'' Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir.''
''Hell is the place where love ends in a person's heart.''
DOSTOYEVSKİ
xxx
'' Cehennem, insan yüreğinde sevginin bittiği yerdir.''
''Hell is the place where love ends in a person's heart.''
DOSTOYEVSKİ
xxx
Son dönem araştırmalar sosyal izolasyon ve yalnızlığın sigara içme ve obezite gibi risk faktörleri oluşturduğunu, yaşlanmayı hızlandırdığı, hastalık ve ölüm oranlarını etkilediği iletiliyor.
www.bluezones.comSosyal izolasyon üç ikili soruyla değerlendiriliyor.
Yalnız yaşamak (1 = evet)
Sosyal temas (1 = ayda bir kereden az)
Sosyal aktivitelere katılım ( 1 = haftada bir kereden az)
Bu sorulardan 2 veya 3 puan alan birey sosyal olarak izole olarak tanımlandı.
Yalnızlık, Kaliforniya Üniversitesi yalnızlık ölçeğindeki sorulara benzer iki madde kullanılarak değerlendiriliyor.
Sıklıkla yalnızlık hissetmek (1 = evet)
Yakın insanlara güvenme sıklığı (1= bir kaç ayda bir kereden az)
Bir birey iki puan alırsa yalnız olarak sınıflandırıldı.
Mavi Bölgeler'de (Blue Zones) yaşayan insanların ortak özelliği sosyal olmaları. Bu bölgelerde yaşayan insanlar dünyada en uzun yaşam süresine sahip insanlar.
Bu kişiler aileleri ve arkadaşları ile bolca vakit geçiriyor.
Elektronikler ve dijital platformların çekiciliği ile sosyal bağlarımızın zayıflamış olması artık ciddi bir sağlık sorunu olarak karşımızda duruyor.
Eş dost aile arkadaş ile bolca keyifli vakit geçrdiğimiz zamanlarımız olması dileğiyle.
Sağlıkla,
Not Dr Ayşegül Çoruhlu Oksijen GAzatesi 17/23 Ocak Yalnızlık Hızlı Yaşlandırır mı? İsimli yazısından alıntılanmıştır.
xxx
Geçenlerde izledim Gizli Yaşam / Hiden Life filmini...
İsmine bakıp romantik bir film olduğunu düşünmeyin.
Gerçek bir yaşam öyküsü ve son derece düşündürücü
2. Dünya Savaşı sırasında Avusturya'da ailesi ile mutlu bir yaşam süren bir çiftçinin, vicdani reddi ile ilgili film.
Naziler için şavaşmak istemeyen ve bunun sonucu idam edilen Avusturyalı Franz Jagerstatter'in hayatı anlatılıyor filmde.
Bireyin, kendi bireysel ahlakı ve bilinci ile toplumun ahlakı ve bilinci arasına sıkışması üzerine film.
Yaşadığı köydeki komşuları, ilerleyen zamanda kendi annesi bile dışlıyor yargılıyor Franz'ı.
Köylüleir ve ailesi belki de başlarına kötü bir şey gelmesinden korkuyor ya da yalnız tek başlarına kalmaktan...
Ve komşuları oğul, eş ve akrabaları olan Franz'ın, kendini red edip biyat etmesini istiyorlar.
Franz'ın kendi ile konuşmaları gerçekten son derece derin ve etkileyici.
Ve kendime sorular sordum tabi ki.
Bir gün gelir de toplumun değerleri ve de kanunları, bireyin ahlaki değerlerinin altında kalırsa, nasıl davranmalı birey? Ya da başka ifade ile , bireyin değerleri toplum değerleri ya da kanunların üstünde kalırsa nasıl bir duruş sergilemeli?
Bu durumda ;
Kendi değerlerine göre davranmak bencilce midir?
Ailesini, yaşadığı çevreyi ve sorumluluklarını düşünerek davranmak kendine ihanet midir?
Anlayacağınız bir sürü soru üşüştü beynime.
İçerde bu sorular demlenirken, bir kaç gün sonra üniversiteden bir arkadaşımın Harper Lee'den alıntılı bir paylaşımı düştü telefonuma.
''Çoğunluğa bağlı olmayan tek şey, insanın vicdanıdır.''
İşte evet, bizi biz yapan, biricikliğimizin en belirgin öğelerinden biri vicdanımızdır.
Ve başka sorulara geldi sıra.
Kendi vicdanım ne kadar saf? Ne kadar özgün kararlar verebiliyorum? Kendimle ne kadar tematayım?
Çoğunluk ne kadar zihnimde, düşüncelerimde, duygularımda ve tercihlerimde etkin?
Felsefik yaklaşımda zihin bir bahçeye benzetilir. Dışarıdan giren yabancı nesnelere, ayrık otlarına dikkat etmek gerektiği aktarılır.
Demek istediğim özgün doğamızı ne kadar koruyabiliyoruz ve/veya ayrık otların farkında mıyız arada bir durup içe bakmak gerektiği...
Ekran saatlerinin akıl almaz seviyelere fırladığı , internet hızının durmadan arttığı dünyanın geldiği bu dönemeçte, sanırım kendimizle daha sık sık başbaşa kalıp, daha çok içe bakarak iç düzenlemeler yapmalıyız.
Hepimize kolay gelsin!
xxx
Yeniyıldan önce Halk TV ya da Now TV' deki sabah programı konuğu olmuştu Selçuk Şirin.
Kendisi New York üniversitesinde akademisyen ve yazardır.
Sık sık ülkeye geliyor bildiğim kadarı ile ve çeşitli programlara katılıyor.
Aynı zamanda Oksijen Gazetesi yazarı.
O gün mutluluk üzerine çok değerli paylaşımları olmuştu.
Hemen not almıştım ve bugün notlarımı sizlerle paylaşmak istedim.
Kendinize aşağıdaki üç soruyu sormamızı önermişti.
Dün dinlenmeye fırsat buldum mu?
Dün gülümseme ya da kahkaha atma fırsatı buldum mu?
Dün yeni bir bilgi ya da yeni bir deneyim edindim mi?
Bu üç soruya cevabınız EVET ise, evet siz mutlu bir insanız demişti.
Bir diğer notum ise Harward Üniversite'sinin seksen yıla yayılan mutluluk araştırmasının çıktısı idi.
Mutluluğun sırrını bulmuşlar anlayacağınız!
'' Para şart temel ihtiyaçlar için fakat paranın fazlası da mutlu yapmıyor insanları. Eğitim de sizi mutlu etmiyor. Herşeye bakılıyorbu araştırmada. Sağlık durumunuzun iyi olması da sizi mutlu etmiyor. Peki sizi ne mutlu ediyor?
Yaşlandığınızda, yaş aldığınız süre boyunca çevrenizde geçmişinizi bilen dostlarınız var mı yok mu?
Yani çevrenizde geçmişinizi paylaşacağınız çocukluk arkadaşları, okul arkadaşları. gençlik arkadaşlarının varlığı. Çok fazla insan tanıyan insan da mutlu olmuyor. Bu bulgular ülkeye göre de değişmiyor. Bütün ülkeler için benzer çalışmalar var. Siz yüz kişiyi tanıyorsunuz ben üç kişiyi tanıyorum diyelim, bu sizin daha mutlu olduğunuz anlamına gelmiyor. Ben üç kişi ile kaliteli ilişki yaşıyorsam sizden daha mutlu hissediyorum.
Türkiye'de göçle birlikte bu sosyal yaşam çökmüş durumda ve mutsuzluğu arttıran sebeplerden birisi bu. Şimdi çekidek aileye geldik. İnternet kullanımı Türkiye'de çok arttı. Dünya ortalamasından daha çok internet kullanıyoruz. Sosyal medyada da ilk üçteyiz. Herkes artık ekrana hapis olmuş durumda. Kimsenin vakti yok artık dostlarla yakın arkadaşlarla vakit geçirmeye. Eğer mutlu olmak istiyorsak bizim geçmişimizi bilen dostlarımızla bağımızı sıkı tutmamız lazım.''
Sürdürülebilir ilişkilerin, karşılıklı beslendiğimiz ilişkilerin değerini bir kez daha anlıyor insan.
Bir kaç gerçek dost ile çok anlamlı ve mutlu bir yaşam mümkün...
İyi pazarlar herkese...
xxx
Original adı My Favorite Cake olan bu fime 2024 İstanbul Film Festivali'nde gitmek istemiş fakat yer bulamamıştım.
Geçen hafta CKM 'ye bir arkadaşımla gidip izleme fırsatı yakaladık.
İnsanın nerede ise tüm duygularını harekete geçiren bir filmdi.
Öfke, neşe, üzüntü, korku, endişe hemen hemen her duyguyu yaşattı film.
Dün, filme gittiğim arkaşadımla görüştüm ve filmdeki kadın oyuncunun güzel bir kadın olduğunu söyledi. Bir an durdum ve sonra ben d ekatıldım arkadaşımın görüşüne.
İzleyenler hatırlayacaktır. Mahin güzel olmadığını söylüyordu Faramarz'a ve o da kabul etmeyip Mahin'in çok güzel olduğunu söylüyordu filmde.
İçimde irdelemeye devam etmiş olmalıyım ki bu güzellik kavramını , bu sabah bir farkındalık yaşadım.
Mahin yetmiş yaşında, yürütmekte zorluk çeken kiloya sahip, bir çok sağlık sorunu yaşayan, yüzünde makyajın bile düzgün durmadığı (hepimizin bir gün başına gelecek bu) bir kadındı.
Dünyadaki tüm güzellik tanımlarının dışında biri olduğunu söyleyebiliriz Mahin'in.
Faramarz ne görmüş olabilirdi ki Mahin'de?
Güzellik ne idi sahi?
Cevabım canlılık ve neşe oldu benim.
Canlılık, neşe, hafiflik, anda olmak, açık olmak...
Ve evet çok güzeldi Mahin.
Bir anlığına da olsa varlığını açmış, ruhunun olduğu gibi görünmesine izin vermişti Mahin. Ruhu ile yaşamıştı.
Elbette bu durum karşılıklı idi. Faramarz'da kalbinin kapılarını sevgiye ve ışığa açıp, Mahin'in ruhunu görebilmişti. Ve onun güzelliğine hayran olmuştu.
Hayattan bir an yaşamışlardı.
Öyle bir anki belki de milyonlarca insan böyle bir an yaşamadan geçip gidiyordu bu dünyadan.
Filmin Faramarz'ın dramatik ölümü ile bitmesi üzücü olmasına rağmen bu açıdan baktığımda, ne de güzel bir veda olmuştu yaşama.
Görmüş ve görülmüştü.
Canlı ve neşeli bir an sonrası göçüp girmişti bu diyardan.
Yaşamı onurlandırmak bu olsa gerek.
Uzun lafın kısası, canlı ve neşeli olduğumuz her an güzeliz . Ve o her an da çok değerli ve mana dolu.
Sevgiyle
xxx
Bu başlık üniversite arkadaşım Fulya Demirer Kaplan'ın babası Yılmaz Demirer'e ait.
Yılmaz bey Cumhuriyet'in ilk valilerinden Kazım Demirer'in üç çocuğundan biri olarak 1930 yılında İzmit'te dünyaya gözlerini açmış. Avukatlık mesleğini seçmiş. Çok genç yaşta, 1991 yılında altmışbir yaşında iken vefat etmiş. Arkadaşım Fulya'nın ifadesi ile ailesi ''uğurlamış'' Yılmaz beyi.
Aşağıdaki yazıyı 80'li yılların başında kaleme aldığını düşünüyor ailesi. Tam da Türkiye için dönüm noktası olan yıllar bu yıllar. Kapitalizmin, materyalizmin derin kökler salmaya başladığı, değerleri yıpratmaya çökertemeye başladığı yıllar...
Geriye dönüp bakınca, o yıllarda ülkenin bir yol ayrımının tam da başında olduğunu görüyor insan.
Ve Yılmaz bey hepimiz adına seçmemiz gereken yolu işaret etmiş bir kartpostalın arkasına düştüğü notu ile sanki.
''Dünya görünüş olarak maddeden ibarettir. Dağ, ova, ev,para, deniz gibi. Bir de şevkat, anlayış, hürmet, sevgi ve sadakat gibi manevi kuvvetler vardır ki ancak insanlar bu manevi kuvvetlere kıymet verdiği nibette tekamül eder, yükselirler, liyakat, seciye, asalet kazanırlar.
Denilebilir ki, para olmadan hiç bir şey olmuyor. Yanlış değil bu söz. Başkalarına minnet etmeden geçinebilmek, ileriyi görebilecek kadar para kazanmak şarttır elbet, fakat ne varki hiç bir zaman ön planda yer alacak kadar kuvvetli değildir bu.
Para ile yukarıda yazdığım manevi kuvvetler kazanılır mı? Kazanılmaz değil mi? İşte anlaştık sizinle şimdi.
Gülümser nasıl bir dünyan var senin diye soruyor. Bir defa daha cevap vereyim :
Önce para sonra ruh değil, önce ruh sonra para.
Bilmem anlatabildim mi?''
Geldiğimiz bu noktada ülke, toplum olarak yanlış yolu seçtiğimiz konusunda sanırım hepimiz hem fikiriz.
Zamanı geri getiremeyiz; fakat bulunduğumuz yerden ileriye doğru sevgili Yılmaz beyin işaret ettiği yöne doğru hareket edebiliriz.
Gençlerimize, çocuklarımıza Yılmaz beyin mesajını ileterek değerlerimizin yeniden oluşmasına, yapılandırılmasına katkı sağlayabiliriz.
Bu değerli aile hazinesini bizlerle paylaştığı için arkadaşım sevgili Fulya' ya ayrıca teşekkür ediyorum.
Evet, bizim hala insana, geleceğe dair umudumuz var!
xxx