Peter Pan'i bilirsiniz. Hani büyümeyi red eden , hiç büyümeyen hep çocuk kalan ve de Var Olmayan Ülke'de yaşayan yaramaz çocuk!
İnsan psişesine yönelik önemli bir metafor olduğunu düşünüyorum bu masalın.
Şu "içimizdeki çocuk" kavramına karşılık geliyor üstelik.
Onlarca yıldır hep bu içimizdeki çocuğu yaşatmak onu hep çocuk tutmak üzerine bir çok yazı okuduk ve hatta uygulama yaptık.
Fakat burada ince bir ayar olduğunu düşünüyorum.
Bir kaç psikiyatrik yayında okuduğum üzere geçenlerde Engin Geçtan'ın İnsan Olmak isimli kitabını okurken yine karşıma çıktı bu konu.
Bu arada müthiş bir kitap! Okumalı okutmalı dediklerinden...Geçtan insan olma ikilemini şöyle açıklıyor.
"Çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir. İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar."
Kendinimi derinden tanımak ve çevremizde olup biteni daha iyi algılayabilmek üzere çok değerli bir kitap gerçekten. Kesin öneririm!
İçimizdeki çocuk da aslında bir benlik parçamız. Ve biz onu olduğu gibi korumaya çalışırken, tüm benlik parçalarımızın birbiri ile bütünleşmesi sonucu yetişkin bir birey olabilmemiz ile ilgili süreçte kendimizi sabote ettiğimizi anlıyorum.
Hele bu çocuk bir de travma yaşamış bir çocuk ise ve biz içimizdeki çocuğu koruyacağız diye bu yaralı benliği sonsuza kadar farkında olmadan canlı tutuyor ve travmanın da iyileşmesine engel oluyor olabiliriz.
Anladığım o ki içimizdeki çocuğu yaşatmak olarak bahsi geçen o çocuk benliğimizi, tıpkı Peter Pan gibi yaşatmak değil, yetişkin bir birey olarak çocuklara özgü bazı duygu ve davranışları koruyabilmek, yaşatabilmek,sürdürebilmek.
Çocuklar bilgedir. Onlar zaten bilir. Özleri ile bizlere göre daha derinden bağlıdırlar. Saf ve masumdurlar. Ön yargıları , şartlanmaları yoktur. Her an yeni bir andır onlar için. Geçmişe tutunmazlar ve gelecek kaygıları da yoktur. Sevgi ile paylaşırlar. Oldukları gibidirler. Tüm duygularını tüm güçleri ile ifade ederler. Bir an deli kahkahalar atıp diğer bir an ölecekmiş gibi çığlık çığlığa ağlıyabilirler. Her ne yapıyorlarsa gerçekten istedikleri için sadece merak ve eğlenmek için yaparlar. Neşe doludurlar. Çoşkuludurlar. Oyuncudurlar. Muzip ve mizah doludurlar.Hayat onlar için kocaman bir oyun alanıdır.
Özetle capcanlı yaşam ile birlikte akarlar. Aile toplum din kültür tarafından virüs kapmış zihinleri yerine, yaşamı kalpleri ile yaşarlar. Hep kabuldedirler. Olanı olduğu gibi kabul eder kendilerini nasıl hissettiklerine odaklıdırlar. Yargılamaz suçlamaz eleştirmezler...İçgüdüsel olarak iyi hissettikleri şeyleri yapmaya meyillidirler.
Tıpkı doğadaki tüm diğer canlılar gibidirler. Doğal insan halidir bu.
Bunları yazınca aslında ne kadar da tam ve bütün olarak dünyaya geldiğimizi ve dış etkenler ile nasıl da kendimize yabancılaştırıldığımızı bir kez daha idrak ettim.
İşte böylesine bir ruh halini varoluş biçimini koruyabildiğimiz sürece asıl içimizdeki çocuk ile bütünleşebiliriz.
Yoksa benlik parçası olarak o parçayı yaşatmak değil asıl anlatılan. Aksi halde yetişkin bedeninde küçük çocuklar olarak dolaşırız toplumun içinde. Kendine yabancı , mutsuz ve de kendine karşı öncelikli görevi olan "iyi yaşama sorumluluğu" nu taşıyamayan kişiler oluruz. Bu tanım ile de kitapta tanıştım!
Özetle neşe ve çoşku duyguları rehberimiz olmalı diye düşünüyorum.Ancak o zaman kalbimizin götürdüğü yere gidebileceğiz.
Kim bilir belki de var olan bir ülkedir bu sefer yolumuzda olan?
Sevgiyle,
İnsan psişesine yönelik önemli bir metafor olduğunu düşünüyorum bu masalın.
Şu "içimizdeki çocuk" kavramına karşılık geliyor üstelik.
Onlarca yıldır hep bu içimizdeki çocuğu yaşatmak onu hep çocuk tutmak üzerine bir çok yazı okuduk ve hatta uygulama yaptık.
Fakat burada ince bir ayar olduğunu düşünüyorum.
Bir kaç psikiyatrik yayında okuduğum üzere geçenlerde Engin Geçtan'ın İnsan Olmak isimli kitabını okurken yine karşıma çıktı bu konu.
Bu arada müthiş bir kitap! Okumalı okutmalı dediklerinden...Geçtan insan olma ikilemini şöyle açıklıyor.
"Çağdaş toplumlar kendine özgü bir olguyu da birlikte getirmiştir. İnsan eskisinden çok daha fazla sayıda insanla, çok daha kısa süreli, daha yüzeysel ilişkiler kurma eğilimindedir. Bu, soğuk bir günde karşılaşan bir grup kirpinin öyküsüne benzer. Kirpiler ısınabilmek için birbirlerine sokulurlar, ama dikenleri birbirine batar. Birbirlerinden ayrıldıklarındaysa soğuktan rahatsız olurlar. İleri geri hareket ederek sonunda dikenlerini batırmadan birbirlerini ısıtabilecekleri en uygun uzaklığı bulurlar."
Kendinimi derinden tanımak ve çevremizde olup biteni daha iyi algılayabilmek üzere çok değerli bir kitap gerçekten. Kesin öneririm!
İçimizdeki çocuk da aslında bir benlik parçamız. Ve biz onu olduğu gibi korumaya çalışırken, tüm benlik parçalarımızın birbiri ile bütünleşmesi sonucu yetişkin bir birey olabilmemiz ile ilgili süreçte kendimizi sabote ettiğimizi anlıyorum.
Hele bu çocuk bir de travma yaşamış bir çocuk ise ve biz içimizdeki çocuğu koruyacağız diye bu yaralı benliği sonsuza kadar farkında olmadan canlı tutuyor ve travmanın da iyileşmesine engel oluyor olabiliriz.
Anladığım o ki içimizdeki çocuğu yaşatmak olarak bahsi geçen o çocuk benliğimizi, tıpkı Peter Pan gibi yaşatmak değil, yetişkin bir birey olarak çocuklara özgü bazı duygu ve davranışları koruyabilmek, yaşatabilmek,sürdürebilmek.
Çocuklar bilgedir. Onlar zaten bilir. Özleri ile bizlere göre daha derinden bağlıdırlar. Saf ve masumdurlar. Ön yargıları , şartlanmaları yoktur. Her an yeni bir andır onlar için. Geçmişe tutunmazlar ve gelecek kaygıları da yoktur. Sevgi ile paylaşırlar. Oldukları gibidirler. Tüm duygularını tüm güçleri ile ifade ederler. Bir an deli kahkahalar atıp diğer bir an ölecekmiş gibi çığlık çığlığa ağlıyabilirler. Her ne yapıyorlarsa gerçekten istedikleri için sadece merak ve eğlenmek için yaparlar. Neşe doludurlar. Çoşkuludurlar. Oyuncudurlar. Muzip ve mizah doludurlar.Hayat onlar için kocaman bir oyun alanıdır.
Özetle capcanlı yaşam ile birlikte akarlar. Aile toplum din kültür tarafından virüs kapmış zihinleri yerine, yaşamı kalpleri ile yaşarlar. Hep kabuldedirler. Olanı olduğu gibi kabul eder kendilerini nasıl hissettiklerine odaklıdırlar. Yargılamaz suçlamaz eleştirmezler...İçgüdüsel olarak iyi hissettikleri şeyleri yapmaya meyillidirler.
Tıpkı doğadaki tüm diğer canlılar gibidirler. Doğal insan halidir bu.
Bunları yazınca aslında ne kadar da tam ve bütün olarak dünyaya geldiğimizi ve dış etkenler ile nasıl da kendimize yabancılaştırıldığımızı bir kez daha idrak ettim.
İşte böylesine bir ruh halini varoluş biçimini koruyabildiğimiz sürece asıl içimizdeki çocuk ile bütünleşebiliriz.
Yoksa benlik parçası olarak o parçayı yaşatmak değil asıl anlatılan. Aksi halde yetişkin bedeninde küçük çocuklar olarak dolaşırız toplumun içinde. Kendine yabancı , mutsuz ve de kendine karşı öncelikli görevi olan "iyi yaşama sorumluluğu" nu taşıyamayan kişiler oluruz. Bu tanım ile de kitapta tanıştım!
Özetle neşe ve çoşku duyguları rehberimiz olmalı diye düşünüyorum.Ancak o zaman kalbimizin götürdüğü yere gidebileceğiz.
Kim bilir belki de var olan bir ülkedir bu sefer yolumuzda olan?
Sevgiyle,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder