "Su" çok farklı anlamlar içeriyordu benim için.

Kasım 2013 'de Fazıl Say'ın Su / İlk Şarkılar Türkiye prömiyerini Antalya'da yapacağını duyunca e çok anlaşılır bir şekilde orada olmak istedim.



Biletlerin satışa çıktığı ilk gün sabah erkenden  kalkıp iki bilet aldım.

Neden iki bilet ? Hiç bir fikrim yok... İçimden öyle hissetmiştim.

Bir şekilde işleri çocukları organize edip gidebilmeyi  hayal ettim konsere.

Sonra  başka bir seçim yaptım o tarihler için ve Antalya'ya gitmedim.

Ancak yerlerin de boş kalmasını istemiyordum.

Fazıl Say'a saygı idi bir anlamda bu belkide. Biletlerin tamamen satıldığı bir konsere bileti olup yeri boş bırakmak ne bileyim içime iyi gelmedi işte!

Eşe dosta sordum önce.

Kimse o tarihlerde Antalya'da değildi ya da böyle bir arzusu yoktu.

Sonra tamamen rastlantı bir şekilde Fazıl Say sayfasında Antalya 'da yaşıyan iki çocuk annesi bir kadının mesajını gördüm. Dört bilet parası bayağı zorlayacaktı onları. Üstelik iki çocuğu piyano dersi alıyordu ve Fazıl Say'ı izletebilmeyi çocuklarına çok istiyordu. İki çocuğu için bilet arıyordu anlayacağınız.

Evet dedim. Buldum!

Ne çok neşe hissettim içimde.

Özelden mesaj attım hemen telefonumu ilettim.

Bir iki gün dönüş olmadı.

Konsere bir gün kala karar verdim. Son dakika görürlerse mesajımı  bari bilete gün içinde ulaşabilsinler istedim.

Yurtiçi Kargo ile bileti yolladım Antalya merkeze.

Tekrar mesaj atıp bilgi verdim olur ya facebook 'a girer görürler diye.

Dönüş olmadı ne facebook  ane telefonuma.

Yurtiçi Kargo'yu aradım konser günü .

İlgili kişi gelip biletleri almazsa size hediye ediyorum diye. Şaşırdılar ve teşekkür ettiler.

Açıkçası hikayenin sonrasını bilmiyorum.

Umarım koltuklar dolmuştur o gün.

Bu hikayeyi geçenlerde facebook da yana yakara bilet arayan ve umudunu kesmiş bir arkadaşıma mesaj yazarken hatırladım. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Hatırlarsınız Tanrılar Okulu kitabında Dreamer 'in bir dersi vardı bu şekilde.



Öğrencisine aylarca dolu olan bir oyun için bilet almasını söyler. Öğrenci gişeye gider ve gişe memurunun sırıtarak ona bu konsere aylar önce bilet bulunabileceğini söylemesi ile inancını yitirir.
Dreamer öğrencisi ile o gece konsere gidecekmiş gibi hazırlanırlar ve konserin verileceği salona gelirler. Kalabalık yavaş yavaş salona geçer. Kapıda bir çift vardır ve belli ki birilerini bekliyordur. Yanlarına giderler ve selamlaşırlar. Onlar da US den gelmişlerdir bu konser için. Arkadaşları olan çift bir türlü gelmemiştir. Telefonla da ulaşamamaktadırlar. Son dakika size hediye etmek istiyoruz derler. Ve en ön sıralarda Dreamer ve öğrencisi konseri izler.

Dreamer öğrencisine " Gişecinin sana söylediğine bilet bulamayacağına inandın." der. Öğrencisi bileti sadece para ile satın alabileceğine inanıyordu üstelik.

Özetle gerçekten de yaşam binlerce olasılıkla karşımızda ışıl ışıl parlıyor.

Hak ettiğimize inandığımız ve olmasına izin verdiğimiz her deneyim yaşamımıza rahatlıkla ve kolaylıkla gelebilir. Yeterki eskiyi bırakıp yeniye kendimizi açabilelim.

Bunu yaratmamız için ihtiyaç duyduğumuz duygu ise neşe duygusu!

Kendimizi iyi hissederek neşe duygusu ile tüm hayallerimiz gerçek olabilir...

İzin verelim olsun!

Sevgiyle