6 Eylül 2015 Pazar

Moda'da Bir Eywa Ağacı

Evet doğru okudunuz.

Moda'da bir Eywa ağacı var! Hem de geçen kıştan bu yana.



Avatar filminden esinlenerek tamamen doğa dostu bir mekan olarak düzenlenmiş bir mekan burası.



Ev yapımı organik yiyecekler çok lezzetli. Hele bir de pestolu özel tost yok mu? Hayır demek mümkün değil söyliyeyim.



Kahve ve özel çaylar da mekanın vazgeçilmezleri. Ben baharatlı sütlü çatı pek bir seviyorum.

Tatlı sevenleri de sevindiriyor Eywa!



EKO IQ dergisini duymuşsunuzdur. Türkiye'nin ilk yeşil iş ve yaşam dergisi! Eywa'da her masada  en son sayısı sizinle tanışmak için bekliyor.Dünyadan ve ülkemizden en son haberler ile günceli yakalayabilirsiniz.  Zihninizi ciddi esnetecek ve ilham verecek  bir yayın gerçekten! Derginin sahibi ve genel yayın yönetmeni  Barış Doğu  da  Eywa dostlarından.




Mekanın sahibi benim sektördaşım Sema Hanım eski bir sigortacı,  iki çocuklu bir anne. Son derece nazik sevecen ve hoş sohbet bir arkadaş sizi bekliyor Eywa ağacının altında!

Ana mesajı mekanın "yaşama bağlan"...

Ancak o zaman olduğumuz kişi olabilir ve huzur ile varoluşla uyumla akabiliriz yaşam ırmağında değil mi?  İnanın canınız sıkkın ise keyifiniz yok ise kendinizi kaybolmuş hissediyorsanız , bu mekan sizi yeniden bağlıyor kendinizle! Bir neşe bir keyif geliyor insana...Kesin bilgi!

Eywa Ağacı Hayat Ağacı'nın  bir versiyonu olsa gerek diye düşünmüşümdür hep.

İşte burası seni sen ile yaşam ile yeniden buluşturan sihirli bir mekan.

Kimbilir belki sizinle de  bir gün yollarımız Eywa ağacının altında kesişir ve de bir soluk  ruhlarımızı dinlendirir, sohbet ederiz havadan sudan insandan hayattan?

Sevgiyle,



22 Ağustos 2015 Cumartesi

Aşık Bir Sardunya

Eğlenceli ve bir o kadar da düşündürücü bir yazı olacak bu.

Lise yıllarında matematik, fizik ve kimya dersleri için tam 3 yıl dersaneye gitmiştim. Son sınıfta bir de üniversite hazırlık kursuna gitmiştim. Bayağı ciddiye almışım yani durumu anlıyacağınız.İşte desrhanemizde İngiliz bir biyoloji öğretmeni vardı. Şimdi size yazacağım konuyu bizzat bizlere ta o zamanlar anlatmıştı.

Evet diyeceğim o ki bitkiler uyuyorlar, korkudan bayılıyorlar,çığlık bile atıyorlar. Balkonunuzdaki bitki siz kilometrelerce uzakta olduğunuzda canınız yandığında üzülebilir, mutlu olduğunuzda sevinebilir. Güçlü hafızaları var. Onlara kötü davranan yapraklarını koparan , işkence yapan insanları tanıyorlar ve yanlarına gelince çığlık atıyorlar.

Bunun ötesinde sizinle bağlantı kurup, nerede olursanız olun sizinle bağlantıda kalabiliyorlar. Bitkilerin sorun çözme yetenekleri çok yüksek. Sayı sayıp çarpma bile yapabiliyorlar.



En çarpıcı olan ise insanların 5 temel duygusu yanısıra , bitkilerin 20 farklı duygusu var. Evrimsel açıdan bizlerden milyonlarca yıl önce başladılar yürüyüşlerine. Nem ölçme, yerçekimini fark etme, elektrik magnetik alanları tespit etme gibi fazladan duyulara sahipler. Hatta elektrik ve biyolojik sinyalin yanısıra titreşimle bile iletişim kurabiliyorlar.Bu anlamda bizlerden daha gelişkin varlıklar diyebiliriz.

İşte bu iki kitap bu konuları detaylı bir şekilde inceliyor. Biri de Türkçe yayınlanmış!

Buradan elbetteki ağaçlara geleceğim. Bir kaç not düşüyorum şimdi.

Avatar filminde hatırlarsınız Eywa ağacı çevresinde toplanıp  Navi 'ler birbirleri ile bir nevi enerjitik bir network bağ kuruyorlardı. BİR oluyorlardı ulu ağacın huzurunda.

Eski Kelt toplumlarında insanlar koruluklarda ağaçlıklı bölgelerde buluşurlarmış. Benzeri bir enerjitik bir networking yapılanması oluşturulduğunuu düşünüyorum. O dönemin kötü kalpli güç sahipleri de  bu toplantılara engel olmak için  ağaçları yok ederlermiş. Dünyanın heryerinde üstelik!

Bir de Kozmik Ağaç Terapisi diye bir çalışma duymuştum. Ağaçlara 1 m yaklaşınca onların frekanslarının auralarının içine giriyoruz ve şifalandırıyor ağaç insanları. Her anlamda!

Bir araştırma da  ormandaki ağaçların birbirleri ile elektromagnetik titreşimler şeklinde bir network gibi iletiştikleri tespit edilmişti.

Kendinizi düşünün. Doğa da bir ağacın altında oturduğunuzda daha olumlu ve yapıcı olduğunuzu gözlemlemişsinizdir.

Özetle ağaçlar/bitkiler  ve insanlar tüm varoluş arasında gözle göremediğimiz bağlar var.

Bu bağ nörolojik duyusal bir bağ hatta  ve ancak şu andaki teknoloji ile bunu göremiyoruz.

Bir süredir sürekli kalp şeklinde ağaçlar çıkıyor karşıma. Bir kaç fotoğrafı aşağıda paylaşıyorum.

Kalp şeklinde bir kırmızı erik ağacı...



                                          Kalp şeklinde bir erguvan...

Daha bir çok foto daha var!

Sordum kendime ağaçlar ne anlatmaya çalışıyor diye?

Elbette "sevgi" idi mesaj.

Ağaç sevgidir!

Sevgi bir duygu değil bir bilinç, enerji, titreşim , frekanstır.

Evren, varoluş, yaşam, tanrı sevgi ise ağaçların burada çok önemli bir fonksiyonu olduğunu düşünüyorum.

Kalbimiz ruhumuzun evi ve belirli bir  frekansta titreşiyor kalbimiz. Doğada veya ağaçların yanında da olan bu. Bu frekansa uyumlanıyoruz ve şifalanıyoruz, yeniden bağ kuruyoruz özümüzle ve BİR olabiliyoruz tüm varoluşla.

Ağaçlar toplumların sevgi ile birliğini (bu enerjitik bir birlik) tesis eden ve koruyan gözlemcilerdir. Canlıdırlar. Hafızaları vardır. Bizlerden çok daha fazla gelişmiş varlıklardır. İnsanın ve tüm diğer fiziksel dünyanın varlığı ağaçların varlığına bağlıdır.

Yeşil toplumların insanlarının daha çok sanat ile ilgilendiğini ve daha gelişmiş bireyler olduğunu düşünüyorum.

Öz ile sevgi ile bağımızı koruyabildiğimiz ölçüde İNSAN olma yolunda ilerliyebilir, evrilebiliriz. Ağaçlar işte bu nedenle önemli yaşantımızda...Onlar var oldukça İNSAN olma yolunda yürüyüşümüze devam edebiliriz.

Bu bağ koptuğunda robotlaşır makineleşiriz.

Doğa Yoksunluğu Sendromu bu olsa gerek!

Ha aşık sardunyaya gelince...

Yaklaşık 15 yıl önce İtalya'dan getirdiğim sardunyalarım vardı ve onlarca kez taşınmama rağmen inatla hep benim yaşamımda var oldular. Bu kadar harekete değişime olsa olsa bana aşık olduklarından katlandılar diye düşünüyorum. Kimbilir?  En son şehirler arası taşınacağım zaman kıyamadım onlşara ve  oturduğumuz evin bahçesine ekip hediye ettik komşularımıza. Şimdi zaman zaman ziyaret ediyorum onları. Söz haftaya yine uğrayıp hatırlarını soracağım!

Sevgiler





21 Ağustos 2015 Cuma

Tanrıçalar Okulu

İlknur Yüksel 'in hazırlayıp sunduğu bir eğitim idi Tanrıçalar Okulu. Geçtiğimiz bahar aylarında katıldım.



İlknur ile yaklaşık 3 yıldır tanışıyorum ve gerçekten mucizeler yaratan bir psikoterapist kendisi. Travma ve çift terapisiti . Hem İzmir 'de hem de İstanbul'da kabul ediyor danışanlarını. Facebook da da sayfası var!

Tanrıçalar Okulu içimizde altı tanrıçanın varlığından bahsediyor.  Afrodit, Hera, Artemis, Demeter, Athena ve Persephone. Herbiri birer benlik parçamız aslında. Ya da arketipler diyebiliriz. Sevgili olan ilham veren oyuncu yaratıcı  sanatçı ruh Afrodit ile,  evlilik içindeki  eş olarak Hera ile, doğa ile iletişimde olan kendine yeterli Artemis ile, çevresinde çocuklarla  şefkatli anne Demeter ile, kariyer yapan kendini gerçekleştiren mücadele eden savaşçı Athena ile, mistik güç ve sezgileri olan ve hatta gölgelerimizi kapsayan Persephone ile karşılık buluyorlar.



Tüm bu benliklerimiz yaşamımızın bazı dönemlerinde öne çıkabiliyor ya da bazılarımız için sadece birini ya da birkaçını ifade edebiliyoruz yaşamımız boyunca. Ancak  herbiri ifade edilip doyurulduğu zaman doyumlu ve mutlu bütünlenmiş bir kadın olarak hissedebiliyor kadın denen varlık kendini!

Ancak şimdi çok daha iyi anlıyorum eğitimin ana mesajını!

Nasıl mı?

Dün nerede ise tüm gün Maçka parkında bir ağacın altına serdiğim örtünün üstüne uzanıp gazetelerimi kitaplarımı okudum. Oğlum İTÜ Bilim Okuluna gidiyor ve  ben de soluğu genelde ya Maçka Parkı'nda ya da  Atatürk kitaplığında alıyorum şu sıralar.

Parkta Hürriyet ekinde yayınlanan  İzzet Çapa'nın Ayla Erduran ile söyleşini okudum. Onur ödülleri almış dünyaca tanınan ünlü keman sanatçımız Ayla Hanım ile inanılmaz samimi içten bir söyleşi yapmış İzzet Çapa. Uzun zamandır bu kadar samimi bir söyleşi okumamıştım.

1934 yılında İstanbul'da doğmuş Ayla Hanım ve 4 yaşında Karl Berger'in öğrencisi olarak kemana başlamış. İlk resitalini 10 yaşında Saray Sineması'nda vermiş. Söyleşide Ayla Hanım aşka ve aile kurmaya vakit ayıramadığından öykünüyordu. Yaşı seksenlere  gelmiş muazzam bir diva kendisi. Ve fakat eksik parçaların hüznünü hissettim sözlerinde. İçime işledi sözleri!



Şu sıralarda başka bir divanın Sophia Loren'in otobiyografisini okuyorum bir yandan. Bitmek üzere ve fakat inanın  bitsin istemiyorum kitap! Hayatın bir kadına sunabileceği tüm rolleri kabul edip elinden gelenin en iyisi yapmış bir kadın olarak çıkıyor karşımıza Sophia. Kız çocuğu, kız kardeş sevgili,eş, anne, kendi yeteneğini hayata geçirmiş kendini gerçekleştirmiş ,mistik kadın, bilge kadın,...Cap canlı , çoşkulu , neşeli, mutlu ve doyumlu bir kadın o!



Anladım ki tek bir benlik dahi yok sayılsa ve deneyimlenmese eksik kalıyor KADIN denen sanat eseri. Diva dahi olsan o canlılığı ve çoşkuyu  bütünlenmişlik duygusunu yakalayamıyorsun. Bir şey eksik oluyor işte!

Özetle  bu altı  benliğin, içimizdeki tüm tanrıçaların kabul edilmesi, ifade edilmesi ve onurlandırılması ile bütünleşebileceğini anladım.

Sonra kendi hayatıma baktım!

Hangi tanrıçayı yok saydığıma, baskılayıp hatta gizlediğime  veya yeterince ifade edemediğime.

Ve anladım!

İnanın o zaman adım atacağınız yön veya önünüzdeki  seçimleriniz daha bir belirginleşiyor gözünüzün önünde.

Sizi bilmem ama beni pek bir eğlenceli ve hareketli günler bekliyor!

Sevgilerimle,




2 Ağustos 2015 Pazar

Idollerin Dansı

2008 yılında bir bireysel gelişim atölye çalışmasındaydım.

Atölye çalışmalarından birinde idolümüzün kim olduğu sorulmuştu.

İlk tepkim benim idolüm yok ki olmuştu.

Sonra düşünüp taşınıp Joan Baez demiştim!



Ne gitar çalarım ne de şarkı söylerim.En azından bu durum şu ana kadar böyle! Kimbilir belki içimde ifade edilmeyi bekleyen bir parça vardır...

Bize 10 özelliğini yazmamız söylenildi. Ben de kendime göre Joan Baez'i tanımlayan 10 özellik yazdım.

Sonra grup çalışmasındaki arkadaşlar benimle ilgili geri bildirimde bulundu. Nasıl bir insan olduğum ile ilgili.

Benim yazdığım 10 maddeden 8'ini bilmişlerdi şaşırtıcı şekilde.

Bilinemiyen iki maddeden birinin özgürlükçü  kişiliği diğerinin ise duygu ve düşüncelerini sanatsal şekilde ifade etmesi olduğunu hatırlıyorum. Bu iki maddeyi zaten beni çok iyi tanıyan kişiler bilebilirdi.

Özetle atölye çalışmasından kendimizi özdeşleştirdiğimiz, idollerimizin kendi kişilik yapımızda benlik yapımızda ne kadar etkili olduğunu öğrendik.

Hatta ben bunu daha ileriye götüreceğim.

İzlediğimiz film kahramanları, okuduğumuz kitaplar, yaşamımızda karşılaştığımız insanlar hepsi ama hepsi benlik haritamızda yerini alıyor.

Neden Joan Baez dediğimi şimdilerde düşündüm. Çok başarılı, kendini gerçekleştirmiş çok değerli bir kadın kendisi. Ancak aynı şekilde hüzünü , acıyı ve yalnızlığı çağrıştırıyor bana. Belki de bu tamamen benim ona yüklediğim bir anlamdır.Malum kendi algılarımızı ilüzyonlarımızı yansıtıyoruz insanlara.

İçsel değişime göre de zaman içinde bu idollerde değişim olabiliyor.

Nereden nereye geldiğinizin göstergesidir belki de bu! Titreşimlerimizdeki değişimin göstergesi...

Şimdilerde ise idolüm Sophia Loren!



Evet evet doğru okudunuz!

Bir kaç ay önce bir röpörtajını okumuştum. Çok etkilendim ifadelerinden!

Potansiyelini harikulade şekilde hayata geçirmiş kendini gerçekleştirmiş, aşık olduğu ve ona aşık olan bir adam ile mutlu bir evlilik yapmış, iki harika oğul yetiştirmiş (ki ilişkilerinin son derece sevgi ve uyum içinde olduğunu anlıyorum ) , hayatımın mucizeleri diye tanımladığı dört muhteşem torun ve iki olağanüstü gelin ile yaşamı daha da zenginleşmiş, bolca dost ve güzel anı ile yaşamının olgunluk dönemine gelmiş bir kadın o...

Canlı, çoşkulu, doyumlu,anlamlı, sevgi dolu  bir yaşamı kucaklamış , neşeli ve mutlu bir kadın o!

Kendinin kaleme aldığı hayat öyküsü çıktı yakınlarda.



Derhal aldım ve o derinden içtenlikle samimiyetle kalpten dökülen sözcüklerin içine bıraktım kendimi bugün.

Ne macera!

Yaşamın hepimize böyle dopdolu bir macera tanıdında güzellikler ile açılması dileğimle...

Ha bu arada unutmadan, sizin idolünüz kim?

Sevgiler,

18 Temmuz 2015 Cumartesi

Shikoba Nabajyotikisaikia!

I get inspiration from an African Tribe 's treatment  today and would like to shar my view.

About good and bad!

So in this Afican Tribe when someone does something harmful,they take the person senter of the village where the whole tribe comes and surrends them.

For two days, they will say to the man all the good thinks he has done.



The tribe believes each human comes to the world as good. Each one of us only desires safety love peace and happiness.

But sometimes, in the pursuit of these things, people make mistakes.

The community sees those mistakes as a cry for help. They unite then to lift him, to reconnect him with his true natur, to remind him who he really is, until he fully remembers the truth of which he had been temporarily disconnected.

"I am good."

Shikoba Nabajyotisaikia!

NABAJYOTISAIKIA is a complement used in South Africa and means "I respect you, I cherish you.You matter to me."

People say SHIKABA which is "So I exist for you."

Similarly I know some tribes also sing the song which was choosen during her/his birth to the one who made mistake by surrending him. The mother goes to nature and listen her heart. The song she hears in her heart as a first time is accepted her baby's song.  They believe each human has  an uniquie song in their heart and when they sing that song the person will reconnect to her/his true self.

It is so true and wise! The whole universe is a vibration/sound and we are also part of this. You can also search for healing with music.

Anway we come back to the main topic.

So these African tribes beleive we are born as good! We are perfect in every moment. No need to educate, give shape, trained etc. We just need to be listened, understood , loved and supported.

We should just let the spirit flow with joy and extasy! Just give chance to seed sprout out as it is.

No need to judge, compare,race!

Each of us has an unique path to fullfill!

Whom can say a rose is much better flower than daisy! Or a horse is more important than a dolphin!

Rules and requlations, competation, judgements, comparasion  are the way all religions and system (THEY) make us to beleive in. These are all illusion which are created by our MIND. Creation of our ego!

They use the fear of  to become BAD in people!  They divide humanity in to GOOD or BAD. This is the very fundamental way they started to manupulate& control  humanity. It is an illusion! Just like borders between countries.

Than we are afraid if our children turn in to bad people! Do wrong things, harmful things!

They say ohh if you not punish and make your children growned up  according the socities expactation they will be bad people / refused or no use of anything!

 Remember how we say to our children good boy /  bad boy! We domesticate the wild spirit in this way! If you are not good enough, fisrt your parents will punish you  than God would burn you in hell forever! Imagine how a little child would think of out of all this!

She/he would just like to be a person they wanted to be! This is the action against wild spirit! Against Life!

All these are very creative strories & even spells on human kind to control humanity.

PEOPLE ARE GOOD! All the problems of the world is not because human are bad or inadequate. It is because of lack of justice, equation, poor allocation!

As we all know first human was from Africa and we all carry African genetics.

Therefore I respect the knowledge and wisdom of African natives. They were far before religions and so called civilisations.

I beleive they reflect the original human nature just as like Aboriginals in Australia.

They are real, they are origin!

So it is time to break down the limit of our mind for GOOD and BAD.

Time to  release all limitations and control over our true self.

Time to beleive in ourselves, honoured  our true self !

Time to sing our song loudly!

With Love

14 Temmuz 2015 Salı

Dünyayı Değiştirmenin 365 Yolu

Bu hafta tatildeyiz ailecek.

Bu kitapla yollarımız kesişti dün. 

Yeni dünyanın yeni insanın yeni bilincin KUTSAL KİTABI diyelim.

Ben oldum olası dışarıyı değiştirmeye yönelik eğilimlere hep alerjik oldum.

Bana göre değişim içeriden başlıyor. Duygu düşünce ve davranışlarımızdaki değişimlerle dışarıyı değiştirbiliriz ancak.

Aynalama nöronları ile evrim devam ediyor özetle.

Dışarıdaki devrim içeriden bireysel devrimden geçiyor.

Aksi ego! Dışarıya şekil verme çabası yani.

Mahatma Gandhi derki.  "Dünyada görmeyi istediğiniz değişimin kendisi olunuz."

Çok ilginç öneriler var. Gerçekten insanın vizyonunu genişletiyor kitap.

Henüz yeni okumaya başladım!

Antalya'da bir kör restaurantı varmış örneğin. Alex ve muhteşem limonata tezgahı, kanalizasyona karşı sörfçüler, rüzgar enerili radyolar, çocuk kölelerin kullanılmadığı organik çikolatalar daha neler neler var kitapta.







Tanıtım yazısını aynen paylaşıyorum.

Dünyada bir fark yaratmak istiyor, fakat nereden başlayacağınızı bilemiyorsunuz. Artık işe koyulabilirsiniz. Bu kitap gündelik hayatınızda yapabileceğiniz birçok ilginç ve eğlenceli etkinlikten bahseden heyecan verici bir kılavuz... Modern İnsanın Kutsal Kitabı, uygulamak için fazla beceri gerektirmeyen, fakat olumlu bir değişim yaratacak fikirlerle ve yılın her gününde başvurulabilecek yeni bilgilerle dolu.

Kitabın önerdiği aktivite ve yöntemler bir birey ve tüketici olarak harekete geçmenizi, topluma katkıda bulunmanızı, çevre, sağlık, küreselleşme ve insan hakları gibi on iki farklı alanda önemli değişimler yaratmanızı sağlayacak. İlk adımı atmak ve kitapta listelenen birçok kaynağa doğrudan ulaşmanızı sağlayacak web sitelerini öğrenmek için kitabı günü gününe takip edebilir ya da en fazla ilginizi çeken meselelere yönelebilirsiniz. Kendi kütüphanenize eklemek için mükemmel bir seçenek olmasının yanı sıra sevdiklerinize harika bir hediye olarak da verilebilecek bu kitap, her gün bir adım atarak dünyayı daha iyi bir hale getirmek için başvurulabilecek ilham verici ve kullanışlı bir kaynak.

'Michael Norton tek kişilik bir fikir fabrikasıdır.' 
The Guardian

'Bu sene bir fark yaratmak istiyorsanız size verilebilecek en iyi tavsiye Michael Norton'ın Modern İnsanın Kutsal Kitabı'nı okumanız. Bu elkitabı işinizi çok kolaylaştıracak.'
The Daily Telegraph



Evetttt kemerleri bağlayın...

Sevgiyle



8 Temmuz 2015 Çarşamba

GÜNÜN SÖZÜ / WORD OF THE DAY

"Herşey ışıktandır. Yıldızlarız bizler; yıldızlar da biz. Bunu gördüğümüzde, tüm duyularımız gerçek anlamda açılır ve dünyayı yorumlamaya gerek kalmaz. O anda tüm,sınırsız potansiyelimiz elimizin altındadır. Yolumuzda hiçbir engel yoktur." Don Miguel Ruiz,  Dört Anlaşma


"All is from light. We are stars; the stars are us. When we see this fact, all our sensations are opened and than  the explanaion of the world is no more needed.Very that moment, our unlimited potantiel is under our hands.  No obstruction is on our way." Don Miguel Ruiz, Four Aggrements








:)

19 Nisan 2015 Pazar

İmajın Kadar Konuş?

Kocan kadar konuş filmine gittim geçen Cuma.

Çok eğlendim?

Ve bir o kadar da düşündüm ne yalan söyliyeyim.



Bu kadar peşinden koşulan, yüceltilen nerede ise tanrılaştırılıp tapılan kavram ne oluyordu da sonra balon gibi sönü veriyordu. 

Sana da bana da olan bu değil mi zaten?

Boşanmaların oranı ortada malum. Ve de ülkemize özgü aile içi şiddet!

Bu sabah Krishnamurti'nin  Farkındalığın Işığı kitabında şu bölümü okudum ve paylaşmak istedim.  

Hem kendi rüyamdan hem de hepimizin rüyasından uyanmamızı diliyorum.

"Kadın erkek ilişkisinde neden böylesine çatışma ve ayrım var; bunu sorgulamak önemlidir çünkü insan ilişki içinde var olur.Himalaya'nın tepesinde mağarada  yaşayan  bir rahip bile ilişki içindedir. İnsanların ilişkilerde neden başarılı olamadıklarını, acı,kıskançlık,endişe duyduklarını gözlemlemeliyiz.Gözlem analiz değildir. Ama çoğumuz analiz etmeye alışkınız.

Evli olsun ya da olmasın,iki insan psikolojik olarak buluşuyorlar mı? Fiziksel olarak yatakta buluşabilirler ama içsel olarak her birinin kendi yaşamları,kendi doyumları,kendi ifadeleri var. İlişkide olduklarını söylüyorlar ama bu doğru değil,dürüst değil.Çünkü her birinin kendisi hakkında bir imajı var. Bu imajın yanısıra birlikte olduğu kişi hakkında da bir imajı var. Gerçekte iki ya da daha çok sayıda imaz var. Erkek kadın hakkında bir imaz yaratıyor,kadın erkek hakkında bir imaz yaratıyor.Bu imazlar hatırlanan reaksiyonlarla oluşuyor.

Erkeğin kadın hakkındaki imajı ile kadının kendi hakkındaki imajı çatışma içinde olduğu için ilişkiyi yok ediyor. Kişinin kendisi hakkındaki imajı yaralanmayı getirecektir.Kişi çocukluktan üniversiteye kadar ve yaşamı süresince sürekli yaralanacak,incinecektir. İncinmemek için de adım adım yalnızlığa gömülecektir. İnsanın incinmesini de, övülme ihtiyacını da kendisi hakkında oluşturduğu imaz yaratır.

Ama insanların çoğu,kendileri hakkında oluşturdukları imazlarda, düşüncenin yarattığı imazda güven bulmaya çalışırlar. İMAJIN OLMADIĞI İLİŞKİDE ÇATIŞMA DA YOKTUR.

Kendi imajınızın farkında mısınız? Ve bu imaja bir son vermek istiyor musubuz? Yoksa bu imaja "nasıl" son veririm diye soracak mısınız?éNasıl ésorusu, birisinin size ne yapmanız gerektiğini söylemesi anlamına gelir. Bu birisi, uzman,guru ya da lider olabilir. Ama ömrünüz boyunca,uzmanlarınız,psikologlarınız oldu ve sizi değiştiremediler."Nasıl" diye sorarak imazdan özgür olamazsınız. Karşınızdakinin ne söylediğine tüm farkındalığınızı verdiğinizde özgür olabilirsiniz. Eşiniz ya da arkadaşınız kötü bir şey söylediğinde, o anda tüm farkındalığınızı verirseniz, bu farkındalığın içinden asla imaz yaratılmaz.O zaman yaşam tümüyle farklı bir anlam kazanır."



İşte bu!

İmajsız ya da maskesiz gerçek kimliklerimizle ilişkilenebildiğimiz bağ kurabildiğimiz zaman çatışmasız bir alana girebiliyoruz. Gerçek güven sevgi oluyor!

Kimbilir belki de gençlik aşklarımızı özlemle arayışımızın nedeni de budur?

İmajımız maskemiz çok yoğun değildi o zamanlar. Olduğumuz gibi açabiliyorduk kendimizi ilişkiye.Sadece orada var olabiliyorduk. Yaş ilerledikçe ağır geliyor bu sahte imajların yükü.

Bu topraklarda kadın ve erkek arasında çok müthiş bir savaş olduğunu söylemişti yıllar önce bir yabancı erkek arkadaşım. Bunu gözlemlemişti Türkiye'de yaşadığı sürece.

Düşünüyorum da belki de çok haklıydı bu tespitinde.

Materyalizm, hızlı batılılaşma, açgözlülüğümüz,tatminsizliğimiz bu imajları çok ama çok abartmamıza neden olmuş olabilirdi gerçekten.

Hatırlayın 70'leri 80'leri...

Ne kadar çok ve abartılı imaj, o kadar çok çatışma ve o kadar çok incinme, yaralanma ve yalnızlık! İmajı da düşünce yani zihin oluşturuyor bu arada. Ne kadar az zihin , ne kadar az düşünce ve dolayısıyla anda kalabilen dikkat o kadar imajsız sen ve ben...

İşte bu imajlarla da  evleniyordu insanlar ve çatışma da kaçınılmaz oluyordu.

Asıl adım imajlarımızı tanımak ve onları serbest bırakmak, onlardan özgürleşmekti bizi arzu ettiğimiz psikolojik/duygusal bağ kurabileceğimiz gerçek ilişkiye götürecek olan. Özgür bir insan olmak asıl hedefimiz olmalıydı bu anlamda.

Karşımıza çıkmış ve bizi incitmiş her insan da bizim bu imazlarımızdan özgürleşebilmemiz için bize müthiş fırsatlar sunan oyun arkadaşlarımızda işte. Ve de çok ama çok değerli bir hizmet sunuyorlardı bizlere. Seni senden özgür kılmak için girmişti o kadınlar ya da erkekler yaşamına! 

Üstelik bu sadece kadın erkek ilişkisi için değil tüm ilişkilerimiz için geçerli bir formül bana göre. İş aile toplumsal ilişkilerimiz dahil her deneyim özgürleşmemize hizmet eden özel anlar.

Geçmişte her ne yaşadıksa yaşadık. Düşünürün dediği gibi o incinmişlik anlarımıza zihnimizde geri dönüp tüm farkındalığımızla kendimize bizi inciten kişiye olaya bakabiliriz. Daha objektif  ve gerçekçi olarak.

Yaşamın yaşamlarımızın tek amacı var bana göre. Kayıtsız şartsız özgür olmak!

Belli ki yaşam külliyen bu imajlarımızdan özgürleşmemizi istiyor artık.

Var gücüyle zorluyor imajlarımızı yerle bir edecek realiteler yaratıyor günlük yaşamlarımızda.

İyisi mi biz gönüllü olalım bir an önce! 

İmajsız özgür neşeli çoşkulu doyumlu mutlu günlere diyorum...

Ha bu arada mutlaka izleyin derim filmi!

Sevgiler









4 Nisan 2015 Cumartesi

İçimizdeki Freudlar

The Century of Self...Ben Devri olarak tanımlanan bir belgeseli izledim geçen hafta.

Biritish Televison'un yayınladığı ve Adam Curtis'in hazırladığı müthiş bir belgesel. 4 bölümden oluşuyor.

İlk üç bölümü izledim. Dördüncü bölüm alt yazılı olarak nette var fakat mahkeme kararı ile yasaklanmış ülkemizde nedense!

Belgeselin konusu, Sigmund Freud, kızı Anna Freud ve yeğeni  Edward Bernays'ın kurumları ve hükümetleri insan topluluklarını yönetmek için nasıl desteklediklerini anlatıyor.




Destek de değil! Tamamen onların psikanaliz çalışmaları üzerine kurulmuş tüm sistem.

Algı yönetimi, bilinçaltı mesajlar daha neler neler.

Ha bu arada Edward Bernays, Public Relation (Halkla İlişkiler) 'in babası sayılıyormuş.

Anlayacağınız insanların ne sevip sevmeyeceği, neyin doğru olup olmadığı, neyin iyi neyin kötü olduğunu onlara çeşitli zihinsel mizansenlerle  bildiren ve insanların beklenen davranışları sergilemesini sağlayan sistemin yaratıcısı kendileri. 

Bernays Amerika'da yaşıyor. 1920'lerden bahsediyoruz. O zamanlar Amerika'da vatantaşlık kavramı var. Kitle vatandaşlardan oluşuyor ve sadece ihtiyacı kadar ürün tüketiyor. Ürünlerin reklamları ise ne kadar uzun süreli ve dayanıklı oldukları şeklinde. 

Özetle insanların daha çok tüketmeye yönlendirilmesi gerekiyor. Ve vatandaşlık kavramı gidiyor tüketici kavramı tanımlıyor kitleleri.

Örnek kadınlar 1920'li yıllarda çok fazla sigara içmiyor. Ağırlıklı olarak erkekler tüketici olarak görülüyor. Sigara üretici firma başvuruyor Bernays'e. Sigaranın penis ile bir bağı olduğunu, sigara içmenin kadın için güç ve özgürlük algısını besleyebileceği şeklinde bir tez ortaya atıyor o da. Bu algının yaratılmasına kalıyor iş. Derhal  ünlü sanatçı ve  sosyeteden kadınlardan oluşan bir toplantı organize ediliyor. Katılımcı kadınlara sigara veriliyor. Tam da aynı gün kadın hakları ile ilgili başka bir gösteri yürüyüş organize ediliyor. Bernays 'in organize ettiği etkinlikler bunlar elbette. Bu her iki haber yan yana sunuluyor tüm medyada. Ne mi oluyor? Sigara içen kadın asi , kendi haklarına sahip,özgür ve güçlü kadın olarak algılanıyor. Sanki sigara sihirli bir çubuk gibi o ezik zayıf kadına dokunuyor ve onu bambaşka bir kadına çeviriyor. Kadın sigara içenlerin sayısında ne mi oluyor? Patlıyor gidiyor!

Bir US başkanı çok soğuk halktan uzak olarak görülüyor.Sahneyi Bernays alıyor. Hemen Beyaz Saray'a popüler şarkıcılar, film artistleri, şovmenler davet ediliyor. Espiri  üzerine espiri. Başkan bir an da en çok kabul gören sevilen başkan oluveriyor. Tanıdık değil mi bu senaryo?

Daha neler neler! Hatta komunist ülkelerle ilgili algıların bile nasıl yaratıldığını anlatıyor belgesel.

Biliyorduk  bunu elbette, ancak bu kadar organize, bilinçli ve sistematik bir yapılanma olabileceğini açıkçası hiç düşünmemiştim. Freud üçlüsünün kurgusu olduğunu da yeni öğrendim.Özellikle yeğen Bernays'in.

Demokrasi kavramının da içinin ne kadar boşaltıldığına ve bu şekilde zihnine nüfus edilen kitlelerin seçimlerinin ne kadar demokratik olabileceğine yönelik de ciddi ağır eleştiriler var.Bunu da Bernays 'in kızından duymak çok ilginçti ayrıca.

Özetle sen sen değilsin! Ben ben değilim!

Bu üçlü Freud üçgeninin zihninin yarattığı bir ilüzyonu yaşıyoruz yeryüzünde.

Onların zihinlerinin yansıttığı bir dünya kurgulanmış çevremizde. 

Hükümetlerin, kurumların elindeki silah bu. Sana karşı bana karşı doğaya karşı ! Hatta artık sadece kurumların kurguladığı dünyayı yaşıyoruz. Hükümetler de kurumlara biat etti.

Kendi benimize ulaşabilmek , özgür ve bütün bir varoluş içinde yaşayabilmek  için nasıl hayatımız boyunca bize yansıtılan sahte benlik algılarından  özgürleşmemiz gerekiyorsa, işte  daha derinden içimizdeki  Freudlar'dan da özgürleşmemiz gerekiyor sanki. 

Sözü başka bir yere getireceğim şimdi.

Geçen hafta tüm Türkiye'de elektrik kesildi. Anlamlı bir açıklama gelmedi değil mi? Nerede ise bir gün karanlıkta kaldı ülke. 

O gün nedense işten eve giderken yolumun üstündeki billboard larda ilk kez AKKUYU NÜKLEER reklamlarını gördüm.

Radyoda da biraz sonra AKKUYU NÜKLEER cıngılı seslendirilmişti.

Tüm duyularımıza hitap ediliyor, korku kaygı endişemize dokunularak bir şey anlatılmaya çalışılıyordu bariz bir şekilde.

Konu derin mi derin.

Anlayan anlar diyorum!

Bahar geldi tüm doğa uyanıyor.

Kim bilir belki bu bahar topyekun uyanırız!

Sadece Funda,

29 Mart 2015 Pazar

WHİSPER / FISILTI

                                            "LISTEN THE WHISPER OF THE FOREST"


                                                    "ORMANIN FISILTISINI DİNLE"














:)

21 Mart 2015 Cumartesi

Bishnoi Yolu ve Ötesi

Geçen hafta bir iş için Antalya'da idim. İşim uzadı ve bir gece konakladım. TV kanallarını gezinirken NG Kanalında Hindistan'nın Binshoi Tarikatından bahsediliyordu.

Tarikat sözcüğü farklı çağrışımlar yaptığından ve de pek de sevmem şahsen,  Binshoi Yolu dedim kendimce yazı başlığına da.

Özetle Binshoi Hindistan'nın That çölünün batısında yaşayan sosyal bir gruba verilen isim. Bu çöl Punjap ve Pakistan'daki Sindh bölgesini kaplıyor.

Binshoilerin doğaya taptıklarından bahsediliyordu programda. Konu ilgimi çekti. Araştırdım ve paylaşıyorum sizlerle.

Bu isim bis (yirmi) ve nai (dokuz) sözcüklerinden oluşuyor. Guru Jambheshwar 'ın 29 prensibine atıfta bulunuluyor.



Guru Jambheshwar 540 sene önce ağaçları ve vahşi doğayı koruma mesajını vermiş insanlığa. Doğaya çevreye zarar vermenin kendimize zarar vermek olduğunu yıllar önce öngörmüş bir bilge.

29 öğreti iletmiş takipçilerine ve bu öğretiler sadece bio çeşitliliği korumayı hedeflemekle kalmaz ayrıca sağlıklı çevreyle barışık bir sosyal yaşama sahip toplumu/topluluğu  hedefler.

Öğretilerden 10 'u hijyen kuralları ve temel sağlıklı yaşam kurallarıdır. 7'si sağlık sosyal davranışları, 5'i Tanrı'ya ibadeti içerir. 8'i  öğreti bio çeşitliliği korumayı  ve etik/sevgi dolu hayvancılığı cesaretlendirici kurallardır. Bunlar da hayvan öldürmeyi ve ağaç kesimi yasaklayan ve tüm canlı formları korumayı hedefleyen kurallardır.

1710'da, Amrita Devi 'nin liderliğinde  363 Binshoi kadın çocuk erkek Maharajah Abhay Singh 'in yani kralın kendisine saray yaptırmak için ağaçları kesmesine engel olurken kralın adamları tarafından  öldürülmüşlerdir. Bu olay Rajasthan'ın Jodhpur bölgesinde Khejarli köyünde olmuştur. Binshoiler onları korumak için ağaçlara sarılarak ölmüşlerdir!

Nedense dejavu hissi oldu bir an!

Bu trajik olay tarihe Khejarli Massacre olarak geçmiş, ve tarihteki ilk  Chipko Hareketi eylemi olarak kayıt edilmiştir. Chipko Hareketi özetle ağaçları korumak ya da onları sevmek üzere sarılma eylemi olarak tanımlanabilir. Başka bir yazıda detaylı paylaşacağım.
  
800,000 kişilik  Bishnoi topluluğu vahşi hayvanları ve çevrelerindeki eko sistemi derinden  seven bir topluluktur. Yaşamlarını doğa ile uyumlu var olacak şekilde organize etmişler.

Aşağıdaki  resimde Binshoi kadını öksüz kalmış vahşi bir ceylanı emziriyor. Doğaya ve tüm yaşayan formlara nasıl bir sevgi ve adanmışlık içindeler. 



Binshoiler ilk ekolojik aktivistler ve de ağaç kucaklayanlar 'ın ataları!

Yeryüzünde halen sayıları az da olsa doğa ile, tüm yaşam formları , varoluş ile halen bu kadar güçlü birlik içinde bağları olan insanların yaşadığını bilmek neden ise beni çok iyi hissettirdi.

İlham verdi!

Evet çok yolumuz var toplum olarak ancak her an yeni bir an ve yeni bir başlangıç olabilir.

Hadi çıkalım bu bahar sokaklara, tarlalara, kırlara , dağlara ağaç kucaklamaya!

Kim bilir belki söyleyecek bir sözü vardır sarıldığımız ağacın bize?

Sevgiyle,





15 Mart 2015 Pazar

Çoşku İçin Haritalar

Gerçekten inanılmaz bir kitap!

Sevdiğim bir dostun önerisi ile yaşamıma girdi. Şimdiden bir çok arkadaşa da ilham oldu.

Okumaya başladığım ben ile kitabı bitiren ben aynı ben değildim. 

Kitaptaki sözcükler duygular adeta dokunuyor tüm varlığınıza.

Yazar,Gabrielle Roth, Amerikalı bir dans ustası ve müzisyen. Dansında şamanik şifa temasını kullanıyor.

Nette aşağıdaki açıklama ile sunulmuş kitap!





Ruhun bu klasik keşif yolculuğunda, uluslararası üne sahip sanatçı ve şifacı Gabrielle Roth bizi, egonun sınırlarından ruhun genişliklerine taşıyarak beden, kalp, zihin ve ruhun topraklarında bir yolculuğa çıkarır.

Coşku için Haritalar, bizi beş kutsal güçle tanıştırır: olmak, sevmek, bilmek, görmek ve iyileşmek.

Bu yolculukta, bizi ataletten coşkuya götüren ve en temel benliklerimizi harekete geçiren beş sorumluluk üstleniriz. Sonuçta Gabrielle Roth bize, hayatlarımızı sanata ve sanatımızı şifaya nasıl dönüştüreceğimizi göstermektedir.


Başlangıçta biraz içinizi sıkabilir ancak bir yerden sonra kitap sizi içine alıyor. Hatta yazarın duyguları ve yaşadıkları sanki birebir sizin duygularınız ve yaşanmışlıklarınız oluveriyor.

Sabredin ve devam edin okumaya!

İşte kitaptan bir kaç müthiş alıntı...

"İlk yaratıcı görev, benliğin gücünü yaşamak için bedeni özgürleştirmektir."

"Şifa harekettir."

"Sevgiyle sevişmek için zaman ayırmamız gerekir."

"Kalp sevmenin gücünü deneyimleyecek kadar özgür değilse,bizler duygusal anlamda engelliysek ve hislerimizi saklıyorsak tam orgazm yaşamamız mümkün değildir."

"Sevgi,doğru şekilde akan duygusal enerjidir.Anda,uygun şekilde,dürüstçe ve doğrudan doğruya ifade edilen duygulardır. Bir sevgili,büyümüş bir çocuktur."

"Bir annenin kutsal rolü bebeğinin eşsizliğine saygı duymak ve onun özdeğerini arttırmaktır."

"Bir anne yalnızca aldığı şeyleri verebilir.Çocuğuna kendini önemsemeyi,yalnızca kendini önemsediği kadar verebilir.Kadınlar kendilerine ne kadar değer verir ve kendilerini ne kadar beslerlerse, o kadar iyi anne olabilirler."

"Kendinizi sevmek ve kendinize hizmet etmek, benliğinizi takdir etmek ve onurlandırmak sizin için içgüdüsel bir şey ise annenize teşekkür edin."

"Babanız size sınır çizmeyi,kendi otorite hissinizi algılamayı,kendi kendini büyüten sonsuz izin hissini dengelemeyi öğretir."

"Toplum parçalanmış ve ruhsuz kalmışsa-çocuklarını yaralayan ebeveynlerin ve kendi çocuklarını yaralamaları kaçınılmaz olan çocukların kısırdöngüsünü oluşturan bireyler topluluğuna dönüşmüşse- o zaman erişkinliğe ulaşmak kahramanlık gerektiren bir görevdir."

"Siz ölüm döşeğindeki babanıza neler verebilirsiniz?"

"Ruhu özgür bırakmak ,benliğin,insan halimizin özgün rollerini, dansçının, şarkıcının, şairin, aktörün, şifacının rollerini yaşamaktır."

"Görmek, ayrılmayı işaret eder. Bakmak, bağlanmayı.Bakmak,gözlerledir. Görmek,tüm benlikle."

"Ego,bizi kendimize karşı böler."

Neredeyse kitabın tamamını  yazacağım!

Son bir alıntı ile burada bitiriyorum.

"Bir insanı gölgesiyle yüzleştirmek, ona kendisini kendi ışığı altında göstermektir." Carl Jung

Okuyan okumayan herkese şifa olsun!

Sevgiyle












8 Mart 2015 Pazar

Onurlu İnsan Üzerine

Geçenlerde İstanbul trafiğinde kulağım takıldı Radyo Voyage'a...Sunucu aşağıdaki dizeleri okuyordu. Etkilendim ve paylaşmak istedim...

" Onurlu insanların dokuz düşünce yetkinliği vardır; 
Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler.
Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler.
Görünüşleri bakımından, sıcak olmayı düşünürler.
Davranışlarında, saygılı olmayı düşünürler.
Konuşmalarında, doğru olmayı düşünürler.
İşlerinde, ciddi olmayı düşünürler.
Kuşkuya düştüklerinde, soruları nasıl soracaklarını düşünürler.
Öfkelendiklerinde, sorunları düşünürler.
Kazancı gördüklerinde, adaleti düşünürler..."

 Konfüçyüs 2500 sene önce  onurlu insanın tarifini böyle yapmış.



Bir de aşağıdaki öyküyü paylaştı sunucu!

Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.

Fakat, gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.

Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış: “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.

Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terketmek zorunda kalmış.

Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar.  Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış.  Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!

Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş.  Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terketip gitmişler.  Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar.

Sonunda zenginler eski adil düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terkeden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler.  Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:

“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir…”

Dürüstlüğün küçük görüldüğü, anlaşılamadığı,dürüst insanların saflıkla   aptallıkla suçlandığı, kabul görmediği  ve hatta cezalandırıldığı bir ortaçağ karanlığından geçiyor sevgili ülkem...

Elbette ışığa ulaşacağız hep birlikte bir gün!

Sevgiyle

11 Ocak 2015 Pazar

Kusurlu Mükemmellik

Bu kavramı epeydir düşünüyordum. Ne olaki diye!

Sanırım şimdi anladım...

Bir yerde okuyup not aldığım aşağıdaki cümle ile karşılaştım bugün.

"Kusurlu olma cesaretinde olduğumuz gün, bir kadın olarak bu dünyada gerçek iyileşmeyi başlatmış olacağız."

Kendini tüm kusurlarıyla  kabul edip sevdiği ve de bu kusurlarını saklamaktan vazgeçtiği gün , kusurlu mükemmelliğine  ulaşıyor olsa gerek  insan...

Sevgiyle



6 Ocak 2015 Salı

Kendime Yeni Yıl Hediyesi Seçtim!

Evettt kendime Hamur İşleri Şefi Dominique Ansel'den "Tatlı Kursu" nu yeni yıl  hediyesi olarak seçtim.

Tatlı ile hiç aram yoktur ancak teklif inanılmaz hoşuma gitti!

Hele bir de Şef Ansel'in hediye sahibine seslenişi...

"Neyi sevdiğini ve ne yediğini bilmek isterim. Ne yiyerek büyüdün? Annen ne pişirdi? Seninle birlikte kim yerdi? Yiyecek insanlarla temas kurmak ile ilgili bir meseledir. Yemeğin son derece duyusal bir şey olduğunu anlamak zorundasın. Özel bir şey yaptığında hafızanda yaşayan bir andır. O an sonsuza kadar seninle kalır."



Beli ki mesleğini aşkla yaşıyor Şef Ansel. Bir olmuş mesleği ile sanki.Özünü akıtmış işine,yaratılarına!

Kişinin kendini gerçekleştirmesi böyle bir şey olsa gerek...



Cronut hamur işi Şef Ansel'in yaratıcı dehasının amblemi haline gelmiş.



Bu da Şef'in 2011 yılında New York şehrinde açtığı "Dominiquie Ansel Bakery" isimli dükkanı...

Gelelim hediyemin detaylarına...

Hediye sahibinin ilham verdiği ve Cronut'ın mucidi Dominiquie Ansel tarafından tasarlanan orijinal bir tatlı... Bayıldım buna ne yalan söyliyeyim!

Ansel ile birlikte Ansel'in New York'taki fırınında sabahın erken saatlerinde yaşanan perde arkası deneyimi...Çok farklı bir deneyim olsa gerek!

New York'ta Şef ile birlikte çıkılan ve kişiye özel tatlıya ilham verecek bir günlük tadım turu... Çok keyifli ve eğlenceli olmalı! Lezzetten çıldırır herhalde insan bu durumda...

Hediye sahibinin evinde düzenlenen ve Ansel'in tatlısını tanıtacağı 30 kişilik parti...Müthiş! İstanbul'a bekliyoruz kendisini bu durumda.

Bir yıl boyunca her ay tatlı hediye sahibinin evine teslim edildikten sonra Ansel gizli tarifi hediye sahibine açıklayacak... Vow!

New York'a iki kişilik first class uçak bileti ve lüks otellerde üç gece konaklama... Kiminle gitmeli?

Aldım gitti !

"Funda Tatlısı" kulağıma pek hoş geldi...Nasıl bir şey olurdu acaba?

Fena bir şımartmalık değil mi?

Şaka bir yana muazzam bir deha olarak bahseliyor Şef Ansel'den.

İstanbul'da da bir dükkan açsa ne güzel olurdu!

Tatlı ile aram yok dedim ama belli mi olur tatlı aşığı oluveririm bir bakarsın!

Kim bilir?

Tatlı konuşalım tatlı yaşıyalım dedik bu sene...

Keyifli tatlı eğlenceli neşeli bolluk bereket dolu bol gezmeli bol kahkahalı samimi içten kesinlikle sağlıklı ve de başarılı bir yıl olsun!

İyilikler ve güzellikler olsun!

Sevgiyle