25 Ocak 2020 Cumartesi

Kanal İstanbul ve Dedem

Dedem ''İstiklal Madalyası'' olan emekli bir alpaymış. Babam daha 19 yaşında iken vefat etmiş. Maalesef hiç tanıma şansım olmadı. Ne onur Özgürlük Madalyası sahip bir dedenin torunu olmak!

Bir kaç sene önce okudum kendi el yazısı ile yazdığı özet hayat hikayesini. Nedense hep bekletmiştim bunu? Daha çok ailenin geçmişi atalar kendi evlilikleri çocukları ile ilgili günlüğü diyebilirim.



Topçu alpaymış. Çanakkale Sarıkamış Balkan harbi bir çok savaşta yer almış.

Ailede onunla ilgili efsanevi hikayeler vardır bir de.

Örneğin Sarıkamış'tan  atlar için verilen arpayı insanlara yedirerek sağ çıkabildikleri anlatılır. 

Kanal İstanbul ile ne ilgisi var dediğinizi duyuyorum.

Aile içindeki diğer bir hikayeyi aktardığımda netleşecek resim zihninizde.

İkinci Dünya Savaşı sırasında dedem Boğaz Kumandanı. Anadolu Kavağı' n da görev yeri yanılmıyorsam. 

Alman gemileri gelmiş ve Karadeniz'e geçmek istemiş.

Bastonu ile güverteye çıkıp ses farkı olup olmadığına bakarak dolanmış.

Ve ses farkı görüp açtırdığında silah yüklü olduğunu tespit etmiş. Bize böyle anlatıldı ve fakat belki de ses farkı Almanların duruşu beden dili beyanı sonucu yılların deneyimi ile güven duymadı Almanlara dedem. Ve geçişe izin vermemiş.

Durumu Ankara'yı arayarak bildirmiş. Ankara kesinlikle kabul etmeyip gemilere izin vermesini emretmiş. Dedem bu arada bir hafta sonra paşa olacakmış. Kıyafetleri falan hazırlanmış.

Velhasıl uzun konuşma tartışma sonrası Ankara ''Paşalığını yakarsın Kazım Alpay'' demiş. Dedem de '' E ne yapalım kısmet buraya kadarmış.'' diyerek telefonu kapatmış ve gemilerin geçişine izin vermemiş.

Reddi emir onun sicilinde daha önce de olan bir durum. Kendi vicdanına değerlerine uymadığında HAYIR diyebilmiş üstlerine. Deli Kazım'mış lakabı bu nedenle. Düşünüyorum da akıllılardan daha çok deli insana ihtiyaç var şu sıralar.

Elbette bireysel olarak kendi değerleri duruşu  ve kesinlikle liyakat sahibi olması  önemli olmakla birlikte, güç aldığı başka bir şey vardı bana göre.

O da uluslararası anlaşmalar. Yani Boğazlar özelinde Montrö Anlaşması.

Buradan da görüldüğü üzere tek adam rejimlerinin tamponu freni uluslararası anlaşmalar. Tek mutlak hakimiyete ulaşmak için bu anlaşmaları yok hükmünde saydırmak üzere hamleler yapabilir siyasi iktidarlar. Yapabilir değil yapacaktır.

Bundan bir kaç sene önce mesleğim ile ilgili bir şirket sahibi ile görüşmemi hatırladım şimdi. Doğudan gelmiş , ilk okul mezunu , ayakkabı boyayarak okumuş, çok çalışmış ve ülke ölçeğinde önemli bir ciro üreten bir firmanın sahibi olmuş biri idi. Bana mevcut iktidara olan sempatizanlığını da açıkça ifade etmişti. Meslek etiğim gereği mesleğim ile ilgili çözüm arayan tüm taraflara kendi kırmızı çizgilerimi gözeterek hizmet veren biri olduğumdan dinledim bu açıklamayı. Sonra üç kardeş olduklarını ve ortak kararla şirketi yönettiklerini anlattı. Yetki tek kişide olsa  belki sinirli duygusal objektif olmayan yanlış kararlar alıp şirkete zarar verebiliriz diye böyle bir sistem kurduklarını ifade etti şirket sahibi. Ben de gözünün içine bakıp ne kadar sağlıklı bir yöntem kurduklarını söyledim. Ve o anladı beni! İşte yasama yürütme yargı üçlüsünün bağımsızlığının anlamı burada da kendini göstermişti. Üç kardeşin şirketi yönetme şeklindeki asıl ihtiyaca ne kadar da benziyor değil mi?

Kanal İstanbul 'un fiziksel ekolojik yan etkilerini bilim insanları anlatıyor uyarıyor. Mutlaka dikkate alınmalı. ÇED raporuna itiraz dilekçesi vererek ki kendi dilekçemi yazdım, bilgilendirme ve referandum önerimi iletmiştim. Son günlerde bilim insanlarından  gelen bilgiler ışığında referandum yapmak bile çok riskli. 

Diğer yandan  Möntro'nün tartışmaya açılması da çok riskli. Dedem liyakatli bir devlet memuru olarak irade göstererek belki de ülkenin savaşa sürüklenmesinin önüne geçmişti. Kim bilir?

Boğazların mutlak surette uluslararası anlaşmalar dahilinde tanımlanan kurallar dahilinde yönetilmesi kontrol edilmesi ülke menfaati için çok çok önemli.

Aksi halde her türlü manüpilasyona edinime açık bir zemin yaratılmış olur. Çok kırılgan ve de tehlikeli bir zemin.

Davranışlarının sözünün sorumluluğunu alma konusunda sınıfta kalan bir toplumuz malum.

Kandırıldım sözüne inanıyor bizim vatandaşlarımız ancak uluslararası hukukun olduğu düzlemde böyle bir ifadenin yeri yok.

Kandırılmamak yönetcilerin öncelikli sahip olması gereken becerilerden biri zira. Anlam ifade etmiyor bu söz uluslararası mahkemelerde.

Bilmiyordum. Haberim yoktu. Kandırıldım gibi cümleler üst seviye bürokratları sorumluluktan kurtarmıyor.

Demedi demeyin bak!

Amerika'yı pek sevmem fakat Başkan bile hakimin karşısında nasıl da sıradan bir insan gibi hesap vermek durumunda. Hayranlık duymamak elde değil.

Kıssadan hisse olsun istedim.

Sevgiler,


















xxxx








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder