28 Şubat 2021 Pazar

HİNDİSTAN SONRASI TARİFLER - Mon Cher Paris

Hindistan deneyimi sanırım benim bireysel milatlarımdan biri oldu. Bu bölüme bu nedenle Hindistan sonrası tarifler  ismini verdim.

ÇINLAYAN SEDİR

Bu bir kitap serisidir.  2008 yılında yollarımız Kuraldışı ‘ndaki bireysel gelişim atölyelerinde kesişti. Kitabın yayınevi aynı zamanda Kuraldışı Yayınevi. Yemek tarifi değil burada paylaşacağım. Fakat bedenimizin bilgeliği ve beslenmemiz üzerine küçük bir not düşmek istedim.



                                                                         Sedir Ağaçları

Kitabın yazarı Viladimir Megre. Sibiryalı bir girişimci yazar. Dört kitaptan oluşuyor bu seri. Sibirya’da yaşayan bir sedir türünün adı imiş Çınlayan Sedir. İnsan sağlığına yararları antik çağlardan beri bilinen, ilaç ve kozmetik sanayinde kullanılan Sedir  ağacının, stres azaltıcı etkisinden antiseptik hatta saç dökülmesini önleyici etkisine kadar bir çok  şifalı etkileri biliniyor.

Söylenen o ki kozmik enerjiyi tüm yaşamı boyunca kendine çeken Sibiryalı Çınlayan Sedir, belirli olgunluğa doygunluğa gelince  ses çıkartıp çınlayamaya başlarmış. Bu sesi duyan çevre sakinleri ağacın kesim vaktinin geldiğini anlar, ağacı minik parçalara böler, şifa için dağıtırlarmış. Bu ağacın minik parçalarını üzerinde taşıyan insanlarda olumlu duygu durumları gözlemlenirmiş.

Hayal ile gerçek arasında bir yerde duran gizemli bir kitap Çınlayan Sedir. Kitabın ana kahramanı Sibirya Ormanlarında yaşayan şaman bir kadın olan,  Anastasya. Müthiş bilge bir kadın o . Kitabın yazarı da Sibirya coğrafyasında bir iş gezisinde Anastasya ile tanıştığını anlatıyor. Kitap bu ikilinin sohbetleri  dostlukları  ilişkileri üzerine kurgulanmış. Kitapta beni etkileyen  iki  bölümü paylaşmak istiyorum.

Bir yerde bitkilerin zekasına gönderme yapıyor Anastasya. Tohumu ekmeden ağzımızda ıslatıp bir süre bekletip ekimi yaparsak, o tohumun bizim ihtiyacımız olan vitamini topraktan alarak bize en uygun şekilde kendini yetiştiriyor olacağını anlatıyor. Müthiş değil mi? Tam bir araştırma deney konusu. Belki de aile çiftliklerinde üretilen meyve ve sebzelerin sırrı burada yatıyordur. Tanıdıkları insanların ihtiyaçlarına göre ürün vererek bitkiler, aile çiftliğindeki insanların bütünsel sağlığını korumalarına destek veriyorlardır. Ağaçların birbiri ve mantarlarla ilişkisini düşününce, insanlar ile bitkiler arasında da böyleis bir etkileşimin olması muhtemel geliyor bana. Her geçen gün bitkilerin zekasına ve birbirleri ile işbirliği içinde yaşama becerisine  dair muhteşem bilgiler keşif ediliyor. Ben de neden olmasın diyorum?

Paylaşmak istediğim diğer bölümde ise ikili bir gün ormanda dolaşırken bir deney yapıyorlar. Bir çok topladığı yemişi meyveyi yerde sergiliyor Anastasya ve Viladimir’e soruyor hangisine doğru yemek üzere çekim hissettiğini. Viladimir yanıt verdikten sonra da  anlatıyor. Bir çok gıda arasında canımızın çekildiği bir gıda varsa, bunun bedenin vücudumuzun o gıdadaki vitamin minerale ihtiyaç duyduğu için özellikle o gıdaya çekildiğimizi ifade ediyor. Burada beslenmemizi zihnimiz ile planlamak yerine , bedenimizin bilgeliği  ile güçlü bağlar kurarak akışta,  doğa ile kendimiz ile uyumlu olarak yaşamanın önemini vurguluyor bana göre Anastasya. Ve biyoçeşitliliğin zenginliğinin sağlığımız için ne kadar önemli olduğunu da bir anlamda. Şu anda tek tip patates tüketiyoruz. Oysaki onlarca çeşit patatesin yetişmesi ve bizim o andaki çekilimimize göre tüketim yapıyor olmamız, bütünsel olarak sağlık durumumuzu daha destekleyici olabilir. Aş erme dediğimiz fenomen ile benzerlik şaşırtmıyor beni.

Sonuçta bedenimiz milyonlarca yıldır yeryüzünde hayatta kalma becerisi sergilemiş atalarımızın bilgeliğini barındırıyor. Bu bilgelik ile yeniden temas edebilmemiz gerçekten çok önemli.

Tüketim çılgınlığının ve hastalıkların temelinde yatan nedenlerden biri de bu bilgelik ile bağımızın kopmuş olması ya da zayıflaması bence.

Aile çiftliklerinde ya da bahçelerinde  iklimlerle uyumlu, atalık tohumlarla, zehirsiz sebze meyve üretiminin,yeryüzündeki yaşamın sürdürülebilirliği için yaşamsal bir önemi olduğunu düşünüyorum.

Ölmeden önce okunacak kitaplar listesinde yerini almış Çınlayan Sedir.


MON CHER PARİS

İlk Paris seyahatimi 2008 yılının Eylül ayının ilk günlerinde yaptım.  Çalıştığım uluslararası firmanın bölgesel bir eğitim toplantısı idi katıldığım. Üç  günlük bir Paris deneyimi. Eğitimcinin eğitimi idi programın adı. Orada öğrendiklerimi ülkemde iş arkadaşlarımla paylaşmam isteniyordu. Mesleğimle ilgili eğitsel çalışmaları hep sevmiş ve gönüllü olmuşumdur.

Amerika ‘lı bir akademisyen olan George eğitmenimizdi. Çok başarılı bir eğitim programı olmuştu. Deep Dive isimli bir modülü global firma bünyesinde hayata geçiriyordu George. Neşeli ve son derece entelektüel bir akademisyendi. Eyfel Kulesi ’nin  ( Tour Eiffel )  karşısındaki bir Parizyen kafede ilk kez  Croque Madam ‘ı George ile keşif etmiştim. Uzun sohbet ve şarap eşliğinde elbette! Hala iletişimdeyiz ve yaşamımızın kıyısından geçmiş insanlarla iletişimde olmak gerçekten iyi hissettiriyor.

Hayatımın özel anılarından biridir gerçekten de Paris deneyimi. Programa katılan tek kadın yönetici bendim. Eğitmenimiz ve diğer yönetici arkadaşlar ile yedi erkek ve tek kadın Louvre Müzesi’nin yakınında bir restorana gitmiştik hep birlikte. Ben üzerimde kırmızı bir elbise ayağımda siyah şık sandaletlerim ve elimde yine süslü siyah bir portföyüm ile gerçekten pek alımlı idim. O gecenin yıldızı olmuştum ve bol kahkahalı keyifli bir akşamdı gerçekten.

Son gün program sabahtan bitince ve benim uçağım akşama doğru olunca soluğu Paris sokaklarında aldım ben de. Üzerimde çiçekli elbisem açık topuklu taba renkli ayakkabılarım ile  Şanzelize (Champ-Elysees )  civarında dolanıp durmuştum pırıl pırıl bir günde.

Sonra hayatımda ilk kez deneyimleyeceğim bir deneyim için ana cadde üzerindeki bir restorana girmiştim.  Evet , istiridye yiyecektim.   Kendime kocaman  bir  istiridye tabağı ve beyaz şarap söylemiştim. Harika bir gündü ve kendimi çok iyi hissediyordum.

İstiridyenin o hafif serin kaygan buram buram deniz kokan taze ferahlatıcı iç gıcıklayıcı lezzeti ile tanıştığım o an , kalbim puf etti ve açıldı. Gerçekten sanki o sesi duydum içimde.



Kırk bir yaşındaydım ve böylesi bir deneyimi ilk kez yaşıyordum. Ama o gün kalbim puf edince ne olmuş olabileceğini çok analiz ettim araştırdım sonradan.

Evet kalbim açılmıştı. Bu kavramı hepimiz biliyoruz. Fakat ben bunu fiilen yaşadım o gün. Psikolojik olarak çoğumuz kapalı olarak yaşıyoruz. Sadece fiziksel ve zihinsel  varlığımızla işe gidip geliyoruz, evlenip çoluk çocuk sahibi oluyoruz. Hatta bir kez bile varlığı açılmadan yaşayıp ölenlerimiz de pek çok.

David Deida’nın Mavi Gerçek kitabını 2019 yılında okuyana kadar tam anlamamıştım bana ne olduğunu. Evet , o gün kalbim varlığım açılmıştı ve görülmüştüm.

Kalbimiz açılırsa ancak görülebiliyoruz. Fiziksel görünürlükten bahsetmiyorum burada. Tüm özümüzü ruhumuzu duygu dünyamızı olduğumuz kişiyi görülür kılıyordu kalp açıklığı.

Yaşamımın çok büyük bir kısmını görülmekten korkarak kapalı bir şekilde yaşamıştım. Hayatıma almak istediğim her şey sadece ve sadece görülebilir olduğum zaman hayatıma girebilirdi oysaki. Kişi ancak görülür olmayı kabul edip kendini açar ise ışık saçar. Işığı görülür. Dharmasını,  misyonunu hayata geçirebilir. Olmak istediği ya da olduğu kişiyi yeryüzüne indirebilir. Yaşamak istediği hayatı  yaşayabilir ve hatta kendini gerçekleştirebilir.  Gerçek bu kadar sade aslında.

On yılımı almıştı nerede ise bu deneyimin şifresini çözmem. Şimdilerde canımı sıkan beni üzen korkutan yani olumsuz bir durum ile karşılaşıp kapanmaya meyil ettiğimi fark ettiğim an,  hemen açık kalmaya derin nefesler almaya odaklanıyorum. Hani stres olunca nefesimiz soluk almamız sınırlanır ya işte bu kapandığımız anlamına geliyor. Bunu gözlemlediğiniz an derin nefesler alıp kendinizi açmayı hatırlatabilirsiniz kendinize. Bu son derece derin bir uygulama. Bilinçli bir eylem.

Evet  Paris’teki bu deneyimi ‘Kalbim nefes aldı.’  diye not düşmüşüm günlüğüme. Sanki onca sene nefesini tutmuştu kalbim ve nefes alabilmişti o gün.

Düşünüyorum da gıda olarak tanımladığımız ve yediğimiz içtiğimiz her şey aslında sadece fiziksel bedenimize değil ruhsal bedenimize en derin psişemize dahi dokunuyor. Buradaki sihir kendini tam, bütün ,  iyi , tatminkar hissettirebilmekte sanırım. Varlık o iyi hissetme anında kendini açabiliyor. Well being ya da iyilik hali denilen  bu hal olsa gerek.

Beş temel duyumuz ile yeni bir yiyeceği lezzeti   tatmak yeni bir  nöron ağı yaratıyor kanımca beynimizde. Ve yeni bir beyine sahip oluyoruz. Yani yeni bir insan oluyoruz. Benim için ise bu istiridye  öncesi ve sonrası olarak gerçekleşti diyebilirim. Dev bir  milat oldu benim için bu deneyim diyebilirim.

Şu anda bu satırları yazarken içime bir merak doldu. Kim bilir başka ne değişik lezzetler daha tadacağım ve bunların benim varlığıma nasıl sihirli dokunuşları olacak? Olduğum kişiyi başka bir kişiye dönüştürecek olan lezzetleri deneyimlemek için sabırsızlanıyorum. Yeni benlerim ile buluşmak için…

Hep yeni lezzetlere meraklı ve istekli idim ve fakat şimdi daha bir iştahım arttı yaşama dair sanki...





Görseller / Cokiiya.com- Do it in Paris 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder