26 Nisan 2016 Salı

Ve Tanrı Kadını Evcilleştirdi

Evet tek tanrılı dinlerin kadının evcilleştirilmesinde önemli bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorum. Topyekun örgütlü sistematik bu evcilleştirme metodlarının en güçlüsü tek tanrılı dinler!

Brigitte Bardot filminden esinlenerek verdim yazının ismini...Ve Tanrı Kadını Yarattı'yı hatırlamışsınızdır!



İroni yapmak istedim bir anlamda kendimce...Önce yarattı sonra da evcilleştirdi anlamında.

Sırası ile önce bitkiler , hayvanlar ve kadın evcilleştirildi malum.

Hayvanlardan Tanrılara-Saphiens isimli bir kitap var şu sıralarda raflarda. İnsan türünün kısa bir tarihi olarak özetleyebiliriz. Koyunların nasıl evcilleştirildiği bölüm oldukça ilgimi çekti.



En agresif , insan kontrolüne en çok direnç gösteren, çok ince huysuz, sürüden ayrılıp başını alıp gitmeye kalkanlar, ilk önce kesilirlermiş. Her nesille birlikte koyunlar daha şişman daha itaatkar ve daha az meraklı hale gelmişler. Tanıdık geliyor mu kulağa?

Kadınlar da ise evcilleştirme,  onların değerlilik kodları ile oynanılarak yapıldı bana göre. Tek tanrılı dinler, toplum ve aile bu oyunun başrol oyuncuları halen.

Bir nevi "değerlilik ağı" atıldı vahşi kadının üzerine. Amaç kadının istenildiği gibi davranmasının sağlanması idi. Yani kendi doğasını, varoluşunu özetle kendini unutması ve hatta red etmesi idi istenen. Kadının değerlilik algısı bin bir şekilde tamamen dış referanslı kılındı ve kadın böylece evcilleştirildi. Onaylanmamak kabul edilmemek red edilmek ölüm gibi bir şeydi.

Özellikle ikili ilişkilerde yoğun şekilde görüyoruz bu sahte dış referanslı değerlilik algısını. Eğer kadın evlenirse değerli evlilik dışı ilişkisi var ise değersiz.Eğer birlikte olduğu erkek paralı ise değerli az parası var ise değersiz. Erkek genç ve yakışıklı ise değerli yaşlı ve çekici değil  ise değersiz. Zaten evlilik programlarına bakarsanız ne demek istediğimi çok iyi anlarsınız.

Özetle kadının bedeni aklı duyguları ve ruhunun ihtiyacının ne olduğu ya da  ne hissettiği  yok sayıldı. Yani kadın yok sayıldı. Kadının adı değil kendisi yok edildi en başta. Böylece kadının kendisi dışındaki şeylere durumlara insanlara göre değerlilik algısı yaratılmış oldu.Ve kadın kendini değerli hissetmek adına ona kurulan bu tuzağa düştü. İç referansını yitirdi dış referans bağımlısı oldu. Ondan istenildiği gibi davranmaya başladı. Bu şekilde de tas tamam kendini red etmiş oldu. İlişkide olduğu erkeğin ona ne hissettirdiğine kendisini gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğu alana sahip olup olmadığına  ilişki içinde beslenip beslenmediğine gelişip gelişmediğine ilerleyip ilerlemediğine hiç ama hiç bunlara bakmaz oldu.

Birlikteliğin performansı veya değerliliği,  evlilik programlarında olduğu gibi emekli maaşına, eve arabaya gezip tozmaya, takılan yüzüğün büyüklüğüne endekslendi. Çok merak ediyorum bu programlarda evlenen insanların ilişkilerinin ne halde olduğunu?

Neyse konumuza dönelim!

Toplum kadının  onun evlenip tek eşli olmasını, o tek adamdan çocuk doğurmasını, mümkün ise evde oturup ev işi yapmasını özetle varolan sistemin devamlılığı için kurulan koca hapishaneye gardiyan olmasını istedi. Kadın o hapishaneye kendini yerleştirdi kapıda da yine kendisi nöbet tuttu. O hem tutuklu hem gardiyan oldu. Kendi hapishanelerinden çıkmak isteyen kadınlara da acımasızca gardiyan yüzünü gösterdi sanki kendisi de tutuklu  değilmiş gibi.  O vahşi kadın sonsuza kadar o hapishane de kalmalıydı. Kimseler onu görmemeliydi. O kadın utanılacak bir varlıktı.

Çünki,

O eğlenmeyi hareketi  seviyordu
Meraklıydı
Bedeninin her zerresini  seviyordu
Dans etmeyi şarkı söylemeyi seviyordu
Sevişmeyi seviyordu
Doğada dağlarda ormanda denizlerde olmayı seviyordu
Rüzgarı arkasına alıp deliler gibi koşmayı seviyordu
Canı istediğinde durup soluklanıp beslenmeyi seviyordu
Neşe ile çoşku ile kahkahalar atmayı seviyordu
Tüm canlılarla uyum içinde barış içinde varolmayı seviyordu
Yaşamının merkezinde sadece ve sadece kendi  ihtiyaçları ve duyguları vardı

Tüm bu dış referanslı değerlilik algısı vahşi kadına geçirilen bir yular. O tıpkı vahşi bir at  vahşi bir kurt gibi...

Korkuyorlar kadının özgür olmasından...

Neden mi?

Tüm dünya değişir de ondan!

Nemalandıkları kokuşmuş sistem bir tüy gibi yıkılır gider kadın bu yuları çekip atarsa.

Şimdi insan türünün yeryüzünde var olmaya devam etmesini azruluyorsak ve  de evrensel değerlerle donanmış yeni bir dünya hayal ediyorsak mutlaka kadınların onlardan çalınan değerlilik duygularının ve onurlarının ivedilikle kendilerine iade edilmesi gerekmektedir.

Yarın çok geç olacaktır!

Vahşi kadın ve vahşi erkeğin içten samimi uyum içinde dürüstçe  buluşması yeryüzüne barışı getirecektir.

Sevgili Marilyn Monroe'nun dediği gibi   "Bir kadına doğru ayakkabıları verirseniz dünyayı bile fethedebilir."

Artık yularları çıkartma, doğru ayakkabıları giyme ve aşk ile dans etme zamanıdır...

Sevgiyle



23 Nisan 2016 Cumartesi

Sevgi İçin Alan Açmak

Çok sevgili bir dostum aracılığı ile tanıştım Francis Hallé ile...Kendisi dünyaca ünlü bir  Fransız botanist...



Space for Life (Yaşam İçin Alan) , Advocacy for Trees (Ağaçlar için Savunma) gibi kavramlar ile bizi tanıştırıyor Francis Hallé...

Çok heyecanlandırdı beni bu buluş! Ağaçlar özel ilgi alanınız ise mutlaka siz de araştırın Hallé 'nin çalışmalarını derim. Fransızca hemen hemen tüm kaynaklar...


Ağaçların utangaçlığı (ya da çekingenliği) yine ünlü botanikçi tarafından keşfedilmiş. Buna göre ağaçlar bir arada büyürken dalları arasında belirli bir mesafeyi gözetirlermiş. Bu boşluğa ya da aralığa "utangaçlık aralığı" (ya da çekingenlik yarığı, Fransızca "fente de timidité") adı veriliyormuş.

Bu fenomen ilk kez 1960'larda Avustralya'da gözlemleniyor. Rüzgarın verdiği salınım hareketi ile dalların birbirine çarparak kırıldığı ve bu boşluğun bu şekilde oluştuğu düşünülüyor önce. Fakat bunu ispatlayan kırık dal veya benzeri oluşumlar  gözlemlenmiyor.  Gerçekten de dallar birbirine yaklaşıyor ve belirli bir aralığa yaklaşınca o yöne doğru büyümeyi durduruyorlar. Bundan sonra da ağaç sadece yukarıya doğru gelişimini sürdürüyor. Bir çok teori üzerinde çalışılmış. Bitkisel koku hormonları ya da yapraklar çevresindeki atmosferdeki gaz oranlarının ağaç tarafından hissedilmesi gibi...Bu utangaç davranış bazı ağaçlarda dallar ve yapraklarda bazılarında ise köklerde görülmüş. Bazen de hem dallarda hem köklerde.

Çok etkilendim gerçekten ve içimde yankılar oluştu...

Ağaçlar biz insanlara duruşları ile ilham veriyorlar gerçekten.. Beslenebilmek büyüyebilmek için nasıl ağaçlar birbirlerine tam bir kabul uyum ve saygı ile alan açıyorsa insanların da böylesi bir alana ihtiyaç duyduğuna inanıyorum. Kendisi olmak kendini gerçekleştirmek için  ihtiyaç duyduğu bir alan bu...

Düşünsenize eğer böyle bir alan olmasa ağaçlar birbirlerine zarar verir ve tamamen "güdük" kalırlardı. .Enerjileri, birbirlerine çarparak aldıkları "yaraları" iyileştirmek için sarf olur giderdi.Potansiyellerini gerçekleştiremezlerdi.. Günümüz ilişkilerinde de yaşanan çatışmaların belki de asıl nedeni budur?

Bu fenomen bana Halil Cibran'ın Evlilik şiirini hatırlattı...

Yeryüzüne birlikte geldiniz ve sonsuza dek birlikte yaşayacaksınız, 
Ölümün ak kanatları günlerinizi bölene dek birlikte olacaksınız, 
Tanrı'nın suskun anıları katına eriştiğinizde bile birlikte olacaksınız, 
Ama bırakın da bunca beraberliğin arasında biraz boşluklar olsun, 
Ve Tanrısal alemin rüzgarları esip dolanabilsin aranızda, 
Birbirinizi sevin, ama sevginin üzerine bağlayıcı anlaşmalar koymayın, 
Bırakın yüreklerinizin sahilleri arasında gelgit çalkalanan bir deniz olsun Sevgi 
Birbirinizin kadehini onunla doldurun ama aynı kadehe eğilip içmeyin, 
Ekmeğinizi bölüşün, ama aynı lokmayı dişlemeye kalkmayın, 
Şarkı söyleyin, dans edin, eğlenin birlikte, ama ikinizin de birer Yalnız olduğunu unutmayın, 
Çünkü lavtadan dağılan müzik aynı, ama nağmeleri çıkaran teller ayrıdır, 
Yüreklerinizi birbirine bağlayın ama biri ötekinin saklayıcısı olmasın, 
Çünkü ancak Hayat'ın elidir yüreklerinizi saklayacak olan, 
Hep yan yana olun, ama birbirinize fazla sokulmayın, 
Çünkü tapınağı taşıyan sütunlar da ayrıdır, 
Çünkü bir selvi ile bir meşe birbirinin gölgesinde yetişmez....


Birbirimizi olduğumuz gibi kabul ederek  , uyumla dans eder gibi kendimizi gerçekleştirmek için ihtiyaç duyduğumuz alanı sunarak yaşayabildiğimiz sürece, tüm ilişkilerde ve toplumda uyum ve barışın olacağına inanıyorum.

9 Kehanet isimli kitapta okuyanlarınız bilir özellikle ikili ilişkilere yönelik metaforik bir anlatım vardı. İki varlık birbiri yerine evrenden (kendi merkezinde kendi özünden)  beslenebildiğinde aralarında enerji çatışması olmuyor. Sevgi özgürce akıyor. Aksi halde kendisi ile bağını kaybedip evrenden enerji beslemesi kesilen, diğerinin enerjisinden beslenmeye çalıştığında, aralarında enerji savaşı başlıyor.Sonuç malum...

Oysa ağaçlar birbirleri yerine tamamen evrenden doğadan besleniyorlar. Birbirlerine yakın duruyorlar ve fakat birbirlerine belirli bir alan sunuyorlar. Birbirlerinin varoluşuna alanına saygı duyuyorlar. Tamamen olmakta olana teslim olarak yaşıyorlar. Anda çoşku ile var oluyorlar.  Ağaçlar,ancak kolletif olarak var olunabileceğinin bilinci ile davranışlarını hareketlerini bütünün en yüksek hayrına olacak şekilde düzenleyen, zeki ve duyarlı varlıklar.

Bu açıdan  baktığımda ağaçların bizlerden çok daha gelişkin varlıklar olduğunu düşünmeden edemiyorum.

Sevgi için , sevgi ile diğerine alan açabilmek, yüksek bir bilincin ve iradenin göstergesi değil midir? Böylesi bir bilince ve iradeye tüm insanlık olarak  ivedilikle ulaşmamızı  diliyorum.

Hesse'nin dediği gibi "Ağaçlar mabettir.Her kim ki onlarla nasıl konuşulacağını bilir, her kim ki onları nasıl dinleyeceğini  bilir, gerçeği öğrenebilir. Ağaçlar eğitimi ya da kuralları öğütlemezler, azimle yaşamın kadim kanununu öğütlerler."

Sevgiyle,