19 Nisan 2015 Pazar

İmajın Kadar Konuş?

Kocan kadar konuş filmine gittim geçen Cuma.

Çok eğlendim?

Ve bir o kadar da düşündüm ne yalan söyliyeyim.



Bu kadar peşinden koşulan, yüceltilen nerede ise tanrılaştırılıp tapılan kavram ne oluyordu da sonra balon gibi sönü veriyordu. 

Sana da bana da olan bu değil mi zaten?

Boşanmaların oranı ortada malum. Ve de ülkemize özgü aile içi şiddet!

Bu sabah Krishnamurti'nin  Farkındalığın Işığı kitabında şu bölümü okudum ve paylaşmak istedim.  

Hem kendi rüyamdan hem de hepimizin rüyasından uyanmamızı diliyorum.

"Kadın erkek ilişkisinde neden böylesine çatışma ve ayrım var; bunu sorgulamak önemlidir çünkü insan ilişki içinde var olur.Himalaya'nın tepesinde mağarada  yaşayan  bir rahip bile ilişki içindedir. İnsanların ilişkilerde neden başarılı olamadıklarını, acı,kıskançlık,endişe duyduklarını gözlemlemeliyiz.Gözlem analiz değildir. Ama çoğumuz analiz etmeye alışkınız.

Evli olsun ya da olmasın,iki insan psikolojik olarak buluşuyorlar mı? Fiziksel olarak yatakta buluşabilirler ama içsel olarak her birinin kendi yaşamları,kendi doyumları,kendi ifadeleri var. İlişkide olduklarını söylüyorlar ama bu doğru değil,dürüst değil.Çünkü her birinin kendisi hakkında bir imajı var. Bu imajın yanısıra birlikte olduğu kişi hakkında da bir imajı var. Gerçekte iki ya da daha çok sayıda imaz var. Erkek kadın hakkında bir imaz yaratıyor,kadın erkek hakkında bir imaz yaratıyor.Bu imazlar hatırlanan reaksiyonlarla oluşuyor.

Erkeğin kadın hakkındaki imajı ile kadının kendi hakkındaki imajı çatışma içinde olduğu için ilişkiyi yok ediyor. Kişinin kendisi hakkındaki imajı yaralanmayı getirecektir.Kişi çocukluktan üniversiteye kadar ve yaşamı süresince sürekli yaralanacak,incinecektir. İncinmemek için de adım adım yalnızlığa gömülecektir. İnsanın incinmesini de, övülme ihtiyacını da kendisi hakkında oluşturduğu imaz yaratır.

Ama insanların çoğu,kendileri hakkında oluşturdukları imazlarda, düşüncenin yarattığı imazda güven bulmaya çalışırlar. İMAJIN OLMADIĞI İLİŞKİDE ÇATIŞMA DA YOKTUR.

Kendi imajınızın farkında mısınız? Ve bu imaja bir son vermek istiyor musubuz? Yoksa bu imaja "nasıl" son veririm diye soracak mısınız?éNasıl ésorusu, birisinin size ne yapmanız gerektiğini söylemesi anlamına gelir. Bu birisi, uzman,guru ya da lider olabilir. Ama ömrünüz boyunca,uzmanlarınız,psikologlarınız oldu ve sizi değiştiremediler."Nasıl" diye sorarak imazdan özgür olamazsınız. Karşınızdakinin ne söylediğine tüm farkındalığınızı verdiğinizde özgür olabilirsiniz. Eşiniz ya da arkadaşınız kötü bir şey söylediğinde, o anda tüm farkındalığınızı verirseniz, bu farkındalığın içinden asla imaz yaratılmaz.O zaman yaşam tümüyle farklı bir anlam kazanır."



İşte bu!

İmajsız ya da maskesiz gerçek kimliklerimizle ilişkilenebildiğimiz bağ kurabildiğimiz zaman çatışmasız bir alana girebiliyoruz. Gerçek güven sevgi oluyor!

Kimbilir belki de gençlik aşklarımızı özlemle arayışımızın nedeni de budur?

İmajımız maskemiz çok yoğun değildi o zamanlar. Olduğumuz gibi açabiliyorduk kendimizi ilişkiye.Sadece orada var olabiliyorduk. Yaş ilerledikçe ağır geliyor bu sahte imajların yükü.

Bu topraklarda kadın ve erkek arasında çok müthiş bir savaş olduğunu söylemişti yıllar önce bir yabancı erkek arkadaşım. Bunu gözlemlemişti Türkiye'de yaşadığı sürece.

Düşünüyorum da belki de çok haklıydı bu tespitinde.

Materyalizm, hızlı batılılaşma, açgözlülüğümüz,tatminsizliğimiz bu imajları çok ama çok abartmamıza neden olmuş olabilirdi gerçekten.

Hatırlayın 70'leri 80'leri...

Ne kadar çok ve abartılı imaj, o kadar çok çatışma ve o kadar çok incinme, yaralanma ve yalnızlık! İmajı da düşünce yani zihin oluşturuyor bu arada. Ne kadar az zihin , ne kadar az düşünce ve dolayısıyla anda kalabilen dikkat o kadar imajsız sen ve ben...

İşte bu imajlarla da  evleniyordu insanlar ve çatışma da kaçınılmaz oluyordu.

Asıl adım imajlarımızı tanımak ve onları serbest bırakmak, onlardan özgürleşmekti bizi arzu ettiğimiz psikolojik/duygusal bağ kurabileceğimiz gerçek ilişkiye götürecek olan. Özgür bir insan olmak asıl hedefimiz olmalıydı bu anlamda.

Karşımıza çıkmış ve bizi incitmiş her insan da bizim bu imazlarımızdan özgürleşebilmemiz için bize müthiş fırsatlar sunan oyun arkadaşlarımızda işte. Ve de çok ama çok değerli bir hizmet sunuyorlardı bizlere. Seni senden özgür kılmak için girmişti o kadınlar ya da erkekler yaşamına! 

Üstelik bu sadece kadın erkek ilişkisi için değil tüm ilişkilerimiz için geçerli bir formül bana göre. İş aile toplumsal ilişkilerimiz dahil her deneyim özgürleşmemize hizmet eden özel anlar.

Geçmişte her ne yaşadıksa yaşadık. Düşünürün dediği gibi o incinmişlik anlarımıza zihnimizde geri dönüp tüm farkındalığımızla kendimize bizi inciten kişiye olaya bakabiliriz. Daha objektif  ve gerçekçi olarak.

Yaşamın yaşamlarımızın tek amacı var bana göre. Kayıtsız şartsız özgür olmak!

Belli ki yaşam külliyen bu imajlarımızdan özgürleşmemizi istiyor artık.

Var gücüyle zorluyor imajlarımızı yerle bir edecek realiteler yaratıyor günlük yaşamlarımızda.

İyisi mi biz gönüllü olalım bir an önce! 

İmajsız özgür neşeli çoşkulu doyumlu mutlu günlere diyorum...

Ha bu arada mutlaka izleyin derim filmi!

Sevgiler









4 Nisan 2015 Cumartesi

İçimizdeki Freudlar

The Century of Self...Ben Devri olarak tanımlanan bir belgeseli izledim geçen hafta.

Biritish Televison'un yayınladığı ve Adam Curtis'in hazırladığı müthiş bir belgesel. 4 bölümden oluşuyor.

İlk üç bölümü izledim. Dördüncü bölüm alt yazılı olarak nette var fakat mahkeme kararı ile yasaklanmış ülkemizde nedense!

Belgeselin konusu, Sigmund Freud, kızı Anna Freud ve yeğeni  Edward Bernays'ın kurumları ve hükümetleri insan topluluklarını yönetmek için nasıl desteklediklerini anlatıyor.




Destek de değil! Tamamen onların psikanaliz çalışmaları üzerine kurulmuş tüm sistem.

Algı yönetimi, bilinçaltı mesajlar daha neler neler.

Ha bu arada Edward Bernays, Public Relation (Halkla İlişkiler) 'in babası sayılıyormuş.

Anlayacağınız insanların ne sevip sevmeyeceği, neyin doğru olup olmadığı, neyin iyi neyin kötü olduğunu onlara çeşitli zihinsel mizansenlerle  bildiren ve insanların beklenen davranışları sergilemesini sağlayan sistemin yaratıcısı kendileri. 

Bernays Amerika'da yaşıyor. 1920'lerden bahsediyoruz. O zamanlar Amerika'da vatantaşlık kavramı var. Kitle vatandaşlardan oluşuyor ve sadece ihtiyacı kadar ürün tüketiyor. Ürünlerin reklamları ise ne kadar uzun süreli ve dayanıklı oldukları şeklinde. 

Özetle insanların daha çok tüketmeye yönlendirilmesi gerekiyor. Ve vatandaşlık kavramı gidiyor tüketici kavramı tanımlıyor kitleleri.

Örnek kadınlar 1920'li yıllarda çok fazla sigara içmiyor. Ağırlıklı olarak erkekler tüketici olarak görülüyor. Sigara üretici firma başvuruyor Bernays'e. Sigaranın penis ile bir bağı olduğunu, sigara içmenin kadın için güç ve özgürlük algısını besleyebileceği şeklinde bir tez ortaya atıyor o da. Bu algının yaratılmasına kalıyor iş. Derhal  ünlü sanatçı ve  sosyeteden kadınlardan oluşan bir toplantı organize ediliyor. Katılımcı kadınlara sigara veriliyor. Tam da aynı gün kadın hakları ile ilgili başka bir gösteri yürüyüş organize ediliyor. Bernays 'in organize ettiği etkinlikler bunlar elbette. Bu her iki haber yan yana sunuluyor tüm medyada. Ne mi oluyor? Sigara içen kadın asi , kendi haklarına sahip,özgür ve güçlü kadın olarak algılanıyor. Sanki sigara sihirli bir çubuk gibi o ezik zayıf kadına dokunuyor ve onu bambaşka bir kadına çeviriyor. Kadın sigara içenlerin sayısında ne mi oluyor? Patlıyor gidiyor!

Bir US başkanı çok soğuk halktan uzak olarak görülüyor.Sahneyi Bernays alıyor. Hemen Beyaz Saray'a popüler şarkıcılar, film artistleri, şovmenler davet ediliyor. Espiri  üzerine espiri. Başkan bir an da en çok kabul gören sevilen başkan oluveriyor. Tanıdık değil mi bu senaryo?

Daha neler neler! Hatta komunist ülkelerle ilgili algıların bile nasıl yaratıldığını anlatıyor belgesel.

Biliyorduk  bunu elbette, ancak bu kadar organize, bilinçli ve sistematik bir yapılanma olabileceğini açıkçası hiç düşünmemiştim. Freud üçlüsünün kurgusu olduğunu da yeni öğrendim.Özellikle yeğen Bernays'in.

Demokrasi kavramının da içinin ne kadar boşaltıldığına ve bu şekilde zihnine nüfus edilen kitlelerin seçimlerinin ne kadar demokratik olabileceğine yönelik de ciddi ağır eleştiriler var.Bunu da Bernays 'in kızından duymak çok ilginçti ayrıca.

Özetle sen sen değilsin! Ben ben değilim!

Bu üçlü Freud üçgeninin zihninin yarattığı bir ilüzyonu yaşıyoruz yeryüzünde.

Onların zihinlerinin yansıttığı bir dünya kurgulanmış çevremizde. 

Hükümetlerin, kurumların elindeki silah bu. Sana karşı bana karşı doğaya karşı ! Hatta artık sadece kurumların kurguladığı dünyayı yaşıyoruz. Hükümetler de kurumlara biat etti.

Kendi benimize ulaşabilmek , özgür ve bütün bir varoluş içinde yaşayabilmek  için nasıl hayatımız boyunca bize yansıtılan sahte benlik algılarından  özgürleşmemiz gerekiyorsa, işte  daha derinden içimizdeki  Freudlar'dan da özgürleşmemiz gerekiyor sanki. 

Sözü başka bir yere getireceğim şimdi.

Geçen hafta tüm Türkiye'de elektrik kesildi. Anlamlı bir açıklama gelmedi değil mi? Nerede ise bir gün karanlıkta kaldı ülke. 

O gün nedense işten eve giderken yolumun üstündeki billboard larda ilk kez AKKUYU NÜKLEER reklamlarını gördüm.

Radyoda da biraz sonra AKKUYU NÜKLEER cıngılı seslendirilmişti.

Tüm duyularımıza hitap ediliyor, korku kaygı endişemize dokunularak bir şey anlatılmaya çalışılıyordu bariz bir şekilde.

Konu derin mi derin.

Anlayan anlar diyorum!

Bahar geldi tüm doğa uyanıyor.

Kim bilir belki bu bahar topyekun uyanırız!

Sadece Funda,

29 Mart 2015 Pazar

WHİSPER / FISILTI

                                            "LISTEN THE WHISPER OF THE FOREST"


                                                    "ORMANIN FISILTISINI DİNLE"














:)

21 Mart 2015 Cumartesi

Bishnoi Yolu ve Ötesi

Geçen hafta bir iş için Antalya'da idim. İşim uzadı ve bir gece konakladım. TV kanallarını gezinirken NG Kanalında Hindistan'nın Binshoi Tarikatından bahsediliyordu.

Tarikat sözcüğü farklı çağrışımlar yaptığından ve de pek de sevmem şahsen,  Binshoi Yolu dedim kendimce yazı başlığına da.

Özetle Binshoi Hindistan'nın That çölünün batısında yaşayan sosyal bir gruba verilen isim. Bu çöl Punjap ve Pakistan'daki Sindh bölgesini kaplıyor.

Binshoilerin doğaya taptıklarından bahsediliyordu programda. Konu ilgimi çekti. Araştırdım ve paylaşıyorum sizlerle.

Bu isim bis (yirmi) ve nai (dokuz) sözcüklerinden oluşuyor. Guru Jambheshwar 'ın 29 prensibine atıfta bulunuluyor.



Guru Jambheshwar 540 sene önce ağaçları ve vahşi doğayı koruma mesajını vermiş insanlığa. Doğaya çevreye zarar vermenin kendimize zarar vermek olduğunu yıllar önce öngörmüş bir bilge.

29 öğreti iletmiş takipçilerine ve bu öğretiler sadece bio çeşitliliği korumayı hedeflemekle kalmaz ayrıca sağlıklı çevreyle barışık bir sosyal yaşama sahip toplumu/topluluğu  hedefler.

Öğretilerden 10 'u hijyen kuralları ve temel sağlıklı yaşam kurallarıdır. 7'si sağlık sosyal davranışları, 5'i Tanrı'ya ibadeti içerir. 8'i  öğreti bio çeşitliliği korumayı  ve etik/sevgi dolu hayvancılığı cesaretlendirici kurallardır. Bunlar da hayvan öldürmeyi ve ağaç kesimi yasaklayan ve tüm canlı formları korumayı hedefleyen kurallardır.

1710'da, Amrita Devi 'nin liderliğinde  363 Binshoi kadın çocuk erkek Maharajah Abhay Singh 'in yani kralın kendisine saray yaptırmak için ağaçları kesmesine engel olurken kralın adamları tarafından  öldürülmüşlerdir. Bu olay Rajasthan'ın Jodhpur bölgesinde Khejarli köyünde olmuştur. Binshoiler onları korumak için ağaçlara sarılarak ölmüşlerdir!

Nedense dejavu hissi oldu bir an!

Bu trajik olay tarihe Khejarli Massacre olarak geçmiş, ve tarihteki ilk  Chipko Hareketi eylemi olarak kayıt edilmiştir. Chipko Hareketi özetle ağaçları korumak ya da onları sevmek üzere sarılma eylemi olarak tanımlanabilir. Başka bir yazıda detaylı paylaşacağım.
  
800,000 kişilik  Bishnoi topluluğu vahşi hayvanları ve çevrelerindeki eko sistemi derinden  seven bir topluluktur. Yaşamlarını doğa ile uyumlu var olacak şekilde organize etmişler.

Aşağıdaki  resimde Binshoi kadını öksüz kalmış vahşi bir ceylanı emziriyor. Doğaya ve tüm yaşayan formlara nasıl bir sevgi ve adanmışlık içindeler. 



Binshoiler ilk ekolojik aktivistler ve de ağaç kucaklayanlar 'ın ataları!

Yeryüzünde halen sayıları az da olsa doğa ile, tüm yaşam formları , varoluş ile halen bu kadar güçlü birlik içinde bağları olan insanların yaşadığını bilmek neden ise beni çok iyi hissettirdi.

İlham verdi!

Evet çok yolumuz var toplum olarak ancak her an yeni bir an ve yeni bir başlangıç olabilir.

Hadi çıkalım bu bahar sokaklara, tarlalara, kırlara , dağlara ağaç kucaklamaya!

Kim bilir belki söyleyecek bir sözü vardır sarıldığımız ağacın bize?

Sevgiyle,





15 Mart 2015 Pazar

Çoşku İçin Haritalar

Gerçekten inanılmaz bir kitap!

Sevdiğim bir dostun önerisi ile yaşamıma girdi. Şimdiden bir çok arkadaşa da ilham oldu.

Okumaya başladığım ben ile kitabı bitiren ben aynı ben değildim. 

Kitaptaki sözcükler duygular adeta dokunuyor tüm varlığınıza.

Yazar,Gabrielle Roth, Amerikalı bir dans ustası ve müzisyen. Dansında şamanik şifa temasını kullanıyor.

Nette aşağıdaki açıklama ile sunulmuş kitap!





Ruhun bu klasik keşif yolculuğunda, uluslararası üne sahip sanatçı ve şifacı Gabrielle Roth bizi, egonun sınırlarından ruhun genişliklerine taşıyarak beden, kalp, zihin ve ruhun topraklarında bir yolculuğa çıkarır.

Coşku için Haritalar, bizi beş kutsal güçle tanıştırır: olmak, sevmek, bilmek, görmek ve iyileşmek.

Bu yolculukta, bizi ataletten coşkuya götüren ve en temel benliklerimizi harekete geçiren beş sorumluluk üstleniriz. Sonuçta Gabrielle Roth bize, hayatlarımızı sanata ve sanatımızı şifaya nasıl dönüştüreceğimizi göstermektedir.


Başlangıçta biraz içinizi sıkabilir ancak bir yerden sonra kitap sizi içine alıyor. Hatta yazarın duyguları ve yaşadıkları sanki birebir sizin duygularınız ve yaşanmışlıklarınız oluveriyor.

Sabredin ve devam edin okumaya!

İşte kitaptan bir kaç müthiş alıntı...

"İlk yaratıcı görev, benliğin gücünü yaşamak için bedeni özgürleştirmektir."

"Şifa harekettir."

"Sevgiyle sevişmek için zaman ayırmamız gerekir."

"Kalp sevmenin gücünü deneyimleyecek kadar özgür değilse,bizler duygusal anlamda engelliysek ve hislerimizi saklıyorsak tam orgazm yaşamamız mümkün değildir."

"Sevgi,doğru şekilde akan duygusal enerjidir.Anda,uygun şekilde,dürüstçe ve doğrudan doğruya ifade edilen duygulardır. Bir sevgili,büyümüş bir çocuktur."

"Bir annenin kutsal rolü bebeğinin eşsizliğine saygı duymak ve onun özdeğerini arttırmaktır."

"Bir anne yalnızca aldığı şeyleri verebilir.Çocuğuna kendini önemsemeyi,yalnızca kendini önemsediği kadar verebilir.Kadınlar kendilerine ne kadar değer verir ve kendilerini ne kadar beslerlerse, o kadar iyi anne olabilirler."

"Kendinizi sevmek ve kendinize hizmet etmek, benliğinizi takdir etmek ve onurlandırmak sizin için içgüdüsel bir şey ise annenize teşekkür edin."

"Babanız size sınır çizmeyi,kendi otorite hissinizi algılamayı,kendi kendini büyüten sonsuz izin hissini dengelemeyi öğretir."

"Toplum parçalanmış ve ruhsuz kalmışsa-çocuklarını yaralayan ebeveynlerin ve kendi çocuklarını yaralamaları kaçınılmaz olan çocukların kısırdöngüsünü oluşturan bireyler topluluğuna dönüşmüşse- o zaman erişkinliğe ulaşmak kahramanlık gerektiren bir görevdir."

"Siz ölüm döşeğindeki babanıza neler verebilirsiniz?"

"Ruhu özgür bırakmak ,benliğin,insan halimizin özgün rollerini, dansçının, şarkıcının, şairin, aktörün, şifacının rollerini yaşamaktır."

"Görmek, ayrılmayı işaret eder. Bakmak, bağlanmayı.Bakmak,gözlerledir. Görmek,tüm benlikle."

"Ego,bizi kendimize karşı böler."

Neredeyse kitabın tamamını  yazacağım!

Son bir alıntı ile burada bitiriyorum.

"Bir insanı gölgesiyle yüzleştirmek, ona kendisini kendi ışığı altında göstermektir." Carl Jung

Okuyan okumayan herkese şifa olsun!

Sevgiyle












8 Mart 2015 Pazar

Onurlu İnsan Üzerine

Geçenlerde İstanbul trafiğinde kulağım takıldı Radyo Voyage'a...Sunucu aşağıdaki dizeleri okuyordu. Etkilendim ve paylaşmak istedim...

" Onurlu insanların dokuz düşünce yetkinliği vardır; 
Baktıklarında, berrak görmeyi düşünürler.
Dinlediklerinde, iyi duymayı düşünürler.
Görünüşleri bakımından, sıcak olmayı düşünürler.
Davranışlarında, saygılı olmayı düşünürler.
Konuşmalarında, doğru olmayı düşünürler.
İşlerinde, ciddi olmayı düşünürler.
Kuşkuya düştüklerinde, soruları nasıl soracaklarını düşünürler.
Öfkelendiklerinde, sorunları düşünürler.
Kazancı gördüklerinde, adaleti düşünürler..."

 Konfüçyüs 2500 sene önce  onurlu insanın tarifini böyle yapmış.



Bir de aşağıdaki öyküyü paylaştı sunucu!

Bir kasabada her gün hava kararınca, insanlar maymuncuklarını ve fenerlerini yanlarına alır, komşularının evlerini soymaya giderlermiş.

Fakat, gün doğarken geri döndükleri her seferinde kendi evlerini de soyulmuş durumda bulurlarmış. Ama ülkede kimse kaybetmezmiş, çünkü herkes birbirinden çalarmış.

Bir gün, nasıl olmuşsa, dürüst bir adam ortaya çıkmış. Geceleri, diğerleri gibi çantasını fenerini alıp hırsızlığa çıkmaktansa, evinde kalıp çalışmayı tercih edermiş bu adam. Hırsızlar da onun evinin önüne geldiklerinde içeride ışık yandığını görünce döner giderlermiş. Fakat bu durum böyle bir süre devam edince, ahali ona kızmaya başlamış: “Çalmadan yaşamak senin tercihin, ama başkalarını engellemeye hakkın yok” demişler.

Bunun üzerine dürüst adam, geceleri ışığını söndürüp dışarı çıkmaya başlamış. Her gece, hırsızlık yapmadan orada burada dolaşır durur, sonunda yatmaya evine dönermiş. Fakat her döndüğünde evini soyulmuş bulurmuş. Sonuçta bir haftadan daha az bir sürede, yiyecek içecek hiç bir şeyi kalmamış ve memleketini terketmek zorunda kalmış.

Kasabada hırsızlıkta ustalaşıp giderek zenginleşenler kendileri için soygun yapmak üzere maaşlı hırsızlar tutmaya başlamışlar.  Zamanla, zengin fakir ayrımı çoğalmış.  Zenginler mallarını korumak için bekçiler tutmuşlar, hapishaneler kurmuşlar. Kendi mallarının çalınmasını da yasa dışı ilan etmişler! Ancak yoksulların mallarını çalmak hala serbestmiş!

Bir süre geçtikten sonra, artık kimse soymaktan ve soyulmaktan söz etmez olmuş.  Çünkü, yoksulların çoğu ya açlıktan ölmüş ya da oraları terketip gitmişler.  Zenginler ve maaşlı soyguncular ise ortada soyacakları kimse kalmadığından servetlerini yavaş yavaş yitirmeye başlamışlar.

Sonunda zenginler eski adil düzeni yeniden sağlamak için oraları ilk terkeden dürüst adamı başa getirmeye karar vermişler. Sora sora nerede yaşadığını öğrenmişler.  Evine gittiklerinde kapıda yazılı bir kağıt görmüşler. Kağıtta şunlar yazıyormuş:

“Bir insan sadece dürüst olduğu için aranıyorsa, her şey için çok geç olmuş demektir…”

Dürüstlüğün küçük görüldüğü, anlaşılamadığı,dürüst insanların saflıkla   aptallıkla suçlandığı, kabul görmediği  ve hatta cezalandırıldığı bir ortaçağ karanlığından geçiyor sevgili ülkem...

Elbette ışığa ulaşacağız hep birlikte bir gün!

Sevgiyle

11 Ocak 2015 Pazar

Kusurlu Mükemmellik

Bu kavramı epeydir düşünüyordum. Ne olaki diye!

Sanırım şimdi anladım...

Bir yerde okuyup not aldığım aşağıdaki cümle ile karşılaştım bugün.

"Kusurlu olma cesaretinde olduğumuz gün, bir kadın olarak bu dünyada gerçek iyileşmeyi başlatmış olacağız."

Kendini tüm kusurlarıyla  kabul edip sevdiği ve de bu kusurlarını saklamaktan vazgeçtiği gün , kusurlu mükemmelliğine  ulaşıyor olsa gerek  insan...

Sevgiyle



6 Ocak 2015 Salı

Kendime Yeni Yıl Hediyesi Seçtim!

Evettt kendime Hamur İşleri Şefi Dominique Ansel'den "Tatlı Kursu" nu yeni yıl  hediyesi olarak seçtim.

Tatlı ile hiç aram yoktur ancak teklif inanılmaz hoşuma gitti!

Hele bir de Şef Ansel'in hediye sahibine seslenişi...

"Neyi sevdiğini ve ne yediğini bilmek isterim. Ne yiyerek büyüdün? Annen ne pişirdi? Seninle birlikte kim yerdi? Yiyecek insanlarla temas kurmak ile ilgili bir meseledir. Yemeğin son derece duyusal bir şey olduğunu anlamak zorundasın. Özel bir şey yaptığında hafızanda yaşayan bir andır. O an sonsuza kadar seninle kalır."



Beli ki mesleğini aşkla yaşıyor Şef Ansel. Bir olmuş mesleği ile sanki.Özünü akıtmış işine,yaratılarına!

Kişinin kendini gerçekleştirmesi böyle bir şey olsa gerek...



Cronut hamur işi Şef Ansel'in yaratıcı dehasının amblemi haline gelmiş.



Bu da Şef'in 2011 yılında New York şehrinde açtığı "Dominiquie Ansel Bakery" isimli dükkanı...

Gelelim hediyemin detaylarına...

Hediye sahibinin ilham verdiği ve Cronut'ın mucidi Dominiquie Ansel tarafından tasarlanan orijinal bir tatlı... Bayıldım buna ne yalan söyliyeyim!

Ansel ile birlikte Ansel'in New York'taki fırınında sabahın erken saatlerinde yaşanan perde arkası deneyimi...Çok farklı bir deneyim olsa gerek!

New York'ta Şef ile birlikte çıkılan ve kişiye özel tatlıya ilham verecek bir günlük tadım turu... Çok keyifli ve eğlenceli olmalı! Lezzetten çıldırır herhalde insan bu durumda...

Hediye sahibinin evinde düzenlenen ve Ansel'in tatlısını tanıtacağı 30 kişilik parti...Müthiş! İstanbul'a bekliyoruz kendisini bu durumda.

Bir yıl boyunca her ay tatlı hediye sahibinin evine teslim edildikten sonra Ansel gizli tarifi hediye sahibine açıklayacak... Vow!

New York'a iki kişilik first class uçak bileti ve lüks otellerde üç gece konaklama... Kiminle gitmeli?

Aldım gitti !

"Funda Tatlısı" kulağıma pek hoş geldi...Nasıl bir şey olurdu acaba?

Fena bir şımartmalık değil mi?

Şaka bir yana muazzam bir deha olarak bahseliyor Şef Ansel'den.

İstanbul'da da bir dükkan açsa ne güzel olurdu!

Tatlı ile aram yok dedim ama belli mi olur tatlı aşığı oluveririm bir bakarsın!

Kim bilir?

Tatlı konuşalım tatlı yaşıyalım dedik bu sene...

Keyifli tatlı eğlenceli neşeli bolluk bereket dolu bol gezmeli bol kahkahalı samimi içten kesinlikle sağlıklı ve de başarılı bir yıl olsun!

İyilikler ve güzellikler olsun!

Sevgiyle




19 Kasım 2014 Çarşamba

Did I love well?


This is a very fundemental question one can ask herself/himself infact?

If our answer is "yes" than we should be sure that we  have fullfilled the mission!

Not only for loving others.

A deeper question would also be...

Did I love myself well enough ?

If both answer is "yes" than it is time to enjoy each and every moment we have on this beatiful earth with the ones we become one within love!

Thank you Oriah Mountain Dreamer!

These are very aweakining questions...








22 Ekim 2014 Çarşamba

Bilmek,Olmak ve Vermek...

Sevgili Victor Ananias 'ın 17 Aralık 2006 tarihli yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum bugün.

Metro'da giderken Buğday Derneği bülteninin ilk sayfalarında okudum bugün yazısını.

Günüm aydınlandı diyebilirim!



Çok kısacık kesişti yollarımız Viktor ile bu uzun yolculukta.

Kısa ve fakat bir o kadar dönüştürücü bir karşılaşma oldu benim  için.

Bir insanın kitap okumadan doğayı gözlemleyerek ve sadece kendisi olarak nasıl bir içsel bilgeliğe ulaştığını gördüm onda.

Sevgi merhamet anlayış uyum zerafet dostluk vericilik açıklık daha bir çok insana ait güzellikleri vardı onun.

Aramızdan ayrılışından yaklaşık bir hafta önce buluşmuş Cihangir'de sevdiği Cafe 'de yeşil çay içmiştik. Sevgili Güneşin ile de o zaman tanışmıştım.

Beni Beşiktaş'a bırakmışlardı. Soğuk bir gün idi.

Viktor direksiyondan arkaya dönüp "Oğlanlara sevgilerimi ilet" demişti.

Ondan duyduğum son söz ve onu son görüşümmüş meğer o an.

İşte hayat böyle bir şey. En son görüşmenin ne zaman olduğunu hiç bilemiyor insan.

Işıklar içinde ol güzel dost...

İşte Viktor!

" Konuşuyoruz, dinlediğimizi, anladığımızı,anlattığımızı,anlaştığımızı sanıyoruz. Hasta oluyoruz, ilaç alıyor bununla iyileştiğimizi,iyileşeceğimizi,iyileştirdiğimizi kabul ediyoruz.

Düşünüyoruz,bildiğimizi,öğrendiğimizi,öğrettiğimizi sanıyoruz.

Peki ya hiç konuşmadıklarımız,öğrenmediklerimiz,aklımıza gelmeyenler? Onlar yok mu,yaşamlarımızı etkilemiyorlar mı biz onları fark edene dek? Bilimin gerçekleri bizim keşif ettiğimizden ibaret mi? Bu üç soruya olumsuz yanıt veriyor isek şayet;kapılarımız ne kadar açık bilinmeyenin, mükemmel birliğin işleyişine,getirdiklerine? Yoksa sıkı sıkı kilitleyip bir zincir bir de sürgü ile tüm kapılarımızı kapattık mı "güvenlik" gerekçeleri ile yaşamlarımızda sınırsızlığın içindeki sanal sınırlarımıza hapis mi ettik kendimizi?

Ne zaman hizmet aşkım dorukta olsa,teslimiyet,birliğin farkındalığı duygum güçlü bir şekilde motive ediyor olsa, akıl edemiyeceğim boyutta ve güzellikte sonuçlar ile ödüllendirildiğimi hissediyorum. Ne zaman kısa vadeli,kendi aklım ile sınırlı hesap kitap yapsam,garantiye almaya çalışsam kazanmayı,başarılı olmayı ve kaybetmemeyi işte o zaman en fazla kan kaybına uğruyorum yolumda yürürken.

Doğadaki varlıklar ile farkımızı "düşünmek","konuşmak" gibi üstünlükler olarak kabul ettiğimizde büyük bir yanılgının eşiğinde olabiliriz bence.Varsa en büyük farkımız kendi gücümüzün sınırsızlık ve sonsuzluk içindeki potansiyeli,ve bu potansiyelin birliğe teslim oldukça artan gücü olabilir.

Ekolojik tarım gibi aklın mucizesi olarak gördüğümüz bir araç bileçok rahat amacından uzaklaşabilir temel vizyonumuz,ufka bakışımızda eksiksek,bilinen ile birlikte bilinmeyenin varlığına da teslim olmuyorsak aynı anda.

"Bilme" derdi ile kendimizi kaybetmediğimiz,"olma" ve "verme" ile dolu günler diliyorum."

Çok özleniyorsun buralarda...

Sevgiyle,

1 Ağustos 2014 Cuma

Why I like Anais Nin ?

I know now why I like her!

"I must be a mermaid,Rango. I have no fears of depths and a great fear of shallow living."



Ondan neden hoşlandığımı şimdi anladım.

'Bir denizkızı olmalıyım ben,Rango. Derinlikten hiç korkmam,oysa sığ bir yaşam ölesiye korkutur beni."





20 Mayıs 2014 Salı

Varoluşumuzun Özgürleştiren Kabulü

Geçenlerde bir danışanım ile yaptığımız bireysel çalışmadan esinlenerek kaleme alıyorum bu yazıyı.

Çok etkilendim gerçekten.

Eğitimli kariyer sahibi evlenip ayrılmış anne olmuş bir kadın o.

Değerlilik ve yeterlilik konusunda da son derece öz güvenli bir kadın o.

Her anlamda hoş ve çekici bir kadın o.

Çok okuyan gezen ve içsel yolculuğunda olan bir kadın o.

Yaşama tutku ile aşık ve eğlenceli bir kadın o.

Ancak yalnız!

Bir çok bireysel gelişim atölyesine katılmış, enerji çalışmaları yapmış. Anlayacağınız yapmadığı kalmamış ama yalnızlığına çare bulamamış!

Ve bu da kendisini hep eksik problemli yetersiz ve değersiz hissetmesine neden olmuş doğal olarak.

Bir çok parçası ile barışmış ve birleşmiş bu yolculukta.

Ancak bir tanesi vardı ki onu hep görmezden gelmişti.

Yalnızlığı seçen parçasını...

Onu hep değiştirmeye çalışmış, olduğu gibi kabul etmemişti.

Hatta hiç görmemişti red etmişti bile.

Byron Katie 'nin  Olanı Sevmek kitabı aklıma geldi bir an.

"Size özgürlüğünüzü sizden başka kimse veremez." der  Byron Katie.



Olanı sevmek varoluşu varoluşumuzu olduğu gibi kabul etmek demekti. Bir anlamda ruhani seçimlerimizi bu yer ve zamana gelirken yaptığımız seçimlerimizi kabul etmekti.

Ve ancak olanı  kabul ettikten sonra varoluşumuzu seçimlerimizi değiştirebiliyor ya da yeni bir varoluş şeklini deneyimleyebiliyorduk yaşamlarımızda.

Problem dediğimiz çözümün kendisi oluyordu.

Eksiklik dediğimiz bu yaşamdaki hediyemiz  oluyordu.

Tıpkı tüp bebek tedavisi görenlerin durumu kabul edip tedaviyi bırakmasını takiben bir kaç ay sonra kendiliğinden hamile kalması gibi.

Yalnızlığı seçmiş parçası  onun bir anlamda öğretmeni olmuştu. Ruhsal rehberi...

Yalnızlığına çözüm ararken içsel yolculuğa çıkmış kendini bilmişti!

Yalnızlığı seçen parçasını onurlandırdı çalışmada.

Özür diledi önce onu yok saydığı red ettiği kanul etmediği ve değiştirmeye çalıştığı için.

Af diledi yalnızlığı seçen parçasından , seni seviyorum dedi gözlerinin içine bakarak ve de teşekkür etti varlığına yalnızlığı seçen parçasının.

İşte o an tüm geçmiş hikayeleri birer birer çözüldü.

Evliliğinin ve de ilişkilerinin sevgiyle varoluşla akmamasının asıl nedeni hem kendisinin hem de yaşamına çektiği erkeklerin yalnızlığı seçen erkekler olduğunu idrak etti.

Sevgiyle duygusal ve ruhsal bir bağ kurması mümkün değildi yalnızlığı seçen birinin.

Evlilik için de bile yalnızlığını koruyordu yalnızlığı seçen insanlar.

Gerçek bir bağ kurulamıyordu yalnızlığı seçen insanlar arasında.

Gözyaşları döküldü gözlerinden.

Özgürleşti varlığı kendi ile ilgili ilüzyonundan  bir anda. Işıl ışıl oldu gözleri!

Evet kendimizde problem eksiklik yetersizlik şeklinde gördüğümüz her şeye daha bir yakından bakmalıyız.

Kimbilir bizim için bir süpriz saklıdır belki de orada?

Sevgiyle,










16 Mayıs 2014 Cuma

Violence By Krishnamurti

“When you call yourself an Indian or a Muslim or a Christian or a European, or anything else, you are being violent. Do you see why it is violent? Because you are separating yourself from the rest of mankind. When you separate yourself by belief, by nationality, by tradition, it  breeds violence. So a man who is seeking to understand violence does not belong to any country, to any religion, to any political party or partial system; he is concerned with the total understanding of mankind.”

― Jiddu Krishnamurti

14 Mayıs 2014 Çarşamba

Misunderstanding of Meditation Practise

I wanted to write this article for a very long time but it had completed itself this morning!

I met Nirmalara Srivastava (Shri Mataji) in İstanbul in spring of 1993.



Very long time indeed.

Since than I practise her technique in my daily life and share the knowledge with the ones whom desire it so.

She explained metitation state as "houghtless awareness" state.

When Kundalini rises above from third eye (Agnya Chakra) than you go beyond past and future. Beyond your mind!

Thoughts come from mind.

Mind needs time and as we all know time is an illusion (past is gone and future did not come yet) so mind is an illusion.

As Echart Tolle described in his book "Power of Now" when we go beyond our mind we can be in the present moment.



When I was reading this book I wondered whether Echart Tolle ever met Shri Mataji.

As my guru says truth is in the now. Joy is in the now.

When Kundalini awakens we  are connected with the source with  few line of Kundalini energy . If you practise it every day than this energy vortex gets wider and you are connected with much strongly to the sourse.

There is emty space or gap  between thoughts and when Kundalini awakens this gap gets bigger and biger with the practise of meditation.

It means our  potential being in the present moment gets risen. You go deep in to the present moment / all being / life / cosmos/ God!

Ofcourse our attention also has to be very stong to anchor to the moment/truth!

When this gap bigger than the number of thoughts get lessen and Kundalini awakening make our emotions posssitve and balanced than we become free from our  mind. Less and positive thoughts , strong attention completely change our  vibration. Our  quantum energy changes! Than we  are more likely to attact good experiences in our  life.

All we need is to keep Kundalini awakened than we can establish our conscious  in the thoughtsless area. Where the  divine influence is . Than we can see whole picture with the eye of our souls.

In The Power of Intention, Wayne Dyer summarises Shri Mataji's message as follows:


  • Connect to the power that created you in order to know the meaning of life.
  • You are beyond the body and mind—the greatest truth is that you are the spirit.
  • One has to know the spirit in order to know the truth.
  • Meditation is the only way to grow. The growth of awareness takes place in the silence of thoughtless awareness
So all we know meditation is a thoughtless awareness state not an imaginative practise.

In many personal development or coaching workshops which I have attaned in last six years ,  imaginative practices / workshops were called meditation!

It is a practise of mind indeed.

As my guru says if we  see any light or imagination during meditation so than our  third eye (Agyna Chakra) has blockage! We need to put it in to balance...

Also if we push so much our mind ( sixth chakra) than we can go to collective subconscious or underconscious where the areas are not allowed human conscious to be according to my guru.

One need the be real master to handle those areas otherwise we can damage our energy area and/or subtle body.

I know hard to beleive for most of us if the such simple technique can connect you with the sourse.

It is also our mind which beleive things has to be hard or worked hard to be reached.

It is like we are water fountain but we dig mountains to find water!

So simply  one should sit in silence and just watch her/his thoughts.

We can train our  mind via your attention too. 

Our soul is the master of our mind, our thoughts,emotions.

In fact we are all pure spirit means pure energy which create the universes.

Sat Chit Anand!

Truht Attention Joy!

With love,



Yaşanmışlık Gözlüklerimizi Çıkartmalı

Facebook'ta Hayat Ağacı sayfama kapak fotoğrafı ararken bir arkadaşım deniz üstünde bir güneş resmi eklemişti kapak fotoğrafı olarak sayfama.

Yeni bir oluşum için batan güneş fotoğrafı eklemiş  olduğunu düşünerek az biraz bozuldum.

Sonuçta herşeyin enerji olduğu idrakındaydı arkadaşım ve batan güneş olmamıştı işte...

Sonra aradım arkadaşımı ve batan güneşin yanlış bir seçim olduğunu söyledim.



Arkadaşım çok şaşırdı tepkime.

Fotoğraf doğan güneşe aitti ona göre.

Ben o an acaba olumsuza mı odaklıyım yoksa diye düşündüm.

Ve arkadaşım nette doğan güneş fotoğrafı taradığını ve eklediği fotoğrafı bulduğunu söyledi.

Yani gerçekten doğan güneş fotoğrafıydı eklenen. Arkadaşımın zannı değildi.

Hımmm dedim buna bakmalıyım.

Sonrasında çözdüm hikayeyi.

Ben doğma büyüme Salacak'lıyım ve çocukluğum hatta hemen hemen çoğu yaşamım Anadolu yakasında deniz kenarında geçti. Dolayısıyla benim deniz üstünde gördüğüm güneşler hep batıyordu.

Sonra yazlıkları ve yurtdışı yaşanmışlıkları taradım zihnimde.

Hemen hiç deniz üstünden doğan güneş görseli gelmiyordu aklıma.

İşte o zaman daha net algıladım ki gözümüzle gördüğümüze bile geçmiş yaşanmışlık gözlüklerimizle bakıyor ve anlam veriyorduk.

Doğan güneşi bile batan güneş olarak algılamıştım!

Off dedim kimbilir neleri kimleri yanlış algıladım okudum.

Saf gerçekliği deneyimleyebilmek sanırım  geçmişten tamamen özgürleşebildiğimizde ya da en azından bir yanılsama payı ile yaklaşarak içinde bulunduğumuz duruma mümkün olabilecek. Özetle daha bir önyargısız yaklaşabilmeliyiz sanki  durumlara ve  insanlara.

Belki de hiç bir zaman saf gerçeği bilemiyeceğiz.Ya da zaten bize göre olandır bizim bilmemiz gereken gerçeklik.

Ruhun gözü ile görmeye, ruhun kulakları ile işitmeye, ruhun kalbi ile hissetmeye en azından niyet edebiliriz.

Her ne oluyorsa bütünün en yüksek hayrına oluyor derler ya.

Kimbilir belki de bize göre olandır bizim ve bütünün en yüksek hayrına olan?

Sevgiyle




Paralı mı Yoksa Zengin mi Olmak İstersiniz?

Zengin biri dendiğinde hemen hemen çoğumuzun aklına paralı biri gelir.

Yani zenginlik = para şeklinde bir denklem vardır zihnimizde.

Oysa Çözüm Olmak kitabında Darel Rutherford zenginliğin sadece para ile sınırlandırılamıyacağını aktarıyor.



Zenginliği neye sahip olduğumuzla ilgili değil, kim olduğumuzla ilgili bir durum olarak tanımlıyor yazar.

Yoksulluğu ise bolluğu uzak tutan durum olarak tanımlıyor ve yokseulluk duygusu da sahip olduğun para ile ilgi değil kim olduğun ile ilgili diyor.

Hayatta istediğimiz bir şeye sahip değilsek fakir olduğumuzu aktarıyor.

Sağlık, kendini sevmek, ruhsal gelişim,kendi ile barışık olmak, kendine güvenmek, sevgi dolu ilişkiler, kazançlı bir iş, yaptığın işi sevmek, maddi bağımsızlık, hayatın keyfini çıkartacak vakite sahip olmak, ruhsal doyum , kendini beğenme, kendine verilen değer  başlıca ZENGİNLİK kriterleri...

Bunlardan biri ya da bir kaçının eksikliğini yaşayan  kişide yoksulluk duygusu baş gösteriyor. Çok paramız olsa da durum değişmiyor. Bankada bol sıfırlı paramız olsa , sağlığımız ya da iç barışımız yok ise kendimizi zengin hissedemiyoruz.

Para yani maddi yeterlilik ve bağımsızlık zenginlik duygusunun sadece bir parçası.

Biz zenginlik=para inancı ile bir anlamda kendimizi zengin hissetmemizi engelliyoruz. Diğer deyişle paramız yoksa ya da az ise kendimizi fakir hissediyoruz.

Yaydığımız titreşim de buna göre yaşamımıza benzeri deneyimleri çekiyor.

Bir yerde okumuştum.

Zenginlik az şeye ihtiyaç duymaktır diye.

Meditasyonlarımızda kullandığımız bir olumlama vardı.

"I am satisfied within my spirit."

Türkçesi yaklaşık olarak "Ben ruhumla doyum buluyorum." şeklinde.

İnsanın içinde tatmin edilmesi çok zor bir açlık var.

Ta ki özü ile ruhu ile ya da diğer bir deyişle kaynak ile (Tanrı ya da varoluş) yeniden bağlantıya geçene kadar kolay kolay doyurulamıyor bu açlık.

Dünyayı versen olmuyor!

İşte ancak o zaman ferrarisini satmasına gerek kalmıyor bilgelerin de.

Bağımsız bir idrak ile "varlığı" yaşayabiliyor deneyimleyebiliyor kişi.

İçsel olarak zenginliği deneyimliyor, biliyor.

İçteki zenginlik de eğer bir engel yoksa ve kişi izin veriyorsa dışarıya yansıyor. Bolluk ve bereket bu yansımanın bir parçası.

Özetle zenginlik tıpkı  sevgi gibi bir bilinç seviyesi olsa gerek diye düşünüyorum.

Para zenginliğin  ifadelerinden sadece biri.

Para da tıpkı herşey gibi bir enerji  ve onunla ilgili duygu düşünce inançlarımıza göre yaşamımızda var olabiliyor. Tıpkı bir insan gibi düşünürsek parayı. Değersiz, önemsiz , kötü görürsek onu  ya da utanırsak varlığından yaşamımıza almamız çok zor oluyor bu enerjiyi. Gelse bile durmuyor yaşamımızda.

Paranın yaşamımıza gelememesi  bir sorun iken   parayı tutamamak da başka bir sorun olarak şekilleniyor yaşamımızda.

Kabala 'nın temel öğretilerinden birinin maddi varlığa zenginliğe minnet şükran duyma olması çok ilgimi çekmiştir benim. Dünyadaki Yahudilerin çoğunun varlıklı insanlar olduğunu düşününce...

Oysa bulunduğumuz coğrafyanın inançlarında maddi zenginlik yerilir, hor görülür, haram sayılır...Bir tas çorba bir hırka yüceltilir.

Kimbilir belki de alçak gönüllülük ile yoksunluğu karıştırmışızdır?

Alçakgönüllülük de kim olduğumuzla ilgili bir durumdur aslına bakarsanız. Bol paralı mal mülk sahibi biri alçakgönüllü olabilirken bir ev sahibi olup kibirli de olabilir insan.

Aslında asıl unutulan ne yaşandığı değil nasıl yaşandığı hangi duygu halinde olduğuna bakılması belkide.

Bir tas çorba ile kendine ziyafet çeken ile bunu yoksunluk olarak algılayan hiç aynı olur mu?

Eğer içsel doyuma sahip isek bir tas çorba başında da ziyafet sofrası başında da duygu halimiz aynı olacaktır.

Her  durumda da kendimizi zengin ve doyumlu hissedeceğizdir. Zenginlik ve doyum durumumuz dış etkenlerden bağımsız olacaktır.

Gülümseyen bir yüz ve şükran dolu bir kalp zenginliğin en güzel göstergeleri olsa gerek.

Seçim sizin!

Paralı mı yoksa zengin mi olmak istersiniz?


Sevgiler





4 Mayıs 2014 Pazar

İzin Verelim Olsun!

Dostlarım bilir benim içsel hikayem 2008 yılı Nisan ayında Antalya'da başlamıştı.

Sevgiyi ve ışığı hatırladığım sıradışı bir tanışma idi yaşanan. Sevgiyle ve şükran ile anıyorum bu deneyimi yaşamama vesile olanlara...

Sonrasında da su ile kesişmişti yollarımız.

"İçimde su yükseliyor." demiştim bir dostuma.

Olmakta olan duygularım sezgilerim sağ beyinim dişil yanım ile yeniden bağımı kuruyor olmamdı aslında.

Kimbilir içsel yolculuk denen şey belki de elementlerle sırası ile yaşadığımız deneyimlerden ibaretti...Sırası ile toprak su hava ateş!

Tıpkı topraktan bir çömleğin yapılışı gibi...Toprak ve su ile çamur olursun sonra hava ile şekil verilirsin (için boşaltılır) ve ateşle pişersin...

"Su" ile içimdeki deniz ile tanışmıştım özetle.Ve de mavi denizkızı ile elbette!

İşte bu nedenle Antalya ve "Su" çok farklı anlamlar içeriyordu benim için.

Kasım 2013 'de Fazıl Say'ın Su / İlk Şarkılar Türkiye prömiyerini Antalya'da yapacağını duyunca e çok anlaşılır bir şekilde orada olmak istedim.



Biletlerin satışa çıktığı ilk gün sabah erkenden  kalkıp iki bilet aldım.

Neden iki bilet ? Hiç bir fikrim yok... İçimden öyle hissetmiştim.

Bir şekilde işleri çocukları organize edip gidebilmeyi  hayal ettim konsere.

Sonra  başka bir seçim yaptım o tarihler için ve Antalya'ya gitmedim.

Ancak yerlerin de boş kalmasını istemiyordum.

Fazıl Say'a saygı idi bir anlamda bu belkide. Biletlerin tamamen satıldığı bir konsere bileti olup yeri boş bırakmak ne bileyim içime iyi gelmedi işte!

Eşe dosta sordum önce.

Kimse o tarihlerde Antalya'da değildi ya da böyle bir arzusu yoktu.

Sonra tamamen rastlantı bir şekilde Fazıl Say sayfasında Antalya 'da yaşıyan iki çocuk annesi bir kadının mesajını gördüm. Dört bilet parası bayağı zorlayacaktı onları. Üstelik iki çocuğu piyano dersi alıyordu ve Fazıl Say'ı izletebilmeyi çocuklarına çok istiyordu. İki çocuğu için bilet arıyordu anlayacağınız.

Evet dedim. Buldum!

Ne çok neşe hissettim içimde.

Özelden mesaj attım hemen telefonumu ilettim.

Bir iki gün dönüş olmadı.

Konsere bir gün kala karar verdim. Son dakika görürlerse mesajımı  bari bilete gün içinde ulaşabilsinler istedim.

Yurtiçi Kargo ile bileti yolladım Antalya merkeze.

Tekrar mesaj atıp bilgi verdim olur ya facebook 'a girer görürler diye.

Dönüş olmadı ne facebook  ane telefonuma.

Yurtiçi Kargo'yu aradım konser günü .

İlgili kişi gelip biletleri almazsa size hediye ediyorum diye. Şaşırdılar ve teşekkür ettiler.

Açıkçası hikayenin sonrasını bilmiyorum.

Umarım koltuklar dolmuştur o gün.

Bu hikayeyi geçenlerde facebook da yana yakara bilet arayan ve umudunu kesmiş bir arkadaşıma mesaj yazarken hatırladım. Sizlerle de paylaşmak istedim.

Hatırlarsınız Tanrılar Okulu kitabında Dreamer 'in bir dersi vardı bu şekilde.



Öğrencisine aylarca dolu olan bir oyun için bilet almasını söyler. Öğrenci gişeye gider ve gişe memurunun sırıtarak ona bu konsere aylar önce bilet bulunabileceğini söylemesi ile inancını yitirir.
Dreamer öğrencisi ile o gece konsere gidecekmiş gibi hazırlanırlar ve konserin verileceği salona gelirler. Kalabalık yavaş yavaş salona geçer. Kapıda bir çift vardır ve belli ki birilerini bekliyordur. Yanlarına giderler ve selamlaşırlar. Onlar da US den gelmişlerdir bu konser için. Arkadaşları olan çift bir türlü gelmemiştir. Telefonla da ulaşamamaktadırlar. Son dakika size hediye etmek istiyoruz derler. Ve en ön sıralarda Dreamer ve öğrencisi konseri izler.

Dreamer öğrencisine " Gişecinin sana söylediğine bilet bulamayacağına inandın." der. Öğrencisi bileti sadece para ile satın alabileceğine inanıyordu üstelik.

Özetle gerçekten de yaşam binlerce olasılıkla karşımızda ışıl ışıl parlıyor.

Hak ettiğimize inandığımız ve olmasına izin verdiğimiz her deneyim yaşamımıza rahatlıkla ve kolaylıkla gelebilir. Yeterki eskiyi bırakıp yeniye kendimizi açabilelim.

Bunu yaratmamız için ihtiyaç duyduğumuz duygu ise neşe duygusu!

Kendimizi iyi hissederek neşe duygusu ile tüm hayallerimiz gerçek olabilir...

İzin verelim olsun!

Sevgiyle





30 Nisan 2014 Çarşamba

Awakining of the Inner Wisdom

When human awarness was much lower than today,  some wise  and/or enlighted people were telling to people around them about the  rules of righteous life so they can live such life. Basicly they were explaining laws of universe according to awarness of those people living in their times.

We call those  teachers  in different names in different cultures. Such as prophets, philosophers, gurus, sheikh etc.

Also  it was so hard to be englighted and one has to suffer so much to be able to achieve that state of mind in those days. Because collective awarness was not vibrating as high as of today.

Some of the Sat Guru 's (real teachers) are known as  Moses, Abraham, Sai Baba of Shirdi, Socrates, Muhammed, Guru Nanak, King Janaka, Lao-Tse, Zarahustra and Conficius.

Those days universe and all beings were accepted as seperated  beings from each other in public view.  There was no awarness of oneness and/or Law of Attraction as we can explain it all via Quantum Theory today.

Human awarness is able and ready to understand awarness of oneness and also laws of universe today. As we all know evolution is still  move alone and we are in the middle of awarness/conscious jump and/or revolution of consciousness.

According to  ancient knowledge of humankind ,  all wisdom , righteous life rules are in side us. It is showned with large green area around our abdominal region in the chart. Those inner wisdom just need to be activated  and/or enlighted in each human body.



When it is activated by Kundalini Awakining than all the pure knowledge of universe as well as righteous life rules / inner wisdom are also awakened in one's awarness.

We know from inside what is right what is wrong!

When we are connected and keep our connection active  with the Source  than those rules are  also updated reqularly according the collective awarness / existence.

We are all part and parcel of one awarness/existence  and if we can achive our connection with the Source with our concious mind than inner wisdom inside us is awakened/enlighted.

Than we do not need anymore external  rules/laws and/or teachers/preachers.

Even religions of old days which are sipmly explainig laws of universe according to awarness of  people of those days.

We become our own guru / teachers. Spontaneously we became enlighted/righteous people.

It is spontaneouly and easyly can happen today. Because human awarness is ready for this quantum jump.

It is time to awakening our inner wisdom !

It is time spontaneously become righteous person!

It is time to get our self realization via Kundalini awakining!

It is time to reconnect our consciousness with the Source!

It is time to go back Home!

With love,














21 Nisan 2014 Pazartesi

Rejected Liver's Teachings

I had a very inretesting experience few weeks ago.

I met a teenage girl aged 14 whom her liver has being  rejected by whole her body/organs.

Yes you have read correctly!

Never heard such thing before and honestly I got quite influenced.

Tried to understand why this experience had appeared in my life as being like Alchemist.




Rejected liver!

As we all know liver problems are related with anger  which is not expressed.

According to this point of view, all body of the young girl was rejecting or not wanting to see a part of herself which was angry.

So there was a part of her in her psyche  which was full of anger. She was rejecting and not seeing that angry part in fact. Rejected angry part! I guess we all have such part.

As they said the root of anger is feeling desperate/hopeless.

When a part of us feels desperate and not able to express its feelings and needs , it was getting angry. Angry to outside and angry to inside. To himsel/herself. Perhaps it was getting angry to itselves desperation, inability, weakness in fact. It was gettinh angry to itself over and obver because it was not able to introspect its shadows as such and make necessary changes in his/her life. Perhaps we were escaping from our facts and shadows via rejecting this angry part.

As priority it seems we need to see and listen our angry part. Say sorry and ask forgiveness for not be able to see its fears and needs. Tell our love and thank to that part.

We are about to a astrological phenomen on 23rd April 2014 named Grand Cardinal Cross. It seems anger and be able to let go are the main topics about this special time.

We have to listen our inner part, and understand what we want to change in our lives. Also we have to let it be, allow! It is time for changes and transformation!

We need to make peace and become one with our angry part.

We should be compassionate to ourselves and leave the energy of anger this week!

Allow the change and transformation.

Who  knows may be this is the time we have been waiting and preparing ourselves for many years.

With love,