31 Ekim 2011 Pazartesi

Post Modern Türk Usulü Bir Kül Kedisi Masalı

Evet gerçek insan hikayelerine devam ediyoruz...

Bu hikaye eski bir iş arkadaşımın eşi ile tanışmasının hikayesi. Erkek tarafıyım ben yani...

Yaklaşık iki üç sene önce bana anlatmıştı hikayesini ve çok etkilenmiştim.

Burada sizinle paylaşmama izin verdi kendi hikayesini...

Geçen Perşembe buluştuk keyifli bir öğle yemeğinde ve detayını aldım hikayenin...

Hikayemiz beş söne öncesinde Aydın'ın bir köyünde geçiyor.

Hikayenin baş kahramanı asıl oğlan İstanbul'da asıl kız Denizli'de yaşıyormuş o sırada. Asıl kız İzmir'li ancak o zaman 25 yaşında ve üniversite öğrencisi. Asıl oğlan ise 30 yaşında ve uluslararası bir şirkette yönetici olarak çalışıyor. He ikisinin de son demlerini yaşadıkları ilişkileri var o sırada.

İşte asıl oğlanın ağzından hikayesi...

"Beş sene önceydi benim biraderin evliliği için Aydın'ın bir köyünde gitmiştik ailece. Kardeşim subay olduğundan kendine ait evi bir yoktu. Ailenin bir kısmı da İzmir'de yaşadığından ve düğüne gelenlerin bizim Aydın' daki yazlıkta konaklayabileceğini düşündüğümüzden bu kararı aldık."

Ağabey olarak bir ay önce gidip gerekli organizasyonlarda yerini alıyor arkadaşım. Bir iki hafta kalıyor İzmir-Aydın güzergahında tüm bu süreçte . Asıl düğün otelde yapılacakmış ancak kız tarafının köyünde köy düğünü gibi bir kına gecesi yapılmış.

O sırada arkadaşımın üç yıldır yine İzmir'li bir kız arkadaşı varmış.
" İlişkimizin son günleriydi. İzmir'e geliyorum dediğimde görmek filan bile istemiyordu beni , telefonlarıma çıkmıyordu" diyor arkadaşım.

Eeee evren boşlukları sevmiyor...Çok da iyi yapıyor laf aramızda.

Bir Cumartesi günü giyinmiş süslenmiş ve konvoy halinde İzmir'den Aydın'a yola çıkmışlar...Sıcaklık 47 oC bu arada...Arabadaki termometre öyle diyormuş...

"Aydın zaten ovanın içinde...Kase gibi yandıkça yanıyor " diyor arkadaşım.
O anı tekrar yaşadığını hissettim...Görüntüler, sesler, kokular, sıcaklık herşey cap canlı idi zihninde sanki...

Gelinin amcası dayısı ve dedesinin evlerinin açıldığı ortak bir avluda yemekler yapılıyor, davul zurna eşliğinde insanlar oynuyor, üzüm yiyenler , bir kenarda erkekler bira içiyor kavurucu sıcakta , sağa sola koşturan çocuklar...

"Yüzlerce insan geliyor gidiyordu. Sanki bütün köy akın ediyordu avluya.Bu arada evlerin birinin tek odasında klima vardı. Gelin damat helak olmasın diye orada oturtulmuşlardı. Arada bir de gençler yani gelin ve damadın arkadaşları girip çıkıyorduk serinlemek için." diyor arkadaşım.

Asıl oğlan yani benim arkadaşım , klimalı odaya giriyor azıcık soluklanmak için. O sırada üç kız oturuyor gelinin yanında. Kızlardan biri de asıl kız...

Yengesi kızlarla tanıştırıyor asıl oğlanı. İyi muhabbet yapıyorlar.Sonra asıl oğlan çıkıyor dışarı.

"Köy avlusunda yüzlerce ayakkabı...Ayakkabı kumsalı gibi terlikler ayakkabılar ortada öylece..."...diyor arkadaşım.

Asıl oğlan çıkınca dışarı ayakkabısını giyiyor. Asıl kız da çıkıyor dışarı ve " A ayakkabım yok" diyor.

Asıl oğlan “Nasıl olur ?" diyor.

"Vallahi yok işte" diyor asıl kız.

"Nasıl bir ayakkabı?" diyor bizimki.

"Üzeri gümüş pullu bir babet" diyor asıl kız.

Avludaki tüm kapıların önüne bakıyor asıl oğlan ve en uçtaki kapının önünde bir şeyin parladığını görmüş.

Hayat göz kırpmış ona o anda, kendi deyimiyle böyle ifade ediyor olanı...

"Şunlar olabilir mi?" demiş asıl oğlan.

"Bilmiyorum ki? " demiş asıl kız.

Gidip almış ayakkabıyı asıl oğlan ve "Buyurun bunlar” demiş


İŞTE HALEN SAKLANAN MEŞHUR BABETLER!

Asıl kız hem ayakkabısını getirmesine hem de doğru ayakkabıyı bulmasına şaşırmış bizimkinin.

Asıl oğlanda kızın saşırmasına şaşırmış...

“Normalde herkes yapardı bunu bana göre” dedi arkadaşım.

Teşekkür edip ayakkabısını giyip gitmiş asıl kız.

Geceleyin köy meydanına sandalyeler konmuş.Müzik falan başlamış bir eğlenceki sormayın gitsin.

Asıl kızı tekrar görür asıl oğlan o gece ve ancak hoş kız diyor geçiyor. Elektrik falan yok daha.

"Hayatın göz kırptığını anlayamamıştım bir türlü “diyor arkadaşım.

Gece sonu kızları evlerine bırakma muhabbeti olmuş. İzmir de kalıyormuş asıl kız.

Ayrılırken asıl oğlan asıl kıza “Bir daha ayakkabını kaybedersen haberim olsun.” demiş.

Bütün aile yazlığa giderler. Ertesi sabahın köründe arkadaşı dürtüyor “Abi uyan” diye.

“Ne oldu ? “diye uyanıyor bizimki.

Bütün geceyi videoyu çekmişler ya . Video da asıl kızın asıl oğlana bakışlarını yakalamışlar.

“Tanımıyorum etmiyorum kız nerede oturur bilmiyorum” falan diye direniyor habire bizimki.

Arkadaşı bu kızı bulalım daha buralardasın hocam diye 4-5 saat beynini yemiş arkadaşımın.

Asıl oğlan yengesinden asıl kızın telefonunu alır bu ısrara dayanamayarak.
Akşama doğru mesaj atar asıl kıza.

"Ayakkabılarla ilgili bir problem var mı?" diye...

O sırada öğreniyor asıl kızın Denizli’de oturduğunu.

Ertesi gün Denizli'ye gitmişler ve ilk görüşme gerçekleşmiş.

“O anda evlenelim desem kabul ederdi asıl kız.” Diyor arkadaşım.

Yani bilmişler birbirleri için var olduklarını o anda.

Askere gidiyor dönüşte. Çünki artık evleneceğini biliyor asıl kızla. O ana kadar da hayatında düşünmemiş evlilik olayını.

Ve iki sene sonra evleniyorlar. Evlilik günleri de 4 Ağutos yani ayakkabının ilk bulunduğu günün 2. yıldönümünde...

Arkadaşımın ağzı kulaklarındaydı bu hikayeyi anlatırken ...Aynı heyecanı ve aşkı birebir yaşıyordu ilk günkü gibi...Beş yıllık evli bir çiftten bahsediyoruz burada...30 ve 35 yaşlarında İstanbul’da yaşayan bir çift...

“Hiç ama hiç eksilmedi birbirimize duyduğumuz bu aşk” diyor arkadaşım.

Gözlerindeki ışıktan sesindeki neşeden ruhu ile ilişkisinin içinde olduğunu tüm varlığı ile görüyorum hissediyorum arkadaşımın.

Bu iki güzel insanı yanyana imgelediğimde zihnimde aynen şöyle bir görüntü beliriyor.

Hani gökyüzünde olan hortumlar var ya...İki hortum gibi varlıkları sanki ve birbirlerinin etrafında dönüyorlar...Her daim aynı aşkla...Sanki dans
ediyor varlıkları sonsuz yaşam ırmağında...

“İşte bu ya” dedim...Hayatta güzel şeyler de oluyor...

Aşk her koşulda kendini var edecek yolu kendine özgü yöntemlerle buluyor...Kolera günlerinde de, büyük savaş zamanlarında da insanlar aşık oldu, aşklarına sahip çıkabildi ve yaşadılar...Hiç bir beklentileri olmadan...Sadece ve sadece varlıklarını birbirlerine açarak yaşamın akışına izin verdiler...

Yaşamın göz kırpışlarını iyi okumak , şans vermek ve korkusuzca adım atmak bize düşen galiba.

Herşeyden önemlisi sanırım varlığımızı olmakta olana "açık " tutabilirsek , yaşam filmimiz anlamlı ve yepyeni bir yön alabiliyor ancak.

Malum yaşam cesurları seviyor...

Bu arada arkadaşım eşine bu yazıyı süpriz olarak göstereceğini iletti bugün bana.Çok sevindim...

Aşklarının her daim "canlı ve akışta" olması dileğimle...

sevgiler

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder